Gönderen Konu: GİZLİ BULUŞMALAR  (Okunma sayısı 7311 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
GİZLİ BULUŞMALAR
« : 08 Haziran 2009, 05:42:04 öö »
Selim ger gün kullandığı kral yolundan geçerken iken mahallede bulunan eski bir mescit ile yeni yapılan bir cami (bir birlerine yakınlar) yeraltından bir koridor ile birbirlerine bağlamış olarak görür. Aslında koridor eski mescidin koridoruna benziyor fakat daha uzun gibi duruyor ve söylentilere göre koridorun sonundan yeni yapılan camiye giriliyor. Sanırım ilkokul ikinci veya üçüncü sınıfta olduğu vakitle eşdeğer yaştadır bu esnada. Bu koridorun bir kapısı ortaokul zamanında kaldığı yurda çıkıyor. Eline nereden sıkıştırıldığını bilmediği kirli çamaşırlar var. Biri ona bu rolü vermiş gibi oynamaya başlıyor.  Bu koridor oldukça kalabalık, insanların kimisi camide namaz kılmak için telaş içinde kimisi de yurtta verilecek seminer hazırlıkları için telaşlanıyor. Selim’in görevi ise elindeki kirli çamaşırları temizlemek diye ilham olunmuş ve onları yıkayabileceği bir yer arıyor. Selim kaybolmuş gibi etrafta dolanırken aslında aynı zamanda hedefine yönelik hareket etmektedir. Çamaşırhaneye giden bodrum katını kullanmak istiyor fakat çamaşırhaneye ulaşmak için önce yemekhaneden de geçmesi gerekmektedir. Kimse yemek haneye bu saatte girmesin diye bir kişi katın merdivenlerinin sonunda beklemektedir, bekleyen kişi Selim’in arkadaşıdır. Selim arkadaşına samimiyetin verdiği rahatlıkla yaklaşır ve
-   Çamaşırhaneye gideceğim, şunları yıkamam lazım der.
-   Bu taraftan gitme, bak yukarıda eski bir koridor var oradaki ilk kapıdan git der.
Selim önce arkadaşının kendisine koyduğu bu kurala kızıyor. Fakat bu kadar telaşlı dolaşan insanların içinde arkadaşının onu sorgulamamasına da seviniyor. Arkadaşı “ne işin var şimdi çamaşırlarla git seminere hazırlık yap“ da diyebilirdi. Bodrum katın merdivenlerinden geri yukarıya çıkıyor. Zemin katın üstündeki ilk katın merdivenlerini çıkınca eski bir kapı gözüküyor. Kahve renkli kapının üstüne sanki hiç boya çalınmamış, orijinal tahta renginin üstüne geçen yıllar yıpranma izleri bırakmış.
Kapıyı aralıyor fakat içerisi görülemeyecek kadar karanlık, bu karanlıktan içine sızan ürpertiye rağmen içeriye doğru adımını atıyor. Odanın zeminde tahtadan olduğu için hafif bir gıcırtı sesi içeride yankılanıyor. Bu yankının netliğine bakılırsa burası terkedilmiş bir oda olmalı. Dış kapı aralıklı olmasına rağmen dışarıdaki beyaz ışık içeriye beyaz olarak değil loş bir ışık renginde sızıyor. Bu görememenin verdiği korku ile diğer duyu organlarına dağılan yeti artıyor. Burnuna tanıdık kokular, yıllardır yıkanmamış eski halı kokusu, tahtaların üstüne yapışmış toprak kokusu geliyor. Yavaşça kokulara yaklaşıyor hem zihninde hem de fiziken. Kokuların kaynağını arayan bir canlı gibi usulca nesnelere yaklaşıyor. Yaklaştıkça tanıdıklaşan bu kokular üzerine Selim’deki korku yerini, vücudunu harekete geçiren merak duygusuna bırakıyor. Adım attıkça gıcırdayan tahta sesleri anıları içinde anlam buluyor ve hafızasında kontrol edebileceği, hatırlıya bileceği bir yakınlık oluşturuyor. Tam ileriye doğru bir adım daha attığında vücudundan önde giden eli bir kapıya değiyor ve ayağının altındaki zemin de titremeye başlıyor. Birden heyecanlanıyor ve olduğu yerde duruyor, sanki derin bir nefes alsa verse her şey kibritten yapılan bir iskeleye üflendiğinde dağılır gibi yıkılacak. Onu bu kadar ürküten fiziksel olayların hassaslığı mıdır yoksa birden hafızasında netleşen bu mekâna ait bazı anılar mıdır emin değiliz. Fakat bu korku ve duraksama aynı zamanda zihindeki hatıraların sıra sıra gelişi odanın içinde hafif bir loşlukta ışık doğurur. Çok kapalı bir tonda ateş renginden daha kapalı ve az yayılan bir ışık ile oda aydınlanmaya başlar. Yıpranmış eski resimlerin bir senaryoya uyarlanıp anılarla ilgili bir filme de işlendiğinde kişide uyandıran his gibi, bir his kaplıyor Selim’i. Kendi kendine konuşmaya başlıyor bu hissin ışığında;
—anılarım içinden ben mi seçiyorum bunları, keşke böyle bir yeteneğimiz olsaydı da ben de bilincimin bulanık kalan kısmına bir kez dokunabilseydim. Dün günün geç saatlerine kadar kitap okuma keyfi içindeyken birden (nesne ilişkileri teorisinde) nefret ettiklerim ve kıskandıklarımın ne kadar fazla olduğunu düşünüyordum. Aynı zamanda somatik yakınmalarımın sebebini bu nefretlerimi ve kıskançlıklarımı bastırmaktan kaynaklandığını söylüyordum kendime. Şu halime bak anılarım içinde bir sanatçı varmış da ben göremiyormuşum.“
Selim’in kendi kendine konuşmasına göre hala kendi içindeki analizi bitmemişti. Fakat bu sefer yücelttiği şeylerin vesile ile beslediği iyiler ve kötüler kaynaşacaktır.
   İlk önce kokunun tanıdıklığı sonra odanın zemini içindeki tahtanın gıcırtı seslerinin ve ardından bu karanlık oda içindeki bir kapıya daha dokunuşu ile canlanan tene ait hisleri, geriye kalan görme duyusunun aydınlığına yavaş yavaş hizmet ediyorlardı. Selim’in dört duyu organı da kendi serbestlikleri içinde yadsınan anıların tekrar aydınlanabilmesi için sembolik olarak Selim’in gözlerini aydınlatmaya çalışıyorlar. Selim kapıya bu sefer kuvvetlice dokunur ve ayakları altında titreyen tahtaların gıcırtısından bu sefer ürkmez. Oda biraz daha aydınlanmaya başlar. Bu sefer daha da tanıdıklaşan odanın içinde rahatça derin bir nefes alır ve az önce ki korkusuna karşılık nefesini rahatça bırakır. Tam karşısındaki duvara aslı duran, kırmız renklerin daha baskın olduğu ve mavi desenlerle işlenmiş bir halıyı görür.
-   Bu bizim evdeki halı.
Evlerindeki halının bu duvar ne işi olduğunu bilmiyor bununla beraber onun bu duvarda olması ona bir rahatlık veriyor. Kapı iyice aralandığında hemen karşısında uzun zamandır bakılmamış bir bahçeye yansıyan ay ışığı var. Hafif bir rüzgârla kapı tekrar kapanıyor. Kapıyı daha bir merakla araladığında bu sefer bir eli kapının tokmağında diğer eli ile odanın içine uzattığı bedenini dengeliyor. Aşağıya baktığında odanın zemini tahrip olmuş ve ahır görünür hala gelmiş..
—bu odayı da biliyorum evet bu ahırda eskiden inekler, tosunlar vardı. Şimdi ise bomboş kalmış, içinde sarı samanların kurumuş, renkleri solmuş, neredeyse toprak olmuş artıkları kalmış.
Kendi ile konuşmasının ardından oda biraz daha aydınlanır. Selim ellerine baktığında kirli çamaşırları göremeyince pek de şaşırmaz, artık içinde bu odaları keşfetme tutkusu belirmiştir. Evin içi düşük voltajlı bir sarı ampulün loşluğuna ulaşır.
—   Bu evi tanıyorum henüz ben sekiz aylık iken bu evde kırk gün kalmışım. Daha sonraları hemen hemen her seneye yaz aylarında gelirdik. Ananem vefat edince bu evi yıkmışlardı. Dede yadigârı bu ahşap ev ananemin evi. Dedem kendi elleri ile inşa etmiş bu evi ananemde onun anısına ara sıra restore etmiş fakat yıkıp yenisini yapmak istememiş. Sanırım teyzemler yıktırmıştı bu evi ve yerine tuğlalardan bir katlı ev yaptıracaklardı. Beni en çok etkileyen doğa ile olan bu evin kendi doğasında da kuralları olması ve büyük tavanıydı sanrım. İstanbul gibi bir şehrin içinde beton duvarlarının hâkimiyetinin bol olduğu bir semtten geldiğimiz için bu evin gerek kurallarının gerek mimarisinin eski insanların doğallığına has olması bende hep bu evde gizemli bir şeyler varmış gibi bir his uyandırıyordu. Şehirdeki evimizde misafir odasının yasaklığı burada yiyecek odasında vardı. İçinde ceviz, un, buğday, tarhana, bal, bisküvi, gibi hemen hemen temel gıda odası olan ve buzdolabı bulunmayan bu odaya girmemiz teyzelerimin anlattıkları iyi saatte olsunlar hikâyeleri ile yasaklanmıştı. Bazı zamanlar çocuk inadı sebebi ile yemediğimiz yemeklerden sonra geceleri uyuyamaz o daya girmeye çalışırdık, kuzenlerle.
Bu gizli odadan hala korkuyor olma ki selim o tarafa doğru fazla bakmıyor. Göz ucu ile hatırladıklarını sayıklıyor. Dış kapı meğer bir zaman tünelinden geriye doğru açılan bir kapıymış. Selim’i koridorun tam ortasına götürmüş. Evin merkezinde duruyor ve etrafına bakınırken bu evin asla yok olmayacağını anıları içinde her zaman var olacağını düşünüyor. Bundan sonra dileği zaman bu hatıraların içinde gezinebilir. Bütün bu kendinden emin duygularına rağmen ayrılmak için hareket ettiğinde ayaklarının ağırlaştığını hisseder. Gözyaşları hiç bu kadar ilham gibi birden ve dürtüselce süzülür müydü? Tesadüfî olarak bu anıların içinde kaybettiği kendini bulmuşken sevineceğine her ruhuna sirayet eden bu hüzün nedendir. Mutluluğun verdiği hafifliğin, güvenin yerine birden bire boğazına düğümlenen bir hüzün geçiyor. Selimin dokunduğu nesneler eğer canlanıp ona dokunsa idiler hıçkırmak daha kolay olacak, sanırım. Kimse yoktu odaların içinde, selim kendi dünyasının merkezinde ve bu evin içinde merkezde bulunan koridor da tek başına ayakta duruyor. İnsanlar neredeydi, hiç kimse yoktu, ne teyzeleri ne kuzenleri. Bu odaların içindeki bütün anıların içinde onlarda vardı. Ötekiler nerede? Nesnelerin seslerinin, kokularının, dokunması ile hissettiği o duyuların vesile ise gördükleri gerçek miydi yoksa algılamak istediğini hâlâ yadsıyor muydu?
-   ya oda içinde birileri varda ben onları yadsıdıysam tıpkı onların beni görmezlikten geldikleri gibi. Hayır, bu imkânsız bu kadar da çaresiz olamam sanırım. Belki de histerik bir sevgi-ilgi açlığı yaşıyor veya şizofrenik bir yalnızlık dünyasında kendimi parçalamaya devam ediyorum.
Yürümeye kalkışıyor ama sanki birileri ayaklarından tutuyor, bir ağırlık var sırtında dizleri bükülüyor. Havanın yoğunluğu artmış her yer nemlenmiş, elbiseler vücuduna yapışmaya başlıyor. Nefes alması zorlaşıyor, bu daralma hissinden kurtulmak için yavaşça geriye doğru bir adım atıyor. Geriye doğru giderken anılarına bakıyor sanki güzel bir tablonun içinde kendisini görüyor. Bir adım daha geriye doğru gidince sırtı bir yere çarpıyor. Eliyle yokladığında bunun bir divan olduğunu anlıyor.
-   Evet, tam burada bir divan vardı. Onu nasıl göremedim. Bu ananemin yattığı divan.
Oldukça büyük olan divanda genelde ananesi yatıyordu. Geçmişte bu divanda Selim ve iki kuzeni birlikte yatabiliyorlardı. Bazı zamanlarda Selim ananesinin yanına yatmak için ısrar ediyordu. Onun ısrarı yatarken ananesinin hikâyelerini dinlemek ve anane hikâyeleri anlatırken yaptığı taklitlerde değişen yüz mimiklerini seyredebilmek.
-   O beni severken, saçlarımı okşarken ben ondan hikâye anlatmasını isterdim, o da tabi yavrum der başlardı eskilerin meşhur hikâyelerini anlatmaya. Yaşlılığın verdiği kısık ve titrek sesine yüz hatlarındaki çizgiler eşlik ederdi. Sanki o değil yüzündeki parçalar konuşurdu. Onları izlemek televizyon izlemekten daha keyifli gelirdi. Bir müddet sonra uyku ağırlaşır gözlerim kapanır ve sesi ile uyumayı sürdürürdüm. Keşke biraz vaktim daha olsa da bu divana yatabilsem.
Selim gitmesi gerektiğine inanıyordu. İri yorganın üstüne eline uzattığında şaşırdı kaldı. Yorgan hala sıcacıktı. Yorganın içindeki yün miktarından dır diye düşünecekken beyaz kılıflı yorganın nefes alış verişindeki yavaşlıkla hareket ettiğini gördü.
-   Hayret onca ses yapmam rağmen bu dev divanda yatan kişi nasıl olurda uyanmamıştı. Kaç tane kapı açtım kaç kapıyı gürültülü bir şekilde kapattım. Bazen yüksek sesle kendimle konuştum, bazen ağladım hıçkırık sessizliğinde ama duymamış demek ki. Şaşılacak bir şey kim olsa uyanırdı bu kadar gürültüye.
Çıkardığı sesler sanki sembolik olarak ortaya atılmış bir iç seslerden kaynaklanan davranışlardı aslında. Selim odaya girdiğinden beri sessiz ve hep sükûnet içinde etrafı seyretmiş bazen fısıltı niteliğinde sesler çıkartmıştı. Korku ve yalnızlığının yanılgısında o kadar seslere odaklanmış olmalı ki burada yatan kişinin onu duymadığını düşünüyordu.
-   Koyunyünlerinin bolca kullanıldığı bu yorgan sanırım ona pek sıcak gelmiş olma. Bir kuzunun annesinin sıcaklığında uyuması gibi hiç rahatsız olmadı.
Bir adım daha geriye gidiyor Selim, yatan kişiden korkacağına nedense bir merak var içinde. Onun kim olduğunu öğrenmek istiyor ama karanlık ve loş ışık buna şimdilik izin vermiyor. Işık duvara yansıyor ve duvardaki kırmızı halı sanki ışığı emiyor ememediklerini yatan kişinin yüzüne yansıtıyordu.
-   Ağzı bir miktar açık kalmış der tebessümle, sanırım normal hayatında pek konuşamayan bu kişi rüya esnasında sönen savunmaları vesilesi ile tüm gece ağzını açık tutarak hayatın sıkıcılığına karşılık rahat bir nefes alma ortamı yaratıyor. Burnu da tıkanmış olabilir.
Birden yatan kişinin başındaki beyaz başörtüsünü görünce kadın olduğuna kanaat getirir. Fakat yüzü hala net değildir. Yavaşça belirmesine rağmen sabırsızlık içinde geriye doğru bir adım daha atar. Selim’in vücudu yatan kadının yüz hizasından bir adım daha geridedir. Ayaklarındaki ağırlı birden çözülüverir. Aniden gelen bunaltı hissi ile daralan kalbi aniden ferahlar ve hafifler. Evin içindeki loş ışık biraz daha net olarak kadının yüzünü aydınlatır. Sanki birisi elinde bir mum ile kadının başucunda durmuş gibi yüzü görülür olur. Artık ışığın her damlası kadının o güzel yüzüne ve Selim’in çocuk bedenine yansır. Bu aydınlıkla Selim bedenine hâkim olamaz kadın onu kendisine doğru çekiyordur, sanki onun koşulsuzca yayılan sevgisidir bu aydınlığı ve çekimi doğuran. İki-üç yarım adımı koşarcasına gidiyor. Elleri ile omzunu dürtüyor. Divanın üstüne hiç düşünmeden zıplamasına rağmen hala uyanmamıştır. Dürtüldükçe uyanan sadece divandaki kadın değil Selimde bir umuda doğru uyanmakta içinde gizli kalmış yanlarını açığa çıkartmanın mutluluğunu yaşamaktadır.
-   Sanki yıllardı bu divanda beni bekliyormuş gibi uyuyor. Bu hatıralarımın içinde nasıl olurda unuturum onu. Doğrusu unutan ben değilim galiba. Ama bu bir yüzleşme ise şimdi olmalı.
Son bir kez daha seslice bağırıyor.
—anne! Uyan anne! Selim ‘in annesi divanda donuk donuk bakıyor. Uyanmasına mı sevinmeli cevapsız bakışlarına mı sevinmeli. Selim hiç bir şey söylemiyor o da annesinin yeni narkozdan çıkmış gibi baygın, anlamsız, donuk bakışlarına cevaben tebessüm ediyor. Selim annesinden kendisini yeniden dirilte bilecek bir cümle istiyor. Donuk bakışlarından sıyrılmaya başlayan annesinin gözleri hareket ediyor artık ama sanki Selim’in şimdiye kadar hissettikleri annesine ilham oluyor. Annesine bir meleği izler gibi bakan Selim bekliyor… bu sefer ilk cümle anneden çıkıyor
— oğlum, sen neden geldin buraya diyor ama devam edemiyor. Selim duymak istediklerini yine duyamayacak olmanın karamsarlığı ile divandan ayrılmaya yeltenirken, annesi tekrar konuşur ve ellerinden tutarak Selim’i kendisine çeker
—   Dur oğlum, inan bana seni bir daha terk etmeyeceğim. Bundan sonra hep birlikte olabileceğiz, korkma yalnız değilsin. Diyor annesi. Bunlar selim in istediklerinden fazla cümleler ve kelimelerin anne tarafından sarf edilişi selim’in dileğinden daha fazla duygu yüklüdür. Selim başını annesinin göğsüne yaslamış gözyaşlarını artık annesinin kalbine dökmüştür. Annesinin bu olgun ve Selim’e onu anladığını hissettiren kendinden emin ses tonu ile kurduğu iki cümle bastırılan yalnızlıkla parçalanmış kalbinin yeniden kaynaşmasına yetiyor. Kalbinde sorguladığı kıskançlıklar, erimeye başlıyor. Anne yatağından doğruluyor ve Selim’le vedalaşmak için son kes kucaklaşıyorlar. Bunun veda olduğunu anlayan Selim üzülmemesine şaşıyor fakat kalbinde bu sıcaklığı taşıyabileceğine inanmaya başlıyor.
Selim divandan iniyor, annesine baktığında tekrar uyuduğunu görüyor. Ciğerlerinin arzusu ile bu atmosferi son kez teneffüs edip kanına karıştırmak istercesine derin bir nefes alıp dış kapıyı aralıyor. İleriye doğru sakin adımlarda gidiyor ve tekrar aynı koridora çıkıyor. İnsanlara baktığın da herkes bir telaş içinde seminer için hazırlık yapmaktadır. Elindeki kirli çamaşırları nereye koyduğunu hatırlamıyor.
—biran önce seminere yetişmeliyim, ya da gerek yok bugün dışarıya çıkıp baharın tadını çıkartmayı denemeliyim…
Dışarıya çıktığında elindeki elbiselerin kuruması için asıldığını görür.

ABDURRAHMAN ALUC
oedipusseyri@yahoo.com

Paronoid

  • Newbie
  • *
  • İleti: 28
    • Profili Görüntüle
Ynt: GİZLİ BULUŞMALAR
« Yanıtla #1 : 21 Haziran 2009, 07:30:32 ös »
gerçekten süper bir öykü yüzümde bir tebessümle bitirdim bravo...