Bak yağmur yağıyor. Kirli camıma tertemiz su damlacıkları vuruyor yine. Bu şehri en çok yağmur yağarken seviyorum. Belkide içindekileri rahatça anlattığı içindir bilmiyorum. Kimileri yağmur yağdığında bu şehrin üzüldüğünü düşünür.
Evet İstanbul üzgün, birazda kırgın olduğunu anlatıyor bize her yağmur damlasında. Neden mi kırgın? Her gök gürlemesinde açıklıyor işte. Bağırıyor işte avazı çıktığı kadar “Hani bana verdiğiniz sözler” diye.
Konuş İstanbul şimdi dinlesin seni yer ve gök. En çokta bu şehrin insanları dinlesin seni, en çokta sana verdiği sözden cayanlar dinlesin. İşte gözyaşları içinde anlatıyor İstanbul;
Benim için savaştığınız zaman kalplerinizde Rahmet yağmurları vardı. Sevinmiştim. Kalplerinizdeki Rahmet ile her sokağımı, her köşe başımı cennete çevireceksiniz diye. Ama ilk savaşta küfür duvarını geçemediniz. Günah surlarını yıkamadınız. O zamanda günlerce üzüntüden ağlamıştım.
Bana teselli olarak burada şehit düşen sahabeleri emanet ettiniz. Ama emanetlerin en güzelini. Sahabeler bana hiç görmediğim Resulüm’ü anlattılar. Benim için dediklerini söylediler. Onurlanmıştım. Artık beni alacağınızdan emindim. O büyük vuslatı bekliyordum artık.
Sonra fatih ile geldiniz günahtan yapılmış sert surlarıma. Bu sefer imanınız günahı yenmekte inatçıydı. O gün imanınız günahı yendi. Artık kavuşmuştuk. Mekke’ye girer gibi gelmiştiniz. Ayasofya’da ezan okuyan Bilal-i Habeş’ti sanki. Birazdan sanki Resul konuşma yapacaktı. Bütün melekler ayakta izliyordu beni. Roma açısından düşüşümü sizin için şaha kalkışımı. İşte o gün cennetten bir köşeydim. O gün bana her günün böyle geçecek diye söz vermiştiniz.
Bir zaman sonra imanınızla yıktığınız küfür duvarını günahlarınızla yeniden inşa etmeye başladınız. Hem de eskisinden daha sağlam bir şekilde.
Evet ağlıyorum. Üzerimde yaşanan pislikleri gözyaşlarımla silmek için ağlıyorum. Bana verdiğiniz sözleri tutmadığınız için ağlıyorum.
Doğrusu bana verdiğiniz sözleri unuttuğunuza pek şaşırmadım. Siz Rabbin’ize verdiğiniz sözleri unuttuktan sonra bana verdiğiniz sözleri unutmanız yadırganamaz tabi.
Peki neden? Neden bu kadar çabuk unuttunuz? Gül Muhammed’im öldü diye mi bu pervasızca çırpınışlarınız. Bu kadar çabuk mu katılaştı kalpleriniz. Himayesiz kaldım diye mi bunlar.
Ben döktüğüm her yağmur damlasında bunları anlatıyorum. Bir gün belki sesimi duyarsınız diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Yağmur damlalarıyla sokaklarımdaki pisliğin silindiği gibi. Rahmet yağmurlarıyla kalplerinizdeki küfrün silinmesini bekliyorum o ilk günkü heyecanla…
Hasan AKAR