Sessiz çocuk yalnız akademisyen-6,Üçüncü Terapi: Sosyalpati Üzerine
Bugün üçüncü terapimden bahsedeceğim. Bu haftaki konumuz sosyopatiydi.
Hayatta yaşanması gereken onca güzel şey varken ben sadece okul, ev ve sınıf arasında mekik dokuyordum. Saatlerce odamdan çıkmaz; makale, kitap bölümü ya da bildiri yazardım. Bu görevleri yaptıkça sanki “level atlıyordum.” Her bir ilerleme beni mutlu ediyor, hayatın anlamını sadece bu başarılarla sınırlı sanıyordum.
Hiçbir sosyal etkinliğe katılmayan, eğlenmeyen, kutlama yapmayan tam bir asosyal kişiydim. Ancak eve gidip yalnız kaldığımda, yani hiçbir işle meşgul olmadığımda, derin düşüncelere dalardım. “Ben ne yapıyorum?” diye sorar ve içimi derin bir yalnızlık kaplardı. Kalbimin üstüne koca bir öküz oturmuş gibi bir sıkıntı hissederdim. Bu psikolojik buhranı kelimelerle anlatmam gerçekten zor.
Terapide, Hüseyin Hoca’ya Nicolasin “Eşcinselliği Önleme Rehberi” isimli kitabından aldığım notlardan bahsettim. Notların bir yerinde anne tutumuyla ilgili bir kısma geldik. Burada annemin obsesif-kompulsif özelliklerinden söz ettim: Aşırı titiz ve otoriterdi; hiçbir şeyi beğenmez, mükemmeliyetçiliği yüzünden sürekli kararsızlık yaşardı. Bu durum beni derinden etkiledi.
Hüseyin Hoca, anneme duygusal yaklaşmamam gerektiğini söyledi. Ona yardım etmemin önemli olduğunu, ancak bunu duygusal bir bağ kurmadan yapmam gerektiğini vurguladı. “O ağlasa da sızlasa da duygusal bir ilişki içinde olmamalısın,” dedi.
Sonra annemin neden böyle takıntılı ve mükemmeliyetçi olduğuna değindik. Hüseyin Hoca’nın “Eşcinsellik bir aile hastalığıdır.” sözü tam yerindeydi. Annemin babası zalim bir adammış; ninemin kafa tasından vücudunun birçok yerine kadar kırmış, annemi, teyzelerimi ve dayımı defalarca dövmüş. Dayım okumak istemiş, fakat dedem izin vermemiş; onu sadece çalıştırmak istemiş. Ortaokul yıllarında dayım bu baskılara dayanamayarak evden kaçmış ve pavyonda çalışmaya başlamış. Orada içki ve kumar alışkanlığı edinmiş. Dedemin zulmü, çocuklarının hayatını mahvetmiş.
Annem ve teyzelerim ise kız oldukları için evden kaçamamış; bu nedenle tüm baskıya katlanmak zorunda kalmışlar. Annem, dedemin korkusundan dolayı titiz, mükemmeliyetçi ve takıntılı bir yapıya bürünmüş. Bu hal, ister istemez beni de etkiledi. Sanki nesiller boyu aktarılan bir hastalık gibiydi.
Annem beni hiç dövmedi ama çok sinirli ve gergindi. Mükemmeliyetçiliği yüzünden yaptığım hiçbir şeyi beğenmezdi. Kararsızlığı nedeniyle bir şey alırdık, sonra hemen değiştirirdi. Ben kendi beğendiğim bir şeyi alsam mutlaka bir kusur bulurdu. Ruh hali bazen pozitif, bazen negatiftir; bu da benim nasıl davranacağımı bilemememe neden olurdu.
Hastalandığında hep “Öleceğim.” derdi ve ben yalnız kalacağım korkusuyla büyürdüm. Bu durum psikolojimi ciddi anlamda altüst etti.
Babam ise tır şoförüydü. Genelde yurt dışına sefere çıkar, ayda bir eve gelirdi. Dedemle ortaktı; eve geldiğinde kazandığı tüm parayı dedeme teslim ederdi. Evdeki üç çocuğu ve eşi umurunda değildi. Biz de dedemin insafına kalırdık. Dedem cuma günleri ilçeye gider, alışveriş yapar, ama bize asla bir şey almazdı. “Ben bu yetim gibi çocukların babasını köpek gibi çalıştırıyorum, bari bir iki poşet de bunlara alayım,” demezdi.
Yemeklerimiz genelde pilav, nohut ve kuru fasulyeydi. Yazın ise annemin bahçede yetiştirdiği sebzelerle yetinirdik. Üzerimizde hep eski, yamalı elbiseler olurdu. Babam çalışsa da, çoğu zaman yetim çocuklardan bile kötü durumdaydık.
Babam eve geldiğinde bizi öpmez, okşamaz, sevgi göstermezdi. Dedem de babama sevgisini göstermemişti. Bu nedenle babam da sevgiyi nasıl göstereceğini bilememişti. Ben de aynı şekilde sevgiyi hissedemeyen bir çocuk olarak büyüdüm.
Bu yüzden hiçbir bayana yaklaşamadım, sevgi gösteremedim. Çünkü kendim sevgiye açtım. Aç olan bir insan, başkasına sevgi verebilir mi? Görücü usulü birkaç görüşmem oldu ama hep “duygusuz” ve “ilgisiz” olduğum söylendi. Ne yazık ki hâlâ bu durumumu tam olarak aşabilmiş değilim. Hüseyin Hoca zamanla aşabileceğimi söylüyor. Bakalım, hep birlikte göreceğiz.
Gördüğünüz gibi, hastalıklı bir aile yapısı, çocukların psikolojisini ve davranışlarını derinden etkiliyor.
Hüseyin Hoca, babamın eve geldiğinde nasıl davrandığını sordu. Ben de önce dedemin yanına gittiğini, ardından köy kahvesine geçtiğini söyledim. Annemle babam arasında hiçbir sevgi ve muhabbet yoktu. Annem baskı altında ezildiği için sık sık sitem ederdi. Babam da ona “Beğenmiyorsan s*ktir git.” derdi. Bu kavgalar bizi fazlasıyla olumsuz etkiledi.
Hüseyin Hoca, “O zaman baban etkisiz bir elemanmış,” dedi. “Ezik, kadını duygusal olarak tatmin edememiş bir birey.”
Sonra ekledi: “Toplumda iki tür hastalıklı birey vardır: Birincisi ezik, zayıf, özgüvensiz ve eşcinsellik korkusu yaşayanlar; ikincisi gerçekten eşcinsel olanlar.”
Babama, eşcinsellik korkusu yaşayan biri olarak baktı ve “Bu durum, çocuklarını mutlaka olumsuz etkiler.” dedi. Gerçekten de öyle oldu.
Hüseyin Hoca ayrıca “Dünyanın en tehlikeli kadını mutsuz kadındır.” dedi. Annem, babamdan ve dedemden ilgi görmediği için sürekli mutsuzdu. Bu nedenle daha 5-6 yaşlarımdayken beni dert ortağı yapmıştı. Böylece kaldıramayacağım yükleri üstlenmek zorunda kaldım. O yıllarda kendi kendime, “Büyüyünce annemi bu durumdan kurtaracağım.” derdim. Anneme karşı aşırı bir duygusal bağ geliştirdim ve bu bağ yıllarca sürdü.
Nicolasin kitabında da belirtildiği gibi, eşcinsellikten kurtulmak için baba, anne ile erkek çocuğun duygusal bağını kesmeli ve ona erkeksiliği öğretmelidir. Ancak benim babam bunu yapmadı. Aksine, anneyle olan bağı daha da kuvvetlendirdi ve bana erkeksi yönü öğretmedi.
Hayatım boyunca babamın gücünü ve desteğini görmek istedim, ama asla göremedim. Hüseyin Hoca, anneyle olan duygusal bağın mutlaka koparılması gerektiğini, baba ile kurulacak erkeksi bağın erotize edilmeden sağlanması gerektiğini söyledi. Bunun için diğer erkeklerle sağlıklı sosyal ilişkiler kurmam gerektiğini, örneğin maça gitmek, birlikte izlemek, kafede oturmak gibi etkinliklerin faydalı olacağını anlattı.
Son olarak Nicolasin, “Annenin aşırı şefkati, çocukta kendine acıma duygusu oluşturur,” diyor. Hüseyin Hoca da bunu onayladı. “Kendine acıma ve zavallı görme, eşcinselliği güçlendirir,” dedi.
Annemin ve halamın dengesiz davranışlarının, bende kadınlara yaklaşma konusunda korku ve endişe oluşturduğunu da konuştuk.
Terapimiz bu şekilde sona erdi.
Siz değerli okuyuculardan, bir kadınla duygusal bir ilişki kurarak mutlu olabilmem için dua ve güzel temennilerinizi bekliyorum.
Umarım bu yazılar, ileride birçok insana fayda sağlar ve farkındalık kazandırır.