Yazar Bülent Akyürek: “Ümmetin hali ne olacak Allah’ım!” diye ağlayamadığımız sürece sırtımız yerden doğrulmaz.
Edebiyat dünyasına "Ve Tanrı Ağladı" romanıyla adım atan yazar Bülent Akyürek yazma serüvenine çok genç yaşlarda başladı. Bağımsız ve özgün yazarlığı, sert eleştirileri ve samimi dili, O’nu Türkiye’nin önemli yeraltı yazarlarından yaparken modernizm karşıtı olarak ün yapmasına da vesile oldu. Son dönemlerde kaleme aldığı deneme-eleştiri türündeki eserleriyle “roman” yazmaya ara veren antimodernist yazar, şimdilerde “Kişisel gelişim” kitaplarını derinlemesine inceleyen ve toplumun dinamiklerine göre çözümleyen bir kitapla karşımızda: “İçinizdeki öküze oha deyin!”…
Kişisel gelişim kitaplarının anlattıklarını “Bir şeytani din” olarak gören yazar ,“Şeytanın ilmihal kitapları” dediği bu kitaplara “Tersinden yazılmış bir Kuran” benzetmesi yapıyor. Özgün ve farklı bakış açısıyla kişisel gelişim kitaplarının gizlenen ve duymaya alışık olmadığımız yönlerini tüm gerçekliğiyle, tüm samimiyetiyle anlatıyor.
Bu kitapların ve faillerinin, modernizmin ve teknolojinin kulağımıza hep aynı safsatayı fısıldadığına dikkat çekiyor: " İçindeki devi uyandır!”
Tasavvuf anlayışının önüne küçük bir ekleme yaparak “Neo-tasavvuf” kitabıyla daha geniş kitleleri amaçladığını ve düşüncelerini anlatmaya çalıştığını dile getiren yazarla son kitabına dair başladığımız söyleşide zamanı ve mekanı aşarak, yazarlık kriterlerinden ümmetin haline, Yahudileşen Müslümanlığa varıncaya dek pek çok konuyu konuştuk.
İlginç bir ismi var kitabınızın, nereden geldi aklınıza bu isim?
“İçinizdeki devi uyandırın” adında kült bir kitap vardır, batıdan çevrilen, Türkiye’de ve bütün dünyada satılan bir kitap bu. Kişisel gelişim sektörüne tekme atarken, bunların ikonası olsun dedim. Bir büyük tutumu baz alarak karşılık verirsem daha iyi olur diye düşündüm. “İçinizdeki öküze oha deyin” , “içinizdeki devi uyandıran” a karşı söylenmiş bir cümledir. Önceleri çok da taraftar değildim. Hakan Albayrak’la düşündüğümüz birkaç isim vardı kitaba dair. “Kişisel Gerileyiş” kitabı olacaktı aslında. Bu isimle birlikte iki üç isim daha vardı. Hakan bu isimde çok ısrar etti, bu ismin daha çarpıcı olması ve fikir vermesi açısından. Tabi bu arada öküzü hemen bir takdim edeyim ben size. Nefsimizin, isteme, arzu ve her şeyi yapabileceğine inanan varlığının karşılığıdır. Tasavvufun, Kuran-ı Kerim’in, dinimizin söndürdüğü, üstüne basıp çiğnediği nefsi, ayağa kaldırmak, diriltmek ve onu cici bici göstermek isteyen kişisel gelişime dur demek, gönderme yapmak için bu ismi uygun gördük.
Kişisel gelişim kitaplarının anlattıklarına “Bir Şeytani Din- Şeytanın İlmihal Kitapları” benzetmesi yapıyorsunuz, durum bu kadar vahim mi?
Modern dünyada bir çok şey iptal edilirken, bir çok şey inkar edilirken -bu kavram da olabilir, görüş de olabilir, din de olabilir- bir şeyler inkar edilirken, o tamamen yok edilmez. Yok ettikleri şeyin karşılığında, paralelinde yapmacık, plastik başka bir şey yaratır onun yerine koyarlar. Mesela meditasyon bir paralel dindir. Yoga paralel bir dindir, orada da belli ritüeller vardır, hareketler vardır. Namaza karşı koyarlar ama namazda yapılan hareketlere paralel, benzer hareketler uydururlar. O nefes alım satımları, bilmem neler! Aerobik yaparken mesela altlarına serdikleri yeşilimsi bir çuha vardır, seccadeye benzer bir bakıma. Şu anlamda da çok önemsememiz lazım, mü’minin çok önemli bazı kriterleri var. Bir tanesi kadere inanmaktır, kişisel gelişim kitaplarında ve sektörün yarattığı bütün dallarda, kader yok! Kadere inanç yok. Her şeyi yaparımcılık, bencillik ve bireycilik söz konusu. Mesela bizde cemaat inancı vardır. Cemaat toplumu olmamız gerekir. Fakat kişisel gelişimden geçmiş bir insan bireyci olur, egoist olur, megaloman olur. Kendi nefsine hitap eder. Hep istemeye yöneliktir, başarıya, kazanmaya yöneliktir. Bizde cennet fikri vardır, mükafatımız cennettir. Bizde helal haram vardır.
KAPİTALİZM İSTERKİ İNSAN YÜZ ELLİ SENE YAŞASIN
Başarı veya başarısızlık yok mudur?
Başarısızlığın maddi mi manevi mi olduğuna bakmak gerek. Maddi başarısızlıkta dinimizde bir sorun yoktur, bizde rızk vardır, biz rızka inanırız. Çalışsakta çalışmasakta ve bunun karşılığını kazansakta kazanmasakta aynıdır. Kazanırsak şükrederiz, kazanamazsakta rızk Allah’tandır deriz. Problem yoktur, başka bir işe bakarız.. Modern dünyada ise gazino, pavyon gibi bir yer algılayışı vardır. Buraya gülmeye, eğlenmeye gelmişiz gibi bir algılayıştır bu. Bizde böyle değildir. Dünya bizim eğlendiğimiz bir yer değil, kovulduğumuz bir yer, çok da eğlenceli bir yer değil. Buraya yalnızca kaybettiğimiz sınavı kazanabilmek, geçer not alabilmek için geldiğimize inanırız. Bu imkanı sağlamıştır bize dünya. Bu tarafıyla da mübarektir bizim için. Allah’tan başka kimsen olmasın böyle bir dinin inananı ol, öte taraftan da dünyevi kurallarla çevrelenmiş kişisel başarılarla, egolarla yoğrulmuş bir bilime okuyucu olarak katıl. Bir kere bunlar sektör, bir sürü malzemesi var. Tütsü satarlar kitaplarını satarlar, kasetlerini satarlar, dergilerini satarlar, çünkü Kapitalizm ister ki insan yüz elli sene yaşasın. Hani sen anlamlı yaşa diye değil. Sen bir şekilde yüz elli sene yaşa. Çünkü yüz elli sene bir müşteri olursun.
Mahut kitabı yazmak için okuduğunuz yüzlerce kişisel gelişim kitabına nasıl tahammül ettiniz?
Çok ciddi okumalardan geçmiş biriyim. Buna mecbur kaldım. Çünkü komik bir insan türü yaratılmıştı. Şeytan hareketleriyle etrafta dolanan, kendine inanan, diksiyon kursuna giden, İngilizce öğrenmeye çalışan, lafına sözüne dikkat eden. Bu kitaplardan bütün aklı almış, tonlarca gençle tanışıyorsun bir yerde. Televizyonlara bakıyorsun, gazetelere bakıyorsun hepsi bunları anlatıyor sana.
Bu insanlar bir şekilde başarılı olmuyorlar mı?
“Dost kazanma sanatı” diye bir kitap var. Buda yine kült kitaplar arasında bu anlamda. İnsani anlamda dost kazanmaktan bahsedilmiyor bu kitapta, Allah yaratmış ben de seveyim, bu benim kardeşim, dostum olsun diye bir şey anlatılmıyor. Batıda dost kazanma sanatı demek, dostu bile biriktirme sanatı anlamı taşır. Dostu biriktirme sanatıdır dost kazanma sanatı. Mantık şudur. Kimseyi kaybetmeyelim, herkesten faydalanalım. Her insanı bir şekilde bir kenara atalım, telefon numarasını alalım, adresini alalım. Onu bir köşeye bırakalım. Bir gün çorap satacaksak çorap satalım, kaset satacaksak kaset satalım. Yani biriktirme var. Biriktirme bir Yahudi özelliğidir. Kişisel gelişim Yahudi’dir bu anlamda. Biriktiren bir bilimdir. Her şeyi biriktiriyorlar. Hareketleri, davranışları, öğretileri, bir sürü kural, formül, dost, para, sermaye, her şeyi biriktiren bir bilim dalı. İslam’da bu da yok!
Bir yazar olarak asıl kavgası, derdi nedir Bülent Akyürek’in?
Biliyorsunuz ben ateizmden geldim. Otuz beş sene. Solcu olmadım ama –mecburen- solcuların içinden geldim. Beş sene önce çok başka bir şey oldu bana, çok klasik ve geleneksel bir biçimde bir rüya gördüm, hidayet nasip oldu… Önceleri yapayalnız kaldım. Beş yıldır da ibadetlerini yapan bir insanım. Dürüst olmaya çalışırım ama bu noktada şöyle bir şey anlaşılmasın, ben burada da yine ilkelerimi söylemeye devam ederim fikirlerimi söylerim, kimsenin adamı olmam. Kritik bir akıldan geldiğim için burada da kritiklerim çok acımasız oldu.
Tekniğiyle, diliyle, şaşırtan, güldüren, düşündüren cümleleriyle amaçladığı nedir peki?
Yaptığım şey şudur, modern dünyada klişeleri yıkmak. Gündelik hayatta kullandığımız basit cümleler, deyimler ve klişelerin peşindeyim ve o klişelerin altını kazımakla mükellefim. Kendimizi kandırdığımız ruh hallerimizden tutun, davranış biçimlerine kadar onları iptal etmeye yönelik kitaplar yazdım. Konuşmalar yaptım. Daha samimi bir insan tipi istedim. İkincisi son beş yıla tekabül edecek ama “Kul olmaya çalışmaktır” derdim. Hani kul hakkı yemek diyorlar, sen de çıkıp diyorsun ki kul hakkı diye bir şey kalmadı. Kul hakkı yemek diye bir şey yok. Niye hocam diye soruyorlar. Sen tekrar ekliyorsun “Kul kalmadı ki hakkı olsun.” Tekniğim budur benim yazar olarak. Sen iyi bir kul musun ki hakkını da başkası yesin. Yada senin hakkın yenildiğinde her şeyin karşılığını Allah’tan alabileceğini mi zannediyorsun şuan. Sen kul değilsin ki hakkın olsun. Hakkın da yenildiğinde Allah sana onun mükafatını öbür tarafta versin. Önce senin kulluğuna bakılır. Kul kaldı mı? Bir başka kriterim de şudur, boş yere bir cümle kurmak değil, bir cümle kurduğum zaman sanki dünya paramparça olacakmış hissi uyanır bende. Bununla bu gece beş milyar insan değişecek yada değişmeli hissine kapılırım. Bu benim hasta tarafım. Ama hedef bu kadar büyük olduğu için bir zararım olmuyor. Maksat sayfa doldurmak değil. Boş yere bir milyon laf etmek değil. Profesyonel bir yazar olarak zaten onu yaparım. Her gece bir kitap yazabilirim. Problem bu değil.. Bir başka özelliğim okuyucunun benden istediği şeyi vermek değil, onun istemediği şeyi, onun aslında duymaktan imtina edeceği şeyi söylemek. İnsanları tanıyorum, beklentilerin ne olduğunu biliyorum. Gündemi takip ederim, ona göre cümleler kurar kitaplarımı satar giderim ama bu değil derdim. Bana en çok kızan insan benim fanatik okuyucum oluyor. Önce kendisiyle didişiyor, savunma mekanizmasını kullanıyor sonra kendisiyle yüzleşmeyi beceriyor, daha sonra senin fanatiğin olmaya başlıyor. Kurduğumuz bir cümleyle hayırlı bir iş yapmamız lazım. Kurduğumuz bir cümleyle birilerinin maskesinin düşmesi lazım. Modern dünyanın maskelerinden arındırmamız lazım insanları. Modern dünyanın yalanlarını çökertmemiz lazım. Ve insanı kendisini affeden bütün cümlelerinden kurtarmamız lazım. İnsan kendini affetmemeli. İnsan kendini affettikçe megaloman oluyor, bencil oluyor. İnsanlar kendilerini cehennemde düşünemiyor. Cenneti düşünüyor sürekli. Her insan cenneti tasavvur ediyor. Kuran-ı Kerim okurken de cennetle ilgili kısımları daha sık okuruz. Ama inanınki hep cennetle ilgili kısımları okuyup, hep cenneti düşündüğümüz zaman bizim halimiz düzelmeyecektir. Cennete gitmek için cehennemi daha fazla düşünmeliyiz. Modern insan kendisinden hiçbir zaman ümidini kesmiyor. Allah’tan olan ümidi kastetmiyorum. Allah’tan da çok korkmuyor. Başka bir insandan çok korkabiliyor ama Allah’tan korkmuyor, kendisini sürekli bağışlıyor ve kendisinden ümidi kesmiyor. Ben her sabah her şeyi yapabilirim zannediyor.
MÜSLÜMAN ERKEKLER KADIN GİBİ OTURUYOR!
İsrail vahşeti hakkında neler söylersiniz?
Bizdeki eylemi eleştiriyorum. İnsanlar hocam kermes var, konuşma var, söyleşi var, miting var toplantı var diyorlar. Puşi satıyorlar. Daha dün memleketin birinde elinde gözleme, poğaça, omzunda bir tane puşi, Filistin üzerine acıklı şiirler, erkeklerin okuduğu pis pis acıklı şiirler var bunlara karşıyım. Ben şunu söylüyorum, bizim karşımızda Kuran-ı Kerim’de Allah’ın lanetlediği bir din var Yahudiler var. Allah zaten lanetlemiş, ayrıca bizim kınamamıza gerek yok. Kınasak ne olur ki! İsrail iki yaşındaki çocukları bile bombalayan bir memleket. Siz bunlara şiirle şarkıyla, mitingle modern eylemlerle giderseniz kaybedersiniz. Burada bizi kurtarabilecek tek şey kandır. Cihattır. Şu an kahvelerde oturan insanlar cihada hazır. Bu davayı sadece kan kurtaracaktır. Yani bir yerlerde bir şeylerin olması lazım. Elçilik önünde bağırmakla olmayacak, kan dökülmeden olmayacak. Karşınızda çok delikanlı, erkek bir İsrail var. Erkek gibi meydandalar. Vuruyorlar kırıyorlar, fazlasını yapıyorlar. Siz kınıyorsunuz, çocuk öldürüyorlar siz kınıyorsunuz, Birleşmiş Milletler çadırını vuruyorlar, siz kınıyorsunuz. Ve şiirsel bir dille bunlarla mücadele edeceğinizi zannediyorsunuz. Bu artık kılıç zamanı. Kuran-ı Kerimde Hadid (Demir) suresi var, bunu iyi anlamak lazım. Çok açıklamak istemiyorum ama onun tekrar tekrar okunması lazım. Bu dava artık bizim laflarımızla, mitinglerimizle yapılacak bir dava değil. Biz yenildik. Müslümanlar kadın gibi oturuyor. Müslüman erkekler kadın gibi oturuyor. Müslüman erkeklere şuan eşleri haram(bence) Çünkü cihat varsa eşleri haram hükmündedir. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Senin kardeşin orada bombalanıyor, sen burada çiçek böcek gözleme filan diyorsun. Filistinli olmak ölmeyi becerebilmektir. Biz onu da beceremiyoruz. Beceremedik. Bizim artık erkekçe, zulmünü yapan İsrail’e karşı kılıç çekmemiz gerekiyor. En çok kızdığım şey şu, sürekli Kuran-ı Kerimi açıp sabır ayetlerini gösteriyorlar. Hocam ama bizde sabır var. Ama hocam işte Allah nurunu tamamlayacak falan. Sürekli benim gözüme sabır ayetlerini sokuşturuyorlar. Kuran-ı Kerimdeki cihat ayetlerinin neden kimse altını çizemiyor bu dönem. Cihat ayetlerini konuşan yok. Herkes sabır ayetlerini konuşuyor. Bunların hepsi numara. Bir başka eleştirim ise bizim Müslümanlar şu anda Yahudi karakteri taşıyorlar. Konuşmalarında diyorlar ki, Ama hocam kendimizi ekonomik olarak güçlendirmeden, silah olarak, bilim teknik olarak güçlendirmeden bunlarla savaşamayız. O zaman ben de diyorum ki, bizim mübarek dinimizi -Peygamber Efendimizden başka- kuran dört tane mübarek hayvandır. Örümcek, güvercin, deve, ebabil. Bu örnekler niye var; bir örümcek olmasaydı bu din kurulamıyordu, başarılı olamıyordu, şimdi bizim güç algılayışımız Yahudi gibi olursa, topumuz tüfeğimiz olsun, teknolojik gücümüz olsun, biz ekonomimizi bir düzeltelim sonra onlarla savaşacağız. Bizim Müslüman olmamız için önce Yahudi mi olmamız gerekiyor? İnanın şu an İsrail erkekçe delikanlıca kılıcını çekmiş üstümüze yürüyor ve biz kaçmanın yollarını sabır ayetleriyle arıyor ve güce inanıyoruz.
Bütün bunların arasında dua nerede duracak?
Öncelikle sen elinden gelen her şeyi yapacaksın. Zulme karşı olacaksın. Zalim sultana zalim demeden Müslüman olamazsın. Müslüman kardeşin orada zulüm altındayken sen burada oturamazsın. Burada dua bence naiflik olur. Çok somut bir şey var karşınızda. Uhuda bakın, hendeğe bakın, bedire bakın, Hz. Muhammed’e bakın. Onlar o zaman güce mi inanıyorlardı? Çok az insandı sahabe. Kurana göre oku atan sen değilsin, sen imanla oku atarsan okun sahibi de benim diyor Allah. Sen oku at ben tuttururum diyor.
Türkiye Filistin için somut bir şeyler yapabilir mi?
Türkiye’nin somut adımlar atabilmesi için öncelikle insanlığın gerçeği olan, savaş ekonomisi için gerekli olan tarım toplumuna dönmesi gerekir. Modern dünyaya inat tarım toplumu olmalıyız. Marsa gidersin, uzaya gidersin, ama dünyada bir bardak temiz su bulamazsan Japon'un robotu, silahı hiçbir şey ifade etmez, hiçbir işe yaramaz. Bir bardak su bulamayınca iki robot verirler ama bu kez karşılığında bir litre su isterler. Bu şekilde kandırıldık hep.
Hani hep denir ya Türkiye Amerika’nın jandarmasıdır, orta doğuda jandarmadır. Bütün bunlardan arınıp tek başına bağımsız bir jandarma ülke olabilirse, direk savaş ekonomisine yönelebilirse kan dökmeye meyilli, geleni kovan bir medeniyet olmaya tekrar başlarsa, Moğolları, haçlı seferlerini kovduğu gibi kovarsa daha somut adımlar atacağını düşünüyorum.
Birde ordumuzun kitap okumayı bırakması lazım, subaylarımız çok entelektüeller, hepsi kitap okuyor, bilimle ilgileniyor. Ordumuzun tekrar bir Moğol ordusu olması lazım, yani mümkünse kitap okumamış, okuma yazması olmayan, savaş sanatını hatırlamış bir ordu olması lazım tekrar ki hayatta kalabilelim, türümüz ayakta kalabilsin.
Hükümet bağırıp çağırıyor, ültimatom veriyor, sesini yükseltiyor İsrail’e karşı ama bunlar yetersiz. Sonunu düşünmeden, çok somut bir şekilde savaş açılması gerekir. Türkler hangi işe sonunu düşünerek giriştiler ki, bir girsinler bakalım sonu ne olacak. En fazla yeniliriz ve ölmüş oluruz, zaten bu toplum ölmüş! En fazla yenilirsek esir düşeriz, zaten bu toplum kapitalizme esir! Gözle görülür bir şekilde, eli bağlı esir oluruz. Ama kazanırsak, güzel yarınlar bizi bekliyor olacak, farklı şeyler olacak. Ben bu anlamda savaş istiyorum ki bahane hazır. Bahane aramaya gerek yok, zulüm var. Gözü kara bir şekilde birilerinin paldır küldür savaşması lazım.