Gönderen Konu: EŞCİNSELLİK MUTLU SON MUDUR: VİŞNE SUYU (7. BÖLÜM)  (Okunma sayısı 1993 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
BÖLÜM 7:       

Bu terapide nedense aptalca bir mutluluğum vardı. En azından öyle söylüyordum ama daha rahat davrandığım çok bariz. Bence mutluluktan çok, boş vermişlik var artık. Biraz da aşırı özgüven. Tabii bu özgüven genelde olduğu gibi zeka ile alakalı olan şeylerde var sadece. Sınav stresi yaşamadığımdan, sınavda başarılı olacağımdan emin olduğumdan bahsetmişim özetlersek eğer. Boş vermişliğe gelirsek, umutsuzluk kaynaklı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü başarmam gereken her şeyi başarmışım da yaşayacak başka anılar yokmuş gibi davranıyorum.


- Kötü şeyler var mı peki?
- Düşünüyorum da, kötü bir şey yok hocam. Hep iyiydi.
- Kötünün kalkması sana güç mü veriyor ya da güven mi?
- Bir korku var aslında içimde, kötü şeyler olmadan garip hissediyorum.
- Şaşırıyor musun yani buna?
- Yani, şaşırıyorum. Fazla iyi çünkü!
- Eskiden "Bir ayın üç haftası kötüydü, bir haftası iyiydi." diyelim. Şimdi dört hafta da iyi mi?
- Aynen öyle, size en son geldiğimden beri kötü bir şey olmadı.
- Bu sana ne kattı peki? Sorguluyor musun neden oldu bu diye?
- Benim kanaatime göre terapinin faydası bu.
- Faydası ne?
- Ben değişmiş olmalıyım ki insanlarla ilişkilerim daha düzgün yürüyor. İnsan ilişkileri tek taraflı değil neticede. Ben de diğerlerini değiştiriyorum.
- Bu terapi sana bir şeyler kattı ve sen de ailene ya da çevrene olumlu şeyler kattın yani.
- Aynen öyle.

Gerçekten diğer insanlara bir şeyler katmış mıydım veya gerçekten ilişkilerim daha sağlıklı mıydı? Bence hayır. Ama dünyaya daha beklentisiz bakıyordum sanki. İnsanlıktan bir umudum kalmamıştı. Tabii ki yukarıda da anlaşılabileceği gibi müthiş bir korku vardı. Hayatım boyunca bu kadar uzun süre boyunca sıkıntısız bir dönem geçirmemiştim. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm adeta. Bir insan sürekli sıkıntılar yaşamadan nasıl yaşayabilirdi? Bunu bilmiyordum henüz. Ayrıca huzurun ve mutluluğun ne olduğu bilmediğim de aşikar. Çünkü o zaman gerçekten mutlu ya da huzurlu değildim. Sadece mutsuz değildim ve diğer duyguları bilmediğimden dolayı ne hissettiğimi açıklamakta güçlük çekiyordum. Ama ne olursa olsun, mutsuz olmamak da iyi bir şeydi sonuçta. Bunu kaybetmekten korkuyordum fazlasıyla ve bu beni gerçekten huzurlu olmaktan alıkoyan şeylerin başında geliyordu. Düşünsenize, hayatınız boyunca kendinizi iyi hissettiğiniz bir an olmamış ve içinizde cılız bir umut yeşermiş. Ama o kadar yenisiniz ki bu hayata, ne yapacağınızı ya da ne düşüneceğinizi zerre kadar bilmiyorsunuz. Diyeceksiniz ki "Olur mu bu kadar abartı?" diye. Fakat bu bir abartı değil maalesef çünkü iyi hissettiğiniz bir anın ilerisinde kötü bir olayı seziyor ya da biliyorsanız, o iyi hissi yaşayamazsınız. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir psikoloji içerisindeydim o gün.

- Bana göre babamın ailesinin de hepsi sorunlu. Bu yüzden çocukları da sorunlu.
- İlişkileri nasıl peki?
- İlişki yok denecek kadar az. Bayramdan bayrama belki görüşürler.

   Sorun aslında babamda değil yani. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Asıl suçlu dedem de değil ama! Her şey Adem ile Havva'dan başladı. Kesin bir yanlışlık yaptılar çocuk eğitiminde de ondan geliyor başımıza bunlar. Böyle olmadıysa dahi yasak meyve olayı var değil mi?

- Biz toplantı yapmaya başladık, Berk'in babasıyla falan.
- Ne toplantısı?
- Dedemin vefatından sonra çocuklar dinden mahrum kalmasın diye cuma akşamları toplanıyoruz. Her şeyi kendimiz hazırlıyoruz ve büyükler müdahale etmiyor. Çocuklar sıkılmasın diye oyunlar da ekliyoruz.
- Büyükler kimler peki?
- Biri annemin erkek kardeşi, biri de teyzemin eşi.
- Babandan bağımsızlar bunlar ve babanı benimsemiyorlar değil mi?
- Evet.
- Kaynaşma oldu mu peki? Kalıcı olarak devam eder mi sence?
- Kalıcı olur kesinlikle. Gelemeyeceksek haber falan bile veriyoruz artık.
- Herkes de benimsedi. Orada bir benimseme, bir duygusal hava var yani.
- Evet, var.
- Bizimkinden daha faydalı olduğunu düşünüyorum açıkçası.
- Ben de onu soracaktım. Sizinkinde ne eksik o zaman?
- Sadece bir kişi anlatıyor.
- Dinleyen kişilerde ne eksik?
- Anlayamadığım şey şu, haydi ben oğlu olduğum için kendimi gitmek zorunda hissediyorum, canı sıkılmasın diye. Fakat dinleyen kişiler, babamın sürekli aynı şeyleri anlatmasına rağmen, neden sıkılmıyorlar anlamıyorum. Sıkılmamak için orada mutfağa gidiyorum. Allah'la dostça konuşuyorum.
- Ne demek bu yani?

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSELLİK MUTLU SON MUDUR: VİŞNE SUYU (7. BÖLÜM)
« Yanıtla #1 : 03 Ocak 2024, 12:36:05 ös »
Bana yol göstermesini falan isterim. Konuşurum onunla, ağlarım bazen de. Özellikle mutfak bana daha kutsal geliyor açıkçası.
- Yani babanın odasından falan daha kutsal buluyorsun mutfağı.
- Çünkü daha yakın oluyorum yani.
- Ötekiler? Onları gözlemliyor musun?
- Gözlemliyorum.
- Ne eksik onlarda? Neden oradalar? Ne arıyorlar?
- Bağlılık sadece.
- Nedir o bağlılık?
- Hepsi güçsüzler ve bağlanacak güçlü bir şey arıyorlar. Geçen bir şey oldu hatta. Herkesin önünde bir tartışmamız oldu, bana bağırdı falan. Sonra benim için "Hepsi bana saygılı davranıyor, önder sayıyorlar beni. Benimleyken bağırıyor bana, bari onların önünde yapmasın böyle." demiş.
- Orada ne hissettin böyle deyince?
- Çok bir şey hissetmedim aslında çünkü benimle konuşarak değil, annem aracılığıyla bana söyledi. Yani bana bu şekilde iletmiş.
- Neden doğrudan seninle konuşmuyor?
- Çekinir benden.
- Neden çekinir?
- Dobra dobra söylerim her şeyi çünkü. Herkesin önünde böyle derse "Benim için mi lider oldun? Bana ne?" bile diyebilirdim belki.

   Düşünün yahu! Karşınızda bir baba var, otorite timsali olması gereken kimse. Fakat benim gözümde ise gerektiğinde azarlanabilecek bir varlıktı. Hatta öyle ki, bence o da kabullenmişti bunu. Benimle yüz yüze konuşma cesaretini neden bulamadığını hala tam olarak anlamış değilim.

   Terapilerde, konuları sürekli saptırmaya çalıştım o günlerde, özellikle de "sevgi ve güven" konuları gündeme geldiğinde. Şimdi baktığımda, başka insanların hayatlarından kendiminkinden fazla bahsettiğimin farkına vardım. Duygularım yokmuş gibi sürekli mantıktan bahsedip durmuşum; başkalarının yanlışları, "Şu olay şöyle, bu olay böyle.", "Efendim, ne olacak bu dünyanın hali?" ve terapi saptırmaya yönelik daha nice konular. Lanet bilinçaltı! Sorunlarıma o kadar çok alışmış ki, sorunları çözmeyi bile kendisine tehdit olarak algılıyor. Güven duygusundan bahsetmişiz terapinin bir kısmında mesela. Bende en ufak bir değişim olmamasına rağmen kendime olan güvenimi artırmak için ne kadar çaba gösterdiğimi ve ne denli büyük kazançlar elde ettiğimi söylemişim. Yalan arkadaş, yalan! Sırf "Bende bir sikim değişiklik olmadı." dersem HK beni değiştirebilecek olumlu çözümler üretecek diye uydurulmuş cümleler bunlar. HK da bir insan neticede, kendine güven konusunda ilerleme katettiğimi düşünmüş ve sevgi konusuna geçmiş. "Nasıl da atlattım HK'yı?" dercesine sessizce bir kahkaha fırlatmışım yeni konuya geçerken. Ne de olsa ikinci konuda da yalan söyleyip bir terapinin daha sonuna gelebilirdim kolayca. Öyle de yapmışım. En iyi kullanılabilecek şeylerden birini, yani dini bir sohbeti kullanarak yırtmaya çalışmışım sevgi konusundan da. Kendimi kandırabiliyorsam, halkı da kandırabilirim. O halde meclise girmeye diğerleri gibi ben de hak kazanabilirim bu gidişle. Onlar kadar iyi olabilir miyim bilmiyorum gerçi ama "Çocukluktan yetişmeye başladım ben de." dersem belki aralarında bir şansım olabilir.

   Terapide, hayatımın çıkar ilişkileri üzerine kurulu olduğunu çok feci bir şekilde anlatmışım. Öyle ki, bir annenin çocuğuna olan sevgisini bile manevi bir çıkara bağlamışım. Dalların yapraklarla, gezegenlerin yıldızlarla, Tanrı'nın insanlarla, annenin evladıyla, kocanın karısıyla, karının kocasıyla, masanın sandalyeyle, şarj aletinin telefonla olan ilişkisini birer çıkar ilişkileri yumağına döndürmek terapi sürecinde değişmeyen birçok yönümden biri. Size soruyorum: Çıkar ilişkileri olmadan yapılan bir şeyler var mı? Birine karşılıksız bir maddi yardım yaptınız diyelim, karşılığında rahatlama hissini alıyorsunuz. Gereksiz şeyleri bu denklemden çıkarırsak,  sonuç olarak parayla rahatlama hissini satın alıyorsunuz. Lanet felsefe ve safsatalar!

   Neden yalan söylüyordum HK'ya? Çünkü ücret ödüyordum terapi başına. Ücret ödediğim birine güvenmek için ne sebebim olabilirdi ki benim? Bildiğim çıkar ilişkisiydi işte. O parasını alıyordu, ben de konuşup içimi döküyordum. Gerçekten bana bir şeyler katma isteği olabilir miydi ki bu adamın? Yahu olsaydı bile, parayı ne için alıyordu o halde? Dolandırıcının tekiydi büyük ihtimalle ama birkaç kez daha terapiye gelmek bana bir şey kaybettirmezdi. Sizce de o zamanlar düşünmüş olduğum bu şeylerde bir yanlışlık yok mu? Gelmişim yedinci terapiye, hala terapiler ve HK hakkında karar verememişim. İşte bu en büyük hata! HK'nın kim olduğu önemli değil ki. Ne söylediği ve söylediklerinin doğru olup olmadığı önemli.