Gönderen Konu: Rüya  (Okunma sayısı 8804 defa)

bureax

  • Administrator
  • Jr. Member
  • *****
  • İleti: 62
    • Profili Görüntüle
Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:50:25 ös »
(Hüseyin Kaçın)

Rüyalar hakikat deryasının damlaları belki de dalgalarıdır. Rüyalar hakikatin kırk da bir nispetinde gizlendiği metafizik mağaralardır. Tarihin alınyazısında hakikat peygamberlere mağaralarda tecelli ede gelmiştir. Rüyalarda oluşlar durağan değil daima bir oluştan başka bir oluşa hareket eden canlı bir hayal sahnesi görünümündedir. Aslında hayatın özünde rüyadan başka bir anlam bulunmamaktadır. Bu anlam, hayatı rüya bilinci içinde idrak ederek sürdürmek yükümlülüğünü vazgeçilmez bir gereklilik haline getirmektedir. Bu yükümlülüğü bulmak adına aramak ve bulamayabileceğimizi de göz önünde bulundurarak sürekli aramak ödevi. Rüyanın hakikat adına kuşatıcı bir yapısı bulunmaktadır. Eşyaları, canlıları, hadiseleri, her şeyi yani kainatı kuşatan rüyalar, insana sunulan armağanların güzellerindendir de diyebiliriz. İnsanın varoluşunda duygular da rüyadır, düşünceler de rüyadır.

Aslında her şey bir rüya ile başlar. Hayatımda hangi rüyamda, en son gördüğüm belki de yaşadığım rüyada sevindiğim kadar sevindim? Çocukluluğumun sürekli bir isteği olarak hep bir ata binmeyi dilemişimdir. Rüyamda parlak kahverengi, siyah kuyruklu, yağız bir atın üstünde bulunuyorum. Çocukluğumda yaşayamadığım bir isteğin yaşanıyor olması, beni ziyadesiyle memnun ediyor. Atın üstünde, o andan çocukluğuma değin uzanan büyük bir mutluluk içindeyim. Kırcasalih’nin bildik köy evinin bahçesinde bulunuyorum. Daha başkaca görüntüler arasında gidip geliyorum.
Atın üstünden inmiş olarak gezerken, bir el hareketimle, at kavisler çizerek, bana itaatkar alımlı bir güzellikle yanıma geliyor. Bu rüyanın içinden başkaca rüyalara
geçerek güzel sahneler sergileniyor. Mutluluk sadece böylesi bir mutluluk olarak da yaşanabilir. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırına, kırk tanrı misafiri konuk etmenin huzuru da mutluluk sunabilir. Gönül dervişlerinin gül yüzlerinde asıl servetleri ağlamak olan saadetler de hayatın içinde gizlenmiştir. Aramak da nasiptir, bulmak da nasiptir. Gök armağanı gönül aşkından söyleşelim. Hayatın uykusunda, ölmeden önce ölüp dirilerek uyanan, servet abidesi şahsiyetlere yakınlıkla, hakikate yakınlaşmak adına birbirimizle gönülden gönüle bilişerek söyleşelim. Hakikat sözü ile söylersek, gönülden gönüle sevişelim. Kadın tenindeki şehvetin esaretinden başkaca güzelliklere nasıl yönelişlerde bulunabiliriz ki?

Allah’ım!

Rüyadan rüyalara salınarak kader deryasının dalgalarında savruldum, kırıldım, vuruldum ve kovuldum. Hayatın doğan her gününde “ bir dost bulamadan bugün de akşam oldu “ diyerek yüreğimden ağladım. İsyana savrulan, günaha sarılan, nefretle kavrulan belki de yalnız bendim. Yüreğimden sevmiş olmama rağmen sevdiklerimce yüreğime tecavüz edildi. Yüreğimde, sevdiklerimin vicdansızca, vefasızca akıtılan döllerinden ne bekleyebilirim ki? Elem de benim keder de benim.

Yüreğime tecavüz edildiğine dair silinmez duyguyu düşüncelerimde yeşerterek, vefasızlığın saldırganlığını sorgulayarak, kırılgan yönelişlerimde ne gam ve ne de keder. Böylesi de gelir gider ve hep bize güler.

Gururluyum, kibirliyim ve gözlerimde kin, yüreğimde isyan var. Şehvetim kadar günahım da var. Bütün bu varolanlara rağmen benliğimi bir değirmen taşının sabır dergahında ezerek, sükunetle yaşamak istiyorum.
Sevdiklerim de sevmediklerim de müsade etmeyecekler ve beni sürekli olarak benliğimle alkışlayacaklar. Ama yine de alkışların her türlü çekiciliğine rağmen yenilmeyeceğim ve de aldanmayacağım.
Bugün olduğu gibi sadece benliğimle değil varlığımla idam sephasında sallandırılmaya götürülen bir mahkumun çaresizliğini sadece iliklerime değin değil hücrelerime değin hissedeceğim. Çaresizliğin aslında ve ardında çareler bulunduğunu kim bilebilecek?

Benliklerini putlaştıranların ikbal sofralarının karşısında, ezilerek, büzülerek, secdelere kapanarak kutsayıcı ayinlerde bulunmadığım için kınanacağım. Aşağılanarak lanetleneceğim. Aforoz vesikam damgalanarak elime uzatılacak. Tapınaktan kovulmuş bir müntesip olarak hürriyetin anlamını ve yanlızlığımı yanıma alarak hayata yöneleceğim. Putlardan hür olarak Allah’ın teslimiyet sığınaklarında barınacağım. Yanılmadan, yılmadan, yüreğinden sükunetle ağlayarak hayatı anlamlandırmaya çalışacağım. Yarına dair, büyük ihtiras dalgalarında savrularak küçülmektense, yalnızlığın elemli saadetlerinde, başarılı olmak mecburiyetinden, gösteriş budalalıklarından, servet düşkünlüğünden, küçük dağları yaratan benim ve bana bakacak olanlar başlarını kaldırarak baksınlar diyen tepeden bakışlardan arınarak, soyunarak ve gerekirse kafa derisinin kafadan yırtılmasının benzeri bir ızdırap ile yaşamak.

Sevmek yine de sevmek. Seni sevmeyenleri de sevebilmek. Yine de sevmek. Sevmeyenlerine İngiliz şairinin deyişiyle “ ben sizi seviyorsam bundan size ne? “ diyebilmek.

Kutlu bir sözün ışığına sığınalım. O der ki:

“ Birbirinize selam veriniz! Birbirinize yiyecek ikram ediniz! Akrabanızın hakkını gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak, selametle Cennete giriniz! “

Birbirimize olan selamlarımızla, birbirimize olan ikramlarımızla, birbirimize olan tanrı misafirliğimizle hayatımızı anlamlandıralım. Birbirimize olan tanrı misafirliğini sadece evlerimizle sınırlı tutmayalım ve yüreğimizin sonsuzluğuna değin konuk olalım. Ki böylesi bir misafirliğin güzelliği sırların en güzel sırlarını doğurarak büyütecek ve yetiştirecektir.
***
“ Kıyamet günü bir kul gelir, hesabı görülür. İyilikleri ve kötülükleri eşit çıkar da hasımlarını razı edecek bir iyiliğe muhtaç kalır. Allah Teala şöyle der; “ Ey kulum senin için bir iyilik kaldı eğer o da olursa seni cennete sokarım. Bak, insanlardan iste belki birisi sana bir iyilik hibe eder.” O kul da gelir ve saflar arasına girer. Anasından, babasından sonra da arkadaşlarından ister. Hepsine kendi kapılarında konuşur da kimse ona icabet etmez. Herkes der ki; “ Ben de bugün bir iyiliğe muhtacım. “ Ve böylece o kul yerine geri döner. Hak Teala ona sorar ve der ki; “Ne getirdin.” O da şöyle cevap veririr. “ Ey Rabbim! Hiç kimse bana iyiliklerinden bir tanesini vermedi.” Allah Teala der ki; “ Senin hiç vefakar bir dostun yok muydu?” O kul da böyle bir dostunu hatırlayarak, ona gider ve iyilik ister. Dostu da verir. O kul yerine geri gelerek bunu Rabb’ine haber verir. Allah Teala der ki ; “ Ben ondan bu iyiliği kabul ettim ve onun hakkından da hiçbir şey eksiltmedim. Seni ve O’nu affettim. “ ( Hadis)
***
“ Bizim için şefaatçiler de yok, sıcak bir dost da yoktur. “ (Ayet)

***
“ Gün akşam oldu bugün de bir dost bulamadım “ (Türkü)

Her akşam yüreğimde yeni yetme bir derviş ağlamaya devam etmektedir. Yarının ümit ışığında sadece son bir defaya mahsus olmak kaydıyla yine de bekleyeceğim. Beklediğim elbette ki sensin. Sen hangi sen olduğunu bütün senler arasında da olsan bilmektesin. Sen.

Konya’da bir gül bulmak adına

Sendin.

“ Uzuvları kesip atmak dostluğu kesip atmaktan kolaydır.” Hz Ömer

Her şeyi bir ölçü ile yaratan Allah! Dünkü sevinç verici bir rüyanın ardından bugün de gerilim-korkunun içine sarmalanmış soğukkanlı ve huzur verici bir rüyanın ardından sabaha merhaba demekteyim. Ümit titreşimlerini salık verip heyecanlara sevk eden bu rüya da beni ziyadesiyle etkiliyor.

Edirne’den hareket ederek yine Edirne’ye giden trenin vagonlarında gezerken birden kendimi Ali Babayiğit’in karşısında buluyorum. Bu beklemediğim karşılaşma sebebiyle sarsılıyorum. Sakalları düzgün bir şekilde traş edilmiş,bembeyaz sakallarından sebeple yüzündeki güzelliğe hayretle bakıyorum. İçki içmeyi bıraktığını söylüyor. Daha öncede bırakmış olduğunu bildiğimi söylüyorum. Terzi arkadaşı Mustafa’dan öğrendiğimi anlıyor. Başını arkaya doğru yaslayarak gülümsüyor. Ali Babyiğit’in ölmediğini görmek ve o an için trende beraber seyahat etmekten dolayı hem hayret, hem de yeşil renkli heyecan ve sevinçle karışık duygular yaşıyorum.
Uzaklarda Mevlana’nın türbesi mavi ve yeşil karışımı renklerle beliriyor. Türbenin avlusunda beyaz alçıdan bir minare bulunuyor. İnsan kalabalıklarının arasında mermer basamaklarda ayakkabımı bağlıyorum. Yanıma bir adam geliyor ve soruyor:
- Soğanlı’nın nüfusu ne kadar?
- Vallahi bilmiyorum. Bende bu şehre ziyarete geldim. Yerlisi değilim.
- Sizin adınız Hüseyin mi?
Bu soru ile birlikte heyecanla karışık tüm benliğimi sarsan duygularca kuşatılıyorum.
- Bu yolda bir adamı almaya iki kişi gönderirler fakat nadir olur. Kişinin kendisi bedel ödemelidir. Çok acı çekmelidir. Hayatında hiç kurban kestin mi?
Birden gözümde yaşlar beliriyor. Bu soruya cevap vermek istemiyorum. Adımın Hüseyin olduğunu bilen bu adamın bu sorunun cevabını bileceğini sanıyorum.
- Kapıdan da girilir bacadan da girilir.
O an için kendimi bir evin bacasından içeri girdiğimi hayal ediyorum. Bacanın içinde kaldığımı ve nefes almak da an be an zorlandığımı hissediyorum.
Uyandığımda gördüklerimin sadece bir rüya olduğunu değil de bizzat yaşanmış,yaşanan zamanın içinde yaşandığı için hatırası kalacak olan herhangi bir günün zaman dilimi olduğunu düşünüyorum.
&
-Selamünaleyküm sarhoşlar
Rüyanın sisi pusu arasında kitap arayan bir adam (ben) kitabın yazarının yukarıdaki sözleri. Aşk ile ilgili bir şiir.
- Artık şiir eskisi gibi gelmiyor.
&
“ De ki; yeryüzünü gezip dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün! “ En’am-11 “ Yerküre sarsıntıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarıya çıkardığı, insan, “Buna da ne oluyor?” dediği vakit. İşte o gün yer, Rabb’inin ona vahiy etmesiyle bütün haberlerini anlatır. O gün insanlar amellerini görmek için darmadağınık bir halde geri dönerler. Kim zerre miktarı bir hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse,onu görür. “ “ İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım! Kaldı ki bu, yalnızca senin bir imtihanındır; sen onunla dilediğini saptırır dilediğini doğru yola ulaştırırsın; sensin bizim velimiz, bizi bağışla bize merhamet et. Zira sen bağışlayanların en hayırlısısın.” Ayetlerden Sahneler.

Borderline kişiliğin rüyalarında dostluğun esintileri esiyor. Meltem rüzgarlarının tatlılığını hatırlatan bir hal içindesiniz. Uykudasınız ve bir bilinç açıklığındasınız. Olsa olsa yine bugünde her gün olduğu gibi sabah olacak. Uyanacak ve kalkacaksınız. Acaba öyle mi? Uyku ile uyanıklık arasında aniden irkiliyorsunuz. Karanlık yüzünüze yapışır gibi oluyor. Bir uğultu ve sallantı arasında şaşkınlık yaşıyorsunuz. Daha önce böylesine bir yaşantı hafızanızda yer etmediğinden olanlara bir anlam veremiyorsunuz. Evinizin bütün duvarları bir beşik gibi, ondan da ötesi okyanusta fırtınada sallanan bir gemi gibi sallanıyor. Kardeşimin “ Abi! Abi! “ sesini işitiyorum. O sesi herhangi bir korkunun değil candan kopup gelen bir uyarının sesi olarak algılıyorsunuz. Çaresizsiniz. Yine de içinizde şefkatli bir ümidin varlığının yüreğinize bitiştiğini kararsızlıkla; olan biten her şey ama her şey arasında duyguların ağırlığını, duyguların düşüncelere yapıştığını ve evin içindeki bütün şakırtılara ve sarsıntılara rağmen zihninizde, sükutun içinde süratli bir akışı yaşıyorsunuz. Kardeşimin uysal ve candan sesinden sonra annemi ve babamı uyandırmak istiyorum. Her şey sallanmaya devam ediyor. Bütün bu olup da bitmeyenler gerçek mi? Yoksa bir rüya içinde başka bir dünya da yaşanan esrarengiz bir hayatın içinde misiniz? Sükutun içindeki süratli akış ile birlikte düşüneceğiniz tek şey olarak Allah’ın varlığını hissediyorsunuz. Allah’ın varlığı tarafından sizin yokluğunuz kuşatılıyor. Size var gibi gelen bedeniniz, yaşantılarınız, duygularınız, düşünceleriniz bir anda anlam veremediğiniz bir şekilde bir boşluk da kayıp gidiyor. Çaresizsiniz ve bu çaresizliğinizle ne yapabilirsiniz ki? Her hangi bir zamanda bir namaz sonrası el açıp yaptığınız dualar gibi olmayan, sadece ve sadece yüreğinize yapışan bir kudretin iradesi ile ve bu kudretle gelen sükunetin içinde bir yerlerde çaresizlikle, küçülmüşlüğünüzle yani hiçliğinizle sessiz ve kelimesiz olarak duaya teslim oluyorsunuz. Hayatınızda bütün unutulup hatırlanmayacak kırk saniyelerin dışında unutulması bir yana an be an kırk yılın sarsıntısına eş değerde sarsan kırk saniyelik bir hayat. Ölüp de yeniden dirilmediğinizi kim iddia edebilir? Artık eskisi gibi anlam arayışlarından uzaklarda bir hayatı sürdürebilir misiniz? Artık eskisi gibi hayatımızı kayıtsızlıklarla mı sürdürebilir miyiz? Eğer öyle olacaksa yazıklar olsun bize. Hayatımızda metafizik yönelişler olmayacak mı? Bu yönelişlerin sürükleyeceği canlılıklar ve bu canlılıkların içinde yaşanacak şenlikler, bayramlar ve bu bayramların içinde sadece ve sadece sükunetler göğünün altında bir hayatımız olmayacak mı? Fiziki olanın kaygan zeminlerinde kazandığımızı sandıklarımız bize yarar sağlayabilir mi? Var görünenlerin yokluğunda kim ki “varım” diye haykırabilir, seslenebilir ve hatta mırıldanabilir? Kırk saniyede Allah’ın kırk gazap meleği de gelir ve gidermiş. Arkalarında bıraktıkları yıkıntılarda, ölümlerde, çaresizliklerde, kan ve göz yaşlarında metafizik anlamlar gizleyerek giderlermiş. Göklerden gelip yerin üstündeki anlamsızlıklara, kayıtsızlıklara bakarak yerin yirmi beş bin metre altındaki kırılmalarla birlikte bir kar topunun çığ olması gibi kırk yıl alevler yalayarak ve o alevlerden azgın alevler kaynatarak kırk saniyede her şey oluyor. Kırılmalar, yarılmalar ve yıkıntılar. Fakat olup da bitmeyecek olan ve artık eskisi gibi olmayacak olan bir hayat beliriyor. Yeryüzünün altından kopup gelen uyarılara kayıtsız kalmak mümkün mü? İsyan mümkün mü? Daha ne beklenebilir ki? İnsan bundan öte ancak ölümle uyarılacaktır.

Yüreğimizin önünde bir yol açılmıştır. Bu yol yalnız yürünür mü? Bu yolda bir akrebin kıskacı gibi yalnızlığın kıskacı insanı zehirlemez mi? Yalnızlık sadece akrep olarak gelmeyecektir. Yeri geldiğinde yılanlaşacak, ciyanlaşacak ve çocukluk masallarının canavarları, ejderhaları
hayal olmaktan kurtularak yalnızlaşacaklardır. Hayatın metafizik yollarında Hz Adem’den başlayarak kim yarsız ve dostsuz olarak, yalnızlığına güvenerek yürüyebilmiştir? Hayat bir uykudan ibaretse nöbetleşe birbirimizi uyandıracağımız yarimiz ve dostumuz var mı? Bizim yarimiz ve dostumuz kimdir? Biz kimin yari ve dostuyuz?

“ Uyarıcı insanın başını kaldırır, geleceği sembolik bir dilin içinden gösterir, bir rengin içinden, bir takım biçim hatırlatmalarından. Uyarıcı geçmiş zamanı da yüklenir gelir, tüy tüy. Uyarıcıyı gören, uyarıcının sesini duyan, bir geleceğe gider, bir geçmişe, sonra yerine döndüğünde şimdiki zamanın da değiştiğini görür. Şimdiki zaman kendinden boşanmış ve yeni bir özle dolmuş. İnsanların arasındaki ilgi yeni bir anlama ayarlanmış. Dostun varlığı, insan varlığının birinci şartı olmuştur. “ Sezai KARAKOÇ

Dost! Dost!
Bu akış içerisinde bir dost sesi duymak istiyorsunuz. Sizin hayatınızı soracak bir sesi işitmek istiyorsunuz. Sizden bir el uzansa bir ses duyacaksınız elbette fakat karşıdan uzanacak bir elin sesini bekliyorsunuz. Kayıtsızlık ve anlamsızlık dost bildiklerinizin tortusunu zihninize bırakıyor. Yüreğinizde yine yalnızsınız.

“ Yalnızız “

Yalnız yürünmüyor. Hayallerinizin derinliklerinde vehimlerinizle sarsılıyorsunuz. Uçurumların kenarlarında yürüyorsunuz. Ateş çukurları, kayalıklar arasında yalnızsınız. Allah’ım isyan adına değil fakat haykırmak istiyorum. Rahmetin sayesinde kalplerimizin birbirimize ısınacağı kardeşlerimiz nerede? Allah’ım bize vaad edileni diliyorum. Benliğinden kurtulamamış bir kulun olarak diliyorum. Teslimiyet adına yalnızlıklardan kurtulmak istiyorum. Sunulan her şeyi paylaşmadan olmuyor ve olmayacaktır.

Hayallerinizin derinliklerinde bir kelebeksiniz. Öyle bir kelebeksiniz ki görünmeyen bir yerlerinizden yapıştırılarak karanlıkların derinlikli boşluklarında asılı olarak duruyorsunuz. Sonsuzluklar üstünüze değin geliyor. Hayatın içinde hayallerle, hayallerin içinde karanlık boşluklarla bocalıyorsunuz. Fakat hayat sizin gördüğünüz ve bildiğiniz karanlıklardan ibaret değildir. Okyanusların derinliklerinde bir hayat varsa sonsuzlukların içinde bir hayatın varlılığı var değil midir? İnsanın iç yapısında hareket halindeki milyarlar ne anlam ifade ediyor? Her şey bir hiç midir? Her şey bir hep midir?

İnsanın içeriden ve dışarıdan fiziki dünyasındaki canlılığa rağmen metafizik dünyasındaki durağanlık ne anlam ifade etmektedir? Gezmeyen, görmeyen, bakmayan bir hayat engin düşüncelerle soluklanabilir mi? Kayıp giden bir zeminde kayıtsızlıklarımızla sürdürdüğümüz bir hayatın ötesini sorgulamak elden gelmez mi? Fiziki olarak biriktirdiklerimiz, var sandıklarımız yani servetler, eşler, evlatlar ne yarar sağlayacak? Bir ümit yok mudur?

Yürümek. Yalnızlığı aşarak, dost ellerde, aydınlanmış gönüllerin izinde, peygamberlerin can veren hayatlarındaki emanetlerinde, erenlerin gül bahçelerindeki dikenlere tutuna tutuna, gül kokularını koklaya koklaya yürümek. Mallarını, canlarını Allah’ın satın aldığı gönüllere tutunarak yürümek. Ölmeden önce ölüp de dirilenlerin ölümsüzlüklerini arayarak hayatımıza anlamlar katarak yürümek. Bir adım attığımızda bin adım atarak geleceğini vadeden Allah’a doğru yürümek. İnsanlar fizik olarak yaşarlar, yalnız ve yalnız metafizik olarak yürürler. Yöneldikleri her yönün hem hepliğinde hem de hiçliğinde Allah’a varacaklardır. Yokluklarını öyle ya da böyle Allah’ın sonsuzluğuna sunacaklar. “ Yerler yarılacak ve gökler sarsılacak, dişi develer vaktinden evvel doğuracak.” Yıkılışların ve yıkıntıların ötesinde yeni bir hayatın adı kıyamet olacak, mahşer olacak. Kıyamet.

bureax

  • Administrator
  • Jr. Member
  • *****
  • İleti: 62
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rüya
« Yanıtla #1 : 18 Kasım 2017, 01:50:36 ös »
Mahşer.

Bütün bu olup bitecek olanlara rağmen hala yalnızlığınızla barınarak yürümemeyi mi düşünüyorsunuz? Gönlünüzü avuçlayarak, sarsılarak gönüller aramayacak mısınız?
Peygamberlerden, erenlerden gelen çağrılara uymayacak mısınız? Yeryüzünün bunaltıcılığından göklerin ferahlıklarına kavuşmayacak mısınız? Gurura adanarak söylenmiş sözlerle, aldatıcı bakışlarla, ayak kaydıran sevgilerle yalnız olduğunuzu ve daima yalnız kalacağınızı anlamayacak mısınız?

Allah’ım!

Benliğimdeki putların varlığına rağmen, Senden gönlümün İbrahim’ini diliyorum.
Yalnızlığımla olmuyor.

Dilenciler hayat adına para dilense de
Yalnızlığın vehminden sıyrılmak adına
Göklere yönelerek ötelere sığınmak adına
Bir elimde yüreğimle dost dilenerek.
Allah’ın rızası adına
Bir dost diliyorum.

Allah’ım!

Sır içinde sırlanmış sırlarla perde gerisinde eşyanın ötesinde her şey başkaca anlamlar kazanıyor. İsyan edemiyorum. Bütün iç kuvvetlerim beni isyana kışkırtsa da teslimiyete çeken benim dışımda başka bir kudretin gerilim yaratan huzuruna çaresizliğimin sunduğu bir çare olarak sığınıyorum. Bütün kapıların sana açıldığını idrak ediyorum. Sen dilemedikçe dileklerimin anlamları kayıp gidiyor. Seni idrak edebilmemdeki bütün kısırlığımla bağlantılı olarak anlayabildiğim kadarıyla her şey bir tohum içinde gizlenmiştir. Devasa canlıların başlangıcı bir tohumdan ibarettir. Asırlara meydan okuyan bir çınarın heybeti başlangıç olarak bir tohum içinde çaresizlikle gizlenmiştir. Bütün dilemelere rağmen günü gelmeyen sırlar gün yüzüne çıkmayarak teslimiyetlerini sürdürmektedirler.

İstedim. Duygularımı ve düşüncelerimi bütünüyle bu isteğin ışımasına adadım. Karanlık gecelerin karanlıklarına acıyan yüreğimle isyan edesim geldi. İsyan! İsyan! Hep isyan. Yine de teslimiyetin galibiyetleri aydınlıklar sundu yüreğime. Yine o aydınlığa sığınmak istiyorum. Bir annenin bebeğini bir an evvel doğurmak adına olan sabırsızlığını af eden Allah’ım! Benim benliğimi doğurmak adına katlandığım sancılarıma şifa lütufları sunar mısın?
Duygu ve düşüncelerimden sızarak benliğime ve bedenime yapışan yalnızlığımla baş başa kalmaktan kurtarır mısın? Yalnızım! Yalnızım! Allah’ım!
Yalnızlık Allah’a aittir. İnsanın yalnızlığında vehimleri, korkuları, çaresizlikleri bir arslan kesilir. Bu duyguların saldırgan yanlarına karşı yalnızlık savunmasızlıktır. Bir ses, bir ışık, bir his de olsa bir şeylerin yanında olduğunu bilmek insana güven vermektedir. Allah’ın kutsal ve kutlu yollarında peygamberler de yalnızlıklarından Allah’a sığınmışlardır. Hz Musa’nın yanında Hz Harun ne anlam ifade etmektedir? Çöl yalnızlığı affetmediği gibi hayat da yalnızlığı af etmemektedir. Hz Peygamberimizin yanında Hz Ebubekir gibi bir dostun bulunması Allah’ın güzelliği değil midir. Hz. Peygamberimizin fizik ve metafizik hicretinde yanında bir dostun bulunması bizlerin dikkatlerine ve idraklerine öğretici bir ders değil midir? Dostun uyuması adına yılan ısırmasına dayanmak kainatın alınyazısında sırlanarak samanyolunda kayıp giden bir yıldız değil midir? En kutlu dostlukların şifalarıyla yalnızlığın yaralarına aldırmadan hayatta varolabilmek birincil görevimiz değil midir?
“Benim için birbirlerini sevenlere, birbirleri ile alakalananlara, ziyaretleşenlere ve yardımlaşanlara muhabbetim, rahmet ve mağfiretim vacip oldu. " Hadis-i Kudsi
Hz Şems ve Hz Mevlana dikkatlerini ve idraklerini aydınlatma becerilerini hangi kutlu dostlukların şifalarından kana kana yudumlayarak elde etmişlerdir? Birbirimizden ayrılarak varolmaya çabalamak hayatımızı karanlıklara esir etmektedir. Bir yanda hidrojen atomu bir yanda oksijen atomunun ayrılığı yanmakta ve yakmaktadır. Birbirlerine kavuşmalarının ardından berrak sular çağlamaktadır. Birbirlerinden ayrı duran iki canın kavuşmasından
dereler, nehirler, denizler ve deryalar varoldu. Kainatta her varoluş birbirinden ayrı duranların kavuşmasının eseri değil midir? Fiziki olan birleşmeleri yerine getiren insanın metafizik birleşmelerin uzağında durması ve hatta haberdar bile olmaması yanıcı ve yakıcı ızdıraplarla onu kıvrandırmaz mı? Özeliyle insan ve geneliyle insanlık yanarak ve yakarak kıvranmaktadır; ızdırapların esaretinde yalnızlıklarıyla, gözyaşlarıyla, bunalımlarıyla çaresizliklerin içinde bocalamaktadırlar. Bilmemenin ve görmemenin suçunu kendi benlikleriyle kaderlerine kazımaktadırlar. Benliklerindeki körlük kaderlerini de karartmaktadır. Elbette ki çaresizliğin içinde çareler bulunmaktadır. Karanlığın körlüğünde yarasalaşan benlikler çarelerin ışığından kaçmaktadırlar. Bu sebeple çaresizliklerin çareleri çaresiz kalmaktadır. Metafizik dünyada insan ve fizik dünyada insanlık yıkıma doğru sürüklenmektedir.
Yer sarsıntılarından yürekler sarsılacak. Yerin altından göğü aydınlatan ışıltılar yüreklere korku salacak. Korku ile sarsılan yürekler çaresizlikle secdelere yönelecekler. Secdelerde yürekler sarsıldıkça rahmetin ve mağfiretin limanlarına sığınılacak. Yüreklerimiz yeryüzünün anlamsızlıklarından ayrılarak gökyüzünde anlam arayışlarına yönelecektir. Umulan daima bu olmalıdır. Ümidimiz kavi olmalıdır. Fakat bütün bu yerden ve yürekten sarsıntılara rağmen hala eskide ayak diretenler kaybedeceklerdir. İlkelliğin yıkıntılarında vahşiliğin yakıcılığında eriyerek kül olup gideceklerdir. Yeryüzünün albenilerine aldananlar hırslarıyla kahrolacaklardır. Her şey benim olsun, her şeyi ben bilirim diyenlerin saraylarda şehvetleriyle, benlikleriyle, yalancı cennetleriyle yaşayanların kırk yıllık saltanatları kırk saniyede sarsılacak ve yıkılacaktır. Her şey eninde sonunda öyle ya da böyle Allah’a dönecektir. Öyleyse yüreklerimizdeki yalnızlıkları yıkmak adına her ben bir sen bularak birbirlerine sarılsınlar. Birbirleriyle kavuşan benlikler yanıcılıklarından ve yakıcılıklarından arınarak ab-ı hayatlaşacaklardır. İnsanlığın metafizik dünyasındaki servet abideleri birbirlerine kavuşan benlikler değil midir? Kavuşan benliklerden çağlayan derelerden denizlere denizlerden deryalara sükunet tutulmalarında sırlar hakikat perdelerini aralayacaklardır.

Allah’ım!

Bu gece ışımak ve kavuşmak adına merhametinle tecelli eder misin? Gecemin karanlıklarına meleklerin bir kıvılcım çakar mı? Ben ve sen dostluğunun kıvılcımında yana yakıla yanmamayı ve yakmamayı öğrenmeyi lütfeder misin?Yanmayan ve yakmayan birbirine kavuşmuş iki benliğin birliğindeki yürümelerimizde yar ve yardımcımız olu musun Allah’ım!

Sen’i Sen’den dilemek adına yalnızlığım yetmiyor. Paylaşılmayan her şey kayıp gidiyor. Paylaşılmayan saadetler kahır olarak yüreğe batmaktadır. Benliklerimizin hiçliğinden sonra her şey hepleşecektir. Allah’ım! Sana hakikat olarak bütünüyle varamasak da varabildiğimiz yerdeki mesut gönüllerimizde daha da ötesi adına ümit etmekteyiz. Seni idrak etmeyenlerin cazibesi yitip gitmektedir. Yol yine de tehlikelidir. Vehimlerimizden sıyrılamadığımız müddetçe benliğimizin putları dimdik ayaktadır. Ey benliğimin İbrahim’i neredesin?

Hz Peygamber’in Hz. Ebubekir’i ve onların nurlu yollarının gönülden adanmışları Hz. Mevlana’nın Hz. Şems’i.Karanlık gecelerimizin mehtapları ve yıldızları adına. Allah’ım! Dostluğun yetimliğinde esir olarak yaşatmayıp hayatın içinde pervaneliği dileyen bana mum olacak başka bir ben lütfeder misin?

Allah’ım!

Bu gece ışımak ve kavuşmak adına ben ve başka bir benle beraber sığınmak istiyorum. Senin merhametini ve rahmetini diliyorum. Yalnızlığımdan kurtulmak istiyorum. Bedenimi ve benliğimi kıvrandıran acılarıma inat ümitlerimin galip gelmesini diliyorum.

Allah’ım!

Benim yüreğimi ona vererek ve onun yüreğini bana alarak gecemin ışımasını diliyorum.
Bu gece.
Ya ayrılık ya kavuşmak.
Ya ayrılığın elemlerinde esir olarak yeryüzünde kıvranan ben ve sen ya da kavuşmanın saadetlerine hür olarak göğe yönelen ben ve sen.
Her şey senden gelecek kabul etmeye yada red etmeye düğümlendi.
Sabır.
Sükut.
Bu gece ya şenlik
ya da matem.

“ Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder.
Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir.
Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi,onu deve yavrusu ile doyurur. “
Hz Mevlana

bureax

  • Administrator
  • Jr. Member
  • *****
  • İleti: 62
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rüya
« Yanıtla #2 : 18 Kasım 2017, 01:50:49 ös »
Allah.

Ne şenlik ne de matem. Yangın. Her yanımı kasıp kavuran alevler. Yanıyorum. Tohum hala çatlamamak da direniyor ve beklenen filiz yeşeremiyor. Bebek hala doğmamak da direniyor ve heyecan kalbe vuruyor. Bu ilk yangınım değil ki dayanacak cesaretimi kaybetmemeliyim. Saniyelerin ilerleyişi duruyor ve her saniye bir ok gibi bedenime saplanıp kalıyor. Alev ve ok yaraları arasında ölüme direnmek adına kıvranıyorum. Ne fayda ki ölmem gerek daha fazla direnmenin anlamı kalmadı. Hayatın bin bir düğümünden bir düğümü çözebilmek adına ölmem gerek. Her düğümün çözülüşünde bizi bekleyen ölmektir. Bin bir düğümün çözülüşü ve bin bir ölümün dirilişi. Kainatı kuşatan sabrın benliğimi de kuşatmasına direnemiyorum ve sabır korku ile kuşatıyor. Korkuyorum. Kaybetmekten her şeyin bir anda yitip gitmesinden korkuyorum. Ayrılık saatinin yelkovanı hala yüreğime batıyor ve akrebi ise kırılmak bilmiyor. Allah’ım! Bu akrep de yelkovan da kırılsın ve ayrılık saati parçalansın. Gönlünden gönlüme “evet” diyen bir ses yankılansa. Ah! Bütün hayatımı bir hayal böceğinin zaman kozasından hakikat kelebeği olarak kanatlanmasına adadığımı nasıl anlatsam? Kainatı damıta damıta billurdan damlalar olarak benliğime sığdırmaya çalışmanın sancılarını nasıl dile getirebilsem? Kainatın güneşini istikbal, ayını mazi ve dünyasını hal olarak bir ben’e sığdırmak ve istikbal tutulmalarında yakarak mazi tutulmalarında yanarak hali olgunlaştırmak adına kıvranmak. Kaderim! Ah! Kaderim! Hal’den anlayan bir gönle sarılmaya ve kan kan içinde kavuşmaya imkan vermedin. Ciğerlerime yapışan ah!larımdan başka sermayem kalmadı elimde. Gurur, kibir, şehvet gelebilmek kaydıyla çekip giderken yalınlığımla baş başa kalıyorum. Yalınlığım ve ben yalnızım. Kaygan bir zemin üzerinde durmak gibi değil yürümek gibi de değil başka bir hal içinde bulunduğumu hissediyorum. Kaderime yalvarmak gibi bir şey. Hala anlayabilmiş değilim. Aklım yok oldu. Aklım yok oldu. Aşkım ise yeşermedi hala. Kurumuş bir ceset gibi hayata tutunmaya çalışıyorum. Artık insanları sevmek melekemi de yitiriyorum. Nasıl sevebilirim ki? Can yok gönül de yok. Cansız gönülsüz sevgi nedir ki? Ne verebiliyoruz ne de alabiliyoruz. Birbirimize olan ikramsızlığımız bizi vahşileştiriyor. Dişlerimiz bileniyor. Birbirimize diş geçirebilmek adına saldırganlıklarımızda dişlerimizin arasından akan salyalarla yaşıyoruz. Vahşetimiz ele avuca sığmayarak her yerde sergileniyor. Sevgi yoksa yalan ve yağma vardır. Yalan yüreklerimizle birbirimizin en bakir yerlerini bile yağmalıyoruz. Bekareti olmayan benliklerin kurtuluşu da olmayacaktır. Sevgi aşılaması yapılmayan yüreklerde taze yürekler yeşermeyecek. Yağmalar arasında şehvet artıklarından boğulacağız. Her yanımızı kasıp kavuran şehvet son nefesimizi de alacak ve hayatımız anlamsızlaşarak sıradanlığın mezarlıklarında yok olup gidecektir.
Hayatımıza mezarlık kitabeleri dikme hakkımız var mıdır? Gurur, kibir, hırs, haset, şehvet kitabeleri arasında insan yalanla ne kadar yaşayabilir?

Allah’ım!

Hayatımın miracında dem be dem dualaşarak yaşamak istiyorum.
Yalnız olmayacağım gönlümün azıklarını paylaşarak yürüyeceğim bir dost diliyorum.
Mümkün mü? Yarın olabileceğine olan ümidimi koruyarak bugün için mümkün değil demek mecburiyetindeyim. İnsanın vahşiliği, nankörlüğü ve daha buna benzer birçok olumsuz sıfatları varoldukça iyi olan her bir şey silinip gidecektir. Dilin duygu ve düşünceler karşısındaki kısırlığından sebeple anlatmak istediklerimde kısırlaşıyor.
Gülüş güzel yüreği karartılmış bir dostun anlayışına güvenerek evet demesini beklerken hayır diyen sesini işittik. Rüyalarımızın ve bedenimizi kasıp kavuran sıkıntıların çağrışımlarından hareketle beklediğimiz gerçek oldu.

-Hayır! Mümkün değil. Yapamam.

Sol böğrüme bıçak yarası gibi dost yarası saplanıp kaldı. Bugüne değin olup bitenlerden sonra böyle bir karar mı almalıydın? Gülüşü güzel adam en azından yanıldığını kabul ve itiraf eder misin? Tutunduğum tek dal olarak bir sen kaldın demiştim. Oysa sen kalkıp o dalı da kırdın. Neden kırdın?

“ Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah’ın yanındadır. “ Ayetlerden Sahneler
“ Rivayet edildiğine göre, Mekke’den hicret arzusunda bulunan bazı müslümanların eş ve çocukları, kendilerinin perişan duruma düşeceklerini öne sürerek, babalarını hicretten alıkoymak istediler. Fakat hicretle kazanılan yüksek mertebeleri öğrenen müslümanlar, eş ve evlatlarını, kendilerine engel olmaya kalktıkları için
cezalandırmak isteyince bu ayet indi; onların affedilmesini emretti. Bunun yanında, mal ve çocukların beklenmedik yer durumlarda kişiyi günaha sokup, ahiret hazırlığından alıkoyabileceğine de işaret edilmiştir.”
Her şeyi bir kenara bırakıp daha fazla mal kazanmak adına eşin adına ve çocuğun adına hayır dedin. Böylece büyüklüğünü bir anda küçültmüş oldun. Bilinen ve haber verilen imtihanı kolaylıkla kaybetmiş oldun. Eş, çocuk ve mal adına sonsuzluğu, gökleri, nurları yani ruhunu kaybetmiş oldun. Ruhsuzluğunla sıradan bir hayatın içinde bocalayıp çırpınmaktan başka ne kalacak? Bugünün sıkıntılarını, perişanlıkları kesip atmak adına yarının güzelliklerini ağlatmış oldun. Bugün kaygılardan uzak olmak adına yarının azaplarını çağırdın. En büyük azabın kollarında büyüteceğin Mina olacak. Elif lam mim ile sırlanmamış ve korunmamış Mina, senin gönlüne azap taşır olacak. Elif lam mim adını da kızına koymanı istemiştim. Eşinin gülüşünü dost bir yüreğin sırrına tercih ettin. Oysaki elif lam mim Allah’ındır. Eşinin dudaklarındaki gülüşler ise şeytanın kışkırtmalarıdır. Anlayamadın ve bilmedin. Göklere gidelim dedikçe sen hep eşine sığındın. Eşin kadınındı. Ben bir kadın elinden kırıldım, kovuldum ve yıkıldım. Hayallerimi tırnaklarımla yeşertip harmanlayacakken hasat mevsiminde gül bahçem bir kadın eliyle yakıldı. Gül bahçemde alevler var. Yangı var yüreğim yanıyor. Şeytanın girmedik kapısı kalmadı fakat bir tek kapıya giremez. O kapının ümidiyle yüreğimin yangınlarına gülümsüyorum. Beni yakıp kavuran eşin olmuştur fakat ben hep eşinin saadeti adına seni bataklıklardan çekip çıkarmışımdır. Ben kurtarırken eşin yakıp yıkmıştır. Yakıp yakını da bekleyen yanıp yıkılmaktır.
Eşin psikolojik açıdan bir yanında gelişmemiş, çocuksu yönleriyle kendine odaklı, narsisistik, ben-merkezcildir. Diğerlerinden ilgi ve sevgi bekler. İlgi ve sevgiyi alabilmek için dolaylı ve baştan çıkarıcı yollar kullanır. Sosyal açıdan katılımcı, dost canlısı, konuşkan, gayretli ve ataktır. Kişilerarası ilişkilerinde yüzeysel ve çocuksudur. İnsanlarla kendi çıkarları için ilgilenir. Zaman zaman önemsemediği ve anlamaya çalışmadığı cinsel açıdan eyleme vuruk davranışlar sergiler. Kendi davranışını sebeplerine ilişkin içgörü kazanması yavaştır. Başarısız olacağına dair endişe taşır. Evlilikle ilgili mutsuz yaşantıları olabilir. Sosyal grup tarafından kabul görmediği hissini duyar. Otorite figürleriyle sorunu vardır. Aile öyküsünde reddedici baba figürü bulunur.
Bir yanında ise, sosyal açıdan içe çekilmiş. Yalnızdır ya da çok az arkadaşla rahattır. Ürkek, çekingen, temkinli ve utangaçtır. Karşı cinsten kişilerin olduğu ortamlarda rahat değildir. Kendini küçük görür. Anlaşılmaz zor biridir. Diğer insanlarla ilişkiye giremediği için üzülür. Diğerlerinin düşüncelerine duyarlıdır. Aşırı kontrollüdür, duygularını açıkça dile getirmekten hoşlanmaz. Ciddidir, kişisel temposu yavaştır. İtaatkar, uysal ve boyun eğicidir. Güvenli, bağımlıdır. Temkinlidir, sorunlara yaklaşımı sıradandır. Tutumlarında ve düşüncelerinde katı ve tutucudur. Küçük fikirler üretmede bile güçlüğü vardır. Çalışmayı sever. Endişeye eğilimlidir. Sinirli ve kaygılıdır. Karamsardır. Suçluluk duyguları ve depresyon dönemleri yaşar.

Bir yanda başka diğer yanda başka birbirine uymayan psikolojik bir dünyanın sıkışmışlığında yaşayan eşinin yararına yapıp edilenler kayıp gitti. Kovularak, aşağılanarak, hor görülerek kalbi kırılan bana kalan ağıt yakmaktır. Yakacağım ağıtlardan ahım tütecek. Yangın yangını doğurur.

Gülüşü güzel adamın eşi!

Kıskanmasaydın olmaz mıydı? Anlam vermekte güçlük çekebilirdin. Fakat silinip atılmasına inat etmeyip kabul edemez miydin? İki insanın birbirine dostça bağlanmasına engel olmasaydın. En büyük zalim sen oldun. Bilmiyorsun ki iki insan arasında sırlar var. Sırlar ki yürekleri büyüleyen. O diyarda hep güzellik vardı. Vefa vardı. Birliğin ve sadakatin gücü vardı. İki yüreğin engellere aldırmazlığı vardı. Sana anlatmakta zorlanacağım iyilikler vardı.

O diyardan kopup gelen eşine hasretle sarıldın ve yüreğini kuşattın. Hala kuşatılmış bir yüreğe olan ümidimle sana sesleniyorum. Sırları olan iki adama yol ver.
Bütün bu olanlar ve anlatılamayacak daha başka şeylerden sonra böyle mi olmalıydı?
Kovmalı mıydın? Yıkmalı mıydın? Kırmalı mıydı? Yakmalı mıydın?
Kovuldum, yıkıldım, kırıldım, yakıldım.

Gül bahçesindeki yangının alevleri yakanın da eline sıçrar ve yakan da yanar. Bu hep böyle olmuştur. İyilikleri kötülükle karşılayanlar enin de sonunda kaybetmişlerdir. Sırlar açığa çıkınca ne büyük hata ettiğini anlayacaksın. Hala sırları açığa çıkarmamak için çırpınıp duran benim. Elif lam mim adını küçümseyerek gülen sensin. Elif lam mim Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını küçümseyenin sırrı gün olur açığa çıkar.

Elif lam mim

Hayatın bir bedeli vardır ve hayatın sıradanlığa tahammülü yoktur. Her sabah uyandığınızda şehir aynı şehir, sokaklar aynı sokak, insanlar aynı insan yani görünen her şey göründüğü gibidir. Acaba öyle mi? İnsanların yüzlerinden okunabilen sıradanlıklarda ilkelliğin çırpınışları sürüp gidiyor. Kaygılı insanlar ne yapabilir?
Ruhsal rahatsızlıklarının kıskacında eriyip gidecekler mi? Müsekkinler ve psikolojik terapiler tek çareleri midir? Birbirlerini gözetip kollamayan insanların vahşiliklerine kim dur diyecek? Nasıl durdurulacak? Sokakta, otobüste, işyerlerinde, alış veriş merkezlerinde gördüğünüz insanlar mutlu mudur? Hayatlarından ve birbirlerinden memnun mudurlar? Vefakar mıdırlar? Vefa.

Vefa arıyorum.

Bir çocukluk hayaline bağlanıp kalmışım. Ant hikayesinin zihnime hayalleşerek yerleştiğini bugünlere değin bilmezdim. Çocukların konuşmalarına, haykırışlarına, kızgınlıklarına, üzüntülerine, sorunlarına kulak verince kendi kişiliğimin derinliklerine ulaşmış oldum. Ant hikayesindeki gibi can pahasına yaşanan bir dostluk için çırpınmışım. Bir hayal için bin bir bedel ödemek mecburiyetinde kaldım. Kalbimdeki kanları son damlasına kadar dostluk adına vererek bir damla kan ile kendi hayatımı sürdürmüşüm.
Mesnevi’nin yol göstericiliğine sığınalım. Kesif rüzgarlarla
kaygı denizlerinde sallanan benliğimizi aşk limanında dinlendirelim.

“ Bütün dertlerini bir dert yapanı,
Cenab-ı Hakk başka dertlerden kurtarır.
Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeyleri kendine dert
edinen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa
Hakk, onu kayırmaz”
hadis-i şerifinin açıklanması.

Sen aklını, fikrini çeşitli yerlere dağıtıyorsun, çeşitli şeyler üzerinde, kafa yoruyorsun. Halbuki o saçma sapan uğraşmalar, o boş yere konuşmalar, bir tere yaprağına bile değmez.

Senin akıl suyunu, dünya sevgisi ve nefsani arzular dikenlerinin kökleri emer, durur. Artık o, yani ömrünün ağacı, nasıl olur da kemal ve fazilet meyveleri verebilir?

Aklını başına al da, varlık bahçesinde sürmüş olan o kötü dalları kes, buda. Yani nefsani ve şehvani düşüncelerden, emellerden kurtul. Hoş ve faydalı sürgünlere, yani ruhani, Rabbani duygulara su ver. Onları besle, yeşert.

O kötü dallar da, faydalı sürgünler de şimdi yeşildir. Ama sen sonuna bak, kötü dallar yok olur, gider. Sürgünlerden ise fazilet ve kemal meyveleri biter.

Bahçenin suyu, faydalı sürgüne helaldir, ötekine haram. Aradaki ayrılığı sen sonra görürsün, vesselam.

Adalet nedir? Meyve ağaçlarına su vermektir. Zulüm nedir? Diken sulamaktır.

Adalet bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Müstahak olmayana vermek ise zulümdür.

Zulüm nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu hal belaya kaynak olur.

Hakkın nimetini cana, akla ver.

bureax

  • Administrator
  • Jr. Member
  • *****
  • İleti: 62
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rüya
« Yanıtla #3 : 18 Kasım 2017, 01:51:03 ös »
*

İlim ve irfan sizden güleryüz bizden.
Gözyaşlarını yüreğinden gözlerinden süzenler yılmayacaklar, sükunetle çağlaya çağlaya akan gözyaşları kader kadehinde birikecek ve yalnızlığın sırlarını yırtacaksın. Damarlarından yüreğinden hücrelerine değin tüm bedenin yırtılacak. Her insanın yüreğinde bir yerlerinde gizli olan aşk tohumu canlanacak. Doğan bebeklere meleklerin metafizik hediyesi olan aşk tohumu annelerin babaların ellerinden başlayarak tüm toplumca kirletilerek kararmaktadır. Bebeklerin gülen yüzlerinde ne aşk kalmaktadır ne de gökler tılsımı. Hırsın, kibrin, gururun daha binbir başlı karanlık ejderhaları yürekleri tarumar etmektedir.

Allah’ım!

Dostluğum kırılmaktansa benliğim kırılsın.

“ Ey, yüce Allah! Bendeki bu cezir ve med’i sen meydana getirdin, yoksa benim denizim sakindi.
Bana bu tereddüdü verdin; kereminle beni huzura kavuştur.
Medet, ey Allah’ım! beni, dertlere müptela etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlar gibi zayıf olur. Bana bir yol göster, on yol değil.” Mesnevi

01/09

Altı defadır kırılarak, kovularak, yıkılarak ayrılmıştım. Yedinci ayrılışımda yüreğimi sarıp sarmalayan bir huzur var. Dostumla birlikteyiz. Sigara içmek istiyor fakat çakmak yok. Sigara içmeyi de bırakacak. Yıllar önce her şeyi sırayla bırakacağına dair söz vermişti. Bir bayram günü kovulduğum
geceyi anımsatıyor. O gece beni gönderirken arabası bozulmuştu. Oysa o gece bayram ziyareti için akrabalarına gideceklerdi. Bütün bu olanlar için “vardır bir hikmeti” diyor. Yalınlığını sevdiğim dostuma olan sevgim daha da berraklaşıyor. Gecenin karanlığında ve bir yarısında yine ayrılacağız. İkimiz hakkında kim ne derse desin umursamayacağını söylüyor.
-Herkes ikimizin arasındaki ilişkiye bir anlam veremiyor. Ben de herhangi bir açıklamada bulunmuyorum. Senin hediye ettiğin oturma grubunu görünce belki de kıskanıyorlar. Bundan sonra kesinlikle başkalarının söylediklerini dikkate almayacağım. Arada yıpranan hep sen oldun.


“ Gerçek akılların birleşmesi

Sen ve ben, evin sofasında oturduğumuz an ne mutlu bir andır,
İki nakış, iki suret; fakat bir can, sen ve ben.
Birlikte bahçeye çıktığımız zamanlarda bağın rengi, kuşların sesi ab-ı hayat verir.
Göğün yıldızları bizi seyretmeye gelir. O zaman onlara ay ve güneşi gösteririz.
Sen ve ben, senlikten, benlikten kurtularak vecd halinde manen birleşiriz. Aptalca hurafelerden kurtulup neşeleniriz, sen ve ben.
Göğün dudu kuşlarını hepsi, birlikte güldüğümüz makamda haset ile içlerini kemirirler.
Bu ne şaşılacak şeydir ki, sen ve ben, burada bir köşede oturup dururken, aynı anda
hem Irak’ta, hem Horasan’dayız, sen ve ben. “ Divan-ı Kebir

Birlikte geçirdiğimiz dört gün hatıralarımız arasında ışıyacak. Nasıl başlamıştı? Korkularımı yanımda bulundurarak gelmiştim. Karşılamaya gelecekti, beklemeden gitmiş. Umursanmadığımı düşündüm. Her şey ya bitmeliydi ya da gözden geçirilmeliydi. Belki de hala bana dair şüpheleri vardı.

İçeriye girdim. Kırmızı bir tişört ve siyah kadife pantolon giymiş. Sadece elimi uzattım. İşi ile meşgul olmaktan vazgeçmiyor. Beni karşısında görmekten dolayı yüzünde herhangi bir sevinç belirtisi gözükmüyor. Dişimi çektirmek için gelmiştim.


&







30/09

Allah’ım!

Sen bilinmeyi ve sevilmeyi murad ettin. Ben ise bilmedim ve sevmedim. Huzur mu buldum? Saadet mi buldum? Neşe mi? Sevinç mi? Bula bula elimde ve yüreğimde bulduğum büyük bir günah ve irili ufaklı biriken yığınla günahlarımla Sana geldim. Allah’ım! Yalnızlığımla burkula burkula, bahtımla vurula vurula, kalbimle kırıla kırala aşkın kıyısına tutunmak istiyorum. Fakat Allah’a yönelenlerin yollarına dair bilgim yok. Büyüğüm, yaşıtım ya da küçüğüm bir insan olsa idi yanımda ama hala yalnızım. Bu da benim bahtımdır. Bahtıma küsmek isyan değil midir? Kısmetimde her ne var ise kabullenmek sevap değil midir? Kaderimde yazılıp çizilen hep insansızlık olageldi. Yalnızlık! Yalnızlık karanlıklara bürünen bir aydınlık imiş. Peki yalnız olan nasıl sevebilir? Artık bir insanı yüreğimden ve gönlümden sevemiyorum. Herkese yüreğimi sundum ve herkes yüreğimle birlikte bir serap olarak kayıp gitti. Biliyorum ki herhangi bir insana uzatacağım elimde, gönlümün bin yarasını bulacağım. Herkes benden her şeyimi çekip aldı. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra bitkinim ve bitkinliğimle sadece ve ancak “Allah” diyorum. “Allah” deyişimin beni terkedip gitmemesini diliyorum. Herkes terk ederse etsin umrumda bile değil fakat dudaklarımda ve kalbimde “Allah” diyen bir sıcaklık(?) hep benim yanımda kalsın.
Kalbimde “Allah” diyen bir ses duydukça susmak istiyorum. Söz benim neyime? Sözün yalan olduğunu, gurur olduğunu, kibir olduğunu hala anlamadım mı? Sözlerimiz ve bakışlarımızla aslında neyi anlatmak istemekteyiz?Sözlerimiz ve bakışlarımız benliğimizdir ve her benlik tanrılık sevdasındadır. Benim benliğimde düşüncelerime, bedenime, iyiliklerime, güzelliklerime başkalarının tapınmasını dileyen bir yanım vardır. Benliğime tapınacak ne kadar köle bulursam o kadar güçlü olduğuma hükmeden o yanım bana ne vermektedir? Güç görünümlü azapların alevinde kıvranmayı sürdürmek kazanç mıdır? Haykırmak istiyorum:

-Ben tanrı değilim. Tanrı olmadığını kabullenenler peygamber olduklarını iddia edebilirler. Ben peygamber de değilim. Bir daha haykırmak istiyorum:
-Allah’tan başka Allah yoktur.

Elimle yazıp, dilimle haykırabiliyorum. Bir de gönlüm var benim. Keşke gönlümden yazıp, gönlümden haykırabilseydim. Fakat gönlümden yazacak ve gönlümden haykıracak bir gönül hayatım yok. Ki benliğimden, gururumdan, kibrimden temizlenmedikçe gönlüm gönül müdür? Yine de bana anlatılan Allah’a değil benim hayatımdan anlaya bilebildiğim Allah’ıma belki isyandır amma kısık sesle mırıldanmak istiyorum:
-Vuruldum, kırıldım ve kovuldum. Allah’ım! Senden başka sığınacak bir yer olarak insanların kalblerine yöneldim. Allah’tan başka sığınılacak her şey bir serap imiş.
Allah’ım! Beni vuran, kıran, kovan bir hayatım var. Kalbim burkuluyor. Hayat beni yıkmaya ayarlanmış diyorum. Kinimden, öfkemden, kızgınlığımdan çatlayarak patlayasım geliyor. Tam patlayacakken, Allah var diyorum ve birden yüreğime Sen geliyorsun. Anlayabildiğim kadarıyla kalbimde gizli olanların açığa çıkması için hayatım beni vurarak, kırarak ve kovarak terbiye ediyor. Allah’ım! Sana gelen yollar vardır. O yolları bilmiyorum. Allah’ım! Sen ettirmedikçe isyan etmeyeceğim. Benliğimden, gururumdan, kibrimden yırtık pırtık halimle bir avare gibi de olsa bilmediğim yollarda sana sığınmak adına, Sana doğru yöneleceğim. Tıpkı Kabe’ye yönelen karınca gibi. Allah’ım! Beni af ve kabul eder misin? Bilinmen ve sevilmen adına beni de bilenlerin ve sevenlerin meclislerinde bulundurur musun? Ben mi aramalıyım yoksa onlar mı bulmalı? Arayabildiğim kadarıyla aradım; bilen ve seven olarak bulduğum alice babayiğitçe Sana geldi ve bedenen kayboldu.
Allah’ım! Sen büyüksün diyemiyorum. Çünkü benim büyük deyişimden de büyüksün.
Hayatımın en son akşamında beni terbiye eden Sen’din. Akşam namazını kılmak için yaptıklarımın ya da bütünüyle o gün yaşadıklarımın bir karşılığı olarak bana sunduğun lutfun ne hoştu. İslam dünyasının bir ülkesinden gelmiş ve o akşam arkasında namaza durduğum yanık yüzlü o gencin yanık sesinde sükunetle yankılanan:

“ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. “

Allah’ım! Kainatın sonsuzdur. Hakiki sonsuzluğun ise kainatın sonsuzluğundan da sonsuzdur. O halde benim bilmek adına bildiğim bir hiçtir. Görünenler bir serap görünenlerin ötesi bir sırdır. Allah’ım! Seraplara değil sırlara gönül vermeyi lütfeder misin?

“ Ne yapalım
Küsemeyiz bahtımıza biz
Çünkü
Sevmeyi de kısmet biliriz
Bu kadarına da namütenahi şükürler olsun.
(Ahmet ÖZHAN-Şarkılar Seni Söyler)

02/10

Allah’ın vermeyeceğini sandıklarımıza nasıl verdiğine tanık oldum. Bu tanıklığımdan hareketle hayatını sayıklayarak yaşayan birisine “ Allah adına birlikte olmaya var mısın?” demek istedim. Bu demek isteyişim söylenmeden öylece kala kaldı.

05/10

Bedenlerin sevişmesinden öte ruhların sevişmesi mümkün müdür? Bir ruhun başka bir ruha sarılması ve yalınlaşarak sevişmesi nasıl mümkün olabilir? Bir bedenin bir bedene sonlu vereceğinden bir ruhun bir ruha sonsuz vereceğine yönelmek nasıl mümkün olur?

Rüyalarımda kızlara sarılanlara inat bacayı kırmızıya boyayan, beyaz bir kitabın yeşil çizgilerine güvenen bendim.

Bir de benim gülüşü güzel bir dostum var. Sağ gözünden öptüğüm, can yolumda candan yoldaşım olan bir dost. Dostluğumuzun başladığı o şehirden ayrılırken, havaalanında söylediği “ biz ayrılmak için ayrılmıyoruz, birleşmek için ayrılıyoruz “ sözünden hareketle “ birleşmekten “ başka, ona dair hiçbir beklentim yok. O ve ben. “ iki ayrı bedende bir ruh “ Bedenlerimizin yakın ruhlarımızın bir olmasından başka bir beklentim olamaz. Birlikte yaşadıklarımız, ona anlatmaktan çekinmediğim sözlerim, onunla birlikteyken hayatın başkaca bir anlamı var. Velev ki ona dair düşüncelerim de yanılmış olsam bile ah etmem; eğer doğru ise canım, varım, yoğum alıp ister iki kuruşa satsın ister yok etsin. Yeter ki o satsın, yeter ki o yok etsin. Ondan önce yakınlaştıklarımda yanılgının aslıyla yanıldığımı kabul ediyorum ve ah ettiğim günlerim de oldu. Bir başkasına “ Herkese yalan söylerim fakat ona asla yalan söylemem “ diyen birisine inanmak yanılmak mıdır? Dışarıdan bir gözle bakınca beni hiçbir şekilde umursamayan bir yanının olduğunu da inkar etmiyorum. Fakat bunun böyle olmasını benden yana bir sır olarak idrak ediyorum. Onunla “birleştikçe” ve “söyleştikçe” kendimi güçlü hissediyorum.

Bugünlerde hayatın kahpeliği ile daha da yakından karşılaşıyorum. Kahpece aldatıldım. Bu kahpeliğin içinde sakallarında beyaz, yüzlerinde nur, dudaklarında dua olanların ihaneti gizlenmiş. Anlıyorum ki hayat benim hayatım. Bir başkasından hiçbir beklentim olmamalı. Çünkü hayat konuştukça değil sustukça güzelmiş. Anladım ki Allah’ı konuşanların kalbinde “Allah” yok. Peygamberi konuşanların peygambere gönülleri yok. O halde aranacaksa sükut edenlerin kalplerindeki “Allah” ı aramalıyım. Sükut ederek gönüller çalanların peygambere vurgun gönüllerini bulmalıyım. Hayatın bana buldurup sonradan kara toprağa aldığı bir gönülden kalanlara sığınmalıyım. Güldürecekse o güldürsün, ağlatacaksa o ağlatsın. Alice yaşayıp, babayiğitçe ölen o gönlün aşkına Hz. Mevlana’nın kapısında tanık oldum. Gözyaşlarındaki gülümseyişleri bana gösterip; öyle yada böyle bir anlamda beni terbiye eden o idi.

Bugün ağladığım gündü. “ Yürümesi güçtür bu dikenli yolda/Ne ağlarsın, Mevla yine güldürür. “ dedi. Gözümdeki yaşlarla gülesim geldi. “ Hangi can nazar kıldı bu kalender Adem’e/Beğenmediğin mekandır işte orda güldürür “

“ yarın geleceğim belli değildir “

bureax

  • Administrator
  • Jr. Member
  • *****
  • İleti: 62
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rüya
« Yanıtla #4 : 18 Kasım 2017, 01:51:22 ös »
“ eğer öğrenirsen insan sevmeyi
sevenin halinden sevenler bilir “

Beni benden aldığını gördüğüm ilk insan Ali Babayiğit oldu. Onu nasıl anlatsam? Anlatsam anlatmış olamayacağım için sadece adından bahsedebiliyorum. Yine de bir gün anlatacağımı ümit ediyorum.
“ Kem gözle bakanlara inat kalbinin en köşesinde Arş’ı Rahman gizleyen, zevki elemlerde ve kederlerde tadan, meyhanesinde çiğ aransa bulunmayan, ne edip candan bir dost bulmak adına candan arkadaşını bulamaz olup eziyetle sabırla erip pişenlerden ve arayanların bulup kimsesiz kalmayacağını bilenlerden, her canın eremediği erenler sırrına bir kilimi tek kadehe verenlerden, “
özüyle, sözüyle ve sazıyla bir hayatı
“ harabat aleminde pişiren ademlerden” olan Ali Babayiğit.

Hakkını almak adına vereceği hiçbir şey olmayan, yalanlarından haberi olmayıp, hayatını sayıklayarak yaşayan, gerçek oğul olmaktan kaçıp bilge yusuf olacağını sananlara alice ve babayiğitçe “ yalancı yapamadığını söyler sayıklar” diyesim geliyor. Gül var sandığım gönlünde taştan kayalıklar gördüm.

Kitabımız der ki:

“ Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb’ine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın “ 84/06
“ Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunaya olmuş aya yemin ederim ki, halden hale geçersiniz. “ 84/16-1

06/10

Peygamberler müstesna
İnsanların içinde en insan
Hazreti Mevlana

Nereye yönelsem Hz Mevlana’nın büyüklüğüne tanık oluyorum. Siz O’na gönül verdikten sonra, O hep sizi eğiten bir misyon

Mekke’deyim. Mekke’nin her yeri bomboş. Kalabalık bir şehir beklerken kimsenin olmamasına hayret ediyorum. İbadet eden yok. Her halde Medine’de ibadet eden insanlar vardır diyorum. Medine’de ışıklarla aydınlatılmış bir mekanda ibadet edenler göreceğimi umuyorum.

07/10

Bir rüyadan başka bir rüyaya geçiyorum. Tarihi bir geminin yanında bulunuyorum ve başka biri daha var. Aniden büyük okyanus dalgaları iskeleye vuruyor. Halatlara tutunuyorum fakat kurtulmak imkansız. Arkadan gelen ikinci dalga ile birlikte tamamen denizdeyim. Kurtulmamın imkansız olduğunu düşünüyorum ve ayrıca kurtulmakta istemiyorum. Çünkü denizin maviliği o kadar berrak ki adeta kalbimden büyüleniyorum. Mavi o kadar mavi ki büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Hayatta her zaman yaşanmayacak bir durumu yaşıyorum. O an yüksek sesle kelime-i şehadet getiriyorum. Bir daha, bir daha sürekli olarak tekrar ediyorum. “ Eş hedü en la ilahe illallah…” Kendimi huzurlu hissediyorum.

Ve uyanıyorum.

İhtiyar bir kadının genç kızlığında gökyüzünde ayı göründüğü gecelerde ettiği dua:

- Allah’ım bana bir eş nasip eder misin? Ay gibi temiz olsun. Kimsesizlikten yüreği yanmış olsun. Kıymetimi bilir olsun.

10/10

Ayrıntıları da önemlidir fakat rüyanın ana teması yine dalgalar. Genç bir erkekle genç bir kız birbirlerine sarılıyorlar. Başlangıç olarak şehvetin bir gereği olarak başlayan bu sarılma bir acının paylaşımı olarak devam ediyor. Kız ve erkek çakıl taşlarının üzerinde sevişiyor görüntüsündeler. Genç kız ölmüş de olabilir. Erkek ona sarılmaya devam ediyor. Eğer onlara bakmaya devam edersem bu bakışım şehvetli bir bakış mıdır? Kızın sarı saçlarındaki parıltıya rağmen yüzünde ölü soğukluğu var. Erkek sarılmakla sevişmek arası bir durumda hareketlerini sürdürüyor. Onlara bakmaya devam etmem şehvetimden dolayı mıdır?
Bir telefon konuşması fakat herhangi bir görüntü yok. Telefonda konuştuğum kişinin sesi huzur verici bir ses. Uyanıyorum.

Yine bir telefon konuşması. Asker kökenli amirim hangi günler işe geleceğimi soruyor. Deniz kenarındaki ahşap bir evde pencereden dışarı bakıyorum. Dalgalar eve doğru yükseliyor ve birden denizin içinde bir uçurum oluşuyor. Dalgalar kabarmaya devam ediyor. Bütün dikkatimi dalgalara yöneltiyorum. Böyle giderse işe gitmem mümkün değil. Bu dalgaların içinde kaybolup giderim. Benden geriye sadece deniz kalır. Denizde her şey denizdir. Deniz hiçliğin sembolüdür.
11/10

Konuştuğunuz kişi hasta olmasının ona Allah’a hatırlattığını söylüyorsa ne düşünürsünüz?

-Allah’a şükretmek gerek çünkü daha da büyük bir hastalığı yaşıyor olabilirdim ve Allah sevdiği kuluna dert-sıkıntı verirmiş

İnsan hayatta ne için yaşar ki? Her şey bir yana dostunuzla bir şeyleri paylaşarak yaşamak bir yana. Dostların ibadetlerinde birlik, dualarında paylaşmak esas olmalıdır. Bir perşembe günü birlikte oruç tutmayı kabul etmek hayata dair bir güzellik değil midir? Yalnız olarak değil birlikte bilerek bir şeyleri beraber yapmak. Bu düşünceler hayatın içinde belki de anlamsız olarak nitelendirilebilir. Peki anlam verilerek yapılan hareketler insana ne vermektedir? İnsan, psikolojisi bir yana esas varlığı olması gereken ruhu için ne yapmaktadır? Ruhundan haberdar mıdır? İnsan her şeyin bilgisini elde edebilir. Yeryüzünde ve gökyüzünde bilmek adına eylemlerde bulunabilir. Fakat ruhunun bilgisini elde edebilecek midir? Elde edecekse nasıl elde edecektir? Yeryüzünü ve gökyüzünü bilen insan ruhunu bilmekte midir? Ruhunu bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmeyen Allah’ı bilir mi? Kendini bilmeyen bir hiç olduğunu bilir mi? Bir hiç olduğunu bilmeyen bir hep olduğunu bilir mi?

12/10

Hz. Ebu Bekir, şair Lebid’in:

“Bir kardeşim vardır; ne istersem verir,
Ne kadar suç işlersem bağışlar!”
şiirini terennüm etti, sonra şöyle dedi: “Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de işte böyle idi.”

Ne isterseniz verecek, ne kadar suç işleseniz de bağışlayacak, bir kardeşiniz var mı? Olmalı mı? Ne istese verseniz, ne kadar suç işlese de bağışlasanız bir kardeşiniz olmaz mı?
Gönüller Sultanının sözlerine gönül ver ve “ Bir heykeltraşın yaptığı gibi, kendine taştan bir dost yont, meydana çıkar…”

14/10/

Gönlümü gönlümden başka herkese ve her şeye verdim. Her şeyin pas payeliğinden ve herkesin fahişeliğinden kurtulmak istiyorum. Gönlümü sadece ve ancak gönlüme vermek istiyorum. Allah’ın kudretinden gelen ilhamlara olan idrakimi ve dikkatimi ziyadeleştirmek istiyorum. Allah’ın bilmek ve sevilmek adına yarattığı her cana olan sevgisi her an, an be an tecelli etmektedir. Bu sevgi kederle ve elemlerle de tecelli eder, lütuflarla ve saadetlerle de tecelli eder. Kalp kadehi, aşk meyhanesinde ilkin keder ve elem şarabı ile doldurulur. Keder ve elem şarabı ile sarhoş olan gönüllerin gözleri lüftun ve saadetin tutkunu olur. Aşk meyhanesinde an be an kendini bulanlar, kendini bilmek adına yeryüzüne ve gökyüzüne yönelirler. Kendini bilenler ise kainatın varoluşunu gönülden idrak edip, hayatlarında kendilerini hiç olarak, Allah’ı hep olarak yaşarlar. Derler ki:
-Ben hem hepim hem de hiç. Allah’ın bilinmek ve sevilmek adına ” Ol!”durmasından ve ruhundan üflemesinden sebeple hem hepim. Allah’ı bilebilmek ve sevebilmek adına hem de hiçim.

Gönlünü gönlüne vermek adına gönlüne yoldaş olacak bir gönül gerek. Sevmek için sevgili gerek. Aşk için sevmek gerek. Kederle ve elemlerle gönül şarabı sunmak adına kalbin bir mahzen olsa gerek. Sözlerini demlendire demlendire gönül şarabını elde edeceksin. Sana yoldaş olan gönül’e sözlerini vereceksin. Alır mı almaz mı? Gönül bilir. Sen verdikçe senin boşalan kadehini dolduran bir başkaları da seni bulacak yada sen onları bulacaksındır. Sen hem yeryüzü ve hem de gökyüzü olmak bakımından hem hepsin, ezelin ve ebedin içinde sonlu olmak bakımından hem hiçsin.

Hiçin hiçi bir hiç.

Gönüller Sultanı Hz Mevlana sabah namazını kıldıktan sonra kalbinden dudaklarına yansıyan sözlerle, bir ney sesinin sükunetli musikisinde der ki:

“ Allah’ım!

Kalbimi nurlandır,
kulağımı nurlandır,
gözümü nurlandır,
saçımı nurlandır,
derimi nurlandır,
etimi nurlandır,
kanımı nurlandır,
önümü nurlandır,
ardımı nurlandır,
altımı nurlandır,
üstümü nurlandır,
sağımı nurlandır,
solumu nurlandır,
Allah’ım!
Nurumu artır,
bana nur ver.
Ey nurun nuru;
Ey merhametlilerin merhametlisi
Allah’ım!
Merhametinle
beni nur et…”




21/10

Kaç gündür seni yazmaya mecbur edecek duygulardan uzaksın. Kaç gündür bu duygulardan uzak olduğunun da farkında değilsin. Ama bugün duyguların seni öyle bir yoklar gibi oldu. Gönüllere ışıyarak ruhları terbiye eden Mesnevi’den sana nasip olan beyit:

“ sana manasız gelen, seni usandıran, üzen bu susuş, hakikatte ötelerden gelen aşk naralarıdır.
Sen; “ Acaba neden sessiz duruyor? “ dersin. Halbuki o; “ Beni dinleyecek kulak kimdedir, nerede var? “ demektedir.
“ Ben nara atmaktan, haykırmaktan sağır oldum; halbuki onun haberi bile yok! Zaten kulağı çok iyi duyan kişiler bile, aşk naralarına karşı sağır olurlar!”

Beklemediğiniz bir vakitte beklediğiniz kişinin sesini duydunuz. Bu sese itibar edilerek hayata başkaca bir anlam verilebilir mi? Bu sesle söyleşerek ne elde edeceksiniz? Çölden aldığınız bir kum tanesi ile bayram sevinci yaşanır mı? Çöl kuşatılmaz bir sonsuzluksa bir kum tanesi ne anlam ifade etmektedir?

Her yol her bilgi her söz her olabilecek her şey “ alemlere rahmet olarak gönderilen “ peygambere yönelmeyecekse, varolan her şey kaybedilecek bir şeydir.

Sadece siyah zeytinle ve bir de suyla……

28/10

Yine deniz ve yine dalgalar… Kırcasalih’de dayımın evinin arkasında küçük bir toprağa diktiğim tohumlar yeşermiş. Kazdığım bir çukura ağaç dikmek istiyorum. Ağaç fidesini bayağı bir derine dikerken bir dalını kırıyorum. Kendisini görmediğim bir halde kırdığım dalı babama gösteriyorum. Denizin kenarındayım ve içimde bir soğukluk hissediyorum. Dalgalar köpürerek kumsala vuruyor. Korkuyorum. Kumsalda gezersem dalgaların beni denize doğru çekeceğinden endişeleniyorum. Yukarı doğru yürüyorum. Kar yağmış.


01/11

Yine deniz. Kirami Ekmekçi. “Hayat yeni başlıyor.” Kumsal ve denizde yüzen kadınlar.. Denizde yüzmekten utanıyorum. Kadınlar gidince koşarak denize girmek istiyorum. Acaba su soğuk mudur? “Hayat yeni başlıyor.”[/i]

Hüseyin Kaçın