Sessiz geçen gecelerimde odamın duvarlarının içinde ki boşluklardan gönlüme yankılanırken
yalnızlığım bana ışık olan o şeye selam olsun, beni benden daha iyi tanıyan, hiç çarem kalmadı
dediğimde tek başına pencereye sıkışan kelebeği parmaklarıma bir parça bulaştırdığı merhamet ile
özgürlüğe uğurlayana selam olsun. Bir şey daha öğrenebildiysem; kelebek kanatlarında balinaları
taşırmış…
Son zamanlarım çok yorucu ve dağınık ruh halleri içerisinde geçti. Terapileri bir bıraktım bir devam
ettim. Nefret ettim bazen tüm bu yaşadıklarımdan. Bir defa daha da tutundum ama umuda sessizce.
Hepimiz yaşadıklarımıza bir anlam bir sebep aramak için çırpınıp duruyoruz. Fakat bu biziz. İnsan
yaşadıklarına bir anlam arayıp durur bu insan olduğu için yaptığı, insan olmak için yaptığı yegane
uğraşlardan bir tanesi sanırım. Ruhumuzu aydınlatan günlerimiz olsun.
Babam hayatım boyunca benim için bir problem oldu. Aslında tanısanız seversiniz, tanısanız
güvenirsiniz, dinlersiniz belki de bilmiyorum. Ancak madde yaşamamız için bir gereklilikse mana
uğruna yaşadığımızdır. Babam madde boyutunda verebileceği her şeyi verdi bana. Harçlık, eğitim
masrafları, barınma giyinme gibi masraflar. Hepsini kendince eksiksiz yerine getirdi. Ancak bunlar
benim soyut anlamda ruhen bir babam olmamasını engelleyemedi. Keşke böyle olmasaydı tabi ki
ancak olan oluyor bizde çabalıyoruz sadece bir sonuca ulaşabilmek için. Bilmiyorum bir cevabı var mı
ama bir çocuğun babasıyla birlikte hatırladığı bir anının bedeli nedir? Bankalar nasıl bir bedel belirler
bunun için? Kaç taksit yaparlar? Bunu satın alabileceğimiz bir karşılığı var mı? Babam bir bisiklet
yüzünden beni dövmüştü, bisiklet çürüdü ancak kalbimde bıraktığı pas henüz yeni yeni çözülmeye
başladı. Ben bir derdim olduğunda hiç babama anlatamadım. Hiçbir zaman canım oğlum yakışıklı
oğlum gibi bir cümle işitmedim. Hiçbir anı hatırlayamıyorum çocukken babamla yaşadığım. Hiç bana
içten bir sarılmasını bilmiyorum. Hiç ne olursa olsun sadece oğlu olduğum için beni sevdiğini
hissetmedim. Kimin suçu bütün bunlar? Babamı bu kadar sevgisiz bırakan ebeveynlerinin mi?
Bunların bir açıklaması olabilir mi peki? Eğer hiç değişmeyeceksek giyindiğimiz tişörtün markası
değişince oturduğumuz evin bedeli artınca çalıştığımız iş daha çok para getiren ve daha konforlu bir iş
olunca, daha fazla sorumlu ama daha az sorunlu olmayınca değişmiş olur muyuz? Miras aldığımız içsel
buhranların en azından bir kısmını gerçekten çözmek için uğraşmayacaksak biz ne yaşamış oluyoruz?
İnsan daha zengin daha itibar sahibi daha çok sevişen daha dindar daha politik daha yakışıklı olmak
için mi yaşar? Yoksa bunların hepsini aynı ruh iskeletiyle aslında aynı psikolojik üslup ile mi yaşar?
Bilmiyorum bir çok şeyi bilmediğim gibi bunlarında cevaplarını bilmiyorum. Ancak size şunu
söyleyebilirim sevginin bedeli yok, sağlıklı bir ruhun bedeli yok, oğlunuzla annenizle babanızla
sevdiklerinizle yaşayabileceğiniz bir anın bedeli yok ve biz aslında hep bu bedeli olmayan değerlerin
bedeli maddeymiş gibi davranıyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz, esas amacımızın kanlı canlı bir
yaratıktan ruhu, aklı ve kalbi olan bir varlığa dönüşmek olduğunu anlamamak için direniyoruz. Keşke
madde ile değişebilseydi, onarılabilseydi ancak henüz sapiens bunun bir yolunu bulamadı. Yani neyse
ki vakit varken halen olmaya çalışmak zorundayız.
Babamın bu duygusal yokluğunu kendime hiç yakıştıramadım. Asla aileme yükleyemedim bu suçu.
Onlar çok iyilerdi çünkü böyle anlatıp duruyorlardı. Bir sorun varsa senin yüzündendir diyordum
kendime. Onlarda öyle olsun istiyorlardı. Dünyaya getirdikleri insanın duygusal sorumluluğunu
alamamışlardı. Bu büyük bir sorumluluktu. Babam obsesif davranışları olan militan seviyesinde siyasi
partisini savunan televizyonda siyasi programlarla aydınlandığını sanan ve ülkesi için büyük bir
davanın temsilcisi olduğuna kendini inandırarak yaşadığı ruhsal bunalımlara bir son vermeye çalışan
sevmeyi ve sevilmeyi beceremeyen bir adam. Annemi daha önceleri anlatmış olmalıyım. Bütün
bunların sonucunda bir suçlu aramayarak varabildiğim sonuç anne ve babamın ne yaparlarsa
yapsınlar psikolojilerinde ki bozukluklarının büyük bir kısmını omzuma yüklemiş olduğumu anlamam.
Onlar olduğu gibi içime işlemişler ancak bu şekilde ben bir birey olamıyorum işte. Onlarda bir birey
olmak için değil de yaşamda kalmak için çabalamışlar. Yaşamda kaldıklarında da daha çok yaşamda
kalmak için çabalamışlar. Sonra bir ideoloji bir dava bir din bulup kendilerini bir anlamda izole
etmişler benden. Oysa beş yaşında bir çocuk paraların üzerinde ki rakamlardan değil kaç tane
olduğundan hesaplar ne kadar zengin olduğunu. Çünkü o yaşlarda buna ihtiyaçları yoktur. Çünkü
insan heybesini çocukken istemsizce doldurur ancak o heybenin içerisine para giremez. Sevgi, saygı,
güven, utanç, suçluluk, acı… vs. gibi duygular ve hisler girer ancak. Bu durum bana hep ne ekersen
onu biçersin atasözünü hatırlatır. Ekeceğin de biçeceğinde madde değil özünde. Bir çocuk bunu
hatırlatabilir görmek istersek eğer.
Babamla içten içe yaşadığım çatışmalar, hep hissettiğim o eksiklik ve yalnızlık duyguları birçok şeyi
açıklıyor benim için. Onlarda bizzat gözlemlediğim özellikleri daha sonra Hüseyin hoca sayesinde
kendimin uyguladığını görmek beni hep şaşırttı. Yordu da ancak yavaş yavaş çözüldüklerini
hissediyorum.
Son terapilerimi yaşarken bir şey düşünürken veya öğrenirken müthiş bir düşünce obsesyonu ile
yapıyordum bunları. Bu durum beni çok rahatsız ediyordu. Beynimi ağrıtıyordu. Hüseyin hocayı
düşünceleri, fikirleri sebebi ile suçlamaya başladım. Bunu yanlış yapıyordu, şu konuda çok obsesif
olmuştu, o konuda bir militana dönüşmüştü, bu adam kafayı yemişti, beni onun gibi düşünmeye
zorluyordu ve daha bir sürü şey. Ancak birkaç hafta içerisinde kendime dönüp benim
düşündüklerimle ilgili yaptıklarımla ilgili yukarıda saydığım davranış biçimlerinin hepsini zihnimin
içerisinde yaşadığımı görmem beni çok etkiledi. Terapistimi babamın zihninin işleyiş biçimini
kopyalayarak, babam gibi olmakla suçluyordum tıpkı babamın yaptığı gibi. Bu bizdendir bu değildir
şöyle düşünüyorsa okunur düşünmüyorsa yanlış yoldadır. Fark ettiğim şey şu oldu; ben babamın zihni
ile düşünüyorum ve olayları yorumluyorum büyük ölçüde ve özellikle terapide ki konuları, ancak
Hüseyin hocayı babam kabul ediyorum ve babamla kurduğum ilişkide ki gibi acı çekmeye sıkılmaya
bunalmaya başlıyorum. Sorunsa babamın bu içsel çatışmasını sonlandırmamış olması. Ben babamı
oynayarak terapistimi babam yerine koyarak babamla yüzleşiyorum ve yine hüsranla
sonuçlanmaması için yine vazgeçme yolunu tercih ediyorum. İşte böyle karmaşık ve saçma bir
durumu fark etmek beni rahatlattı. Her şeyi bir açıklığa kavuşturmadı ancak ilerlemek, değişmek, fark
etmek, çabalamak, vazgeçmemek, iyi olma hali ve bir sorunun gün yüzüne çıkıp açıklığa kavuşması
artı bir değerdir. Daha ne kadar yolum var bilmiyorum, daha kişiliğimin hangi yönleriyle yüzleşeceğim
bilmiyorum ancak yürümek yapılabilecek tek şey. Önce çeşit çeşit yollarla emeklemeye başlarız sonra
düşe kalka yine çeşit çeşit yollarla yürümeyi öğreniriz ve istersek koşabiliriz. Büyüdüğümü
hissediyorum, bir çeşit olgunlaşma belki yürümeyi yeni yeni öğrenme. Yetişkin olmak bir birey olmak
ve belki kendini aramaya devam etmek kendini bulan kendi gibi yaşayan bir insan olmaya uğraşmak.
Yapabildiğim budur. Yürüyemezsek sürekli birilerinin yardımına ihtiyaç duyarız yaşam boyu ve o
birileri her zaman bize iyi gelmez…
Hüseyin hoca ile ilgili söylemek istediğim birkaç şey var; bence insanlığın bu dünyayı getirdiği hal
delilere görünür. Deliler akıllı olanların akıllarıyla ne yaptıklarını gördüklerinde deli olmayı tercih
ederler. Albay Kuş isimli tiyatro oyununda bir avuç deli Yugoslavya savaşında farklı farklı ırktan ve
inançtan olmalarına rağmen savaşta sığındıkları derme çatma bir manastırdan birleşerek Srasburg’a
gidip farklı oldukları için acımasızca birbirlerinin kanlarını döken dışarıda ki akıllıların(!) yapmadıklarını
yapıp savaşı bitirmek için bir plan yaparlar kendilerince bir oyun oynarlar ve buna o kadar inanırlar ve
umutlarını sonuna dek öyle diri tutarlar ki onların yanına gönderilen morfin bağımlısı(!) doktor
sonunda birkaç cümle söyler; Her toplum eninde sonunda yalnızca delilerin uymadığı bir takım
kurallardan oluşur. Onlara gerçeği gösterirsem eskisi gibi insan müsveddelerine dönüşecekler.
Bugüne kadar hep normal insanların peşinden gittim ancak hiçbir yere varamadım. Hem hangimizin
oynadığı oyun daha büyük ve korkunç? Onların oynadıkları bu küçük oyun mu yoksa kendini normal
kabul eden hepimizin oynadığı bu büyük oyun mu? İşte bunun gibi Hüseyin hoca da bir anlamda bana
göre bir deli bu dünyaya rağmen insanın içini ısıtan çok güzel masallar anlatan bir deli… Ve bazen
insan ancak masal anlatan bir deliye ruhunu açabilir…