Gönderen Konu: ÇOCUKLAR KIYAMET ŞARKISI SÖYLERSE  (Okunma sayısı 7631 defa)

alıntı

  • Global Moderator
  • Full Member
  • *****
  • İleti: 142
    • Profili Görüntüle
ÇOCUKLAR KIYAMET ŞARKISI SÖYLERSE
« : 09 Mart 2009, 04:05:50 ös »
ÇOCUKLAR KIYAMET ŞARKISI SÖYLERSE


Ansızın bastıran yağmur, bitmez bir arzuyla bağlandığımız dünyayı ruhumuzun üzerine deviriyor. Adımlarımız sıklaşıyor, bu ansızın bastıran yağmur yüzünden; içimizden kimileri can havliyle koşmaya başlıyor. Bir felakete uğramış gibi, sığındığımız duraklardan, saçak altlarından, otobüs camlarından rengi atmış şehri seyrediyoruz. İşte, eski zamanlardan kalma bir hayalete dönüşmüş cam cepheli binalar; müzik marketlerden sokaklara yayılan sesler susmuş, kaldırımlar boşalmaya başlamış, ağaçlar yapayalnız. Her gün üstümüze giyindiğimiz o bitmez uğultu da terk etmiş bizi; belki de bu yüzden yağmurun açtığı bu büyük boşlukta çırılçıplak hissediyoruz kendimizi. Yanı başımızdaki arkadaşımız bile birden bir yabancıya dönüşüyor; biliyoruz ki, hiçbir kelime şu küçücük damlalar kadar cesur, şu küçücük damlalar kadar sahici bir bağ kuramayacak aramızda. Burada ekinsiz ve topraksızız. Yeşertecek bir tarlamız kalmadığı için, gök yerin rahmini okşarken, biz bir felaketin beton uygarlığımızı çatlatmasından korkuyoruz. Bir kez dilimiz çözülse ve gövdemizi yıkayan yağmura, "EY Rahmet! İyi ki geldin" diyebilsek, sıkışıp kaldığı Arafattan kurtarmış olacağız ruhumuzu. Bir kez dilimiz çözülmüyor...



Ansızın büyüyor çocuklar. Daha bir kediyi görmeden bir savaşın görüntülerini izliyorlar ekranlardan. Kuş seslerinden önce bir bilgisayar oyununun gürültülerini tutuyoruz kulaklarına; parfüm kokusu, sabundan önce geliyor. Bu küçük bedenlerin içinde peyda ettiğimiz hormonlu hafızanın bir gün nasıl bir felakete yol açacağını düşünmeden, gururla "artık her şeyi biliyor çocuklar" diyoruz. Alelade müziklerin, ölüm sahnelerinin, çıplak görüntülerin, hırçınlığın ve telaşın boca edildiği küçük kelepir evlerde, bu her şeyi bilen insan yavrularının aklı karanlık bir ormana dönüyor oysa. Bir gün onları kendi bedenleriyle hayatın içerisine bıraktığımızda, izledikleri filmlerin korkularına benzer bir korku, oynadıkları elektronik oyunların heyecanına benzer bir heyecan bulamadıkları için, bu fazlasıyla tekdüze dünyadan öç almayı deneyecekler. Ya fazlasıyla içlerine kapanacaklar; yapacaklar bunu, ya fazlasıyla saldırganlaşacaklar. Adını çocukluk koyduğumuz o büyük uygarlık, büyüklerin sorumsuz zevkleri tarafından işgal edildikçe, soyumuz daha bir Vandallaşacak...



Ansızın çalan sayısız zil, sabahın üzerine telaşlı bir gömlek giydiriyor. Dinlenmiş bir bedeni değil, bir geç kalma korkusunu uyandırıyoruz nicedir. Zamanı dünyevîleştirdiğimiz için, ne kadar erken kalkarsak kalkalım. bir türlü yetişemiyoruz meleklerin dağıttığı rızka. O rızıktan nasiplenecek iç rahatlığına da, şükür duygusuna da yer kalmadı bedenimizdi. Telaşla kalkıyor, eşiklerimizi telaşla geçiyor, çocukları telaşla okuluna bırakıyor, telaşla oturuyoruz işimizin başına. Kendisine sayısız eşyayla bağlandığımız hayatın, biraz ağır kalırsak bizden öç alacağını biliyoruz. Ekmekle alın teri arasındaki o kanaatkâr yolun yolcuları değiliz. Bunca didinmemize rağmen karnını bir türlü doyuramadığımız bir konforun amelesi olduğumuzun farkındayız. Hiçbirimizde, ekmekle alın teri arasındaki o kanaatkâr yola dönecek cesaret yok. Dahası, böyle bir ihtimal bile uykumuzu kaçırıyor, huzurumuzu bozuyor. Varsın bizden uzak olsun iç ferahlığı ve şükür; varsın telaştan bir sabah çullanıp dursun üstümüze; varsın okşamasın gamsız bir vakit tüylerimizi. Yeter ki, onca meşakkatle uhdesine girdiğimiz eşya, ismimizi çeteleden çıkarmasın. Çünkü ismimize gösterilen hürmetin kapılarını açan o...



Oysa ansızın geçiyor yıllar. İçimizde bir felaket duygusu bırakan o yağmurlar, uzak bir ülkenin habercisine dönüşüyorlar zamanla. Zamanla, bir izdiham içinde büyüyen çocuklara, merhametle göz gezdirmeye başlıyoruz. Sayısız mevsim boyunca sıcaklığına tutunduğumuz eşya, bizi kendi ismimizle, kendi bedenimizin sıcaklığıyla baş başa bırakıyor nihayet. Anlıyoruz ki, helak olmak için ille de gökten büyük bir cezanın inmesine gerek yokmuş. Anlıyoruz ki, bizim helakimiz, kendimizden başkası değilmiş...





--
Muhammed Yusuf YAŞAR
Niğde-Çiftlik
Marmara-1998