Gönderen Konu: Hayatıma Dair  (Okunma sayısı 74 defa)

Berk Zafer Yıldırım

  • Newbie
  • *
  • İleti: 1
    • Profili Görüntüle
Hayatıma Dair
« : 14 Temmuz 2025, 04:30:34 ös »
Anaokuluna başlayana kadar dünyayı göremedim. Gözlerim epey bozuktu ve ailemin bundan haberi yoktu. Belki de erkekler ile kızların birbirlerinin aynısı hatta aynı cinsel organlara sahip olduklarını düşünmemin sebebi de buydu. 6 yaşındayken ilk gözlüklerimi taktım ve etrafı tüm ayrıntılarıyla görmeye başladım.

Anaokuluma dair pek fazla anım yok, ama orada dahi bir erkekle oynadığımı hiç hatırlamıyorum. Yemeğini ilk yiyen parka erken çıkarılırdı. Ben de yemeğimi hep herkesten önce bitirir ve sessizliğin içinde herkesin kapmak için uğraştığı salıncağı kapar, düşüncelere dalardım. O küçücük halimle dahi düşünürdüm. Zannediyorum ki futbola ve içerisinde top barındıran oyunlara antipatim de anaokulumdaki parkın kaydırağından tam kayacakken kafama gelen futbol topunun gözlüğümün yüzümden düşüp parçalara ayrılmasına neden olmasıyla başladı. Gözlüğün birkaç parça halinde ve trajikomik şekilde kaydıraktan kayışı hala aklımda.

Anaokulundan mezun olurken öğretmenimiz bir gösteri yapacağımızı söyledi ve uzun boylu olmam sebebiyle beni dans gösterisi için değil de asker gösterisi için seçti. Annem benim için bir asker kıyafeti dahî almıştı ama bunu o kadar istemiyordum ki annemle konuştum ve beni dans ekibine aldılar. O zaman bu tercihi yaparken çok garip duygular hissetmiş, belki de pişmanlık duymuştum. Yine de etkinlik gününde Gökçe-Tuttu Fırlattı eşliğinde harika bir dans sergilediğimi hatırlıyorum.

İlkokula gelince... Erkeklere karşı büyük bir imtina ile başladım. Ne gariptir ki benim de bir erkek olduğum hiç aklıma gelmezdi. O küçücük yaşımda “Küfür kötüdür, erkek küfür eder, o halde erkek de kötüdür.” şeklindeki felsefi yöntemimle kendimi tamamen kızlara yönelttim. Herkesin deyişine göre erkek güzeli ve yakışıklı olduğumdan olacak ki kızlarla samimiyet kurmak zor olmuyordu. Erkeklerden uzak durmadan sonra gelen en önemli kuralım uslu olmaktı. Sınıfta birileri bir kabahat işediğinde en çok ben başımı öne eğer ve onların yerine utanırdım. Öğretmenim “Bakın, şu beyefendi çocuk bile sizin yüzünüzden nasıl utanıyor.” dediğinde hissettiğim tatminlik duygusu tarif edilemezdi. İlkokul yılları da böyle geçti.

Ortaokula kadar babamla iyi anlaşırdık ama pek yakın olduğumuz söylenemezdi. Annemse benim her şeyimdi. Bir düğünde onun yanında olmalıydım, babama ve diğerlerine karşı onu savunmalıydım. Bir yere giderken onu takip etmeli ve kurallarını harfiyen uygulamalıydım; abimler her gta oyununu açtığında anneme “Abimler silahlı oyun oynuyor.” diye bağırmamın sebebi de buydu. Belki de onları kıskanıyordum, çünkü o silahlı oyunlardan birine annemin yandaşı olan beni çağırmaya cesaret ve tenezzül edebilen kimse yoktu.

O zamanlardan aklımda kalan bir anıyı paylaşacağım. Herhangi bir günün herhangi bir vaktinde sinsice evin giriş katına iniyorum. Hedefime kitlenmiş şekilde terlik dolabını açıyor ve annemin kıpkırmızı topuklu ayakkabılarına uzanıyorum. Sanatçı kişiliğimden ötürü sahip olduğum ince parmaklarımı ve işçiliğimi kullanarak ayakkabıların içine sokulmuş ve ayakkabının beklediği yerde bozulmasını engelleyen aparatları bozmadan çıkarıyorum. Kalkıyor ve ayaklarımı bir bir ayakkabılara sokuyorum. Gelin görün ki normalde her şeyi düşünen benin aklına o anda bunu neden yaptığını sorgulamak gelmiyor veya geliyorsa da bir şey bunu baskılıyor. Ayakkabıları giydikten sonra yaşadığım heyecan ve biri gelip beni görecek korkusu çok farklı hissettiriyor. Tak tuk sesler çıkararak bir sağa bir sola yürüyorum ve hevesimi alamasam bile -ah bu huyum- mükemmeliyetçiliğim ve müthiş temkinliliğimden dolayı ayakkabıları özenle ilk aldığım hallerine getiriyor ve yerlerine yerleştiriyorum. Yanlış hatırlamıyorsam bir keresinde ayakkabının desteğini kırmış ve onun yerine peçeteler sokmuştum, annem bunu fark etmemiş olamaz. Ama nedense hiç ayakkabıları kim bu hale getirdi diye sormadı, belki de almaktan korktuğu cevaplar vardı.

Ortaokul benim için daha durgundu. Kendimde garip bulduğum tek özelliğim hepsi erkek olan kankalarımın sürekli yanaklarını sıkmak, bundan pek keyif almaktı. Korona virüs çıktığında arkadaşımın ona dokunmamı istemediğini söylemesiyle afallamıştım. Sahi ben neden milleti annemin bizi sevdiği gibi sevme arzusu duyuyordum?

Ortaokulun sonunda dershaneye yazıldım. Erkek model fotoğraflarına bakmaya başladığım dönemdi bu aynı zamanda. O anlarda kendimi suç işliyormuş gibi hissederdim ve ayaklarım tir tir titrerdi. Bir yandan erkeklere ilgi duyarken bir yandan da bir kızdan hoşlandım. Gün geçtikçe çok yakın arkadaş olduk ve her şeyimizi birbirimizle paylaştık ama onun beni arkadaş olarak gördüğünü söylemesi ve çok kavga etmemiz sebebiyle bu hikaye sonlanmış oldu, liseyi kazandım ve hayatımda yepyeni bir dönem başladı.

Artık baktığım modellerin iç çamaşırları görünürden kalkmaya başlıyordu. Önce elimi cinsel organlarını gizlemek için üzerine koyarak baktığım erkekler, daha sonra kısa olmasından ötürü daha az suçlu hissettiren homoseksüel porno gifleri, bir yerlerde bunun yaşandığını hissettirdiğinden oldukça tetikleyici olan gay sex hikayeleri ve daha nicelerinin tarafımca tüketimi gittikçe artıyordu. Bu böyle devam ederken yeni arkadaşlar edindim. Bir kankam oldu ve sonra yanına bir diğeri eklendi. İlkini yavaş yavaş ihmal etmeye başladım. Hazırlık sınıfının sonunda yurt dışına gitmesiyle bağlarımız tamamıyla koptu ve ikinciyle olan yakınlığım gittikçe arttı. Yazın sonuna doğru ikinciyle birbirimize sürekli sarılmaya ve birbirimizi dudaklarımız dışındaki kafa bölümlerinden öpmeye başlamıştık. Ona her dokunduğumda cinsel organım sertleşiyor, sarıldığımız anda iç çamaşırıma meni bulaşıyordu. Bunu her hissettiğimde ve tuvalette gördüğümde yaşadığım üzüntü, çaresizlik ve suçluluk tarif edilemezdi. Hazırlık sınıfı bitti ve dokuzuncu sınıfın başında ikinci, artık birbirimize temas etmememiz gerektiğini söyledi. Bunu kabullenemedim ve bir süre sonra beni derinden yaralayan kavgalarla arkadaşlığımız bitti. Son mesajlarında bana dışlanmayı hak ettiğimi ve çekilmez olduğumu söylemişti. Onu o kadar seviyordum ki bunun doğru olduğunu sandım ve gerçekten dışlanan bir çocuk profiline büründüm. Kimseyle konuşmuyor ve yalnız takılıyordum. İkincinin olduğu tarafa kafamı dahi çeviremiyordum. Çok zor bir dönemdi, her gün ağlıyor, eski fotoğraflara ve mesajlara bakıyordum. Terapi sürecim de bu dönemde başladı.

Sonradan üçüncü geldi ve benimle muhabbetler kurdu. Değerli olduğumu hissettim. Sınıflar birleştirildi, iki yeni dostla daha tanıştım. Sınav döneminde daha önce sattığım birinciyle sosyalleştim ve ona ikinciyle olanları anlattım. Bu yeni bir arkadaşlık serüvenini yeşerten ilk adımdı. Her geçen gün birinciyle ikincide de olduğu gibi yakınlaşmaya başladık. Öpmeye kadar gitmese dahi sarılarak film izliyor, çok sırnaşık davranıyorduk. Ben de bir yandan erekte olmaya devam ediyordum, pornografi izlemeyi epey arttırmıştım ve terapistim de değişmişti. O zamanki tecrübesiz terapistim 10. Sınıfın başında bana birinciyle olan bu yakın ilişkimi bitirmemin sağlıklı olacağını söyledi ve ben de öyle yaptım. Kavga gürültü olmadan vedalaştık ve bu hikaye de böyle bitmiş oldu. Terapistime güvenerek bu arkadaşlığı bitirmiştim ama hoşlandığım bir erkekle olan ilişkimi bitirmemin çok ama çok yanlış olduğunu ve aslında doğru olanın bu kişiyle olan dostluğu güçlendirmek ve üzerine gitmek olduğunu ne yazık ki çok sonradan anlayacaktım.

Artık yalnızca en son edindiğim iki dostum vardı hayatımda. Onlarla kardeş gibi olduk ve birlikte çok keyifli vakitler geçirdik. 10. Sınıf bu şekilde geçip gitti. Bir süre terapilere devam ettim. Farklı bir terapiste daha gittim ve toplamda 3 kişiyle görüşmüş oldum ama hiçbirinden kalıcı bir fayda sağlayamadım. 11. sınıfın sonunda Hüseyin hocayı bulduk ve hayatımda yepyeni bir dönemin kapısı aralandı: iyileşme dönemi.
« Son Düzenleme: 14 Temmuz 2025, 04:40:40 ös Gönderen: Berk Zafer Yıldırım »