Ahmet Altan’ın yeni romanı ‘Son Oyun’da; gerçekte var olması neredeyse imkânsız bir kasabada, hepsi narsist kahramanlar garip bir aşk üçgeninde buluşuyor. Altan’ın yarattığı dünyayı, yazılarından tanıdığımız psikolog Dr. Alper Hasanoğlu yazdı.
Alper Hasanoğlu / hasanoglualper@gmail.com
Son Oyun’un son satırlarını okuyup kitabı kapattığımda güzel ama farklı bir polisiye romanı bitirdiğim duygusu vardı içimde. Romanı, o kasabayı, kahramanları özleyeceğimi biliyorum. Çünkü kasabayı, oradaki hayatı iyi yansıtıyor, kahramanların acılarının içine sokuyor bizi Ahmet Altan. İskandinav polisiyelerinde olduğu gibi kahramanların yalnızca yapıp ettikleriyle ve atmosferle değil, aynı zamanda iç dünyalarıyla, ruhsal yapılarıyla da ilgili. Hem de en zor olan yerde yapmaya çalışıyor bunu Altan; ilişkilerin kaygan ve karışık yapısı içinde. Ama farklı bir polisiye, çünkü ilk satırdan itibaren katili biliyoruz ama maktulü son sayfalarda öğreniyoruz.
Kitabın başkahramanı bir cinayet romanı yazma isteğiyle gerçeküstü bir kasabaya yerleşen, küskün ve kendini pek de başarılı bulmayan bir yazar. Yetersizlik duygusuyla başa çıkmanın en etkili yolunu bulmuş ama. Tanrı’yı yaşadığımız hayatın yazarı olarak tanımlarken, kendisini de romanının tanrısı olarak görüyor narsist yazar. Kendini Tanrı’yla denk görme, Altan’da sık rastlanan bir metafor. Ama bu kadar sık rastlanınca “Gerçek mi acaba?” diye düşünesi geliyor insanın. “Birisine muhtaçtım aslında ama bunun anlaşılmasından korkuyordum.” Yazarın narsizmin altında yatan onaylanma ihtiyacının utangaç bir itirafını görüyoruz burada.
SIRA DIŞI BİR AŞK ÜÇGENİ
Bir aşk üçgeninin inşasına tanık oluyoruz daha ilk sayfalarda: Narsist yazar; kasabanın belediye başkanı ve narsist bir âşık olan Mustafa; kadınsı narsistik özelliklerle donanmış borderline Zuhal... Tutku ve acının dorukta yaşandığı sıradışı bir ilişki üçgeni. Altan’ı da başkası kesmez.
Yazar ve Zuhal’in tanışmalarında narsist bir erkeğin kendini cezbeden bir kadında duyacağı heyecanı çok iyi anlatıyor Altan. Yazar, kendisi kadar mükemmel biriyle karşılaşmıştır. Narsist bir erkeği kendine bağlayabilecek, kendinden ve bütün alışkanlıklarından vaz geçmesine neden olabilecek, borderline özellikler gösteren, zeki, güzel ve duyarlı bir kadınla…
Kerime Hanım kasabanın en önemli zengini Raci Bey’in geçkince karısı. Geçkince ama şehvetini hiç saklamaması ve ne istediğini çok iyi bilmesiyle yazarın ilgisini ilk karşılaşmalarında çekmeyi başarıyor. Narsist bir yazar da doğal olarak yalnızca kasabanın belediye başkanının âşık olduğu kadını ele geçirmekle yetinecek bir adam değil. O Tanrı’yla konuşabiliyor ve doğaldır ki Kerime Hanım’ın getirdiği ‘şekerlemeleri’ yeme hakkına o sahip olabilir ancak. Kasabanın yalnızca zenginlerine hizmet sunan özel hayat kadını Sümbül de yazarla farklı bir ilişki kuruyor. Tanrı’yla konuşan ve kendini ona denk tutan bir yazar sıradan kadınlarla birlikte olamazdı elbette.
DERS OLARAK OKUTULABİLİR
Zuhal, ilişki yaşamaktan zarar görürüm diye korkan bir kadın olarak hayatında olmayacak erkekler seçiyor kendine. Sevme olasılığı olmayan bir erkekle evleniyor, böylece ayrılınca canı yanmayacak. Mustafa’ya âşık oluyor, çünkü onunla ömür boyu birlikte olmasının mümkün olmadığını biliyor. Yazar zaten sanal dünyayla hakikatin birbirine girdiği bir yerde giriyor hayatına. Sürme olasılığı olmayan ilişkilerde çok yakın olamazsın, bu da canını çok yakmaz. Kimseyi içine almıyor Zuhal. Bir borderline’dan beklenebilecek her şeyi yapıyor. Altan, bilerek mi yoksa yazar içgüdüsüyle mi bu kadar başarılı bir borderline çiziyor bilmiyorum. Ders kitaplarına girebilir Zuhal, bir borderline tanımı olarak.
Aynı şey narsist erkek ve kadınlar için de geçerli. Yazarın, Mustafa’nın erkek narsizmi ve Kerime Hanım’ın kadın narsizmi çok güzel tanımlanmış. Yazar bir yerde şöyle diyor: “Bu, çok kuvvetli bir bağ yaratıyordu ama benim yalnızlığıma dokunmuyordu.” Güvenli bağlanmaya ihtiyaç duyup da bağlanmaktan bu kadar korkan ve bunu da özgürlük maskesi altında rasyonalize eden çaresiz narsist nasıl daha güzel tanımlanabilir ki?
Mustafa, Zuhal ve yazardan oluşan aşk üçgeninde yazar Zuhal’den çok Mustafa’yı önemsiyor olabilir mi? Zuhal’le sanal dünyada yaşadığı aşk belki de ona yetecekken gizli de olsa buluşmaları, yani ilişkilerinin belli bir oranda gerçeğe dönüşmesi Zuhal’in Mustafa’nın sevgilisi olmasıyla yakından ilgili. Çünkü yazar ne yaşıyorsa aslında narsizminin altında yatan yetersizlik ve değersizlik duyguları nedeniyle yaşıyor.
Ama hayatını biriyle birleştirmekten, özgürlüğünü yitirmekten de çok korkuyor. Zuhal onu terk ettikten sonra yaşadığı memnuniyet ve rahatlama narsist yalnızlığının elinden gitmesi olasılığından duyduğu korkunun ortadan kalkmasından kaynaklanıyor. Mustafa’yla evlenmeye karar veren Zuhal’in hâlâ ona âşık olmasından aldığı haz, Mustafa’ya karşı kazandığı zaferi temsil ediyor.
Kerime Hanım’la yaşadığı cinselliğin anlam kazanması ancak bu bakış açısıyla mümkün. Raci Bey’in karısı olmasa Kerime Hanım, onun getirdiği ‘şekerlemeler’ Raci Bey’i yenmek anlamına gelmese, bu sevişmeler romanın kurgusunu bozabilirdi. İlerleyen sayfalarda Kerime Hanım’ın kendisinin de erkeksi bir narsizme sahip olduğuna tanık oluyoruz ve yazar onu da yenmek zorunda kalıyor. Nasıl yendiğini siz kitabı okuyarak keşfedeceksiniz.
ALTAN’IN FANTASTİK DÜNYASI
Kahramanların zor ama çekici kişilik yapılarına sahip olmasını anlayabiliyoruz; roman kahramanı olmak kolay değil. Ama Mustafa ve Raci Bey hariç diğerlerinin neden narsist veya borderline olduklarını anlamamız pek mümkün olmuyor. Yazarın geçmişine dair bilgi karısının, anne ve babasının ayrı trafik kazalarında ölmesiyle sınırlı. Geçmişlerini, onların bu kişiliğe neden sarılmak zorunda kaldıklarını anlamamızı sağlayan yaşantılar eksik kitapta. O nedenle de kahramanlar biraz havada kalıyor. Okuduktan yıllar sonra hâlâ anımsadığımız Raskolnikof gibi bir kahraman yarat(a)mamış Altan.
Ama iki şey çok iyi olmuş. Kasabadaki çıkar çatışmasında simgeleşen Türk-Kürt meselesini el birliğiyle nasıl çözülemez hale getirdiğimizi çok iyi anlatıyor Altan. Kasaba o kadar açık bir şekilde Türkiye ki. Türk-Kürt çatışmasının saçmalığının bu kadar güzel sembolize edildiği ve bu trajedinin bu kadar edebi bir şekilde kaleme alındığı bir metin daha bilmiyorum.
Sanal dünyanın, içgüdülerin kişinin benliğini nasıl ele geçirdiğini, adım adım çok iyi anlatıyor Ahmet Altan. Sanal ilişkinin gerçeği avucunun içine alarak, kişiyi hakikatle hayalin aynı şey olabileceğine inandırdığını. Günümüzde, kimse itiraf etmeye cesaret edemese de, birçoğumuzun en az bir kere yaşadığı bir şey sanal ilişki.
Ahmet Altan fantastik bir dünya kurmuş bu kez bize. Gerçek dünyada var olması neredeyse imkânsız bir kasaba, bir araya gelmesi yine neredeyse imkânsız, hepsi narsist kahramanlar. Gerçek dışı ama romanın çok iyi kurgulanmış gerçekliğinde hiç sırıtmayan bir mikro kozmos.
Atmosfer yaratmada, durumları ve insan ilişkilerini kesitsel olarak etkileyici bir şekilde tasvir etmekte çok usta Altan. Zaten en usta işi, en rafine romanı bu Altan’ın. Ama en iyi romanı mı? İşte bu tartışılır.
http://www.aksam.com.tr/ekler/kitap/narsistlerin-acikli-hikayesi/haber-186037