Kusursuz ve güçlü görünümüne rağmen hassaslığını ilk defa o gün gördüm. Erkek öğrencim henüz 9 yaşındadır. Arkadaşlarıyla ilişkisi gayet iyi ve onların içinde her zaman lider olmaya çalışıyordu. Beden eğitimi derslerinde aktif ve futbol oynamaktan son derece keyif duyduğu gibi takımına da bu keyifi yaşatıyordu. Koşarken kendi keşfetti bir takım tuhaf sesler takım arkadaşlarını güldürürken onların mutlu olduklarını gördüğünde daha fazla güç sarf ederek oynuyordu. Kendisi de memnundu lider olmaktan ve arkadaşları da baskıcı olmayan bir liderle karşılaşmaktan memnundur. Tek sorunu, nedenini bilmeğim bir sebepten ötürü çoğu zaman okula gecikiyordu, fakat genelde bu gecikmesine pek ses çıkartmıyordum. O gün merdivenlerden koşarak gelirken kendi çocukluğumdaki hali hatırladım birden. Merdivenin etrafındaki korumalıklardan kayarak eğlene eğlene okula gidiyordum. Öğretmenim beni camdan izliyormuş ve bunun cezasını bir kızıl sopanın kaba etlerime kırbaç gibi yapışmasında buluyordum. Ben asla böyle bir öğretmen olmak istemedim. Anılarımın içinde hiç de iyi olmayan öğretmen hatıraları hep dip not gibi kalmıştır. Ama nedense o gün kendimi tutamadım. Kırmızı beyaz okul çantası sırtında, saçları düzgün taranmış, beyaz mendili mavi önlüğünün üst cebinde duruyor sanki annesinin titizliğini simgeliyordu. Telaşlı haliyle merdivenlerin başında durduğumu görmeden bana çarptı. Çarpması ile kulaklarına sarılıp bir tokat atmam sanki bir saniyelik refleks olmuştu. Sınıf öğretmeniydim onun ve en sevdiğim öğrencimdi. Bu olaydan sonra aramız hiç de iyi değil ne kadar yanı yaklaşmaya çalıştıysam da
bir türlü gönlünü alamadım ve bende ona herkese davrandığım gibi davranmaya başladım. Bir yıldız gözlerimin önünde kayıp gitti ve ben sadece dilek tuttum. Umarım seneye ben bu sınıfa girmem, çünkü artık bir ayna gibi o çocukta kendimi görüyorum ve ona karşı sert davranmamı durduramıyorum.
Rafet beyin bu notundan alıntı yaptığım yazıları okuduğumda öğrencilerin öğretmenlerine ne gözle baktıklarını biraz olsun anladım. Çocuk yıpranmıştı veya yıpratılmıştı öğretmeni tarafından. Çünkü ona belkide bir sevilebilecek insan olarak bakıyordu.
Hepimizin başına gelebilecek olan şiddete maruz kalma aile dışında ilk olarak ( sokakta pek haylaz değil isek) okul yıllarında karşımıza çıkar. Bu şiddet kimi zaman bir şok etkisiyle karşımızdakinin başka birisi olduğunu ( yani anne-baba gibi dövdüğünde, kızdığında hazmetmesi daha zor olan) hatırlatır. Kimi zaman da daha da kötü sonuçlara vesile olur. Bu tip olaylarda öğrencinin neden bu kadar alındığını keşfederken aslında öğrencinin öğretmene bakış açısını veya diğer bir ifade ile öğretmene yüklediği anlamı görürüz. En basit olarak düşündüğümüzde öğretmen güçlü bir modeldir. Öğrenciye bilgeliği öğretecek, yaşamın içinde insanoğlunun nasıl bir evrim geçirdiğini, geliştiğini gösterecek ve insan olarak sosyal bir hayat içinde yaşamını nasıl sürdürmesi gerektiğini anlatacak çok güçlü bir model.
Öğretmen toplumca kabul edilen önemli otorite figürlerinin canlı ve kanlı örneklerinden birisidir. Çok önemli olan vazifelerini bir yana bırakıp bu vazifeleri nasıl icra ettikleri ve bu eylemin gerçekleştirilmesi esnasında iki kişide de doğan duygu ve davranış durumuna baktığımızda aslında yukarıdaki örnek ipucu vermektedirler. Birincisinde Rafet Bey dövdüğü çocuğun nasıl gözleri önünde parçalandığını görmektedir. Bunun vicdan azabını bastırmak içinde kendisini yine kendi içinde haklı çıkarmak adına şiddete devam sloganı ile tüm gücünü bu çocuğun zeka çitlerini diğerleri seviyesine ( farkında olamadan) düşürmektedir. Çocuğun alınganlığının sebebi öğretmenine yüklediği anlamdan gelir. Bu da yine öğretmenin davranışa bağlı olarak gelişir. Kendini sevdirebilen bir öğretmene sahip olan çocuklar aile yaşantılarındaki sorunları öğretmen bünyesinde çözmeye çalışırlar.( toplumsal anne-babalarımız olurlar. İnsan olduğumuzu anne-babadan öğrenirken, sosyal bir hayatın parçası olduğumuzu da öğretmenlere borçluyuz) Kimi zamanlar öğretmenler, çocukların, öğrencilerinin bu çabalarını görmemezlikten gelir veya artık kaldıramayacak hale gelirler. Aslında ilkokulda resmi otorite buluşmamız başlamıştır. ( toplumsal olarak işleyen bir mekanizmaya dâhil olmak) Anne-baba ile olan sosyal öğrenmelerimiz, okul buluşmamız ile kıyaslandığında sembolik kalır. Evdeki ebeveynin en fazla 5–10 çocuğu var iken okulda daha kalabalık bir aile gibi genişlemiş ve yetkileri toplumca veya eğitimcilerce arttırılmış bir otorite baba-anne vs. vardır. ( milli veya ulusal bir aile ferdi olduğumuzu fark etmeye başlarız, her gün okutulan marşlarımızda bu görüş açıkça vardır.) Pek sevmek isteyip de sevemediğimiz anne-babalarımızın daha büyükleri okulun içindedir. Durum böyle iken öğrenci küçük vücudunda yansıyan gelişim sembollü küçük ruhu ile büyük sevdalar peşinde koşmaya başlayacaktır. Fakat hiç de fark etmeden bu sevdanın sonu otorite bir kişi olmakla sonuçlanacaktır. Yani bir anne-baba veya tıpkı bir öğretmen olacak. Bilgi dağarcığı olarak, yetki genişliği olarak, sözünün diğerlerince dinlenmesi olarak, anne babayı ikana edebilmesi olarak, en basitinden fizik olarak büyük bir insanla karşı karşıyadır. Büyük insan, ulu insan, hatasız, kusursuz insan, ciddi insan ve toplumun isteklerini küçük beyinlere pompalayacak gıdım gıdım onlara yedirecek olan önderler. Kudreti elinde bulunduran öğretmenlerin narsis şişkinliğini bir yana bırakırsak, çocuk gözünden bakarsak toplumca yaratılmış veya tasarlanmış çok önemli insanlar değil midir, öğretmenler. Aslında mantıklı düşündüğümüzde öğretmenlere yapılan bu yükleme yani (önem, kutsallık ve sorumluluk) yine ailelerin veya toplumun kendi vazifesinden kaçmasından kaynaklanan duygusal bir durumdan ibarettir. Belkide gelişen yıllar içinde anlaşmalı bir şekilde sosyal bir çark yaratılmıştır. Anne baba öğretmene ödeyeceği parayı aynı zamanda yaşamını sürdüreceği kazanırken öğretmende anne babadan vekâlet alarak öğrencilerini yetiştirmeye başlar. Ebeveynlerin mahrumiyeti içinde doğan bir hamur parçası topluma sunulurken bu kudretli ellerden elbette geçmeli ve birey toplumsal bir yaratık olarak kamu da varlığını idame ettirmeyi bu şekilde öğrenmelidir. Hiç kuşku yok ki bazı öğretmenlerin işleri gerçekten zordur. Zorluğunun sebebi basiti görememelerinde yatmaktadır. Öğrenci okula yaklaştığında iki yük veya sorumluluk hisseder. Birincisi yaşıtları veya yaşından biraz büyük insanların içine yani ikinci sembolik toplumsal oyunun içine giriş ve bu 2. sembolik toplumu yöneten öğretmenlerin otoritelerinin izleri. Okula her adım atıldığında bu duygu perçinleşir ve bir müddet sonra ilk günlerdeki izini kaybeder. Ben izini kaybetmeden önceki hali ile yani toplum-öğretmen imajı ile ilgilenmeye devam edeceğim. Birinci sembolik toplum aile ve otorite anne-baba iken ikincisi okul öncelikle ilkokul diyebiliriz. Ki okul derecesi arttıkça oynanan oyunun hayata olan ciddi etkileri de artmaktadır. Buna sonradan ayrıca değinmek isterim. İlkokul çocuklarından başlarsak eğer; hayatımızın ilk toplumsal kurallarını veya bir diğer ifade ile yarış kurallarını öğrendiğimiz ilk kurumdur. Bu kurumun amacı büyük insanlarca ciddileştirilmiş ve bir eğlence halinden bir eziyet kıvamına getirilmiştir. Eziyet kıvamıdır çünkü bilginin depolanması bir yana depolama tarzındaki bağnazcılık sorguya kapanmış sanki anayasal bir hak, hukukmuşçasına toplum tarafından norm olarak işlenmiştir. (Doğrusu artık çoğu ülkelerde ilköğretim kurumlarına daha bir önemle yaklaşılmaktadır ve bu işin sırları çözülmeye başlanmıştır. Bilgi depolamanın bir fayda değil zarar olduğu ve tekrarlı öğretildiği halde neden bilgilerin ileri yaşlarda lisede, ortaokulda pek de işe yaramadığı araştırılıyordur.) İlkokuldayken bu yargıları sorgulayabilecek bir öğretmenim olmasını dilerdim. Doğrusu ortaokul yıllarında bir öğretmenim bunu demeye kalkıştıysa da ona yönelen tepkilerin izlerini hala taşıdığına inanmaktayım. Öğrenci sevinci koynunda okulun yolunu tuttuğunda en son istediği şey sanırım elinde küçük büyük bir sopalı bir kişi veya asık suratlı bir öğrenmendir. Elbette ciddiyet iş icra edilirken olabilir fakat bu yine de yetenek eksikliği diye ifade edilirse pek makbul olacaktır. İnsan sevdiği işin icrası esnasında bir mutluluk duymalıdır. Eğer mutluluğu ufak bir sineğin ısırması ile veya bir kedinin mivaylaması ile bozuluyorsa bu ben merkezli bir meslek icrasıdır, tamamen kendi duygularını tatmin etmek için gerçekleştirilmektedir veya zaruri bir iş olduğu için yapılmaktadır. Yani bir öğrencinin aşırı derecede olmayan kusurlu davranışını düzenlemek yerine onun bu davranışı öğretmende derin bir sinirlilik hali yaratıyorsa odaklanılması gereken kişi ( aslında ailedir o da çoğu toplum da mümkün olmadığından) öğretmendir. Sorgulayacağımız ikinci kişi maalesef öğretmendir ve bu yüzden yükleri bir miktar daha artmaktadır. Öğretmenin sevimli neşesi öğrenciye yansımaktadır ve öğrencide bu kıvamda ruhsal bir ritim ile öğretmenini, yani toplumsal kurallarını veya otoriteyi benimseye bilmektedir. En büyük otoritenin bir ilah olduğunu varsayarsak bir inancı benimsetmektedir veya bir inancın kanalı bir birey(anne-> öğretmen) tarafından açılmaktadır. İlk eşeleme ve ilk kanal açışıdır, ilkokul. Bu arada bu birey ( öğretmen) bu yönünden ötürü toplumu yansıtan bir insandır ve gerçektende yücedir, kutsidir. Tıpkı bir milleti temsil eden o milletin vekil gibi, o milletin lideri gibi. Gelecek neslin tohumları artık yeşermiştir ve onları geliştirecek ve onlara duygular yükleyecek yani onları çiçek açtıracak olan bir eğitim sisteminin içindedirler. Bu kadar ciddi gibi gözüken bir işi, yeri geldiğinde bir Noel baba yeri geldiğinde bir Kırmızı Başlıklı Kız hikâyesindeki nine, yeri geldiğinde Nasrettin hoca hikâyelerindeki kahramanları canlandırarak, yani yaşatarak özümsetmek gereklidir diye düşünmekteyim.
Öğrencinin, benim fark ettiğim diğer bir dileği de; Öğrencinin öğretmeniyle yan yana yürümek isteğidir. Bu geleceğe atılacak adımları birlikteli olarak atmayı ve statü ayrımını onları anladığını ve bu anladığı şeyleri (sıkıntıları, keyiflenecek durumlarını, üzülecek durumlarını vs) onlarla konuşarak, bir nevi onların dile dökemedikleri konuları dile dökerek bir birlikteli adımla yolculuk yapmaktır. Böylece her hangi bir şekilde ne cezaya nede bir yaptırıma zorlanmaya gerek kalacaktır. Öğrenci öğretmenini en sevdiği arkadaşı gibi görürken aynı zamanda onun bir öğretmen olduğunu da fark eder ve bu duruma uygun davranış ne ise o şekilde hareket edecektir. ( ilkokul beşden sonra çocuk daha bir olgun hareket etmeye başlamaktadır. Bu olgunluğu içinde öğrenci öğretmen iletişimi anlaşma odaklı olmalıdır. Öğretmen sürekli otoriter kişiliği ile sınıfı bir arada tutmaya çalışmamalı onlara ne vermesi gerektiğini bilmelidir.)Nedeni her ne olursa olsun her insan önüne çıkan engelin sebebini bilmek ister, özellikle bu engel önemli bir otorite tarafından konulduğunda merak daha da artmaktadır.
Öğrenci için öğretmen ilk bakışta kutsaldır ve her söylediğinde bir hikmet vardır edası ile karşılanır. Kimi için şeytandır ve kaçılması gereken bir kişidir. Kimi için en büyük, en bilge ama en yakın arkadaştır. Yüklenen bunca tezat gibi gözüken duygulara rağmen öğrenci Anne-babanın göremediği davranışları öğretmenine gösterir. Toplumun içinde var olabilme çırpınışlarını ve bir otorite ile gelecekte nasıl bir ilişki kuracağını öğrencinin öğretmenine davranışından yordayabiliriz. Çocukluklarında ki emeklemenin mutluluğunu aile yaşarken toplum içindeki bu soyut emeklerin mutluluğu da öğretmenin gözleri önünde olur. O cildi her daim birinci sınıf olarak imal edilmiş milyarlarca sayfalık hemen hemen boş bir kitap olarak öğretmenin eline teslim edilir ve “doldurun hayatın teorik bilgisini, geleceği aydınlatacak bir nesil için öğretin ona da öğrenmesi gerekenleri” diye öğretmenine bırakılır.
Meraklı öğrenciler, onlar bazen gerçekten de çileden çıkartırlar öğretmenlerini. Meraklı bir çocuğun saçma gibi gözüken sorularımı var size, acaba söylemek istediği “öğretmenin benimle neden ilgilenmiyorsun, beni neden görmüyorsun veya benimle biraz daha ilgilen bu kadar yetmez“ olamaz mı? Bu gibi davranışlarda aslında hissettiklerimiz doğrudur, onlar ilgi istiyorlardır fakat duygular aşikâr olduğunda kışın bir otobüsün içinde yolculuk yaparken kırk kişinin içinde bulunduğu otobüsün uzun bir süre havalandırmadığını düşünürsek, içeride ki havanın artık ne kadar nemlendiğini tahmin edebiliriz. Duygularımız canlandığında bu kadar sıkılıyor isek öğretmen olarak kendimizi bir kez daha sorgulamalı ve neden bu mesleği seçtiğimizi düşünmeliyiz. Sınıfın içinde kaptan sizsiniz ve dilediğiniz de erdemli bir davranış sergileyip toplumun duygusal çarklarını sizler durdurabilir ve camın açılmasını yani çocukların, öğrencilerin ne istediğinin sorulabilmesini sağlayabilirsiniz. Öğretmenlerin bu yetkileri de vardır. Klasik öğretme teknikleri yüzyıllardır bir başarı sağlamış olabilir fakat artık bu öğretme tekniklerinin sırrı kalmamıştır. Bir öğrenci ona bilginin nasıl verileceğini artık ne öğreneceğini teknoloji sayesinde rahatça bilmektedir. Bu nedenledir ki klasik kuramlardan sıyrılmalı ve yaratıcı eylemler icra edilmelidir. Tarih dersi dört duvar içinde ne kadar zevkli olabilir, matematik tarihi olmadan ne kadar mantıklı olabilir, kimya sadece kimyasal olunca ne kadar çekici olabilir vs. Kocaman binaların içine doluşan öğrencilerin seslerinde aslında onların ne istedikleri aşikâr değil midir? Onların nasıl bir öğretmenle olmak istedikleri de bellidir. Enerjisini öğrenciye verebilecek, yaşamayı sevdirebilecek daha doğrusu yaşamayı o yaşlarda öğrenciler seviyorlardır benim yaşamayı sevdirecekten kastettiğim onlara yüklenecekleri sorumlulukları da eğlenceli veya keyifli bir üslup ile onlara aktarabilecek bir öğretmendir ve toplumu yeri geldiğinde sorgulayabilecek bireyler yetiştiren bir öğretmendir milletinin bekası için uğraşan öğretmenler. Aslında öğretmen ne ise öğrenci de ona tepki veren bir mekanizmadan ibarettir. Şimdiye kadar pek nadir öğretmenin her hangi bir öğrencisine “ senin için benim önemim nedir, hiç bunu düşündün mü? Bunu bana anlatmak ister misin? Kaç tane edebiyat öğretmeni kompozisyon dersinde bana en sevdiğiniz öğretmeninizi ve nedenlerini anlatın demiştir? Doğrusu pek nadir insanlar gerçekle yüzleşmek isterler ve bu öğretmenler azınlıkta kalacaktır sanırım. Beklenen tam anlamıyla bu değildir zaten. Bu sorumluluk içinde tepki doğurabilmek ve kendini seven bir insan olarak öğrencilerde kendini bularak, kırka yarılmış parçasını bir arada tutmasını öğrenmektir. Bunun için önce sınıftaki çocukların veya öğrencilerin bir öğretmenin aynası olduğunu kabul etmek gerekir. Enerjisini kendini aynada yüceltemeye harcarken histerikçe duyduğu hazdan kendinden geçmiş bir halde ders anlatan bir öğretmen karşısındaki öğrencilerin zekâsını küçümser, oyunun kurallarını bencilce koyar ve otorite figürünün kabul edilememesine sebep olur. Bir öğrenci gözünden bakıldığında, zenginliği, çeşitliliği açısından oldukça esnek olan öğretmenlik mevki bir o kadar da kimi okullarda katıdır ve öğretmen sadece öğretmendir. (Aslında her yerde öğretmen sadece öğretmen olmalıdır, fakat gerçek olan göz önüne alınırsa bu pek mümkün değildir). Benim kastettiğim öğretmen otonom şekilde tıpkı sürekli kan pompalayan bir kalp atışı gibi sadece mesleki bilgilerini paylaşmadan öteye gidemeyenlerdir. Bu katı bir tutum olup öğrencinin geride bıraktığı otoritelerle yüzleşmesini ve onların doğrularını yanlışlarını sınamasına engel olduğu gibi gelecekteki liderlere bakışı da veya lider olabilirliği de tehdit altındadır. Yani bir diğer ifade ile öğretmen öğrenci gözünde geleceği inşa ettiği gibi önce geçmişi aydınlatan bir insandır. Onda kırılmış duygularını yeniden yapılandırır ve kullanılabilir hale getirirler. Kaba, sert, ilgisiz davranan bir öğretmen öğrencisi için konuşan ve yürüyen bir ağaç fantezisi kadar bile etkili bir şey değildir. Eğer o öğretmen orada olamasa o öğrenciler hayata dair daha çok şey öğrenecektir. Çoğu zamanlarda öğrenci onu dinlemeyecek ve genellikle ders esnasında dikkatini başka işlerle meşgul edecektir. Dikkat toplama mıknatısı (sözlü veya direk şiddet çeşidi)genelde burada devreye girer ve bir şok etkisi yaparak öğrenci kendine gelir. Peki, bu davranışın tasvirin başlangıcını düşündüğümüzde sorunu öğrencide mi öğretmende midir? Veya tekrar bir suç ve ceza romanı yaratmanın anlamı var mıdır? Para kazanmak, bir ailenin geçimini sağlamak, bir çalışan iş sahibi birey olarak her insan toplumda var oluş sıkıntısı çekmektedir, öğretmenler için ise bunca sıkıntının içinde bir de kalabalıklarla ilgilenmek gerçekten zordur. Fakat her işin içinde elbet bir haylaz insan çıkacaktır. Okul da çocuklar, iş yerinde şikâyetçi arkadaşlar, sokakta madde bağımlıları ve onları kovalayan zabıtalar, polis vs görevliler. Öğrenciler geleceği şekillendirecek pek değerli bireyler topluluğudur. Fizik kurallarına göre hiçbir enerji evrende kaybolmaz. Her insan ayrı bir evren olduğunu zannı ile bir güzel benzetme ile devam edersek öğretmenin enerjisi bir elmas işleyicisinin parmakları arasındaki o paha biçilmez elmastan daha değerlidir. Çünkü onun parmaklarında elmasa değer yükleyecek olan bireyler var edilmekte ve yetiştirilmektedir.
Toparlamak gerekirse, bir öğrenci gözünden öğretmeni görmek istiyorsak en basitinden bir gün ilkokulumuza yolumuz düşerse hatıralar içinde canlanan o öğretmen sesinin öğrenciler içinde nasıl farklılaştığını hatırlayınca, örgencilerin istediği gözle kendimize bakabiliyoruz demektir. İlla ki bir ilkokul olması gerekmiyor, bir lise bir üniversitedeki öğretmenlerde pek farklı değildir. Fakat ilk başta da dediğim gibi yaş geçtikçe oyun ciddileşiyor zannına kapılıyoruz aslında sadece hayatımıza olan ve olacak etkilerini kaldırabilme kapasitemiz miktarınca tepkiler üretiyoruz. Her şeyin özünde sevgi olduğu gibi öğrencinin öğretmenine ilk bakış açısı ailesinden öğrendiği kadar bir sevgi penceresinden olacaktır. Öğrenci sevebileceği bir öğretmenle haşır neşir olmak isteyecektir. Sevdiğimiz insanlara isteyerek veya istemeyerek zarar verdiğimiz gibi öğretmenler de ne kadar sevilse de öğrencileri tarafından zarar göreceklerdir. Dürüst bir iletişim kuran öğretmen öğrencinin var oluş tarzına yani öğrencisini olduğu gibi kabul ettiği mesajını verir ve zahmetli uğraşları sona erer. Böyle bir öğretmen her öğrencinin gözünde sevilebilecek bir öğretmendir. Öğrenci kızıyor ama sonra özür diliyor, beni sinirlendiriyor ama sonra nedenini açıklıyor gibi düşünür. Öğrenci ile kurulacak iletişim kesinlikle dürüstlük çerçevesinde olmalıdır. Bu yaptığımız davranışlardan vicdan azabı duymamızı ileride engelleyecek ve hatalarımızı telafi imkânı sunacaktır. Öğrencinin istediği kusursuzluk değildir, aslında basittir, kendisini anlayan, onun ifade edemediklerini ona söyleyebilen, kusurlarını toprakta yeniden yeşerten, toplumdan önce onu dinleyen, tek başına bir insan olarak toplumda var olabilen ( her türlü zorluklara rağmen ), yeri geldiğinde güldürebilen, kısacası kendini tanıyan bir öğretmen, doğrusu pek de bulunan bir öğretmen tasviri değildir bu. En basiti öğrenci karşısında daha doğrusu yanında biraz da olsun ilgi gösterebilen insan bekler. Aslında her insan otoritesinden bunu beklemez mi. Sadece öğrenci öğretmen ilişkisinde olan bir şey değildir. Lakin bu ilişki önemi bakımından hayatımızda 2. dereceden bir yer kapsar. Bize ayna olan ve aynada yansıyan kusurlarımızı, hatalarımızı, kötü huylarımızı düzelttirecek ve iyiliklerimizi, hoş olan davranışlarımızla böbürlenmemizi güzelce engelleyen ve bu davranışları herkese karşı yansıtmamız gerektiğini öğreten öğretmenler olmalıdır. Allah hiçbir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz!onu kötü yapan kötü eğitimdir!...kötü anne baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir; zavallı yavruları da çekip yutar…(Victor hugo)