Sessiz çocuk, yalnız akademisyen-3
Bugün size Hüseyin Hoca ile yaptığımız terapi öncesi süreci anlatacağım.
Bir önceki yazımda zavallı, acınacak hâlimi ve ruhumdaki geçmeyen ıstırabı anlatmıştım. Bu ıstırap her hâlime yansımıştı. Gülmeyen, eğlenmeyen, kederli hâlim dışarıdan çok belli oluyordu. Bu halimi gören bir arkadaşım benimle samimi konuştu ve bir psikoloğa gitmemi tavsiye etti. Hatta tanıdığı bayan bir psikoloğun ismini ve telefonunu verdi. Ben de arayıp randevu aldım ve haftada bir defa olmak üzere terapilere başladım.
İlk haftalarda o kadar özgüvensizdim ki psikoloğumun yüzüne bakamıyor, göz teması kuramıyordum. Zaman geçtikçe alıştım, ailemden birisi gibi oldu. Artık her konuyu konuşabiliyorduk. Seanslarımız tam 2,5 yıl sürdü. İlerleyen süreçte haftada iki güne çıkardık.
Ben, psikoloğumla eşcinsellik ve cinsel kimlik karmaşası haricinde bütün konuları konuştum. İlk seanslarda babamdan çok şikâyet ederdim. Babam gibi olmaktan çok korktuğumu da anlatırdım. Çünkü gözümde babam çok değersizdi.
Neden değersizdi? Çünkü babamın dedemle ortak bir kamyonu vardı. Çok çalışır, bazen bir ay boyunca eve gelmezdi. Geldiğinde bütün parayı affedersiniz köpek gibi korktuğu babasına, yani dedeme verirdi. Eve dedemin korkusundan hiçbir şey getirmezdi. Geldiğinde bizi sevmezdi, çünkü kendisi de dedemden sevgi görmemişti. Olmayan sevgiyi nasıl verecekti? Anneme de hiçbir şekilde sevgi göstermezdi. Hatta annem sorunlardan bahsettiğinde “Beğenmiyorsan s*ktir olup git” diyerek küfrederdi. Bir defasında annemin ısrarıyla küçük bir miktar para vermişti. Dedem bunu duyunca annemi, bizim gözlerimizin önünde dövmüştü. Babam sesini çıkaramamıştı. O gün babam benim gözümde tamamen düşmüştü.
Terapilerde babamı suçlayarak bir yere varamayacağımı anladım. Evet, babam en büyük etkendi ama çözüm onu suçlamak değildi. Zamanla içimdeki baba nefretini gerçekten bitirdim. Nefret bitince çok rahatladım. Sekiz–dokuz yıl hiç görüşmediğim babama önce bayram mesajları atmaya başladım, sonra da konuşmaya başladık.
Gelelim anneme…
İlk zamanlarda annemi hiç suçlamıyordum. Çünkü onu mağdur, zavallı, mutsuz bir kadın olarak görüyordum. Ayrıca suçlarsam kendimi kötü hissedeceğimi zannediyordum. Ama terapi ilerledikçe onun da hatalı olduğunu fark ettim.
Örneğin ben 5–6 yaşlarındayken beni dert ortağı yapmıştı. Babamın sorumsuzluklarını, ninemin ve dedemin zulümlerini sürekli bana anlatıyordu. Küçücük ruhumu bilmeden zehirliyordu. Kendisi rahatlıyordu ama ben ağır yüklerin altına giriyordum.
İkinci olarak annem sık sık hasta olur, her defasında “Öleceğim” derdi. Çocuk aklımla çok korkar, “Annem ölmesin, ben öleyim” diye düşünürdüm. Bu bende çok derin izler bıraktı. Üniversite yıllarımda bile annem haftada 3–5 kez arar, saatlerce dertleşirdi. Kocasıyla konuşması gereken konuları benimle konuşurdu. Bunları psikoloğumla paylaştığımda annemin bana ne kadar zarar verdiğini anladım.
Üçüncü olarak annem kötü bir şey yaptığımda sürekli babamla kıyaslardı: “Sen de baban gibisin.” Bu da babam gibi olmaktan aşırı korkmama yol açıyordu. Terapilerde bu kıyasın da yanlış olduğunu öğrendim.
Özetle, bir bayanla ilişki kuramamamın en büyük sebeplerinden biri de annemdi. Psikoloğum bana şunu demişti:
“Annenle olan ilişkinde ona koca gibi davrandığın sürece hiçbir kadınla birlikte olamazsın. Onunla olan tabiri caizse nikâhını bitirmen gerekiyor.”
Bundan sonra annemle ilişkimi azaltmaya başladım. Önce telefon görüşmelerini haftada bire düşürdüm. Anneme zavallı gibi bakmayı bıraktım. Onu da hatalı yerlerde tıpkı babam kadar suçlamaya başladım. Aslında ergenlik öncesinde başlaması gereken bu ayrışmayı ben 35 yaşında yapmaya başlamıştım. Geç oldu ama yine de doğru bir adımdı. Kaybettiğim erkeksi davranış duygusunu kazanmaya başladım.
Terapide annemle ve babamla nasıl davranmam gerektiğini öğrendim. Babaya yaklaşıp anneden uzaklaştım. Çünkü erkek çocukların ergenlik öncesinde anneden kopup babaya yaklaşması gerekir ki erkeklik dünyasına adım atsın. Ben bunu 35 yaşımda yapıyordum.
Aileyle ilgili meseleleri hallettikten sonra özgüven eksikliğime odaklandık. Vücudumu çok kötü görüyordum ama aslında 186 cm boyunda, kilo sorunu olmayan, sağlıklı biriydim. Spor yapmaya başladım; yüzdüm, çalıştım, kaslarım gelişti, omuzlarım genişledi. Duruşum düzeldi, çevremden övgüler aldım ve özgüvenim arttı. Spor yapınca stresim azaldı, uykum düzeldi.
Psikoloğum bana şunu söyledi:
“Sen yüksek lisans ve doktora yapmış, birkaç dil bilen, yurt dışında yaşamış birisin. Neden kendini özgüvensiz hissediyorsun ki? Lütfen çocukluktaki o haletten çık. Sen büyüdün, güçlendin, paran var, aciz değilsin.”
İlk başta basit gelen bu cümleler üzerinde düşündüm ve özgüvensizliğimden kurtuldum.
Özgüveni bir inşaata benzetiyorum. Yaptığımız her pozitif iş bir tuğla gibidir. Araç kullanmak bir tuğla, dil öğrenmek bir tuğla, programlama dili öğrenmek bir tuğla… Derken bina tamamlanır.
Özetlersem, eşcinsellik eğiliminden kurtulmak için şunları yaptım:
1. Özgüvensizlikten kurtulmak ve özgüven inşa etmek.
2. Anne, baba ve kendimi suçlamayı bırakmak.
3. Babayla geçmişte kaçırdığım özdeşim ve rol model meselesini, bugün erotize etmeyeceğim erkeklerle (iş arkadaşım, komşum, akrabam) telafi etmek.
Sonuçta 2,5 yıllık terapi sürecinde depresif ruh halimden kurtuldum. Somurtkan yüzüm gülmeye başladı. Özgüvensizlikten kurtuldum. Kendimi suçlamayı bıraktım. Benim için yeni bir dünya başladı, çok şükür, elhamdülillah.
Ama son bir sorunum vardı: Bir bayanla ilişki kuramama sorunu. Ayrıca fiili değil ama düşünce boyutunda erkeklerle fantezi kurma durumu. Bu beni rahatsız ediyordu ve kurtulmak istiyordum. Ancak bu konuyu bayan psikoloğuma açamadım. Bu konuda uzman olmadığını düşündüm. O yüzden Hüseyin Hocamı buldum.
Bir sonraki yazımda Hüseyin Hoca’yı nasıl bulduğumu ve onunla yaptığımız 7 terapi sürecini anlatacağım.
Lütfen samimi dualarınızı ve güzel dileklerinizi benden esirgemeyin.