Gönderen Konu: OBSESİF KİŞİLİK: ÜNİVERSİTE SINAVINDA TÜRKİYE DERECESİ YAPMAK  (Okunma sayısı 24714 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Çok uzun zamandır ağlamadım. Ve uzun zamandır kararsızlıklarım baş göstermemişti. Daha önce yaşadığım dindar ve ateist kişiliklerim arasındaki çatışmamda, uzun zamandır ateist taraftaydım.
Ne olacağını düşünmeden içimden geldiği gibi davranmaya başlamıştım. Belki de mecbur kaldım, çünkü ahlak, din, metanet ve erdem gibi kavramlar,  sizi sürükleyen  içgüdüye karşı ancak bir yere kadar duvar oluşturabiliyor.
aradaki çatışmada ezile ezile bi noktada artık hiç yapamadığın birşeyi yapmaya başlıyorsun. Boşvermek.
Şimdi ise Allah ve sex arasındaki gitgellerim tekrar başgöstermeye başladı. Hissizliğim çözüldü ve sanki ağlamaya çok yaklaştım.
Boğazıma yakın bir yere kadar gelmiş bekliyor ve gözlerime ulaşmaya çalışıyor, sanki bir yumru gibi.
Sanki vücudumun heryerini, içeriden dikenli teller sarmış, kılcal damarlarıma kadar salınmış ve tutunmuş.
Kımıldadıkça batıyor, beynimde dilimde, kollarımda, boğazımda, gözlerimde.
Evet en çok gözlerimde. Sanki dünyayı camı kirli bir gözlüğün arkasından görüyorum. Silmeye çalıştıkça daha da yağlanan bir pus gibi.
Renkler tam olarak canlı değil. Mesafe ve derinlik net olarak anlaşılamıyor.
Haklı bi tedirginlik ve huzursuzluk. İçimin boşalmasına ihtiyacım var gibi doluyum.
Her yerimi kanata kanata da olsa, lime lime etlerimi de dökse , çıksın bu dikenli tel ve artık dünyayı net görebileyim. Sesleri gerçekten duyabileyim. Kokuları içime çekebileyim.
Bitsin bu zulüm.

Alışkanlıkların adamıyım ben. Obsesyonlarımla birlikte, hayatıma dokunan köklü değişikliklerden hoşlanmam. Huzursuz olurum. Bu değişiklikler, evde herhangi bir eşyanın yerini değiştirmek ya da yeni bir kıyafet alıp
giyinmek gibi değil. Sistemsel olarak hayatıma girecek değişiklikler. Örneğin artık başka bir saatte uyanmak, birini aramaya karar verip hergün aynı saatte aramak gibi.
Bunu oturtana kadar, sürünürüm. İş yaparken, ya da ders çalışırken de aynı. Harekete geçene kadar, ertelerim ertelerim, hep en iyi şartların oluşmasını beklerim. Bahane üstüne bahane. Ama başına oturunca bazen 16-17 saat çalıştığım zamanlar olur. İlk fişek çaktığı zaman bütün korkularım yok olur ve bilirim ki onu oldurmadan kalkmam.
Alışkanlıklarımdan sıyrılmam zordur.
Bugün kendimi en büyük alışkanlığım olan, arkadaşlık sitelerinde buldum birden.
her zaman olduğu gibi birkaç insanla konuştum. birden ilk defa 'noluyo'dedim. gittim geldim. hayatımda artık böyle bir alışkanlık olmamalı mıydı. çok ürkütücüydü.
bir yandan heyecanlandım, korktum, bir yandan umut doldum.
Hatırladım, bu alışkanlığım boyunca hayatımda neler olduğunu.
Hayatıma hiç güneş doğmadı sanki. Kimseye içten bir günaydın demedim.
şu anda da tam güneş doğmadan hemen öncedeyim sanki.
sonsuz zifiri karanlık, sağır edici bir sessizlik, bunaltıcı bir hava, yaprak kımıldamayan,
Güneşin doğacağını aklımla bildiğim, kalbimle hissedemediğim, ruhumun aydınlıkla karanlığın birleştiği ufuk çizgisinde sıkışıp kaldığı, tam o andayım.
sonsuz uzaklıkta görünen mum ışığı zerresinde de olsa göster artık aydınlığını.
Bitsin bu zulüm.

Geldim 30 yaşına. İlkokula başladığımda, sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim,sadece 3 hafta gibi bir süre, kırmızı kurdele gibi bişey kazanmıştım, bu çocuk farklı yorumunu her öğretmenden ailem duyardı ve sanardım ki herkes için söyleniyor.
özel olabileceğimi ya da takdire layık olabileceğimi o zamandan sindirememişim.
eksiksiz karneler, takdir belgeleri. Liseye kadar, koca 8 yıl, okul karnelerimde istisnasız tüm notlarım 5 üzerinden 5. nasıl olabilir böyle bişey. insan hiç mi hata yapmaz, hiç mi birşeyi boşveremez.
içinde sevmediğim bir sürü dersi barındıran programda, aman bu da 4 oluversin diyemez. Devamında lise sınavında türkiye derecesi yaptım. Tv ye çıktım, dergiye çıktım, hediyeler kazandım,röportajlar verdim.
Ne olmak istiyorsunlar, nasıl çalışmayı öneriyorsunlar havada uçuştu.
Türkiye'nin dört bir yanından özel okullardan, "sizi okulumuza burslu almaktan şeref duyarız" yazılı en az 20-30 mektup aldım.
Hiçbirinde gözüm yoktu. istediğim tek bir şey olmuştu babamdan.
Sınavların açıklandığı gün pikniğe gitmiştik. Ben Türkiye'de ilk 500 e girmişim, 6 tane daha akranım var, 1 tanesi de ilk 100binde bile değil.
Analar babalar bana kralmışım gibi davranıyor, kendi çocuklarına bak da gör diye örnek gösteriyorlar.
Elin oğlu şunu yapmış, bunu başarmış vardır ya, işte o elin oğlu benim.
Piknikte boş arazilerde, erkek çocuklar babalarının arabalarını almış sürüyorlar o yaşta.
En az 10 aile falan var kalabalık, kadınlar sofra hazırlıyor, babamın içinde bulunduğu erkekler de mangalın başında.
Annemin arkadaşlarından biri, o kadar derece yaptın baban sana ne aldı diye sordu.
Ben hiçbişey demeden, babama "baba, bak o kadar derece yaptım, bana araba kullanmayı öğretsene" dedim.
O yaşta doğru düzgün hiçbir iletişim kuramadığım babama bunu söyleyebilmek benim için zaten o kadar zordu ki.
Milletin gazıyla ıkına sıkına söylemiştim.
Şimdi anlıyorum, derdim araba sürmek değil, babamla sadece ikimize özel başbaşa bişey yapabilmekti.
Çünkü eğer bi etkinliğimizde babam varsa, hiçbir zaman bu ben ve babam olmadı. hep ailecek ya da biz annemle.
Bana 20-25 kişinin içinde verdiği cevap;
"Kazanmasaydın, okuyup da bana mı bakcan, kendi araban olunca napıyosan yap"
2 üniversite mezunu bir adam söylüyor bunu, sağlıkçı bir adam
Hayatında yol yordam bilmemiş, okul yüzü görmemiş, asosyal kendi ininde yaşamış bir adamdan duysan bu kadar acıtmaz insanın canını.
Etraftan, "aaa" sesleri falan yükseldi, arkadaşları babama ayıp ediyosun falan dediler, yüz ifadesini unutmuyorum elinde mangal sallarken, "amaaan sikerler"
"ulan, alnın secdeden kalkmıyor, hiç mi duymadın, bir erkek evladın babası üzerinde 3 hakkı vardır
-yüzmeyi öğretmek, zamanın silahını kullanmayı öğretmek, zamanın binek aracını kullanmayı öğretmek"
şu cümle o an içimden geçti ama söyleyemedim
şu cümleyi söylediği andaki, yerde serili kilimin deseni, mangalın durduğu yer, etraf, diğer akranlarım kullandıkları arabalar, babamın kıyafetleri, hepsi şu an yaşanmış gibi hafızamda
boynum bükük gidip oturdum kenara ve bir daha araba mevzusunu hiç açmadım.
şimdiye kadar hayatımda iki şey için para biriktirdim, birisi ehliyetti diğeri de şimdi geldiğim terapiler.
18 ime gelince gidip kursa yazıldım ve her konuda olduğu gibi pratik de dahil tüm sınavları 95-100 gibi puanlarla geçip aldım ehliyetimi.
ve o gün bana o cümleyi kurduğunda, içimden umarım bu söylediğini Allah inlete inlete yutturur sana dedim ve olan kardeşime oldu
Tam 15 yıl sonra kardeşim sınavda sıfır çekti ve ben çalıştırayım diye üniversite okurken yanıma gönderdiler
"okumazsan okuma diyodun, bıraksana ne hali varsa görsün, niye bırakamıyosun" dedim babama
inkar etti, ben öyle bişey demedim diyor.
kardeşimi ite kaka üniversiteye soktum, şimdi de 1. sınıfı geçemiyor 2 yıldır
babam beni arıyor telefonda ikide bir, napcaz bu oğlanla
"o senin sorunun, her "amaan sikerler" dediğin kendi kendine yolunu bulamıyor işte"

ardından yine dereceyle üniversiteye girdim. üniversiteyi kazandığımda, oğlum türkiye derecesi yaptı diye benden çok babam övündü etrafta. her gelene anlatıyodu. şöyle yaptı böyle etti. hey Allahım.
1 gün sormadın be adam, nasıl gidiyor, yapamadığın var mı
2 üniversite bitirmiş adam, bir yanda ilkokul mezunu annem
beni oturtup annem çalıştırırdı, el insaf
babamın yaptığı şey, parasını basıp özel okula göndermek, parasını basıp yurtdışına göndermek
yıllarca üniversitede haftada 1 yaptığımız telefon görüşmesi
"paran var mı, yoksa; tamam yatırıyım, varsa; tamam lazım olursa söyle" den ibaret
atıyorum birgün 500tl yatırmış, ertesi gün baba para yatır diye arasan, daha dün yatırdım onca parayı naptın demez
belki uyuşturucu kullanıyorum, belki karıya kıza yediriyorum, insan hiç mi merak etmez
ama tabi ben onu ondan çok düşünürdüm her zamanki gibi ve yaşayabildiğim minimum parayla yaşadım
hep yurtta kaldım, eve bile çıkmadım kendi paramı kazanana kadar
ben 5 yıl kafa gezdirsem, tek 1 ders bile geçememiş olsam ruhu bile duymazdı.
ama tabi noldu, ben üni yi de derceyle bitirdim, en iyi yerlerde, hiçbir torpilim referansım olmadan staj yaptım(babam dolayısıyla birsürü iş adamı siyasetçitanıdık olmasına rağmen) daha okul bitmeden, herkesin çalışmayı hayal ettiği firmalarda işe girdim, aileme yaşattığım gurur üstüne gurur.
tek başıma, yanmadan sızlanmadan.
en küçük kardeşimin ergenlik döneminde annem şöyle bir cümle kurdu.
"ah oğlum, sen ergenlik dönemini nasıl atlattın, tek kelime ağzını açıp da bişey demedin, sessiz sakin kendi köşende yaşadın, bu kız bize dünyayı dar ediyor" dedi
şu cümle kim okusa, içine oturur. yazarken bile yüreğimi sızlatıyor. AH
"o edemediğim her kelime var ya, benim bi tarafımda patladı" diyebildim. 30 yaşımda ancak bu kadarını söyleyebildim.
onlar üzülmesin sıkılmasın, aman annemin gençliği soldu, aman babamın maddi dertleri, param yok param yok diye gezer ama ne hikmetse, bi akşam son model sıfır bir arabayla eve gelir
peki kendim için ne yaptım.
HİÇ
KOCAMAN BİR HİÇ.
kendi sanal gerçekliğimi yarattım. asla rahat ve özgür olamadım. hatırlıyorum 4 yaşında romatizmadan 10 gün hastanede yatmıştım.
hiç bitmeyen sağlık sorunları. hala öyle, biri bitse biri başlar ve çoğunun tibbı olarak bi tanısı bir sebebi yok.
bitmeyen eklem ağrıları, dondurma yesem hemen boğazım şişer. zıplasam ayağım burkulur
bu yaşta bile yaptığım spor, tamamen çevremden izole, rekabetten uzak, yüzme tenis fitness, indir kaldır
diğer spor yapanlarla bile göz temasından kaçınırım, sanki anlarlar, sarkıntılık ettiğimi düşünürler
yurtdışında okurken, spor salonunun soyunma odalarında çırılçıplak gezdikleri için çoğu zaman, öylece eve gidip evde duş alıyordum
koynuna girdiği adam sayısı belli olmayan ben, sosyal ortamda çıplak adam görmemek için kaçıyordum
her eşcinselde olduğu gibi, içimde öküz gibi oturan futbol sevdası
o kadar isterdim ki, gönlümce futbol oynamak, utanmadan sıkılmadan
ya da survivor yarışmasındaki gibi, bi yerim mi incinir nolur düşünmeden, hoplamak zıplamak, çamura pisliğe batmak, bağırmak çağırmak
bütün çocukluğum boyunca oturup evde sessizce oyuncaklarımla oynadım.
herkes tarafından ünlüdür, ne kadar uslu bir çocuktun
otururdun akşama kadar oyuncaklarınla sessizce oynardın.
bütün çocuklar yaramazlık yapardı, sen sessizce otururdun.
ne doğru düzgün bir sportif etkinliğe katıldım, ne çamura bulandım. üstümü çıkarıp denize girmeye bile utanırdım. bedenimden utanırdım en çok.
daha sonra bu sessizce oyuncak oynama ritüelim, ergenliğe doğru sessiz sessiz köşelerde mastürbasyon yapmaya dönüştü
internet köşelerinde "Allahım bu ne yakışıklı adam, şu ne güçlü erkek, ölüyorum bitiyorum" diye diye tükettim bütün gençliğimi
ortaokul lise ve üniversite hayatım boyunca, o kadar çok kız talibim vardı ki
bana şiirler yazan mı ararsın (siyah gözlü olduğum halde, çimen gözlüm diye  şiir yazmıştı bi tanesi, kafasına sağlık), pahalı hediyeler alanlar mı ararsın, adımı koluna dövme yaptıran bile olmuştu
evi basanlar oluyodu (onlar işime geliyordu, annem kız gibi yetiştirdiği oğlunun peşinde kızların koştuğunu gururla altın günündeki arkadaşlarına anlatıyordu)
benim için saç saça baş başa girenler mi ararsın, diğer kızları tehdit edenler mi ararsın, ,intihara teşebbüs eden bile olmuştu
üniversitede de aynı şekilde devam etti, okulda benden playboy diye bahsetmeye başlamışlardı, kızlarla iletişim kuramayan heteroseksüel erkekler, kendimden gibi gördüğüm için rahatça davranabildiğim
tüm kızlarla yattığımı düşünüyor olsa gerek ki, benden böyle söz etmeye başlamışlar
ben de erkeklerle yaşadığım şeyleri, kızlarla yaşamış gibi anlatmaya başlayıp, guya namımı kurtardım
saçma bi şekilde onca yaşadıklarım arasında pişman olduğum tek şey, kadınlarla birlikte olduğumu anlattığım uydurma hikayeler
ve hatta en son senelerde, evlenme teklifi aldıklarım bile oldu
böyle böyle en az 40-50 hikaye sayabilirim
ama hiçbir zaman, bunlara değer biri olduğumu, yakışıklı olabileceğimi, beğenilecek bir kişilik ya da fiziksel özelliğim olabileceğini kabul edemedim.
hep diğer hemcinslerimle karşılaştırdım kendimi.
daha uzun boylu, daha kaslı, daha yakışıklı, daha güçlü, daha cesur, daha daha daha, yücelttikçe yücelttim
Bitsin bu zulüm

başklarıyla kendimi kıyaslarken kazandığım tek bir kulvar vardı kendi içimde. Zekam ve başarı.
ben de tüm yatırımımı bu alana yaptım. defalarca kendimden fiziksel olarak üstün gördüğüm ya da hoşlanmadığım erkekleri, beceriksizlikleri başarısızlıkları ile yakalayıp vurduğum olmuştur
kendi içimde de sosyo ekonomik olarak aşağılarım.
mesela artık bu yaşımda, ne kadar yakışıklı kaslı güçlü vs olsa da, ilkokul mezunu birine karşı hiçbişey hissetmem.
sürekli başarılarıma yüklenerek kendimden yapayalnız, herkesin genç yaşta ulaştığı başarılara imrendiği, tamamen dişiyle tırnaklarıyla bu yaşında 2 şirket yönetmeye kadar geşmiş ama çığ gibi yalznılığından kimsenin haberinin olmadığı, bir kariyer manyağı yarattım kendimden.
insanlar sürekli, kendine çok yükleniyosun diye bana öğüt verirler. aslında kendime yüklenmem boş durduğum zamanlardır çünkü uyumak dışında tamamen çalıştığım zamanlarda, asla düşünmeye vakit bulamıyorum.
gerçi son zamanlarda, bu etkili olamıyor artık, tam tersi oluyor ve beynimin içindeki sesleri bastıramıyorum, çalışma performansım düşüyor.
eşcinsellğimi ilk kabullendiğim ve bunun ortalığa dökülüp saçılmasının hayatımdaki en büyük korkum olduğu zamanlarda kafamda dönen  bir olay örgüsünü hatırlıyorum
"kendime öyle bir hayat kurgulayacağım ki, hayatımın merkezinde kariyer olacak, hiçbirşeye vaktimin kalmadığı işkolik bir adam yaratacağım,
 yaratacağım ki, hiçkimse sen neden evlenmiyorsun diyemesin."
bu hedefimi 12den vurdum gibi görünüyor
bu günlerde beni başgöz etmeye çalışan, ailem arkadaşlarım ve akrabalarıma en çok kurduğum cümle
"işim başımdan aşkın"

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
tabi bu vur kır parçala olayından , sadist kişiliğim ve akabınde obsesif olduğum ortaya çıktı.
hem şaşırtıcı, hem değil, benim obsesif olduğum kendim dahil, tüm çevrem tarafından bilinen bir olaydır.
bedenimle barışık olmamam, kendimi çirkin ve layık bulmamam
temizlik düzen hastalıklarım
özellikle temizlik düzen konusunda sayısız manyaklığım mevcuttur
kıyafet dolabımı açsan, bir mağaza vitrininden daha düzgündür, bütün üstler vitrin düzeninde katlı, çekmecelerim bile kendi içinde bölmeli çoraplar bile sınıf sınıf ayrılmış
mutfakta takımı bozulmuş herhangi bir tabak çanağı çöpe atarım
astığım tablolar vs milimetrik ölçülerek dengededir
salon bile dağınık olsa, yatak odasında uyuyamam
yatak odasına halının ortasında öylece çıkarılıp bırakılmış bi eşofman olsun, kesinlikle uyuyamam
dağınık bi odada ders çalışamam, lavabonun içinde bulaşık varken oturamam
duşa girdiğim zaman 1 saat çıkmam, kendimi keselemekten deri bırakmadım artık
en ufak bi pislikte kaşıntı tutar
deri hastalıkları sivilce vs görünce midem kalkar
mesela bağırsağı deşilmiş bi insan görsem etkilenmem ama düzenli pürüzler halinde bir cilt hastalığı eşittir kaşıntı krizi
insanlarla tokalaşırken, acaba burnunu mu karıştırdı, tuvalete girdi elini mi yıkamadı, sürekli bunlar geçer aklımdan
metroda vs biri hapşırdığında mikroplarını saçtı diye çıkınca kendimi dezenfekte ederim
yurtdışında okurken ev arkadaşlarım yabancıydı ve ben banyoyu ve mutfağı temizlediğimde hayrete düşüyolardı
siz Türkler hep böyle misiniz, ben böyle bişey görmedim diye
orda eve ayakkabıyla giriliyordu fakat ben kendi odama kimseyi sokmazdım, kapıda çıkarttırıyodum
camiye gittiğimde kesinlikle huzurla namaz kılamam
abdestim kabul olmadı, çişim geldi, zaten zina adamıyım, kabul olmaz, bu düşüncelerle boğuşurum
dua ederken de aynı
evden çıkarken, 50 kere kilidi kontrol ederim, hele dükkanı, döner döner tekrar giderim
ütüyü fişte mi bıraktım diye delirmekten, ütü yapmayı bıraktım artık
mesela fırın kombiye çok yakın diye her defasında yaklaşırken patlayacak diye düşünürüm
başlarım kurmaya
tam ben fırından yemek alırken patlayacak
yüzüm yanacak, ölmekten beter olcam
kimse yüzüme bakmak istemyecek
en korkuncu artık kimse benimle sevişmeyecek
Allaha isyan ederim, neden bu benim başıma geldi, laf lafı açar kafamda, konuşurum konuşurum, en sonunda kendimi ağlarken bulduğum bile olur
kafamda olmayan olaylarla ilgili  obsesyonlar döndüğünde hep kötü ihtimaller döner
bazen tamamen var olmayan bir olay üzerinden kurarım
mesela bi dizi izlerken, genç bi çocuk vardır, asi isyankar saygısız
bu benim oğlum olsa döverim ben bunu diye bi başlarım kurmaya
ben buna vururum, bu evi terkeder, gider bi yerde ölür, ben evlat acısı çekerim, mezar başında ağlarım, herkes beni teselli eder
Allahım yazarken yoruldum, ne kadar zor bir hayatım var
sevdiğim insanlara karşı bile olmayan olaylarla böyle kafamda kurar kurar, sonra içimde kendimi onlara karşı doldururum.
sevmediğim insanlar, işte onlar en zoru
söylemek isteyip söyleyemediklerim
işte tam bu evrede kafamı duvarlara sürtme evresine kadar geldim
özellikle son zamanda bu dolandırımla hikayesi, yardım edip elinden tuttuğum bir o.ç ve yaptığı pisliğe karşı söyleyemediklerim
o kadar kafamı doldurdu ki, markette 5-6 poşet alışveriş yapıp, 200 tl ödeyip, poşetleri markette unutup eve geldiğim gün oldu
içine atmamayı öğrenme benim için çok can alıcı bi nokta
bu olayda en son dayanamayıp, aradım telefonla
planladığım kafamda dönen 5bin kelime falansa 100 ünü söyleyebildim
onu bile söylemek o kadar zordu ki, evde tek başıma, başım döndü, dizlerimin bağı çözüldü, yutkunamadım, iki cümleyi bir araya getiremedim
ama bu bile yürek çarpıntılarımı tamamen geçirdi
omzumdan gerçek manada bi yük kalktı
aşmam gereken diğer en önemli konular
-yalan söylememe (genelde dikkat çekmek için olayları abartma ve çarpıtma şeklinde oluyor, asla 3. kişilerle ilgili yanlış bilgi iftira kul hakkı gibi yalanlara girmem)
 ama bu bile tüketiyor beni
 tamamen şeffaf ve dürüst olmak istiyorum
-alıngan olmama (normal bir eleştri, ufak bi sitem, herşey dünyamı altüst ediyor)
 bezen kurmaca senaryolardan bile kendime alınganlık çıkarıyorum ve kafamda kurduğum senaryo, 15 senelik arkadaşımı bi kalemde silmek

http://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=1748.0

yazının devamını okumak için linki tıklayınız