Gönderen Konu: FELSEFE: EŞCİNSELLİK ve EŞCİNSEL OLMA KORKUSU  (Okunma sayısı 298 defa)

trakya

  • Global Moderator
  • Newbie
  • *****
  • İleti: 17
    • Profili Görüntüle
FELSEFE: EŞCİNSELLİK ve EŞCİNSEL OLMA KORKUSU
« : 18 Aralık 2025, 05:48:05 ös »
FELSEFE ve EŞCİNSELLİK

Sokrates, Platon ve Aristoteles'in eşcinsel ilişkileri olmuş mudur?

Antik Yunan'da elit erkek bireyler arasındaki en yaygın eşcinsellik ilişki "paiderastia", yani oğlancılıktı. Bu tür bir ilişkide yetişkin bir erkek ve ergen bir genç bulunurdu. Bir erkek sakalı tamamen çıkmayana kadar bir oğlan olarak görülürdü. Atina'da yaşlı adama erastes denilirdi. Erastes, yani yetişkin birey sevgilisi (eromones) olan genci eğitmeli, sevmeli ve onun için bir rol model olmalıydı, bunun karşılığında ise aldığı ödül gencin güzelliği, gençliği ve sadakati olurdu.

Aristophanes de ünlü tiradında 'sadece, beden ve ruhuyla kendini bir erkeğin aşkına verebilen genç erkekler ileride devlet büyükleri olabilirler' demektedir.

« Son Düzenleme: 19 Aralık 2025, 10:09:46 öö Gönderen: psikolog »

trakya

  • Global Moderator
  • Newbie
  • *****
  • İleti: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: FELSEFE ve EŞCİNSELLİK
« Yanıtla #1 : 19 Aralık 2025, 09:38:17 öö »
FELSEFE ve EŞCİNSEL OLMA KORKUSU

Kant, Descartes, David Hume, Jhon Locke, Thomas Aquinas, Leibniz, Spinoza, J P Sartre, Schopenhauer, J J Rausseau,
Søren Kierkegaard gibi adını andığımız filozoflar
hiç evlenmemişlerdir.

Nietzsche ve Kafka'nın sevdikleri kadınları duygusal açıdan tatmin etmekten yoksun oldukları için 'eşcinsel olma korkusu' yaşadığını söyleyebiliriz.

“Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacı unutma!” diyen Nietzsche kadından korktuğu, ürktüğü için korkusunu bastırmak adına sadomazoistik kişiliğinin yansıması olarak kırbaç taşımayı tavsiye etmiştir. Nietzsche'nin bilincinde Hz İsa'ya yönelik haset ve kıskançlık duyguları bilinçaltında 'güç istenci' arzusuna dönüşmüştür.

Franz Kafka hikâyelerinde kadınsız bir dünyanın çoraklığı içinde kadın korkusunu ve de bu korkuyu örtbas ve bertaraf etme çabasını ifşa etmektedir.

Filozofların ve bilginler, içsel dünyalarında duygusal yoksunluklarını telafi etmek maksadıyla düşüncelerini aşırı miktarda yüceltilmesi neticesinde yalnız ve trajik kişilikleriyle felsefe dünyasında düşünce fırtınaları estirmişlerdir.

Oedipus kompleksi, Freud'un psikanalitik teorisinde bulunan 3 ila 6 yaş arasındaki çocukların karşı cinste yer alan ebeveyne karşı romantik duygular beslemesi ve kıskançlık hissetmesi durumudur.

Freud Oidipus’la ilgili bize şunu söyler: Anneden ayrılmayı sağlayarak ensest yasağının Yasasını işletmeye çalışmak babanın görevidir. Lacan ise bu ayrılmanın gerekli olduğu kadar travmatik de olan doğasını anlatır. Baba işlevinin simgesel yönü erkek çocuğu jouissance’ın ayrılmamış alanından çekip çıkarır. Böylece  kendi arzusuna doğru gidebilmesi için imkan tanır ve ona kendi arzusunu keşfetmek için yol gösterir.
Daha psikanalitik teorinin ilk zamanlarından beri Freud kastre, beyhude, kaybedilmiş bir babadan bahsediyordu. Baba  Yasa’nın taşıyıcısı ve aile içinde onu kuran kişiyse ama orada değilse ya da baba çok zayıf, kırılgan biriyse o zaman baba yasa eşitliği nasıl kurulur diye sormamak mümkün mü?  Freud’da kendi babasına dair bunu soruyor gibidir. Onun babası, Jacob tüccar, kendi işini yapan, büyük hedefleri olmayan bir adamdır. Freud Rüyaların Yorumu’nda bir gün babasının Freiberg’te kaldırımda yürürken bir adamla karşı karşıya geldiğini ve karşısındaki adamın kibirli, üstten bir tavırla  babasının kepini fırlatıp “Yahudi aşağı in!” diye nasıl bağırdığını anlatır. Freud bu aşağılama karşısında babasına ne yaptığını sorar. Babası ona kaldırımdan indiğini ve yerden kepini aldığını anlatır.  Bu anı Freud’un hafızasında aşağılanmış, güçsüz, zayıf bir adam olarak babasına dair silinemez bir iz bırakır.

Lacan ailenin üyelerinin anne, baba ve çocuklar olmasının kimlik açısından sayısal sonucundan öte bir sonucu olmadığını söyler. Buradan yola çıkarak şunu söylemek mümkündür: Bugün aile genellikle anne, baba, bakıcı ve çocuklardan oluşuyor. Bir önceki evrede ananeler ve dedelerin dahil olduğu aileler yaygındı. Şimdi iki anne veya iki babanın olduğu aileler kurulmaya başladı. Bu çiftler evlat edinerek veya taşıyıcı anne aracılığıyla bu çocukları ediniyorlar. Her çağın kendine özgü kültürel şartları olacaktır ve o şartlara göre aile kurumu kurulacaktır. Tekrar  “Bireyin Oluşumunda Ailesel Kompleksler” metnine dönmek gerekirse Lacan burada ailenin bir kurum olduğunu ve kan bağından gelen biyolojik bir olgu olmadığını vurgular. Fakat bu aile kurumu her nasıl kurulmuş olursa olsun eğitim, içgüdülerin bastırılması ve “dilin edinimiyle” çocuğa hakim olur der. Çünkü ötekiyle ilk karşılaşılan yer  ailedir ve içinde ve ailesel komplekslerden geçerek bireyin öznelliği şekillenir. Lacan üç aile kompleksi tanımlar: Birincisi sütten kesmedir. Sütten kesme kültürel şartlara bağlıdır ve çocuğun en arkaik hislerinin temelini atarken psişe üzerinde bedenin izini bırakır. Ölüm içgüdüsü ile yaşam içgüdüsü bu kaybın ardından birbirine bağlanır. İkincisi ihlaldir, ki burada kardeşten bahseder. Sevilen ama çok kıskanılan kardeş kıskançlık duygusunu davet eder. Üçüncüsü ise Oidipus’tur. Lacan’a göre evrensel olan kastrasyon kaygısıdır, Oidipus ise kastrasyon ve kaybın kültürel bir biçimidir. Bu üç komplekste de anlatılan aslında kayıptır. Hayati olan süt kaybedilmiştir, çocuk bundan yaşamsal bir yara alır. Bir kardeşin varlığıyla çocuk annesindeki ayrıcalıklı yerini kaybetmiştir. Sonuncusunda ise Oidipus Kompleksinin sonucu olarak kastrasyon vardır; arzu nesnesi olarak anne kaybedilmiştir.
(1)






Freud'un Totem ve Tabu'sunda baba işlevi eksik olan Yahudiliğin Musa'nın yaşamında  "Baba'nın Adı" yoktur.



Babaya ait işlevin yokluğu, bir bireye psikotik teşhisini koyarken göz önünde bulundurulması gereken en önemli ölçütlerden biridir fakat bu durum vakaların büyük çoğunluğunda anında gözlemlenebilir olmaktan çok uzaktır. Babaya ait işlev, bireyin babası tarafından yaratılan bir işlev değildir —bu anlamda onun kendine has tarzı, kişiliği veya aile içinde oynadığı rolle ilgisi yoktur. Yani etten kemikten bir babanın varlığı babanın işlevinin doğrudan ve kendiliğinden yerine gelmesini garanti etmez veya yaşayan bir biyolojik babanın yokluğu babanın işlevinin otomatik olarak gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. Bu işlev, babanın erken yaşta ölümü ya da savaş veya boşanma gibi sebeplerle ortadan kaybolması durumlarında da yerine getirilebilir, “baba figürü” olan başka bir erkek tarafından veya farklı şekillerde işlev tamamlanabilir. (2)

Anneyle ikili ayna ilişkisinin çocuğu anneden ayıran, hadım edici gücü, annenin "Baba'nın Adı"nı, yani babanın simgesel ve yapılandırıcı işlevini tanıması olacaktır bu durumda; simgesel bir yasayla düzenlenen ve yapılaşan Oidipal üçlü ilişkiye geçişin koşuludur bu. Anneyle ikili imgesel ayna ilişkisinde takılıp kalmaysa narsisistik patolojinin temeli olacaktır Lacan'a göre. Annenin "eksiğinin" tamamlayıcısı olarak onaylandığı ölçüde libidinal yatırımı kendi ayna imgesinde takılıp kalan çocuk simgesel-kültürel Baba'yı, yani "Baba'nın Adı"nı kültürel özne olarak tabi olacağı yapılanmanın kurucu Yasası olarak tanıyacağı yerde, kendini Yasa yerine koyacaktır. Halbuki babanın işlevi olan bu simgesel hadım edilme, anneyle çocuk arasındaki ikili ve geçişli ilişkiyi dolayımlandırarak ayıran yasa olarak insan yavrusunun kurucu, kültürel anlamda yapılandırıcı, yani insanın diğer biyolojik türler içinde ayırt edici tek özelliği kültürellikse, o halde insanlaştırıcı hadım edilmesidir. Öyleyse annenin Baba'nın yasasını tanımayan tutumuyla kültürel-simgesel dizgenin dolayımlandırıcı işlevine ulaşamayan çocuk, annenin onayıyla kendi ayna imgesinin tamamlanmışlığı yanılgısında bulduğu narsisistik coşku nedeniyle gelişiminin henüz kültür öncesi bir evresinde takılıp kalmıştır. Erişkin yaşamın vaat ve kefaretlerinden azadedir artık o.

Annenin söyleminde "Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesi", simgesel-kültürel yapılanmada çocuğun ona göreli olarak kültürel ve cinsel konumunu alacağı yerde bir boşluk, bir gedik, bir sessizlik bırakır. Bu, narsisistik söylemin genişleyici ve büyüklenmeci lafazanlığının doldurmaya çalıştığı bir boşluk, bir karanlık, bir sessizlik değildir sadece; öznenin yapılanmamış cinselliğinin çokbiçimli-sapkın çocuksuluğunun da sebebidir. Karşısında göreli bir konum alınacak simge olarak Fallus'un yokluğunda özne Fallus'un yerini de doldurmaya çalışacaktır beyhude bir çocuksu çabayla. (3)

Hristiyanlıkta Meryem'in hayatında erkek olmamasının neticesinde erkeği kadın karşısında Nietzche ve Kafka'da olduğu gibi İsa'laştırmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Hristiyanlık kadının erkeksizliği ve erkeğin kadınsızlığını yansıtması bakımından insan psikolojisinde biseksüel unsurları barındırmaktadır.

Hristiyanlıkta anne ve çocuk ilişkisinde kadın açısından eş evlat açısından babasızlığın insan ruhunda yarattığı "boşluk, bir gedik, bir sessizlik" sonucunda "Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesi" kaçınılmaz olarak yaşanmaktadır.

Yahudilikte babanın işlevinin yokluğu ya da eksikliğiyle
ve Hristiyanlıkta ise Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesinin neticesinde
"çocuğun anneyle ikili ilişkisine takılıp kalmasına sebep olur. Belki çocuğun babanın işleviyle tam da kırılması ve böylece babayı bir ideal olarak koyması gereken bir gelişim aşamasında ben'in ideali olarak kendini yerleştirmekle gelişiminin nasıl çokbiçimli-sapkın ve üstelik büyüklenmeci bir çocuksu cinsellik aşamasında takılıp kaldığı" tezine dayanan bir kuram ileri sürebiliriz. 

İslamiyette ise Kureyş kabilesinin ferdi olarak Hz Muhammet'in yaşamında  "Baba'nın Adı" ruhsal bir güç olarak etkindir.




Yahudilik anaerkil yapısıyla ensest, Hristiyanlık anne oğul ilişkisini üçleyerek biseksüel ve İslam ataerkil yapısıyla eril bir dindir.


Psikolog Hüseyin KAÇIN


https://youtu.be/CbBUILL-AU4?si=FldrqIHRE2qwhFYM



(1) https://cerenkorulsan.com/2019/08/26/baba-islevi-hakkinda-notlar/

(2) https://dusunbil.com/hesaptan-dusme-ve-babaya-ait-islev/

(3) https://www.metiskitap.com/catalog/text/58797
« Son Düzenleme: 19 Aralık 2025, 03:27:44 ös Gönderen: trakya »

trakya

  • Global Moderator
  • Newbie
  • *****
  • İleti: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: FELSEFE: EŞCİNSELLİK ve EŞCİNSEL OLMA KORKUSU
« Yanıtla #2 : 19 Aralık 2025, 03:59:48 ös »
FELSEFE ve EŞCİNSEL OLMA KORKUSU

Kant, Descartes, David Hume, Jhon Locke, Thomas Aquinas, Leibniz, Spinoza, J P Sartre, Schopenhauer, J J Rausseau,
Søren Kierkegaard gibi adını andığımız filozoflar
hiç evlenmemişlerdir.

Nietzsche ve Kafka'nın sevdikleri kadınları duygusal açıdan tatmin etmekten yoksun oldukları için 'eşcinsel olma korkusu' yaşadığını söyleyebiliriz.

“Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacı unutma!” diyen Nietzsche kadından korktuğu, ürktüğü için korkusunu bastırmak adına sadomazoistik kişiliğinin yansıması olarak kırbaç taşımayı tavsiye etmiştir. Nietzsche'nin bilincinde Hz İsa'ya yönelik haset ve kıskançlık duyguları bilinçaltında 'güç istenci' arzusuna dönüşmüştür.

Franz Kafka hikâyelerinde kadınsız bir dünyanın çoraklığı içinde kadın korkusunu ve de bu korkuyu örtbas ve bertaraf etme çabasını ifşa etmektedir.

Filozoflar ve bilginler, içsel dünyalarında duygusal yoksunluklarını telafi etmek maksadıyla düşüncelerinin aşırı miktarda yüceltilmesi neticesinde yalnız ve trajik kişilikleriyle felsefe dünyasında düşünce fırtınaları estirmişlerdir.

Freud'un Totem ve Tabu'sunda baba işlevi eksik olan Yahudiliğin peygamberi Musa'nın yaşamında  "Baba'nın Adı" yoktur.


Hristiyanlık Meryem'in hayatında erkek olmamasının neticesinde erkeği kadın karşısında Nietzche ve Kafka'da olduğu gibi İsa'laştırmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Hristiyanlık kadının erkeksizliği ve erkeğin kadınsızlığını yansıtması bakımından insan psikolojisinde biseksüel unsurları barındırmaktadır.

Hristiyanlıkta anne ve çocuk ilişkisinde kadın açısından eş evlat açısından babasızlığın insan ruhunda yarattığı "boşluk, bir gedik, bir sessizlik" sonucunda "Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesi" kaçınılmaz olarak yaşanmaktadır.

Yahudilikte babanın işlevinin yokluğu ya da eksikliğiyle
ve Hristiyanlıkta ise Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesinin neticesinde
"çocuğun anneyle ikili ilişkisine takılıp kalmasına sebep olur. Belki çocuğun babanın işleviyle tam da kırılması ve böylece babayı bir ideal olarak koyması gereken bir gelişim aşamasında ben'in ideali olarak kendini yerleştirmekle gelişiminin nasıl çokbiçimli-sapkın ve üstelik büyüklenmeci bir çocuksu cinsellik aşamasında takılıp kaldığı" tezine dayanan bir kuram ileri sürebiliriz.

İslamiyette ise Kureyş kabilesinin ferdi olarak Hz Muhammet'in yaşamında  "Baba'nın Adı" ruhsal bir güç olarak etkindir ve "Baba'nın Adı'nın hesaptan düşülmesi" oluşmamıştır.

Yahudilik anaerkil yapısıyla ensest, Hristiyanlık anne oğul ilişkisini üçleyerek biseksüel ve İslam ataerkil yapısıyla eril bir dindir.


Psikolog Hüseyin KAÇIN
« Son Düzenleme: 19 Aralık 2025, 04:05:54 ös Gönderen: trakya »