Bizler eşcinsel bireyler olarak, hayalimizdeki benliğimizi yaşayan kişilere karşı bağlanma gibi bir alışkanlıkla bakıyoruz hayata. Belki de bu bağa karşı gelemiyoruz. Eşcinselliğin kaçınılmaz yolu da bu değil mi zaten? Olmak istediğimiz kişileri seçiyor, o kişiye hayranlıkla bakıyoruz. Bu bağın adını aşk koyuyor ve kendimizi bir sınıf’ın (LGBT) içine hapsediyoruz. Dövme yaptırmak istiyoruz, dövme yapan erkeklere karşı hayranlık besliyoruz. İçimizde, anne babamızın bizlere emanet ettiği aşağılık duygusunu bastırmak için vücudumuzu şişirerek tanrılaşmak istiyoruz. Vücudunu şişirip, kendisini daha maskülen ve özgür hisseden erkeklere gereksiz bir hayranlık besliyor, kendi benliğimizi aşağılıyoruz. Gerçek benliğimiz ile ideal benliğimiz (olmak istediğimiz benlik) arasındaki farkı görüyor, depresif bir hayatı kendimize hak görüyoruz. Ya ideal benliğimiz bizim değil, annemizin istediği erkek profilinin karakter yapısıysa diye sormadan yaşıyoruz. Erkek olmak için içimizdeki sesin (annemizin) bakışıyla bakıyoruz hayata. Eşinden mutsuz bir kadının oğlu olarak erkeklik sıfatını babamızda anımsayamıyor, başka erkeklerin gölgesine sığınıyoruz. Bu yüzdendir ki baba arayışımızı sokakta bulmak için taksimin prezervatif dolu karanlık sokaklarından geçiyoruz. Baba (güç) aramak için insanlarla tanışıyor, koltuklarının altına girebilmek için yataklarından geçiyoruz. Peki ne kazanıyoruz? Hayattaki gayemiz bu mu?
Bana bu dönem en çok sorulan soru, “nasıl iyileştin?” oluyor. Bu sorunun cevabı çok basit aslında. Düşüncelerinizin ve dürtülerinizin asıl sahibinin siz olmadığınızı kavradığınızda ipleri elinize almaya başlıyorsunuz. Mümkün olabildiğince sosyalleşiyor, kendinizi tanımanız için olanak sağlıyorsunuz. Çünkü insan kendisini dışarıda tanıyan bir varlıktır. Sosyalleşmek ayrıca iç sesinizi bastırmanıza da olanak sağlayan bir aktivite. Daha sonra babanızla aranızdaki iletişiminizi düzeltmek için çaba sarf ediyorsunuz. Babanızın hatası olduğunda medeni bir şekilde oturup konuşuyorsunuz. Babanızın aklınızdaki profil olmadığını muhabbet ederek anlıyorsunuz. Bu konuda kendi hayatımdan örnek vereyim. Çocukluğumdan itibaren annemin beni daha çok sevdiğini, babamın bana değer vermediğini düşünüp babamdan nefret ederdim. Terapi sonrasında ise aslında babamın bana annemden daha fazla değer verdiğini gördüm. Her şeyde arkamda duran tek kişi babamdır mesela. “Ben oğluma güveniyorum, karışmayın!” der. Bir mülk vs. alacağı zaman ilk benimle konuşur. Terapilerden sonra anladım ki baba ile oğul arasındaki bağ çok güçlüymüş. Tabi bunlar benim deneyimlerimle yazdığım tespitler. “Ne yani, bunları yapınca cinsel dürtülerim mi gidecek?” sorusunu duyar gibiyim. Evet. Çünkü bizler insan olarak yalnızca biyolojik temeli olan varlıklar değil, aynı zamanda psikolojik yanı olan varlıklarız. Bizler ebeveynleri tarafından doğru yetiştirilmeyen çocuklar olarak cinsel kimlik karmaşasına kurban gitmiş çocuklarız. Bizler anne babamızın günahı olarak vücut bulmuşuz. Kararı verecek olan yalnızca bizleriz. Anne babamızın günahlarını sırtlanıp, bu dünyanın çilesini de çekebiliriz. Terapide günah çıkartıp, anne babamızın korkularıyla yaşamak yerine “ben” olma yolunda emin adımlarla da ilerleyebiliriz.
Bunu okuyacak arkadaşlara son olarak şunu söylemeliyim. “Lütfen içinizdeki sese değil, güce sarılın!”