mrb hocam. bugünkü terapiyi sıcağı sıcağına yazayım dedim. yoksa çoğu şeyi unutacağım yine.
size gelirken aklımda hiçbir şey yoktu ne konuşacağımız ile ilgili, ama gördümkü aslında konuşulacak bir sürü konu bulduk. bu terapi diğerine göre daha iyi geçti dışarı çıktığımda kendimi mutlu hissederek çıkmıştım. hatta tuhaftır kendimi tam bir erkek olarak hissettim, özgür bir erkek. bu duygu güzeldi.
otobüste sizinle konuştuklarımız aklıma geldi ve seanstan sonra ki izlenimlerimi yazayım dedim. yine seasn boyunca samimi ve içten davrandığınız için teşekkür ederim. bu seanstan hiç sııkılmadım ve hoşuma da gitti.
benim bencil olduğumu söylediniz bunu söyleyen 2. kişisiniz. evet ben kendime bencilim ve bencillik beni öyle sarıp sarmalamış kı hayatta ilerlememe, kendimi ortaya koymama, dünyanın bir parçası olmama engel olmuş. hep kendimi geri çekmişim bütün ilişkilerimde, bu da bende özgüven sorunu yaratmış evet sonuna kadar hak veriyorum size. ancak tam olarak anlmadığım nokta şu insanın kendini sevmesi nasıl olur? bu konu üstünde fazla durmadığımızı farkettim.
insanın kendini sevmesi nasıldır. kendini dış tehlikelerden korumasımı, üşüdüğünde üstüne klaın şeyler giymesimi, terli terli su içmemesi mi? ben kendimi seviyor muyum ya da sevmiyorsam nekadar sevmiyorum. bu soru aklıma takıldı. kendimi nasıl sevebilirim. düşünüyorumda hep kendimi eleştirdiğim, hep eksiklikler bulduğum kendimi kendi gözümde cehennemlik azılı bir düşman bir pislik olarak gördüğüm zamanların sayısı o kadar fazlaki. ve çok düşündüğüm, sanki düşünecek başka bir şey yoktu da hep kendi eksikliklerimi düşünmem, kafamı çatlatırcasına düşünmem bana ne kazandırdı. koskoca bir HİÇLİK. kendimi önemsemek istiyorum, kötü bir yaratık değilim, ben bir insanım ve kalbim de var. özümde de iyiyim. hiç mi iyi tarafım yok, hep kusur bende mi? hayır insan hata yapabilir, bana göre kötü insan yoktur kötü davranış vardır, hatta ypmak da en doğal hakkımızdır. peki ben neden pireyi deve yapıyorum, her defasında içimde bir mahkeme kurup suçlu da ben oluyorum hakim de ben, hesabımı kesen de ben. çok üzücü gerçekten yıllarca kendime haksızlık etmişim.kendimi kapattığım kafesimin kapısını araladım bakalım kafesten çıkabilecek miyim korkmadan. bir tohum tanesi gibi meydan okuyabilecek miyim dünyaya. diyebilecek miyim hey bende burdayım. iyi ve kötü yönlerimle sevap ve günahlarımla belki küçük biriyim belki size göre önemsiz silik biri ama ben varım ve başkaldırıyorum kendi ellerimle taktığım prangalarıma. bunu demeyi bunu yaşamayı her zerrem de ne kadar çok istiyorum anlatamam.
elimden geleni yapmaya gayret edeceğim size değil de kendime söz veriyorum.
yine kokular üzerinde konuşmuştuk. ben ifade edememiştim kendimi. her koku, tabi güzel olanlar bana eskileri hatırlatır. ama benim yaşadığım eskileri değil yaşayamadığım hayallerimi, özlemlerimi. kayısı kokusu sana neyi hatırlatır dediğinizde cevap verememiştim tam olarak. kayısı kokusu benim en sevdiğim kokudur. hafif ve sarı bir koku. bu koku bana her zaman aynı şeyleri çağrıştırmaz. mesela bir defasında soğuk bir kış günü, her taraf kar ayaz ve gece yarısı. karlar pütür pütür, gök yüzü açık ve ay dolunay şeklinde. başka zamanlarda aynı koku ılık bir mayıs aynı hatırlatır bir ilk bahar akşamını, suların çostuğu, kurbağaların vıraklamalarını. başka zaman bana batan kızıl bir güneşi, kuruyan son bahar yapraklarını, doğanın boydan boya sarardığı hüzünlü bir sonbahar akşamını.başka zaman kendi yalnızlığımı. her defasında değişir kokuların bende bıraktığı izlenimler.
yine size bahsettiğim ve kaç gündür etksinden kurtulamadığım kitabın beni neden bukadar alt üst ettiğini otobüsteyken anladım. bu konu üstünde de pek fazla durmadık ama ben şöyle yorumluyorum. romandaki kahramanı okadar çok içselleştirmişim ki içimde sanki o olmak için can atıyorum. başlangıçta kendine güveni olmayan sürekli ağlayan ve sevgi isteyen bir çocuk, diğer serilerinde kendini keşfetmesi, kendine güven duyması kendi ayalşarı üstünde durarak dünyaya hayata baş kaldırması. işte bunların hepsini ben onda gördüm satır satır, ben de bunların hiçbiri yok ve onda da var. ben o yüzden o olmak istedim aslında kitabı okurken sanki kendimin olmasını isteğim bir hayattı. o yüzden büyük umutlar besledim iyi bitsin diye ama her seferinde iyi bitmese de yine binbir zorluklarla varlığını hayata kabul ettirmesi. ve benim sulu göz ollması da kendimi ona yakın hissetmem.
kendimi ile ilgi bir şeyler düşünmüyorum demiştim sizde böylesi iyi demiştiniz. evet bence de bir müddet düşünmemek iyi. hesaplar yapmaya başladığımda yine ucu kendimi suçlamak olacak.
hesaplar benim çevremde olup bitenleri kontrol altına alma isteği idi. ama artık anlıyorum ki tam olarak, çevremdeki her şeyi kontrol altında tutamam, ne öyle bir gücüm ne de öyle doğa üstü bir yeteneğim var. biraz da suyun akışında sürüklenmek benim için iyi olacak diye düşünüyorum. bu beni korkutsa da, içime yine kaygılar düşürse de denemeliyim. bu kuyudan çıkmanın başka yolu yok.
son bir şeyler, insanlara karşı tavrım da değişiyor.mesela eskiden insanları hıristiyan müslüman yahudi zenci çinli vb. şeklinde ırklara ya da mezhepelre göre değerlendirirken artık öyle olmadığını hissediyorum. bizi biz yapan ddinler, ırklar mezhepelr dış görünüşümüz değilde duygularımız ve düşüncelerimizdir. ama en fazla duygulardır diyorum. benim yaşadığım çoğu duyguyu bir çinli veya bir amerikalı bir zenci de baya yaşıyor. onun hissettiği şeyleri ben de hissediyorum. bilemiyorum ne kadar mantıklı. hz mevlana geliyor aklıma her ne olursan ol gel sözü. koşulsuz kalbul etme isteği uyanmaya başlıyor bende. insanı, insan olduğu için sevme istediği oluşuyor içimde.bu düşüncelere o kitabı okuduktan sonra farkettim. böyle düşününce içime sevimli bir duygu yerleşiyor.yine hz ali as'ın bir sözü de bununla ilgili: dünyadaki insanlar sizin din kardeşinizdir, eğer dinler farklı ise dünya kardeşinizdir diyor. ne asil bir düşünce.
bunun dışında aklıma artık pek fazla bir şey gelmiyor. bu yüzden burda sonlandırmak istiyorum...
10 Ağustos 2012