Gönderen Konu: THE GOOD BOY: BEN KİMİM?  (Okunma sayısı 940 defa)

The good boy

  • Newbie
  • *
  • İleti: 4
    • Profili Görüntüle
THE GOOD BOY: BEN KİMİM?
« : 07 Ağustos 2024, 11:01:15 ös »
Sanırım yazmayı çok da abartmamam gerekiyor, “ya nasip” diyip bir yerde yola koyulmak gerekiyor. “O yer” burası mı, şu an mı emin değilim, yine de bir şeyler karalamalıyım diyerek başlıyorum.

Kendimi “the good boy” olarak tanıtmak istedim, neden böyle dediğimi grupta olan ve yazıları okumakta olan bir çok kişi kendisinden bilecektir biraz.
Yaşım oldu artık baya, Hüseyin Hoca’dan terapi almaya çok oldu başlayalı, senelerdir yazmam için diretse de ben de yazmamak için direndim, bunu ‘direniş, inatlaşma’ olarak tanımlamayın hemen, çünkü bu tanımlar oldukça eril ve benim için henüz çok uygun değiller. Daha çok ‘üşengeçlik, korkaklık’ olarak addedelim, daha uygun kalır.

Gelgelim bir süredir terapi almaya devam ediyorum, terapilere son altı aydır düzenli katılıyorum. Kafam karışık, terapi sürecinin kendisi şu anda ifade edebileceğim kadar pek net değil kafamda, “bir şeyler deniyoruz tadında ilerliyor” diyorum içimden, ama sonra düzeltiyorum kendimi hemen, çünkü böyle ifade etmem sürece ve Hüseyin Hoca’ya haksızlık olur diyor “the good boy”.

…………………


Akdeniz’in bağrından kopup Güneydoğu’nun bozkırına, oradan taşı, toprağı altın İstanbul’a göçüp burada halen yaşam sürmeye devam ettiğim yolculuğumda bendeniz The good boy’ un “başına gelmeyen kalmadı” diyemeyeceğim maalesef. Hatırladığımda çok sade, sıradan ve kaostan uzak bir yaşantım olduğunu, belli belirsiz anılardan ibaret bir çocukluk yaşadığımı anımsıyorum… Yazarken düşündüm de erken yaşlarda birden çok şehir değiştirmiş, kök salmaya fırsat bulamamışım.. Hikayemdeki benden sonraki en önemli karakter maalesef erken ayrılmıştı aramızdan, kendisini hatırlamayacak kadar küçük yaşlarda onu yitirmişisiz. “Baba” diye anmaktan halen imtina ettiğim bu karakterin hayatımdaki yokluğunun travmasını çok sonra idrak edecektim elbette.

Annem, ağabeyim ve ablalarımla büyüdüm, evin en küçüğüydüm. Ağabeyim, annemden sonra evin en büyüğü olarak babadan kalan boşluğu istemeden doldurmaya koyulmuştu. Çok başarılı öğrencilik hayatını maddi sebeplerden dolayı sonlandırmak zorunda kalmış, az başarılı büyük ablamla birlikte Istanbul’un yollarına koyulmuş, çocuk yaşlarda çalışmaya başlamışlar. Onları birkaç sene neredeyse görmedim. birkaç senenin sonunda peşlerinden bizler de İstanbul’a göçmüşüz nihayetinde. Tabi göçmeden önce yaşadığım vilayette ilkokula başlamıştım, küçük ablam yalnız okula gitmemek için beni de erken yazdırmıştı okula. Birinci sınıfta sessiz, çekingen, varlığı yokluğu belli olmayan bir öğrenci olarak hatırlıyorum kendimi. İlk yıl için hatırladığım çok az şeyden bazıları şöyle; sınıfta arka sırada oturduğumu,  Ebru isimli arka sırada bana yakın oturan güzel bir kıza nedendir bilmiyorum yakın ve ilgili davrandığımı, ona bir şeyler alıp verdiğimi, onun gözüne hoş görünmeye çalıştığımı hatırlarım. Bunun dışında hatırladığım; dersin birinde öğretmen herkesi tahtaya çıkarıp sırayla şarkı söyletmişti, benim için çok zor bir şey olmalıydı ki sınıfta bunu yapmayan tek kişi olmuştum. Cesaret edip tahtaya çıkmamış, inatla şarkı söylememiş ve bundan dolayı cezamı da almıştım tabi ki.

İstanbul’a ilk geldiğimizde gecekondu hayatları yaşamıştık, ne kadar yoksulduk hatırlamıyorum ama annemin yeterince tutumlu olmasından  istediğimiz şeyler alınmazdı genelde. Diğer ablalarım da okumayı bırakıp iş hayatına atılmışlardı. Bir tek ben okuyordum. İstanbul’da ilkokul ikinci sınıfa başladım. Okulun ilk günü dehşet verici, kaotik gelmişti, ağladığımı, çok endişelendiğimi hatırlıyorum. Halbuki birinci sınıfa rahat başlamıştım, arada neler oldu, beni bir şeyler etkiledi mi bilemiyorum. Okulda çoğu zaman “ensesine vur, lokmasını al” tabir edilecek bir tiplemeydim. Çok çalışkan da olmadım hiç bir zaman. İçine kapanık, kimseye karışmayan, az kişiyle iletişim kuran garip bir çocuktum.

Ağabeyimle derslerim vasıtasıyla iletişim kurardık. Kızardı bana çok, dövdüğü de olmuştur kendisi inkar etse de. Ondan çok korkardım, yaramazlık yaptığımda annem onunla tehdit eder, akşam eve geldiğinde şikayet edeceğini söyler, beni hizaya sokardı. Ağabeyim eve gelene kadar korku dolu saatler geçirirdim. Beni ölesiye dövmemiştir, birkaç kez dayağını yediğimi hatırlarım ama beni o kadar şiddetli korkutan, o dayanılmaz şeyin ne olduğunu şu an yazarken anlamaya çalışıyorum. Sanıyorum “utanç ve çaresizlik” hissiydi yaşadığım şey, benliğimin yok edilmesi tehdidi olarak yaşantıladığım.
 
Ağabeyimle hatırladığım en eski şey beni sudan sebeple dövdüğü bir olaydı. Sanırım ondan korkmaya başlamam bu olayla olmuştur, bunu da şu an düşünüverdim. Onunla mesafeli, bazen yakın ve korkutucu ama çoğunlukla yüzeysel bir ilişkimiz oldu hep. Neşeli biriydi ama sevgisini pek göstermezdi. Yakın arkadaşlarıyla zaman geçirirdi hep, yaşıtlarımdan birine ilgi gösterir olduğunda içimde fırtınalar kopardı, başkasını değil beni sevmesini isteyemezdim. Ondan bana zaman kalmadığı için ablalarımın kucağına düşmüştüm. Onlarla keyif aldığım zamanlar geçirmişimdir pek çok kez. Küçük ablamın peşine düşerdim hep, o nereye ben de oraya. Onunla daha samimi bir ilişkimiz vardı. Bu yakınlıktan onlara özenmiş olmalıyım ki kızlar gibi giyinip süslendiğim, davrandığım olmuştur. Davranışlarıma da gözle görülür yansımış olmasından olsa gerek “kız gibi, karı gibi” tabirlerine maruz kaldığımı hatırlarım. Bunun yanlış ve utanılası bir şey olduğunu idrak ettiğimde bu söylemlere fazlasıyla duyarlılık geliştirmiştim.

Hem erkek çocuklarla hem de kız çocuklarla vakit geçirdiğimi hatırlıyorum, kız çocuklarıyla çok haşır neşir olduğumu pek hatırlamam. Az da olsa daha çok erkek çocuklar olmuştu çevremde. Onlarla top oynayıp içlerinde daha çok olmayı hep çok arzuladım, bir o kadar da çok korktum onlardan. Bariz bir tehdit yoktu ortada bakıldığında, ancak kendimi güvende hissetmiyordum bir şekilde. Bir noktadan sonra onlardan ve  aktivitelerinden iyice uzak bırakmaya başladım kendimi. Lisede nerede silik ve sünepe karakterler varsa onları bulup arkadaşlık kurardım. Onları sevdiğimden değil, bağ kurma ve sosyal ilişki kurma ihtiyacımdan, bir de yalnız, acayip bir karakter olarak ortalıkta gezinmeyi istememektendi sanırım. Artık acayip biri olduğumu kendime tescil etmiştim ve başkalarının gözünde de daha az acayip biri olacaktım onlarla ilişki kurmayarak, onlara kendimi göstermeyerek. Bunun pek akıllıca olduğunu söyleyemem ama “korkak ve savunmasız” hisseden bir çocuk için kendisini korumak ancak böyle olabilirdi diye düşünüyorum. Zaman geçtikçe insanlarla daha çok temkinli ilişkiler geliştirmeye başlamıştım. “Saygınlığıma” zarar verecek, beni utandıracak birine, bir ortama tahammülüm çok azdı. Sahip olduğum şey artık sağlıklı bir benlik saygısının sınırları dışına çoktan taşmış, immatür, sahte bir karakter olarak ortaya çıkıvermişti, belirmişti iyiden iyiye “the good boy”.

………………..


Lisede ortalama bir öğrenciydim, matematik dersinde öne çıkmıştım. Sözel derslerde fenaydım. Bir gelecek, meslek hayali olmadan liseyi tamamlamıştım. Ortalama notlarım ve üniversite için tercih yapamayacak kadar kötü bir sınav puanım vardı elimde. Okul bittikten sonraki iki yıl içinde ağabeyimin etkisiyle ders çalışmaya başlamış ve fena sayılmayacak bir puanla üniversite okumaya hak kazanmıştım. İç Anadolu’da geçirdiğim üniversite yıllarında sezsiz, içine kapanık klasik rolümü oynamaya devam ediyordum. Duygusal geçen ilk iki yılımda salmaya direttiğim köklerim beni boğacaktı nerdeyse o yabancı şehirde. Okulun daha ikinci haftasında şehrin hengamesinden, insan trafiğinden uzak sakin bir yerinde, garip şekilde yeni tanıştığım kişilerle ev tutmuş, bekar, öğrenci ev hayatıma ultra hızlı geçti yapmıştım. Bu hızlı geçiş, öncesinde kaldığım devlet yurdundaki yabancı insan kalabalığının kaosundan kaçıp bir an önce soluklanacak güvenli, sakin bir bölge arama telaşından olsa gerekti. Telaşla aldığım bu kararı çok sonraları üniversite hayatımın en büyük pişmanlığı kabul edecektim. Konforumdan ödün vermediğim, sedanter sürdürdüğüm bu ev yaşamı, edindiğimde bana belki de hayat boyu işime yarayacak bir çok sosyal, kültürel ilişkinin önünü kesmişti....

......

Uzun süre önce kaleme aldığım ve içime sinmeyen bu yazıyı anca paylaşmaya karar verebildim, hep yaptığım gibi çekindim, korktum. Soruyorum kendime, taşları "korku" ile örülüyorsa bu lanet "meselenin" yolu, bizi kim kurtaracaktı bu yoldan, var mıydı bir kurtarıcımız? Burada olduğuma göre kurtarıcı da benim, şifacı da, katil de.. içime sinmiyor cevap, düşünüyorum da, sahi tam olarak "ben kimim?".
« Son Düzenleme: 17 Ağustos 2024, 02:57:29 ös Gönderen: The good boy »

KoyuGri

  • Newbie
  • *
  • İleti: 21
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN KİMİM?
« Yanıtla #1 : 07 Ağustos 2024, 11:18:27 ös »
Beklenen yazı gelmiş 👏🏻👏🏻 son paragraf vurucu olmuş. Yusuf Dikeç sakinliğinde yüreklerimizi tam onikiden vurdun. Acilden yazıyorum şuan. Acilen bekliyoruz yazının devamını.

The good boy

  • Newbie
  • *
  • İleti: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: THE GOOD BOY: BEN KİMİM?
« Yanıtla #2 : 17 Ağustos 2024, 02:59:32 ös »
Uzun bir aradan sonra yazmaya başladığımda nereden devam edeceğimi düşünürken buldum kendimi. “En doğru başlangıç diye bir şey yoktur” dedim kendime, “başlamak” vardır, “nihayete erdirmek” üzerine kaygılanmadan, önemli olan da budur elbette diye düşünüp. Basit bir yazma eylemi üzerine akan bu fikirsellerin kendime, kim olduğuma, kim olmak istediğime ve kim olmaya çalıştığıma dair önemli noktalara temas ettiğinin farkına varıyorum yazarken. “En doğru”, “en düzgün” ve dahası en’lerin dört koldan beni sıkıştırdığını, hareket edemez hale getirdiğini, potansiyelim her neyse buna dair bana bilgi vermeyi bırakın beni hatalı düşünmeye, çarpıtmalar üretmeye sürüklediğini görüyorum. Ben eğer her kimsem, mevcut haliyle bozulmuş bu düşünce sistemimin çok dışında, epey ötesinde olmalıyım biliyorum. Kim olduğum meselesine takılmış gibi görünüyorum, şu an için kendime verebileceğim tatminkar bir cevap olmasa da sanırım ara ara bu meseleye yeniden dönüş yapacağımı hissediyorum.

30’lu yaşlarını teker teker deviren bir genç olarak, hayata umutlu baktığımı söyleyemem. Yaşamın bir yerinde mumyalandığımı, o yerden sonra hissetmeyi, hayal kurmayı, sevmeyi terk ettiğimi, içimin boşaldığını, yalnızca bir bedenden ibaret olarak hayatımı idame ettirdiğimi düşünüveriyorum. İyiye, güzele, saf mutluluğa ve hakikate dair bir şeyler silinmiş gibi kayıtlarımda. Tepki gelmiyor, hissetmiyorum. Yalnızca izliyor ve oynuyorum. Yazarken asıl kelimeyi buluveriyorum, kaybettiğimi bildiğim önemli bir şeyi anımsamanın heyecanıyla, “canlılık” diyorum, evet bu! Kayıtlarımdan belki de geçici olarak silinen, varlığını bildiğim ancak derinlerde kalan, erişmeye zorlandığım her ne/neler ise beraberinde benden bariz kopardığı şeyin kendisi aynı zamanda. Orijinalime, sahici benliğime ulaşmayı başarabilirsem, yeniden “yaşamaya” başlayacağım, hissedeceğim yeniden, seveceğim daha çok, konuşacağım daha gür, öfkeleneceğim daha özgür…. ve eminin tutmayacağım yasını yaratıcısı olmadığım bu eserin.
« Son Düzenleme: 20 Eylül 2024, 11:18:32 ös Gönderen: The good boy »

The good boy

  • Newbie
  • *
  • İleti: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: THE GOOD BOY: BEN KİMİM?
« Yanıtla #3 : 20 Eylül 2024, 11:17:43 ös »
Merhaba yeniden..

Kendimle ilgili giriş yapmıştım. Çocukluk, okul ve aile yaşantım hakkında genel bir çerçeve, özet sunmuştum. Bir miktar daha bahsetmem gerekirse, geleneksel doğu kültüründe, muhafazakar, dindar sayılabilecek bir ailede ve politik bir çevrede büyüdüğümü, okuma yazma bilmeyen bir annem, en fazla ortaokul eğitimi almış aile üyelerim, yine benzer tahsil düzeylerinde bulunan akraba, eş, dost ve yakınlarım arasında lisans düzeyinde eğitim gören kuşağın ilk neferlerinden biri olduğumu söylemeliyim. Uzak-yakın çevremde doktor, mühendis, savcı bir amcamız, teyzemiz hiç olmadı. Olanlara da hep imrenmişimdir. Yoksul ve eğitimsiz bir toplulukta büyümüş olmaktan dolayı kendimi ve çevremi utançla karşıladım. Yadırgadım, hakir gördüm hep bana ait olanı, benle olanı.

Zengin yaşantılarla pek karşılaşmadık, ama nedense küçüklüğümden beri bende olmayan maddi dünya gerçeklerine hep iç geçirdim, gıpta, haset karışık duygularla karşıladım onları. Eziklik hissederek uzaklaştım hep “o” bölgeden. Yetersiz, eksik, değersiz ve utanılası hissettim kendimi hep, bana bunları hatırlatan çoğu şeyi, kişiyi kabul edemedim hayatımda, yakıştıramadım kendime. Bu duygudan hep nefret ettim, ailemden, büyüdüğüm derme çatma evlerden, gecekondulardan, uyuduğum kırık dökük kanepelerden, üzerimi örten eski püskü battaniyelerden, evimizin duvarlarını is içinde bırakan sobadan, karnımı doyurduğum yer sofrasından ve yazmaya zorlandığım daha birçok şeyden hep utandım, utanmanın kendisinden nefret ettim. Bu nefretin kendisinden de nefret ettim. Annemden nasıl utandığımı, onunla yolda yürürken hızla adımlarla önden yürüyüp annemi hep arkamda bırakışımı, okula herhangi bir sebepten dolayı gelmesi düşüncesinin yarattığı endişeyi, dehşeti hatırladıkça kendimden daha çok utandım, daha nefret ettim.
Çocuk yüreğimde büyüttüm hep bu nefreti, utancı, sarmaladım kendimi iyice, sıkıştırdım kalbimi, kaygı ve utanç küpü olarak gezindirdim kendimi durdum. Ağzını sıkıca kapadım bu küpün, gizledim, korudum güneşten, rutubetten, insan içinden. Fermente olmuş benliğimi tanıyamaz oldum. Bahsetmedim kimseye, açmadım kendime bile…

Eşcinsellik meselesine gelirsek; bu mesele hoşnutsuz benliğimin en ekşimiş tarafında durmaktadır. Kötü kokular gelmiyordu ama fena halde mide bulandırıyor, baş döndürüyordu.
Kendisiyle tanışmayı çok geciktirdim, ağzıma dahi almadım, yok saydım hep varlığını.
Ortaokul zamanlarıydı, inanılmaz yakışıklı inkılap dersi hocasına düşmüştüm. Güzel, hoş duygular bırakmıştı üzerimde. Ona yakın olmak istemiş olmalıyım ki, birgün okul bitimi arkadaşlarıma hocaya otobüs durağına kadar eşlik etmeyi, birlikte onu uğurlamayı teklif ettiğimi hatırlıyorum. Bu masum teklifin arkadaşlarım tarafından hangi söz ya da bakışla yanıtlandığını net hatırlamamakla birlikte, aldığım karşılıkla bu anın masumiyeti aniden tozla buz olmuş, gülünç, utanılası bir şey olarak hayata geçmişti bedenimde hatırası. O zamanlar utanmam gereken yeni ve önemli bir şey daha keşfedilmişti, ancak bunun ne kadar önemli olduğunu kavramam ve izini sürmeye niyetlenmem epey yıllar alacaktı…

Geçen epey zamandan sonra üniversite sınavına hazırlanmak için gittiğim dershanede matematik hocası ilgi kesildiğim bir sonraki önemli kişi olmuştu, dersinde olmak, birlikte soru çözmek hep çok keyifli ve heyecan verici olmuştu. Gülüşü, zeki biri olduğu düşüncesi ve aile babası olması başlıca beni etkileyen unsurlar olmalıydılar. Geçen süreçte yaşadığım duyguya anlam vermekte zorlanıyor, bundan dolayı acı çekiyordum. Çaresizlik ve kafa karışıklıkları ile yaşadıklarıma anlam vermeye çalışıyordum. Yalnız kaldığımda hislerimi dramatize ediyor, gözyaşı döküyordum.
Olan biten her şey yalnızca içimde olup bitiyordu. Kimseye anlatamıyordum, zaten anlatmayı da düşünmüyordum çünkü duygularımın acayipliğini ben dahi kabul edemiyordum.

Üniversitede sınıf arkadaşım olan bir kıza ilgi duymuştum ama bu ilginin nerede konumlandığını ben de anlamıyordum. Üniversite hayatı boyunca hemcinslerimden kimseye duygusal bir yatırım yapmamıştım. Sınıfta sevilen, popüler bir karaktere belli belirsiz bir ilgi beslesem de ayrı dünyalarda olduğumuz için ayna kanalda bir araya gelememiş, arkadaşlığımızı ilerletme imkanı olmamıştı. Okul boyunca genelde herkese karşı oldukça soğuk davranıyordum. İletişime çok zor geçiyordum, başımı öne eğerek ve gözlere bakmayarak geçiyordum insan içinden. Beni yutacaklarmış gibi kadınlardan özellikle daha uzak duruyordum. Sevecen ve sıcakkanlı kadınları tehlikeli görmüyordum, iletişimi kurduklarında ben de onlarla rahat konuşabiliyordum. Bu iletişim örüntüsü bende sabitti. Güleryüzlü ve konuşkan insanlar karşısında hep kendimi daha güvende hissetmiş, zırhımı inceltip doğallığımı kuşanmış oluyordum. Mizacımın sınırları vardı elbette, oldukça da katıydı. Biriyle laçkalaşmam oldukça zordu, sosyal kişilere hep acayip imrenir onlara hayranlık besleyiverirdim.

Yakışıklı, fiziksel olarak güçlü, yapılı, atletik, özgüvenli, otorite konumunda olan, iyi giyinimli, maddi yönden varlıklı, iletişim becerileri kuvvetli, akademik zekası yüksek ve entellektüel karakterlere oldukça çekiliyordum. Bu saydığım özelliklerin bazıları tek başına yeterli olabiliyordu dikkatimi çekmesi için.  Çoğunlukla da bu kişilerden hep uzak durmayı seçiyordum. Çünkü bende olmayan niteliklere sahip oldukları için yanlarında kendimi aşağı hissediyor, benimle ilgilenmeleri için bir sebep göremiyordum. Yanlarında kendimi hayal edince küçüldükçe küçülüyor, görünmez oluyordum. Onları gözümde oldukça büyütüyor, ve yarı tanrısal özellikler atfediyordum. Bu gerçeklikten kopuk düşünme şeklime engel olamadığım gibi düşündüklerime gerçekten inanıyordum da. Sanırım kendimi aşağılama ve başkalarına ait olana imrenip hayal kurmaktan zevk alıyordum.
Belli düzeylerde samimi erkek arkadaş ilişkileri kurabildim. Bunlar ilgi duymadığım, sıradan bulduğum kişilerden oldu çoğunlukla. Terapilere başladığım süreçte erkek arkadaş ilişkilerimin de yüzeysel, içtenlik ve sevgiden yoksun olduğunu farketmiş olmam bir miktar sarsıcı olmuş, başta kabullenememiştim.
Terapiler ilerledikçe zamanla ne ve kim olduğuma dair yeni şeyler öğreniyordum …

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: THE GOOD BOY: BEN KİMİM?
« Yanıtla #4 : 21 Eylül 2024, 05:02:28 öö »
Eşcinsellik özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve ebeveyn ihmallerinin sonucu olarak gelişen bir durumdur. Eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere terapi imkanı sağlamamak, gerçekte eşcinselleri küçük düşüren bir tutumdur.

https://youtu.be/-9bPlRuOq-Q?si=3LPplNbsk-WVa29r


Velev ki Eşcinseliz: Furkan

https://www.youtube.com/watch?v=SK5ycgpoVC8

Velev ki Eşcinseliz: Mert

https://www.youtube.com/watch?v=BI6NM-gENrw

Velev ki Eşcinseliz: Efe

https://www.youtube.com/watch?v=rxfQS3Da1Wg




https://www.instagram.com/reel/C8jfEMtCLuV/?igsh=eXZ3bW44bXUzeWJr
İletiyi düzenle