Gönderen Konu: RIZASI YOK: TECAVÜZ SONRASINDA EŞCİNSELLEŞEN ÇOCUKLARI NASIL KURTARABİLİRİZ?  (Okunma sayısı 3376 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Zoom üzerinden yine bir tecavüz mağduruyla görüşeceğim. Bilgisayarın koca ekranında kocaman gülen bir yüzle karşılaştığımda yaşadığım şaşkınlığı es geçeceğim ama rahatlığı ve ilk sözleriyle nasıl ters köşe yaptığını anlatmadan geçemem.
Enerjisi ekrandan bana geçiyor o kadar diyeyim size; başladı seri biçimde anlatmaya; “Ben sizi tanıyorum ama siz beni tanımıyorsunuz, yani bir sıfır öndeyim. Arama motorlarını doğruluk açısından sıkıntılı bulduğum için sizi oradan sorgulasam da bu sadece bir ön bilgi edinme, bir ufak merak giderme çabasıydı. O çetrefilli sürecinizi de bizzat sizden dinlemeyi çok istiyorum. Siyasete ya da medyaya ilgisiz gençlerden değilim.

Bak sen! Pazarlık yapıyor benimle, çok hoşuma gitti, gerçekten çok hoşuma gitti bu rahat ve samimi hali, hadi hayırlısı bakalım.
Bir İklim Hanım vardı Ergenekon’dan yargılanan ama sağdan sola her cepheden vurgun yedi, hatta iş linçe kadar vardı. Sonra kayboldu İklim Hanım. Şimdi de ben onunla hayatımı konuşacağım, bu çok acayip heyecan verici, benim açımdan çok özel bir durum. Şimdi bugün A’dan Z’ye beni konuşalım, zaten çok gönüllüyüm size detaylarıyla uzun uzun anlatmaya ama söz verin bir başka müsait gün de ben sizi dinlemek istiyorum.

Söz verdim tabi ki. Vermez miyim, bu kadar içten bir isteği nasıl geri çeviririm.

ELİF BUNU GERÇEKTEN DEDİ AMA BENİ YENİ TANIYAN GENÇ OKURA GEÇMİŞ MAZİMİ HATIRLATMAK OLMUYOR MU BU YAPTIĞIM, YANİ ÇOCUĞUN DEDİĞİ HER ŞEYİ YAZMA ZORUNLULUĞU YOK YAZARIN AMA YAZMIŞIM. NE YAPSAK SİLSEK Mİ BU KISMI NE DERSİN FİKRİNİ SÖYLE OKURKEN BU SATIRLARI?

Bu görüşme biraz farklı olacak, özel ve güçlü bir genç var karşımda, yaşından çok daha olgun. Benim tüm görüşmelerin tanışma faslında söylediğim kalıplaşmış kelimelerim var; biri “Bazı sorularıma şimdiki aklınla, terapi görmüş halinle değil o küçücük yaşlardaki ruh halinle cevap ver lütfen” diye rica ederim ama okuyunca anlayacaksınız ne kadar özgüvenli ve tüm kalbiyle kendini ortaya koyduğunu.  Diğer kalıplaşmış kelimemi de ilk defa ben söylemeden Zahit bana söyledi; çıkış yolumuz sadece iyilik, tek isteğimiz; iyilik. Yani bağcı dövmek değil üzüm yemek derdindeyiz.

O da iyi gelsin istiyor hikâyesi okuyanlara. Acıyı değil, geçilen yolu örnek alsınlar istiyor. Çok fazla önemsiyor çocukları.  Karşılıklı planladık, onun yaşam öyküsünü iki kısımda ele alacağız; terapi öncesi ve sonrası.  Böyle aktarırsa çok daha verimli olacağına ikna etti beni. İşim zor, karşımda duygularını çok güzel anlatan bir genç var, kendine vakıf. Yani ıkına sıkıla irdelediğim, soru sormaya çekindiğim, geçmişi çok deşersem kırarım üzerim diye kılı kırk yardığım bir görüşme olmayacak belli. Çok araya girmeyeceğim, pazarlık etti resmen; o anlatacak, ben dinleyeceğim; anlaşmamız böyle. Bu bölümün dümeninde Zahit var, biz onun rüzgârı nereye götürürse oraya savrulacağız, sıkı tutunun, başlıyoruz.
Kolay kolay insanlarla tanışabilen biri değildim, onca berbat şey yaşamışım, gelin tanışalım, anlatayım demek imkânsızdı. Bu rahatlığa uzun zamandır yaşadıklarımı terapilerde düzenli olarak anlattığım için ulaştım. Benim için aşırı rahatsızlık veren bir duygu; taciz ve tecavüz!

- Hikâyeni özellikle sansürsüz yazmam için gönüllü hatta ısrarcı olmanın sebebini çok merak ediyorum, önce bunu açıklar mısın? Kaldı ki bunu yapmayacağım biliyorsun, konuştuk. Yani kurumlar, gerçek isimler, ikamet yerleri ve benzeri gerçekler kişisel tercihimle bu kitapta yer almıyor. Görüştüğüm insanların benden dolayı zerre kadar zarar görmesini istemediğimi ve sebeplerini uzunca konuşmuştuk, anlaştık seninle. Neydi; “bağcı dövmek değil üzüm yemek isteğimiz.”
Yeter ki bu kitaba bir faydam olsun İklim Hanım, saklanmak gizlenmek gibi bir derdim yok çünkü tecavüz olayıyla ilgili dava açıldığı için adli kayıtlara girdim. Linç yedim, aşağılandım; sırf buna tepki olsun diye her şeyi açıkça konuşmaya başladım epey zamandır çevremde. Tek derdim ihtiyacı olanlar yaşadıklarımdan pay çıkarsın.
- Tecavüz gibi korkunç bir olayın, bir de davası içinde bulunmak çok zor olmalı, genelde psikoloğa anlatmakta bile zorlanıyorsunuz, nasıl bu kadar cesur oldun?
Dava açma kısmı biraz doğaçlama gelişti aslında. Benim cesaretim değildi açıkçası, olamazdı da. Hukuk sürecinde yaşadığım adaletsizliklerden sonra kayış kopardım, cesaret sonra kendiliğinden geldi. Haksızlığa uğramanın ne olduğunu iyi bilirsiniz, haklılığın getirdiği çok sesliliğe cesaret diyor birileri, oysa insanda olması gereken bir özellik değil midir; dilsiz şeytan olmamak... Tek istediğim yaşadıklarım örnek ve ibret olsun, birileri uyansın, toplum kendiyle yüzleşsin.
- Dava açmak doğaçlama gelişti ne demek? Hiçbir şey oluşmadı kafamda bu cümlene dair, açar mısın?
Baştan anlatayım. Her zamanki gibi tartışma yaşandığım bir gün, üç beş eşya ile kendimi sokakta buldum. Ailem resmen evden attı, sokakta kaldım, sokak çocuklarının takıldığı bilinen bir yere gittim. Bir süre sonra orası tehlikeli oldu, tuhaf bir sürü insan geldi, garip garip baktılar, laf attılar, çok korktum ve polisi aradım. Ekip geldi, beni oradan aldı, çocuk şubeye götürdü; anlamsız biçimde nezarethanede geçirdim iki geceyi. Sonra yurda yerleştirmeye kalktılar ve mecburen ailemi aradılar. Bizimkiler tabi ki yine umursamıyor. Ailemden sağlıklı bir tepki görmeyen memur bana bilgi veriyor: “Seni yurda yerleştirdikten sonra, bakmakla yükümlü oldukları halde sana bakmadıkları için ailene devlet olarak biz kamu davası açacağız, hatta dilersen sen bile yüklü tazminat davası açabilirsin” şeklinde. Tabi o anlarda bu söylenenin zerre karşılığı yok bende, söylenenleri algılamadığımı net görüyorum geriye dönük baktığımda.
Ertesi gün sevk dosyamı hazırlarken son bir kere daha aramışlar ailemi ve bunları onlara da söylemişler. İşte o zaman babam apar topar gelmiş, hele “Tazminat davası” lafını duyunca gerçekten uçarak gelmiş. Sonra memur “Niye çocuğunuzu dışarıya attınız?” diye sorular sorup ifade alıyordu. Babam nasıl faka bastı bilmiyorum ama orada tüm sakladıklarını ortaya döktü. “Benim çocuğum tecavüze uğramış ve bu yüzden çok sorunlu oldu, çok kızdırıyor beni, o yüzden attım evden ve evlatlıktan reddedeceğim” dedi.
O sırada komiser, “Şu an bu söylediklerinizi tutanağa geçirmek ve kamu davasına döndürmekle yükümlüyüm”  Memur babama fırça attı. “Sen çocuğunun tecavüze uğradığını sakladın, devlete bildirmedin, üstüne evden attın ve bunları ifaden alınırken ikrar ettin” dedi.
Babam şeriatçı biri; dava işine girmez, inancından dolayı devlet mahkemeleriyle hatta devletin hiçbir kurumuyla muhatap olmaz. Allah büyük işte, güya polislere beni şeytanlaştırıp kötüleyerek kendisini savunurken Rabbim ona hata yaptırdı. O an aklına kamu davası veya mahkeme ihtimali gelse asla anlatmazdı. Tecavüz olayımı ona ilk söylediğimde, kurumu şikâyet etmek bir kenara, kurumdan hesap dahi sormadılar! Bu konu hiç konuşulmadı evde, hatta aralarında karar aldılar; “Konu komşu duymayacak, hiçbir Allah’ın kulu duymayacak, ilahi adalete bırakacağız” dedi de başka bir şey demediler!

- Sen tecavüze uğradığını söyledin ve konu ev içinde kapandı öyle mi?
Evet, ama şimdi dava sürecini anlatayım, bu sorunuzun cevabı zaten kendiliğinden çıkacak ortaya.
- Peki, öyle olsun, söz verdik bir kere uslu bir dinleyici olacağımıza, susuyorum anlat istediğin gibi.
Neyse işte o gün resmi işlemler yapıldı, evraklar savcılığa, oradan mahkemeye gitti. Sonra üç defa canlandırmalı ifadem alındı. Bu kısım şahane, dikkatle dinleyin İklim Hanım, böylesini duymamışsınızdır. Ayarlarınızla oynayacağım birazcık, artık idare edin?
Belli geliyor gelmekte olan, bu çocuk aklımı alacak, hissediyorum,  hadi hayırlısı.

Ev adresine gelen resmi mahkeme davetiyle çağırıyorlar, tıpış tıpış gidiyorum. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi çocuk bölümünde bir oda var, siyah camlı, filmlerde ki sorgu odalarına benzeyen boş bir oda. Camekânın arkasında kâtip, savcı ve psikiyatrist bulunuyor. Yaşadığın tecavüz olayının gerektirdiği kadar kişi getiriyorlar o boş, siyah, soğuk odaya. Bunlar bildiğiniz oyuncu, figüran kişiler; çok affedersiniz İklim Hanım, orada bana şöyle tecavüz ettiler, beni böyle becerdiler şeklinde bayağı açık, net, birebir pozisyonlarıyla göstererek detay detay anlatıyorsunuz.
Yaşadığınız o korkunç anı, bir nevi yetkililerin önünde oynuyorsunuz, yeniden fiziksel ve sözlü olarak canlandırıyorsunuz. En ince ayrıntısına kadar anlatmak zorundasınız, eğer kem küm ederseniz, sorular yükseliyor mikrofonik sesten, odaya o ses yayılıyor ansızın, yani sizin zorlandığınız ya da onların yeterli bulmadığı anlarda açık seçik sorular sorarak daha net anlatmanız bekleniyor.
Bu çok aşağılayıcı bir durum, buna rağmen çok zorlanarak bu işkenceye katlandım, verdim canlandırmalı ve sözlü ifademi.
Aradan beş ay geçti adliye kaleminden aradılar; “Sizin dosyanın içi boş, ifade kayıtlarınız yok, tekrar gelmeniz lazım”
Girdik bir yola artık dönüş yok, kaçışı da yok babamın, akıl aldığı avukat arkadaşı da “Olmuş bir hata, insanlık hali kaybolmuş işte evraklar, tekrar gitmeniz lazım” deyince. “Bu da beni bulmuş, şansıma tüküreyim” diyerek, ya sabır çeke çeke gittim. Tekrar aynı şeyler. Yetkililer geldi, figüranlar geldi, tabi ki başrol oyuncusu, büyük aktör bendeniz hazır ve nazır bulundum, sahne ışıkları yandı. Dekor hazır; soğuk, kara, büyük camlı, tozlu bir oda ve iki sandalye.
Yönetmen siyah camın arkasında, bir iki üç kayıt sesi duyuldu. Ben başladım oynamaya, Allah için bu defa figüranların hakkını yememek lazım daha bir tecrübeliydiler; sen arkama geç, sen şöyle ağzımı kapa, sen önümde dur demeden kendileri leb demeden leblebiyi anlıyordu, bayağı yardımcı oldular sağ olsunlar. Bakmayın şimdi böyle deliliğe vurmama; iğrenç detaylarıyla, dakikalarca saçma sorulara, yeniden gerçek cevaplar vererek ne kadar çöktüğümü, yorulduğumu tekrar etmeyeyim, şu an size de kıyamam. Der demez, bir de siz yormayın aktörü diyerek gülmeye başladı Zahit.
Sinirinden gülmüyor çok net bayağı gülüyor, sinirden gülümseyen benim. Öte yandan Zahidin kıkırdamasını, anlatışındaki film benzetmesini de garipsiyordum ki meseleye niye öyle yaklaştığını anladım. Çünkü bu rezil senaryoyu yedi ay sonra üçüncü kere oynaması için çağırılmanın verdiği yıkılmayla, yani çocuk artık delirmemek ya da adliyeyi yakmamak için dalgaya vurmuş durumunu.
İklim Hanım şok kelimesi yetersiz, nasıl olabilir yani devletin kurumunda yetkililer kendi düzenledikleri bir evrakı koruyamaz! Adliye içinde alınmış, yok benim dosya, sanki bir gizli el tarafından yürütülmüş. “Yasal bir dosyaya sahip çıkamıyorsanız ben ne yapabilirim” dedim ve gitmedim tekrar çağırdıklarında.
O an orada bulunan herkes günlük para alıyor bu hizmetten ama ben 8 yaşında yaşadığım o korkunç olayı yeniden, yıllar sonra tıpkı o an yaşadığım gibi anlatmak, bir nevi yaşamak zorunda bırakılıyorum. Hem de defalarca. İşkence gibi değil mi bu?
Savcının arada absürt sorularına cevap veriyorum. Kâtip böyle ekşi yüzle, o kadar tiksinerek bakıyor ki inanın o bakışı hiçbir insan unutmaz. Aşağılayıcı şeyler söyleniyor aslında, soru sormak adı altında. Bu yasal süreç iğrenç bir deneyimdi, mağdursunuz dibine kadar ama bir de hukuk tarafından da mağdur ediliyorsunuz.
Ve sürekli bu evrak kayboluyor, mahkeme kaleminin numarasından dördüncü kere aradıklarında telefonlarını bile açmadım.
İfadeler ve savcı kısmı böyleyse mahkemeye zaten hiç gitmek istemedim. Kendime bu kötülüğü yapamazdım. Avukat gitti, psikolog gitti. Şahitlik ve bilirkişilik eden psikolog ve avukat; “Hâkim senin davanda resmen sesi açık olarak telefonunda oyun oynuyordu. Yüzümüze bile bakmadı, duruşma 10 dakika bile sürmedi” dedi bana.
Bunu ben yaşamamışım gibi, sanki dizi film ya da roman kahramanıymışçasına, kendimden ayırarak algılamayı seçtim, bu normal yaşamımı bir nebze kolaylaştırıyordu. “O anı yaşayan ben değildim” gibi inandırdım yıllarca kendimi. Ben zaten o mahkeme kısmını da hiç yaşamamış saymak istediğim için en son duruşmaya gitmedim, dosyamı bile almadım.
Dava sürecini de hiç takip etmedim; ne oldu, ne bitti, babama bir geri bildirim oldu mu mahkemeden bilmiyorum. Ben reşit değildim, ailem de bu süreçten kendini tamamen soyutladı. Allah biliyor ya bu dosyanın sürekli kaybolması, mahkemenin önemsiz bir alacak verecek davasına bakar gibi olan tutumu ve bu kadar uzun yıl alması zaten içime kurt düşürmüştü. “Babamla tecavüzcülerim birlik olup davanın gidişine etki etmiştir” noktasına kadar gelince paranoyalarım pes ettim, etmesem kaç yazardı. O dakikadan sonra süreçle ilgili tek eylemim, eylemsizlik oldu.
“Anksiyete” ya da “huzursuz bağırsak sendromu”nu bilirsiniz, sanki roller coaster’a bindiğinizde içiniz çekilir gibi olur ya, işte o hissin fiziksel olarak hiç bitmediğini hissedin, sürekli iç organlarınız çekiliyormuş gibi yaşadım o süreçte.
Sekiz yaşında cinselliğin C’si hakkında bir bilgim, bir keşfim yoktu, şartlar gereği olamazdı zaten. Şeriatçı bir ailede bu konulardan zerre haberdar olamazsınız. Duyduğum, gördüğüm, hissettiğim bir konu değildi. Sıfır his, sıfır eğitim, sıfır bilgi.
Dehşet vericiydi, o gün bunu algılamam mümkün değildi. Grup mastürbasyonuna dönüşen, ancak fuhuş çetelerinin yapabileceği bir şeydi o günlerde yaşadıklarım, bugün bakınca geriye görünen tablo bu.
- Zahit, ailenden başlamalıydık ama kaptırdın gitti. Seni özgür bırakacaktım, çok fazla soru sormayacaktım ama bence burada gerçekten bir aile özeti yapmanın zamanı geldi, en azından benim seni daha iyi anlayabilmem için.
Eyvallah İklim Hanım, uyar oğluyuz, sizi kıran taş olur.
Kendi içinde boğulan baskın bir anneyle, içine kapanık ve depresyondan hiç çıkamayan, kendi çapında baskın, sinirli, öfke patlamaları yaşayan bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. İkisi de ülkemizde iyi bilinen, güzide üniversiteden mezun birer mühendis.
Annem yönetmeye çok alışmış ve olaylar kontrolünün dışına çıktığında çok sinirlenen bir insan, bize göre fazla mükemmeliyetçi ve uçlardaydı, ona göre ise tam olması gerektiği gibi bir anneydi. Babama karşı kendini hiç korumayan kadın, bana gelince panter kesilirdi. Annem sürekli mutlu etmek istediğim bir insandı, uydusuydum onun, oksijen maskemdi.
Sekiz yaşıma kadar evin tek çocuğuydum, gözler üzerimdeydi. Babamla hiç sağlıklı bir iletişimim olmadı; ya şiddet uygular, ya da sessiz sedasız etrafta gezerdi. Ben hep annemleydim. Saatlerce konuşurdum, o yemek yaparken, ev işi yaparken etrafında oynardım. Akşamları babam işten eve gelince annemin içine giresim gelirdi, babamdan saklanmak için, yok olmak için. Kızardım ona, bir nevi gelip de annemi benden alıyormuş gibi hissederdim, öte yandan çocuk kitapları okur, babası ile balığa çıkan çocukları kıskanırdım. Dışarıya çıktığımızda nerede ebeveynleri ile mutlu mutlu oyun oynayan bir çocuk görsem kıskanırdım. Yalnızdım, bir tek iletişim kurduğum insan annem ve babaannemdi. Aslında annemle iletişimim tek taraflıydı. Ben konuşurken o dinler ama hiç müdahil olmazdı. Resim yapardım, çevremizdekiler resim yeteneğime hayran kalırlardı.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Bir de babaannem vardı, babam tapardı, böylesi anneye düşkün yaşayan bir insan daha olduğuna inanmıyorum. Babam bu anlamda çok istisna bir örnek, annesi onun Allahıydı.
Bizimle birlikte yaşıyordu babaannem ve annemden nefret ederdi, sürekli onu kötülerdi, annem için “Köpek, fahişe,” vb. gibi olmadık laflar eder, beni annemden soğutmaya hatta uzaklaştırmaya çalışırdı. Buna rağmen çok severdim onu çünkü bana iyi davranırdı.  Aynı evde birbirini yiyen iki kadınla geçti çocukluğum. Babaannem etek giydirip, başörtü takıp namaz kıldırır, kadın günlerine ve okumalarına götürürdü sürekli. Bana kırıtmayı, kadınlar gibi oynamayı, dans etmeyi öğretmeye çalışırdı ama hiç beceremezdim. Konu komşu şahittir zaten bu saçmalıklara. O zaman anlamasam da sonradan tüm bunların yükünü çektim.
Anne, baba, babaanne ve özellikle dede; tüm çekirdek ailemin yaşadığım berbat hayatın bütününde çok büyük emeği var. Etkileri asla hafifletilemez boyutta. Hele dedem; sessiz, sakin, uslu, ev işlerine yardım eden, koşulsuz itaat eden bir çocuk olduğumda karşılık görüyordum ondan. Dedem emekli emniyet müdürü; sadist ve aşırı sert biri. Küçücük hatalarımda bile kemerle ölümüne dövmüştür. Çocukluğum boyunca tüm aileye terör estirmiştir. Çocukları; “Kesinlikle sevilmez, oynatılmaz, şımartılmaz, sadece disipline edilmesi gereken varlıklardır” diye tanımlardı dedem. Ondan nasibimi fazlasıyla aldım; konuşma, oynama, güldüğümde bile ya azar işitirdim ya tokat yerdim.  Kitap oku, evi temizle, büyüklere yardım et, tespih çek, namaz kıl hepsi bu, başka aktivite yok. Put gibi otur! Otururdum işte ben de.
Aşırı dindar bir aile. O kadar ki 70 yaşını geçmiş dedem en son görüştüğümüzde gözleri dolu dolu olarak; “Biz seni nasıl bir ailede yetiştirdik, senden âlim olmanı beklerken sen ne oldun.” dedi. Yetiştirirken yolladıkları kurslarda ve evde sürekli Taliban propagandası, intihar bombacılığı, cihat ballandırılmalarıyla büyüttükleri için, çocukluğumun çok büyük bir kısmı zaten “16 yaşından sonra yaşamayacağım, patlayarak öleceğim nasılsa” diye düşünerek geçti, buna rağmen ettiği lafa bak. Yahu siz iyi, doğru, sağlıklı bir aileydiniz de ben mi size yakışmadım? Nasıl büyüttünüz de, ne olmamı beklediniz Allah aşkına? Yetmiş yıl hiç yaşamamış gibi zerre tekâmül etmeden ölecek olması gerçekten hayrete düşürdü beni.
- İyi ve doğru aile olmanın tanımını anlatır mısın kısaca Zahit?
Çocuğu kendinden algısal olarak ayırması lazım, yani sen doğurdun diye onun senin parçan, uzvun olduğunu değil de, onun da bir birey, ayrı bir insan olduğunu ilk günden itibaren bilmeli aile. Empati yeteneği şart, çocuğunu dikkatli dinlemesi, pür dikkat gözlemlemesi şart. Hatta biraz psikolojik konularda az da olsa temel bilgisi olmalı bence ailelerin.
- Bu cevap bugünkü Zahit’in cevabı, hadi şimdi çocuk Zahit’e sor bakalım, o nasıl cevaplayacak bu soruyu?
Bir bir yaptım diyorsunuz yani ters köşe skorunu. Evet anlaşmıştık ama unuttum; bazı sorularınıza bugünkü terapi görmüş aklımla bu yaşımla değil, o küçük Zahit’in hissettikleriyle cevap verecektim. Peki, berabereyiz. Düşünme fırsatı yakaladım bu goygoy sırasında ve cevaplıyorum sorunuzu.
- Seninle yarışılmaz çocuk. Böylesi bir hikâyede hala gülümseyebilmen ve gülümsetmen büyük bir güç doğrusu.
Ağladığımda, baskılamak ya da susturmak yerine, neden ağladığımı sorabilirlerdi. Sevginin genel tanımı koşulsuz, şartsız olmasıdır ya, o halde neden ben beş yaşında “Şunu yaparsam şu kadar sevilirim, bunu yaparsam bu kadar iyi davranırlar” diye hesap yapıyordum? Niye ben “Ailem beni her türlü sever, bardak kırsam bile sever” diyemiyordum. Ben hep strateji oyunu oynar gibi davranmak zorunda mıydım sekiz yaşında? Niye böyle bir algı yerleştirdiler içime?
- Oksijenim dediğin annen de mi böyleydi?
Hepsi öyleydi ailedeki. Annem daha beterdi. Egosantrik, soğuk, donuk olurdu çoğu zaman. Ben etimden et koparılmışçasına ağlarken, kahkaha attığı zamanları çok net hatırlıyorum; hem çocukken, hem ergenliğimde. Dedem üzerimden tırla geçiyor, ses etmez ya da ben bir konuda deli gibi acı çekip ağlıyorum, o bana “Ne var yani şimdi bu kadar büyütecek?” diyerek şen ve uzun kahkahalar atardı karşımda. Kadın bayağı gülüyordu yani ben ağlarken.
Neden sürekli altıma kaçırdığımı sorabilirlerdi mesela! Yaşadıklarımdan dolayı çok sık idrar ve kaka kaçırıyordum, özellikle istismarın yaşandığı ve takip eden günlerde.  O günler beni itinayla düzdükleri günlerdi, mütemadiyen iki yıl süren çocuk fahişeliğimde en az haftada iki defa arkadan önden altıma kaçırıyordum. Evde kimse bana niye kaçırıyorsun demiyordu! Bırak psikiyatriye götürmeyi, normal dâhiliye doktoruna bile götürmediler. Tepkileri; kendi aralarında dedikodumu yapıp sorgulamak, babaannemin yaptığı ishal kesen kocakarı karışımlarını içirmek. Hocalarının okunmuş suları ve pirinçleriyle çiş kaçırma hastalığımı tedavi etmeye kalkışmış insanlar bunlar. Sorgulamak yerine, ya utandırmak ya dalga geçmek ya dayak oldu bana yansıyan. Aslında daha acayip olanı tecavüzden önce de çiş kaçırma sorunum vardı, çocukluktan beri hep vardı. İnsan buna bir çare aramaz mı, eğitimli insanlarsınız yani “Evde çişli külot bir yere yanlışlıkla değse bu evde namaz bile kılınmaz, melekler girmez” diye dayak atmaktan yorulmuşsun ama çözüm bulmak aklına gelmemiş.
- İnanılır gibi değil Zahit! Abarttığına inanmak istiyorum tüm benliğimle şu an.
İklim Hanım keşke abartıyor olsam. Anlattıklarımın fazlası vardır eksiği yoktur inanın. Bunların yaşandığına şahit olan komşu kadınlar, mahalleli hala yaşıyor, oradalar hala; gidip sorun isterseniz ama tavsiye etmem, benim unuttuklarım vardır, onları da onlardan duyarsınız, maazallah yazık olur size.
- Yok, bana bir şey olmaz, biliyorum ben şu an bile bu coğrafyada bu dediklerini uygulayan, böyle yaşayan insanlar var. Bu gerçeğe dayanıyorsa kalbim hiçbir şey yıkmaz benim ruh sağlığımı. Sen merak etme Zahit.
Babamın kulaklarını çınlatayım biraz da değil mi? Kusur kalmasın.
Şeriata inandığından onun nazarında okul, mahkeme, eğitim kısaca TC’ye dair tüm kurumlar yok hükmünde. Kuran kursu dışında kalan tüm eğitimi biz babamdan aldık.
- Nasıl yani, sen okula da gitmedin mi hiç?
Evde eğitim uyguluyordu. Ben ve tüm ailenin çocukları, yani biz altı çocuk evin yakınında kiraladığı başka bir evde toplanırdık. Matematik, fen, sağlık, spor yani işte okullarda çocuklar ne ders görüyorsa ve tabi ki babam ne kadarını doğru buluyorsa, öğrenmemizin bize faydası olacağını düşünüyorsa işte o dersleri büyük bir disiplin içinde bize kendisi öğretirdi. Normal okula hiç göndermediler. Ben çok sonraki yıllarda, yani evden atıldıktan sonra açık öğretimle dışardan diploma aldım.
Babamla ilgili mesela çok zor aşabildiğim çok ağrıma giden bir şey var. Bunu mutlaka anlatmalıyım.
Çocuğum, geceleri bazen kâbus gördüğümde onların yatağına giderdim korkuyla, bazen de ayrı yatarlardı ve ben daha çok babamın yanına kaçardım kâbustan. Bana sarılmasını, başımı okşamasını bekleyerek gidiyordum ama babamın verdiği karşılık beni derhal annemin yanına yollamak olurdu. Yanına almaya mecbur kaldığında tamamen sırtını dönüyordu ve bu da yetmezdi, bana da aynı şekilde sırtımı dönerek yatmam için bağırırdı. Babama yüzüm dönük hele ki sarılarak ona sokulup uyumak gibi bir şansım hiç olmadı.
Bir iki kere o uyuyunca ona sarıldım, çok net hatırlıyorum, hatta bir keresinde uykuda bilmeden sarılmışım, uyandırıp feci şekilde azarlayıp, iteklemişti, “Dön arkanı” diyordu sürekli “Dön arkanı, yat zıbar.”
Yahu ben 21 sene onun çocuğu, onun oğlu olarak yaşadım, bayramlar dâhil 21 sene neden bir kere bile bana kollarıyla sarılmadığını anlayamadım. Aklınızdan acaba onun çocuğu değil miydim gibi bir şey geçmesin. Yormayın kafanızı çünkü bunu da düşünüp DNA testi yaptırdım gizlice, bal gibi onun çocuğuyum.
- Zahit geçmedi aklımdan bu ihtimal ama asıl senin bunu düşünüp gizli test yaptırmaya kadar işi vardırman yoruyor ruhumu.
Çok sonraları simüle ederek düşünürdüm bu tür yaşadığımız sahneleri; çocuğum var, korkuyla ağlayarak yatağa yanıma geliyor, ona sarılmıyorum, arkasını dönsün istiyorum. Demek ki diyorum orada cinsel olarak bir sıkıntı var ki; dokunmak, temas etmekten kaçıyorum çocuğuma. Böyle düşündüğüm oldu işte zaman zemin.
Pedofilik demiyorum ama en basitinden demek ki dizginleyemediği cinsel potansiyeli var ve korkuyor. Ya da çocukluk travması var bir şekilde. Yani “Kalpsizin teki sıfır sevgisi var bana” şeklinde yormak istemedim. Gerçek buydu ama beni sevmediğini kabullenemediğim için başka ihtimallere yoğunlaşırdım.
Zaten bu eşcinsel konularda ya da kadın cinayetlerinde sıfır hassasiyeti vardı. Medyaya yansımış en acımasız olayda bile mağdur hakkında; “O da cinsiyet değiştirmeseydi ya da o da sokakta o saatte açık saçık dolaşmasaydı, evlenmeden adamla sevgili olmuş” ya da “Hak etmiştir” gibi insanı ayar eden yaklaşımları vardı. Annem de peçelidir bu arada, unuttum söylemeyi.
Sonraları yanında beni de götürdüğü, çocukluğunun tamamını anlattığı sohbetlerde, hatta çocukluk arkadaşlarının da katıldığı bir takım etkinliklerde birlikte yaşadıkları ortak anıları dinledim çok kere. Dikkatle dinlerdim. Belki o da çocukken benim yaşadıklarımı ya da benzerlerini yaşadı diye düşündüm uzun yıllar ama başka bir belirtisini de görmediğim için bu fikrin yanlış olduğuna emin oldum. Sağlamasını da tecavüz travmamı öğrendiğinde azcık bile şefkat göstermediğinde yaptım. Kendisi de böyle bir durumu yaşamış olsaydı şefkat göstermeden duramazdı değil mi, yani bu kadar soğuk olamazdı o an.
Babamın zati ve subuti sıfatlarını anlatırken hazır konu oraya geldi anlatıyım artık şu cıs konuyu değil mi?
- Sen nasıl istersen Zahit, sözümü tutuyorum; çok soru yok, kafa karıştırmak yok, özgürce anlatacaksın, dinleyeceğim.
Babam bir gün işten erken geldi eve, aldı beni kursa götürüp kayıt ettirdi, bir tomar da para verdi. Hatırlıyorum çok net, çünkü bir oyuncak araba görmüştüm komşunun çocuğunda çok istemiştim almasını, “Param yok” demişti ama üç gün sonra okula onca para vermesi çok üzmüştü. Zaten pek oyuncak görmeden büyüdüm, dini kasetler ya da dini kitaplar hediye edilirdi bolca. Bir keresinde kılıç almıştı sadece, kocaman bir kılıç, boyumdan büyüktü, attım bir kenara hiç oynamadım. Kılıçla oynamadığım için de dayak yemiştim.
- Nasıl bir yerdi, neler hissettin kursa başladığında?
Diyanete bağlı bilindik bir yurttu, iki sokak yukarıdaydı, mecburen bazen önünden geçmek zorunda da kaldım sonrasında uzun yıllar.
Tüm çocuklar gider bizim sülalede, yaşım sekize geliyordu, sıra bana gelmişti. Gündelik kuran kursuydu, sabah 7’de evden servis alır, akşam da 7’de eve bırakırdı. Aşırı şiddet dönen bir ortamdı, sınıf hocam diğer istismar olaylarının içinde yoktu ama o da acayip şiddet gösteren biriydi. İlk gün daha içeri girerken “Susun ulan” diye bağırılarak alındık sınıfa. Sıraya dizdi bizi, askeri düzen gibi hazır ola geçirdi, genel kuralları ve cezaları anlattı. Kılık, kıyafet, saç, tırnak kontrolü yapıldı. En ufak hatada dayak yiyorduk, çok sıkı kurallar vardı, sesimin tonunu ayarlamadığım için bile dayak yedim.
İçe kapanık bir ev çocuğu, bir sabah annesinin ve babaannesinin dizinden alınıp bu ortama bırakılıyor, hem de babası tarafından. Şok orada başlıyor zaten. Evde de şiddet görüyordum ama aileden görüyorum, çocuk aklı işte dayağa rağmen güvende hissediyormuşum demek ki kendimi evde. Şimdi yabancı bir ortamda kaba saba adamlardan bir sürü yaşıtımın önünde dayak yemek çok fazla gelmişti ve ben iki hafta sonra ebat küçültmeye gittim.
- Ne demek ebat küçültmek?
Yani şöyle anlatayım size, daha az görünür olmaya başladım. Benim üzerimde baskı çoktu, çünkü çok zeki ve yetenekli bulunmuştum. Bir yerden sonra şiddet görmemek için kendimi minimal tuttum, ne yaptım; dikkat çekmemeye çalıştım, sık konuşmamayı seçtim, sürekli saklanmayı seçtim. Arka sıralarda oturdum, yani kafamda bir daire çizerdim sınıfta, o dairenin içinden bile çıkmamaya çabalardım. Bunu evde de yapardım, gölgemden bile korkan bir çocuktum.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Zaten sokak kültürüm, kavgacılık yönüm, yaşıtlarımla çok fazla iletişim becerim hiç gelişmemiş. Babaanne gölgesinde, annenin eteğinin dibinde hep evde geçmiş yıllar. Bir çocuk için fazla asık suratlı, fazla sessizdim. Kursta pek kimse ile oynamazdım, çalışkan olduğum içinde göze batardım.
Bu denli korkak sinik olmak beni grup içinde çok savunmasız, silik göstermiş, bir nevi yem gibi, çantada keklik gibiyim, kolay yutulan lokma gibi. O sapıkların beni seçmeleri biçilmiş kaftan olduğum içindi.
Üç ay falan geçmişti, arkadaşlarla oyun oynadığım nadir günlerden biriydi. Grup içinde kendi aralarında kavgalı olan çocuklar vardı ve körebe oynuyorduk, ebe de bendim. Kavgalı olan çocuklardan biri diğerini bilerek itti ve kafası rahleye denk geldi kanamaya başladı. Hala inanamıyorum suçu bana attığına! Bir çocuk, çocukken bunu nasıl yapar ki? Suçu üstüme yıktı, ben itmişim gibi, ayrıca düşen çocuk benim arkadaşımdı ve o benim itmediğimi söylese de çoğunluk aksini söylediğinden hocalar bize inanmadı ve tavır aldılar. O gün sabahtan akşama kadar dışlandım, berbat başlamıştı gün ve daha berbat bitemezdi.
Oyun saati bitti ders başladı, sonra öğlen yemeği yedik, bilmiyorum moral bozukluğumdan mı nedir anlamsız bir halsizlik vardı üstümde, gıda zehirlenmesinde olur ya böyle elin kolun kalkmaz, halsiz düşersin, işte öyleydim yemekten sonra. Serbest zamandı ben de boş bir sınıfa gidip yattım. Çok net hatırlıyorum, hatta bazı sınıfların camı açıktı rüzgâr vardı, çarpıp duruyordu, pervazların o seslerine kadar anımsıyorum, en sessiz sınıfı buldum ve uyudum. Uyandığımda; askerden yeni gelen bir hocamız vardı, çok sert bir hocaydı. Başımda dikiliyordu. Onu gördüğümde irkildim ve aynı anda kendi bedenimi gördüm, çıplaktım. Beni soymuştu, rüya sandım, dokundum kendime evet çıplaktım, onun da pantolonu yoktu, bacakları bana değince anladım, arkamdan sürtünüyor bir şeyler yapıyordu, anlam veremedim o an, şimdi biliyorum arkamdan girmeye çalışıyordu işte, dokunduğu için uyanmışım demek ki, çünkü soyduğunu hiç hissetmedim. Uyanınca sürtünmeyi bırakıp sevip okşamaya başladı. Titremeye başladığımı anlayınca sinirlendi ve “bir şey yok kasma kendini hoşuna gidecek bak seviyorum seni” dedi. Hiç unutamıyorum sürekli eline tükürüşünü, tabi bu da anlamsız bir şey benim için o an. Arkaya doğru dönüp yüzüne baktım, “Hocam” dediğimde ilk yaptığı şey ağzımı kapatmak oldu. Sonrası zaten acıdan ve yanma hissinden ölüyorum sandım. Ölüm buydu dediğim dakikalardı. Öyle sanmıştım yani, o kadar çok canım yanıyordu ve ağzım burnum kapalı olduğu için nefes de alamıyordum rahatça, burnumdan su gelmeye başladı ve öldüğümü düşündüm. Burnumdan o kadar çok su boşaldı ki, o da durmak zorunda kaldı. Tam o sırada gıcırdayarak açılan kapı sesini duydum, canım çok yandığı için kurtulacağımı düşündüm, o an ne hissettiğime inanamazsınız,  resmen utandım, çünkü ben babam geldi beni kurtaracak sandım hatta beni çıplak görecek çok kızacak sandım.
Gelen tanımadığım başka bir hocaydı, diğeri hızlıca onu da soydu. Biri arkama geçti diğeri önüme, daha ne olduğunu bile anlamadan orada tekrar tecavüze uğradım. Bağırma fırsatı buldum bir an ama duyan olmadı. Cinselliğin ne olduğunu bile bilmezken oral seksin ne olduğunu öğrendim orada. Aşağılık pislik herif ağzıma boşaldı. Sonra diğeri de, yutmaya zorladı, kustum. Bağırsaklarım çıkarcasına kustum. Birbirlerine dokunup gülüşerek giyindiler ve çıktılar. Çok yorgundum hiç mecalim yoktu, yüksek sesle ağladım, ağladım kimseye duyuramadım sesimi, belki sesim çıkmıyordu ben çıkıyor sanıyordum emin değilim ama oluk oluk gözyaşı döktüğümü net hatırlıyorum. Gözyaşlarım bacağıma damlayınca çıplak olduğumu tekrar hatırlayıp bir panik yaşamış, giyinmeye çabalamış ama başaramamıştım, eğilemedim, uzanamadım, biraz daha dinlenmeliydim. Ne kadar süre geçti bilemiyorum kapı yine gıcırdayarak açıldı. Başka bir hoca geldi yanıma, onu görünce can hıraç derdimi anlatmaya başladım, “Sus” dedi, “Sus ve dinlen” derken sırtımı sıvazlıyordu. Elindeki poşetten havlu peçete ve ıslak erkek mendili çıkardı, bacaklarımı arkamı sildi. Kan gördüm, o ana kadar farkında değildim. Dehşete düştüm, nerem kesilmiş, ne olmuş bana, nerem kanıyor diye bağırdım. Sakat kaldığımı düşündüm. Diyorum ya hiç bir şeyden anladığım yok, süzme salak bir çocuğum demek ki.
Ben öyle korkup bağırınca yine “Sus” dedi ama sakince “Yok bir şeyin, kanamıyor şu an, temizledim, zaten azıcık kan vardı, korkma olur böyle” dedi. Önce beni yavaşça özenle temizledi sonra giydirdi, yine o poşetten çıkardığı suyu verdi, içtim kana kana. Sonra karşıma oturdu gözlerimin içine içine bakıp bana; çok kötü bir iş yaptığımı, günahkâr olduğumu, Allah’ı kızdırdığımı ve eğer aileme bu olayı anlatırsam beni asla affetmeyeceklerini, hatta annem ile babamın hapishaneye gireceğini söyledi. Ürkütücü senaryolarla beni susmam gerektiğine öyle bir ikna etti ki ağrılarımı unuttum korkudan o an. Henüz tehdit, gözdağı nedir bilmiyorum ama yapılan buymuş.
O gün diğer derslere girmedim, beni yemekhaneye oturttu, gerçi tam oturmak sayılamazdı yatay şekilde uzanmak gibi bir oturuş şeklim vardı çünkü popomun üzerine ağırlığımı verip oturduğumda yanma hissi çoğalıyordu. Dinlenmemi bir şeyler yememi söyledi. Bir tepsi hazırlamıştı. Süt vardı, elma vardı, bisküvi vardı bir de yüzlük tespih koymuştu, yedikten sonra tövbe çekmem gerekiyordu. Dua etmem gerekiyordu ki ailem anlamasın, başları yanmasın diye Allaha yakarmam gerekiyordu. Sıkı sıkı tembihlemişti bunları da.
Hiçbir şey yemediğimi net hatırlıyorum, tespih çekerken uyumuşum zaten, hava kararmış yemekhane zifiri karanlık olmuş, uyandırdı beni ve aynı korkunç tembihlemeleri tekrar ettikten sonra servise gitmemi söyledi. Son kez korkutmayı ve evde herhangi bir şey sorarlarsa, ne söylemem gerektiğini tekrar ezber ettirmeyi de unutmadı. Serviste rahattım, hala sabahki olaydan dolayı çocuklarla küs olduğumdan kimse yüzüme bakmadı. Belki de o arkadaşın kafasının kanaması olayından sonra sınıftaki çocuklara benim cezalandırıldığım için derslerde olmadığımı söylenmiş bile olabilirler, çünkü bana kimse tüm gün neredeydin diye sormadı serviste.
Eve geldiğimde annem “Nedir bu halin, savaştan mı çıktın? Gözlerin kaymış, çok mu okudun bugün?” dedi. Rahatladım, “Evet, çok ödev yaptım bugün” der demez banyoya üzerimi çıkarmaya gittim. Aynaya baktım arkamı görmek istedim kan var mı hala diye çok meraktaydım ama boyum yetmedi vazgeçtim. Yemek yedik, kimse bir şey anlamadı diye rahatlamıştım, sanki kendim bir şey anlamışım gibi. Korkuya teslimim, işin diğer kısmını düşünmüyorum,  ya annemi hapse atarlarsa ne yaparım. Tam yatacağız annem elinde külotum odaya girdi “Bu ne böyle, taret almadın mı okulda? Bu nasıl kirli külot? Bir daha görmeyeceğim böyle bir şey” dedi.
Ona kabız olduğumu ve kaka yapmakta zorlandığımı söyledim. Bunu da hoca sıkı sıkı tembihlemişti; “Annen bir şey anlarsa kabız olduğunu söyle” demişti.
Annem hiç sorgulamadı. İlk kez yalan söylemiştim ona, kulaklarıma kadar kızardım, o ise hiç şüphelenmedi bile. Ben de hemen uyudum başka bir şey sormasın diye. Sonraki iki gün kursa gitmemek için karnım ağrıyor kabızım diye hasta numarası yapıp yataktan hiç çıkmadım. Gerçi ateşim de vardı ölçtüler. Ama üçüncü gün hastalık kar etmedi. Aynı lanet yere geri yollandım. Sonrasında aynı olay haftada iki üç kere başıma geliyordu, sabahları servise binmemek için annemin eteklerine yapışır, avazımın çıktığı kadar ağlardım. Bir sürü bahane bulurdum gitmemek için, dayak yediğimi, gitmek istemediğimi, orayı sevmediğimi sık sık söylerdim ama öyle ya da böyle gönderirlerdi.
- Zorla yolladıklarında gerçeği söylemeyi niye hiç düşünmedin?
O sıra zaten içimde ağır bir terör yaşıyorum, cinsellik hakkında bebeklikten beri en çok öğretilen; bir insanı çıplak görmenin, kendini çıplak göstermenin çok büyük ayıp ve günah olacağı telkinleriydi. O yüzden temelde düşündüğüm buydu, ben bu insanları çırılçıplak gördüm, onlar da beni gördü ve ben çok korkunç bir şey yaptım ve bunu nasıl söylerim aileme. Bunun günahı vebali kendi boynumda. Obsesif biçimde o yaşta günah sevap duygusu gelişmiş bir çocuğum. Böyle aşırı ehemmiyetli yaşamaya özen gösteriyorduk, hep bu aşılanmıştı. Bir süre sonra da zaten tehditler çoğalmıştı. Bir yandan istismar ediliyorum, üzerine bir de dayak, tokat, azar yediğim için iyice sinmiştim. Okulda yediğimiz dayakları bile evde söylememek için ayrıca korkutuluyorduk. Hiçbir çocuk söylemiyordu, aramızda konuşup çocuk aklımızla birbirimizi daha da korkutuyorduk.
Yani o çatı altında ne yaparsak yapalım hataydı, günahtı ve tek müsebbibi biz çocuklardık.
Başıma gelenlere ben sebep olmuşum, günahı benimdi, bunun için de zaten bir gün hesap verecektim. Bir de ailem duyarsa onlar da bu günahtan hesap verir, beni de daha çok döverler, zaten sevmiyorlar hiç sevmezler, o yüzden susmam gerekiyor seklinde inanmış, inandırılmıştım.
Zaten cinselliği tanımladığım bir dönem değil. Dürtüsel olarak hayatta kalma moduyla yaşıyorum. Hiçbir şey söylemiyorum ama nedir aileye yansıyan; “Erken kalmak istemiyorum, kursa gitmek istemiyorum, evden çıkmak istemiyorum, sürekli altıma kaçırıyorum”. Bunu da yüksek perdeden her sabah belli ediyorum. Beynimin içindeki tek ses ve hedef bu. Evde kalmak istiyorum, her sabah anneme, babama ısrar edip son ses ağlıyorum ama yok, bu halim asla bir şey ifade etmiyor; babaanneme bile. Sürüklenerek çıkarılıyorum kapıya, servisi ve içindekileri gördüğüm ana kadar resmen apartmandan avazı çıktığınca ağlayıp yürümediğim içinde iteklenerek ya da kucakta indiriliyorum.
Uyanmak istemiyorum sabah, zorla uyandırılıyorum, yüzüme su bile çarpılıyor. “Tembelsin, dersler zor geldi tabi, babaannenle kapı kapı gezmek güzel, niye okula gidesin ki, uslu durursan dayak yemezsin, çok çalış sevdir kendini hocalara” sözleri ve niceleriyle püskürtülüyorum her Allah’ın günü. Hem de ailem tarafından. O oksijenim, yaşam kaynağım annem söyleyince bunları, her şey sıradan bir hale dönüşüyor, zamanla gündelik hayatın bir parçası demek ki “Bu düzene adapte olursam dayak yemem, rahat ederim; annemin başı da yanmaz, hem de sevinir okula gidersem, böyle hayatta kalacağım demek ki” dedim.
Annem ilk olarak bu olay emniyete yansıdığında ve ikinci defa da terapiye başladığımda döküldü. İlkini anlatıyım ikincisini sırası geldiğinde anlatırım. Aramızda yaşanan aşırı duygusal bir anında söyledi bir şeyler, yani itiraf etti desek daha doğru olur. “Sen o kurs dönemi zombi gibiydin, uyurgezer gibi tepkisiz, donuktun, yüzün hep solgun, gözlerin hep boşluğa bakıyordu.” dedi.
Ben kursta böyle olduğumu biliyorum, evi hatırlamıyorum;  kurstaki hallerime dair parçalar net var aklımda hatta uzun yıllar gözümün önünde gitmediler ama evde de böyle göründüğümü annem anlattı.
Şimdi o beş, yedi, sekiz yaşlarındaki çocuğun hiç unutmadığı cümleler vardı; “Acıdı acıdı vurma! Çok acıdı, acıyor dur yapma çık, acıdı, çok acıdı ölüyorum!”
- Zahit, mola vermek ister misin? Beş dakika ara verip sonra devam edelim?
Yok, İklim Hanım anlatayım bitsin, bir çırpıda geçelim bu kısmı başlamışken.
Mola verip bir temiz bağıra bağıra ağlayıp rahatlama ihtiyacı olan bendim ama gıkımı çıkaramadım devam etmek istediği için. Yüzümü, gözümü, dilimi kontrol altında tutup öfke ve acı kontrolü sağlamak için içimde yaşadığım savaş eşliğinde dinlemeye devam ettim. Çok zordu!
Kullanıldım, iki yıl bir seks işçisi gibi kullanıldım. Çabaları boşa gitmedi pes ettim. Artık bir fahişeyi kıskandıracak kadar iyi iş çıkarıyordum. Bir nevi onların fahişesiydim. Üç kişiyi birden tatmin ettiğim bile oldu. Kendime kendimden iğrenmeyi öğrettim; madem bu kadar kötü ve pis bir işi yapmaya alıştırılmıştım, bu kadar büyük günahlara battım, o halde ben aşağılık pisliğin tekiydim. İkiye bölünmüştüm. İçimde bir tane sürtük vardı, aptal, salak, kirli korkak bir pislik. Bir tane de akıllı, uslu ve zeki çocuk vardı. Sanki sürtük kullanılırken, akıllı çocuk kenarda onu izler, çikolatasını yer sırasını beklerdi. Derslere girince onun hükümdarlığı başlardı. Uslu çocuk başarılı ailesini üzmeyendi. Böyle bir sahneleme yapmıştım kafam da.
- Bu böyle iki yıl mı sürdü gerçekten?
Evet. Bu kâbus bitti bir gün evet, biteceğini bildiğim için sıkmıştım dişimi zaten, nihayet kurstan mezun oldum. Üç yıl boyunca sürdü tecavüz; ilk başta iki yıl rutin, son zamanlarda aralıklarla yaşadım bu zulmü. Bayağı iyi bir seks işçisi olarak mezun ettiler hocalar beni. İçimdeki o uslu çalışkan çocuk mu mezun oldu, yoksa sürtük mü mezun oldu diye düşündüm uzun zaman. İkisi de başarılıydı ikisi de beş yıldızlı mezuniyeti hak etmişlerdi.
Sıra başka kâbusa gelmişti, babam beni kendi hayalleri doğrultusunda yetiştirmeye yeminliydi. Ne de olsa o potansiyeli görmüştü, ona göre çok iyi bir elektronik, mekanik ustası olabilirdim. Hiç anlamadığım halde elektroniğin temel ilkelerini anlattı aylarca. Dinleyip, anlıyormuş gibi yapmadığım zaman çok kötü vuruyordu. Ben de istediği gibi yaptım. Dinledim ve çok çalıştım, başka şansım da yoktu başka bildiğim bir yöntem de. Aynı zamanda spor kursuna yazdırdı. Kurs kelimesi tüylerimi diken diken ediyordu artık. Başlarda spor güzeldi. Ve ben de yetenekliydim.
Sonra başka bir tecavüzcü eğitmen eliyle koymuş gibi orada da buldu beni. Bu sefer aynı kâbus orada devam etti, iki yıl da onun için çalıştım tabiri caizse, tabi caiz. Seks çetesi gibiydiler. Sonra dayanamayacağım bir noktaya gelmiştim, kendimi sakatladım. Babamı beni spordan almak zorunda bıraktım. Bir daha asla dönmemeye karar verdim. Bıktım her şeyden.
Çocuk aklımla intihar etmeye çalıştım, onu bile beceremedim. İyi denemeydi ama öldürmeyen Allah gerçekten öldürmüyordu, nefes sayımız belli, erkene almak elimizde değil ama bunu o sıralar idrak edemediğim için yeni bir intihar planı içindeydim. Nefesimi kesmeyi planladığım günlerde, kardeşimin abim diye coşkuyla bağırıp kucağıma atlaması bana nefes oldu. Tuhaf bir duyguydu abi olmak. Çok iyi gelmişti. Kardeşimi çok sahiplenmiştim zaten, adını bile ben koydum. Onunla oyalanarak her şeyi unutuyordum.
Tekrar işe soktu babam; gece ders veriyor sabah uygulamam için işe yolluyordu. Araba tamircisinde çıraklık yaptım, sonra kaporta, oradan sanayi, kalıpçılık derken en son CNC operatörü oldum. İğrenç insanlardı hep patronlarım, ahlaksız, ikiyüzlü. Kafama her türlü alet atıldı, en son döküm bilye ile zonkladı kafam, yalnız gerçekten kafatasımız çok sağlam. O sanayi bölgesinde çocuklara uygulanan psikolojik, bedensel, sözlü şiddeti, küfür ve dayağı ayrıca bir kitap konusu yaparsınız, oraya girersek çıkamayız saatler alır, bu kısmı kısa geçiyorum. Böyle geçti işte yıllar su gibi derler ya, yok hiç su gibi akmadı benim günlerim, yaşadıklarımın ağırlığıyla yavaş çekim kadar uzundu o yıllar.
Sonra işi bıraktım, sanayiden nefret ettim, duygusuz, soğuk, katı ve fazla vahşiydi. Ergenliğe o vahşi ortamda girdim. Ergenlikten çıkarken de artık bir çıraktan, bir kalfadan, bazen de komşu dükkânında çalışan bir gençten hoşlandığımı hissetmeye başladım. Benim bu anlamada kendimi ilk fark etmem de o pis ortama kısmet oldu. Yaşadıklarım ve çok küçük yaşlardan beri şefkatli bir abi hatta baba arayışım, ergenlikle birlikte ilgili, şefkatli ve sevecen bir eşcinsele dönüştü. Bunu fark ettiğimde de dört bir yanım erkekle dolu sanayiye gitmeyi reddettim. Babadan ölümüne dayak yemek pahasına gitmedim bir daha sanayiye. Defalarca başka iş buldu, bir güzel dayağımı yedim günlerce ama gitmedim, döverek gönderemediğini anlayınca ikna oldu.
Tabii psikolojik açıdan tam bir enkazdım. Gayet soğukkanlı bir şekilde rol yapsam da içten içe, her geçen gün daha da çöküyor, hayattan daha çok nefret ediyordum. Cinsel terimler mana kazanmıştı ve tecavüz olayı kafamda bir netliğe kavuştu. Önceden hocalar, bu abiler bana ne yaptılar şeklinde sorular vardı aklımda, ne yaptıklarını anlayınca daha beter aşağılık hissettim kendimi. Çocukluktaki hislerim iyice ele geçirdi ruhumu. Her şeyden ben suçluydum, pistim, bunu hak etmiştim. Öte yandan mağdurdum bana yazık etmişlerdi nasıl kıymışları ben ne kadar sevimli uslu akıllı bir çocuktum nasıl yapmışlardı bunu hiç mi vicdan yoktu. İşte bu iki his arasında sıkışıp kalmıştım.
İşten çıkınca da bir boşluğa düştüm. Evdekilerle aram feciydi her gün kavga ediyorduk. Her gün birinden mutlaka dayak yiyordum özellikle dedem ve babam iyice acımasız olmuşlardı. Sürekli bana sanayide işe geri dönmem için baskı yapılıyordu.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
2016 Mayıs ayı artık kendimle ilgili farkındalıkları bitirdim, tecavüz mağduru olmak çok ağırdı, öfkem dağları aşmıştı ama faturayı yine kendime kestim; beni düze düze başkalaştırmışlardı. Bedenimle bağdaşmayan hislerim vardı ve çok utanmak bir yana bu hislerle ne yapacağımı bilmiyordum. Aileye ve o kocaman baskılara yeter dediğim, artık onlara ve kendime tahammül edemediğim dönemlerdi. Kendimi çok yalnız hissediyordum, sevgisiz ve çaresiz.
Sonrasında zaten internet girdi hayatımıza, durumumu daha rahat irdeler, araştırır hale gelmiştim. İnternetteki forumlarda gezdim uzun süre, okuduklarım o duvardan alıp öteki duvara çarpıyordu beni. Resmen düze düze eşcinsel yapmışlardı beni. Tecavüzün getirisi ile cinselliğin götürüsü içimde ve psikiyatri sitelerinde farklı tanılara karşılık geliyordu. Birini kabul ederken diğerini edemiyordum. Hepsine eyvallah da peki şimdi ne yapmalıyım dediğim sürece geçtim.
Kendim gibi insanlar bulmalıyım, tanışmalıyım, anlamalıydım. O güne kadar bana yaptıkları dayak, aşağılama, sustuğum ne varsa artık taştığım noktadaydım, bu hayatı bu şekilde sürdürmek zorunda olmadığımı fark ettim. Dünyadaki tek eşcinsel benmişim gibi geliyordu ilk başlarda ama dünya o kadar küçük değildi, kendim gibi insanları bulmak pek zor olmadı.
Cep telefonum yoktu, yani vardı ama çok eskiydi interneti yoktu, o yüzden o tanışma siteleriyle geç tanıştım.  İnternet kafelerine giderdim fırsat buldukça, “gabila.com” diye bir site vardı şu an yok, ilk çıkanlardandı. Öyle saçma bir yerdi ki 50 yaşında teyze bile vardı “Ben lezbiyen olduğumu anladım, kocamı sevmiyorum” diye böyle resmini bile koymuştu. Anadolu teyzesi böyle başörtüsü var, memeler sarkmış. Trol değil ha, gerçek; teyzenin sayfasında eski sevgililerinin onunla alakalı yorumları bile vardı. Orada böyle değerlendirmeler yazabiliyordun profillerin altına, ilişki yaşadıktan sonra. Ürün tanıtımı gibi çok antika bir yerdi, ben neler neler gördüm orada; şizofrenik bir ortamdı. Yurtdışındaki sitelere bakınca işin bir görselliği, bir estetiği var, bir kılavuzu, kalitesi var ama Türkiye’de böyle değildi. Bizim siteler doğaçlama, insanlar sıçıp batırıyordu, çünkü kalitemiz her şeyde bu. Keşke gösterebilseydim size, valla o zamanlar bilinmiyordu kayıt ya da ekran görüntüsü almak, ama olsaydı şu an görseydiniz anlardınız ne demek istediğimi. Çok komik ve hastalıklı bir yerdi, sapığı da çok fazlaydı. Ben oraya ilk düştüğümde çıtırım, onlara göre bakirim, hiç kendi isteğimle yaşadığım bir deneyimim yok, resmen arz talep dengesini alt üstü ettim.
- Ne demek bu?
“Lolita” oldum onların gözünde. Kendisi gibi biriyle hiç isteyerek tanışmamış, sanki ıssız adada 16 yıl kalıp oraya düşmüş gibiyim, üzerime atladılar resmen, bayağı popüler bir hesap oldum kısa sürede. Herkes tanışmaya çalışıyor, laf atıyor, peşimde koşuyor. Bu aşırı ilgi çok hoşuma gidiyor ama bu ilgiyle ne yapacağımı bilmiyorum. Birisiyle tanıştım; kabin görevlisiydi, 27 yaşındaydı, sohbet güzeldi, çünkü diğerleri gibi sadece seks muhabbetiyle yaklaşmadı. Sorunlarımı anlattım, tavsiyeler veriyordu, önce arkadaş olduk uzun süre, sonra yüz yüze tanışmak için davet etti. O kadar bilmiyorum ki hiçbir şey; normalde hiç tanımadığın sanal birinin evine gitmezsin ilk seferde, dışarı kafeye çağırırsın. Ama ben sıfırım, metot falan bilmiyorum hemen de güvendim; sıkıntılarımı dinledi ya, ilgi gösterdi, önemsedi ya beni, bu saflıkta gittim evine. Sohbet ettik uzun süre, sonra hava sıcak üstünü çıkardı, şort atlet kaldı. Derken sevişme gibi bir şey yaşandı ama çok yüzeysel, sonra ben bacağına koydum kafamı yattım, mesafeliydim aslında çok gergindim, dinen vicdan falan yapıyordum. O zaman girişken olamadığım gibi onun olmasına da pek izin vermedim aslında. Derdim tanışmak, anlamak, görmek ama asla tam bir deneyim yaşamamak, bu kafaya giriyordum, canım acıyacak diye de korkuyordum.
“Seni önce yanağından öpeyim hoşlanırsan sen karşılık verirsin, istemezsen bırakırız” dedi. sonra öptü, ben öptüm, biraz seviştik ama ilişki yaşanmadı. Sonra çok daraldım,  sıkıldım, huylandım, çok kötü hissettim, evden çıkmak istedim duvarlar üzerime geldi. “Gidelim kafe gibi bir yerde oturalım hava alalım” dedim, itirazsız çıktı, gittik kafeye sohbet ediyoruz. Ağzından bir şey kaçırdı, dedi ki “Senin akranın biri alkolikmiş, benden saklamış. Ben de votka ikram ettim” falan diye anlatıyordu, ben o aradaki “Senin akranın biri” kelimesine öyle takıldım ki onun üzerinden sohbet geliştirirdim. İki saat sonra anladığım şuydu, bu adam sadece 15-16 yaşındakileri tavlıyormuş, sadece onları görünce yazıyormuş; yani ailelerinden sevgi görmeyenleri. O artık öyle net çözmüş ki bu yaş grubunu; dostça, seksten uzak sohbetle gerçekten benim gibi herkesi tavlayıp ağına düşürüyor.
Sonra da kendisini sevdirip, uzun süre küçük çocukları seks kölesi olarak kullanıyormuş. Ben anlattıklarıyla bunu net anladığımda, panikledim ve kalktım. Geçmişim tetiklendi, gırtlağını sıkmak istedim. Gerçekten ilk onu seçip buluşmamın sebebi, diğerleri gibi sürekli erotizm dayatmıyordu konuşurken. Yine biri beni kullanacaktı, travmalarım nüksetti ve kalktım. Bir daha görüşmedim. “Niye aramızda çok yaş farkı var, sen niye biraz kendine yakın kişilerle çıkmıyorsun?” diyebildim sadece, ama onu da neredeyse bana bir şey yapamayacağından emin olup sandalyeden kalkıp giderken söyledim.
İşte ilk başlarda araştırma olarak başlayan bu yazışmalar zamanla arkadaşlığa, oradan da ilişkiye dönüşünce insanların bana neler hissettirdiklerini tahmin bile edemezsiniz.
- Biraz anlatır mısın deneyimlerini?
Samimiyetsizlik hüküm sürüyor. Çoğu benden daha sağlıksızdı, bir çok şeyi anlamak için girdim aralarına, anladıklarım daha sıkıntılıydı. Onlarında çok büyük aile sorunları vardı. Kelle koltukta yaşayanları,  gölgesinden bile korkanları gördüm. Benden daha fazla ruh hastası nevrotik tiplerdi. Ve hepimizin bu halleri ilişkilerimize net yansıyor, daha da çok zarar veriyorduk birbirlerinin ruh haline. Arkadaş oldum üç beş tanesiyle ama çok zarar gördüm. Kalbim çok kırıldı. Sevgili oldum bir ikisiyle, çok aşağıya çektiler, çok süründüm. Bitirdim arkadaşlığı, sevgililiği. İstisnalar hariç çoğunu yakından tanıyınca baş edemeyeceğimi anlayıp o ortamların dışında kalmayı tercih ettim. Yine payıma düşen korku, kaostu ve arada kalmaktı.
- Ne yaşadın örnek verir misin, neler hissettin kısaca anlatsana?
Zaten zordu yaşamım bir de yalnızlık eklenince daha çekilmez oluyordu ve insan sevgi aramaktan doğası gereği vazgeçemez ki, yaşadığı ilişki biçimi ne olursa olsun sevgiye ihtiyaçlıyız. Çalıştığım yerin müdavimi olan bir müşteriyle zamanla kısa günlük sohbetler eder olmuştuk, arkadaşlığı iyi geldi bana ve dışarda görüşmeye başladık, tanışma sürecinde istismar konularında hassasiyeti olduğunu sandım ve sonradan öğrenince sorun etmesin baştan bilsin mantığıyla çok detaya girmeden açıldım ona. Arkadaşlığımız birlikteliğe dönmek üzereyken de açık açık sorma ihtiyacı bile hissettim. “Bu durumum, bu geçmişim senin için rahatsız ediciyse bunu bil ona göre başlayalım” dedim. Üzüldü ve “Hiç sorun değil” dedi. Birkaç gün daha bu romantizmde, duygusal devam ettikten sonra birlikteliğimiz cinselliğe döndü ve çok romantik bir anımızda sevişirken birden durdu ve ciddi bir teminat istedi benden.
- Nasıl yani, bu neyin teminatı? 
“Sevişirken rahatsız olmayacaksın, itiraz etmeyeceksin, bir sıkıntı yaşamayacağız değil mi?” şeklinde. Ben de en acı travmamı anlattım ona ve “Eğer rahatsız edecek bir şey yapmazsan insan gibi sevgiyle yaklaşırsan rahatsız olmam” dedim. “Zaten haftalardır sevgiliyiz, her şey çok güzel gidiyor, ilişki sırasında bambaşka biri olacak değilsin ya” dedim. Birçok şeyi tekrar konuşup birbirimizi anlayıp o geceyi sadece sarılıp uyuyarak geçirdik. Buna rağmen yine yakınlaşmaya başladığımız bir gece, sanki hiç konuşmamışız gibiydi. Size anlatacağım ama detay vermek zorundayım lütfen kusura bakmayın İklim Hanım. Sınırı aşarsam uyarın, keserim hemen. 
- Rahat ol, gerekirse yumuşatırız ya da kitaba koymayız ama sen ne hissettiğini, neler olduğunu istediğin gibi anlat lütfen.
Oral seks sırasında öyle bir saçımdan tutup çekip öyle şiddetli bastırmaya başladı ki bence bu yaptığı travması olmayan bir insanı bile rahatsız ederdi, o derecede kabaydı. Saçımdan vahşice tutup sanki porno film çekiyormuşçasına kabalaşması tabi ki beni tetikledi, geçmişi anımsattı çok kötü hissettirdi. Ben de elini tuttum “Yapma rahatsız oldum, koy elini kenara rahat bırak kendini ben ayarlarım ağzımı yüzümü, kolumu başımı senin yönlendirmene gerek yok canım” dedim. Bunu dediğim gibi böyle buz gibi oldu, bir anda yataktan kalktı, “Gidiyorum o zaman” dedi. Şaşkınlıkla izliyorum, saniyeler sürdü, topladı eşyalarını apar topar, odadan çıktı, gidiyor, hala bakıyorum ama anlayamıyorum,  kapı güm diye çarptı.  Ben altımda şortla otel koridorunda ağlayarak, “Nereye gidiyorsun, ne oldu, ne yaptım ki beni bırakıyorsun?” falan derken buldum kendimi. O da hala “Hani rahatsız olmayacaktın?” diyor. Ben de; “Yani her refleksimi, her şeyi her an kontrol edemem ki, birden öyle hissettim” diyorum. O hala “Söz verdin, ilişkide sorun yaşamayacaktık”  ve “Ya özür dilersin ya da giderim” diyor, tüm bunlar koridorda yaşanıyor.
Özür diledim!
Sessizlik… Daldı gitti gözleri. Zahit bir dakikaya yakın sessizlikten sonra devam etti anlatmaya,  o saniyelerde o güne döndü o anı yaşadı ve geri geldi. Bunu net hissettim halinden.
Aradan kısa bir zaman geçti biz ayrıldık. Sonrasında düştüğüm boşlukta debelenirken fark ettim; bayağı böyle feci deneyimler yaşamışım. Çocuklukta uğradığım tecavüzün bende bıraktıkları için birinden özür dilemişim. İnanamadım bunu yaptığıma. Birine ezilip bükülmüşüm, birinden saklamak için kırk takla atmışım. Kendime feci anlar yaşatmışım, izin vermişim beni daha da yere yapıştırsınlar diye. Tecavüze uğradığım için özür dilemişim ya ötesi var mı bunun! İşte aileden alınmayan sevgisizlik insanı insanlığından çıkarabilirmiş, öğrendim böylece.
Bu farkındalığa geldiğimde çok kötü hissettim, öfke sarmalına girdim. Düşünsenize sevilmeye, onaylanmaya çalıştığım bir dönemde; önem verdiğim insan, ilişki konusunda tek sığındığım kişi tarafından, çocukluğumda tecavüzlere uğradığım için ve o olay küçük bir anımıza yansıdığı için özür dilemek zorunda bırakılmışım.
Bu ne şimdi, sevgi mi bu yani, ilişki mi bu, insanlık neresinde bunun? Sonra anladım tabi bu yaşamda sevgi, duygu yok; ne kadar vardır sansam da yok, olan tek duygu; cinsellik daha çok, daha çok seks, daha renkli seks.
- Zahit, “Ne istersen sorabilirsin, anlatmaya gönüllüyüm” demenden aldığım rahatlıkla, içime çok sinmese de bir soru soracağım ve cevabını dürüstçe vereceğinden de eminim. Para karşılığı ilişkin oldu mu hiç? SORU SIKINTILI MI? ANLAMI DEĞİL DE BİÇİMİ?
Evet, oldu! İlk zamanlar değil ama sonrasında kafam allak bullaktı, herkes üstüme çok geliyordu, sevgiye ihtiyacım çoktu. Öfke patlamalarıma yenildim. Kısa da olsa öyle utanç duyduğum bir dönemim oldu. Şimdilerde hatırlamak bile istemediğim.
Çok dinlediğim bir şarkı vardı “Beni farklı renklere boyuyorsunuz” diyordu nakaratında. Standart bir algıda; “Beni renklendiriyorsunuz” şeklinde algılanabilir, bendeyse “Kötü renklere boyuyorsunuz” olarak algılanan bir izdüşümüydü. İnsan bir tablo, kendine özgü renkleri var, kişiliği ruhu var ve her kötü olayda, özellikle başkaları tarafından yaşatılan kötülükler, bir şekilde hayatımı çok etkiliyordu, olmadığım renklere boyuyorlar çoğu da görünmek istemediğim kara kurşuni renklere boyayıp, olmak istemediğim bir şeye dönüştürüyorlar. İşte o dönem bir gün boyunca oturdum düşündüm; “Neyim ben? Onların istediği, yapılandırdığı insan mıyım? Onların becere becere dönüştürdüğü insan mıyım? Yoksa olmak istediğim insan mıyım?” “Neyim, kimim?” diye saatlerce karara varamadım; hem hepsi, hem hiç biriydim. Saçma sapan sorgular, saçma sonuçları doğurdu ve “O halde, alın görün eserinizi” dercesine bir öfke patlamasıyla, hatırlamak istemediğim o dağıttığım döneme çekildim. Dürüstçe çalışıp paramı kazandığım iş yerinden de ötekileştirdikleri, haksızca yaftaladıkları için kovulmuştum ve bunun etkisi de çok büyüktü.
Madem küçücükken bana bunlar reva görüldü şimdi de bu halimi anlayanlar ağız dolusu “Orospu, ibne” diyebiliyorlar, vicdanları hiç sızlamadan “Yürüyen götsün oğlum sen” diyebiliyorlar. O halde, “Tamam, uğraşamayacağım ne kendimle ne sizle” diyerek girdim o kafaya. Çok da parasız olduğum, süründüğüm bir dönemdi. Yaşayacak gelirim yoktu, kısmen mecburiyet, çünkü evdekiler iş bulmam konusunda iyice abartmışlardı, kısmen kabulleniş kısmen çaresizlik çokça da “Madem beni böyle yaptınız, alın görün” deme ihtiyacıydı.
Hayatımda şu an en çok utanç duyduğum, bazen de “Niye sen utanç duyuyorsun ki?” diye düşünüp sorguladığım süreçtir o dört ay. Çünkü gerçekten o kısacık zaman diliminde ben on yılda sizin gazeteci olarak yapamayacağınız gözlemi yaptım. Bu ülkede toplumu oluşturan bireylerin çoğunun nasıl ikiyüzlü, sapık, nasıl çeşit çeşit ruh hastası olduklarını net gördüm ve bu aklımı başıma devşirmem için gerçekten büyük bir itici güç oldu. Her şerde bir hayır vardı gerçekten.
O dönem için hala affetmedim kendimi, muhatap olmak zorunda kaldığım, yatıp kalktığım insanlar aklıma gelince tiksiniyorum her şeyden. Ama öte yandan, dediğim gibi karşıma geçip kimse bana ahlaktan vicdandan hele ki dindarlıktan ve Müslüman ülke olmaktan da bahsedemez, aklını alırım bu konuda benimle tartışanın, yani o kadar büyük bir aydınlanma yaşadım.
Tek hafifletici sebebim, tek kendimi affetme noktasında bana güç veren sahicilik şuydu; o sürecin hiçbir anında zerre kadar iyi hissetmemiştim ve hiç huzurlu değildim. Aradığım duygusal, sevgi dolu, güven veren ilişkiyi de bulamamıştım, çünkü yoktu; kimsenin benim aradıklarımı aradığı da yoktu. İnsanın insana yapabileceği kötülüğün sınırı da yoktu.
Zaten dört ay süren kısa bir süreçti bıçak gibi kesip attım, tanıştığım herkesi ve tüm sosyal medya hesaplarımı sildim, telefon numaramı bile değiştirdim, yok ettim kendimi. Garsonluğa başladım. Gayet de güzel geçimimi sağladım.  Epey zaman o kötü günlerin ve biten son ilişkinin sancılarını çektim. O sıralar hem çalışıyorum hem de evde sorun yaşamamak için Arapça kursuna gidiyordum; kursta sürekli benimle konuşmak için notları bahane eden biri vardı, defterimi alırdı bir sonraki ders arasına teşekkür mahiyetinde bir gofret ya da çikolata koyar verirdi. Bir gün “epeydir çok dalgın ve mutsuz görünüyorsun, senin için yapabileceğim bir şey var mı?” dedi. Biri bana bunu söyledi ya aman Allah’ım mucize. İşte beklediğim aşk. Yelkenler suya iner hülyalara dalınır.
Birkaç hafta geçti tatlı tatlı flörtleşiyoruz sonra kurs çıkışı buluşmaya başladık. Gezdik; keyifliydi, duygusaldı, parkta oturduk el ele. Sonra tekrar buluştuk. Gayet güzeliz bıcır bıcırız.
Şansım gülmüştü ve İslamcı birini bulmuştum bu defa. Kafalarımız uyuşuyordu ve en iyi yanı da benim gibi dini çekincelere sahipti. Benimle önce arkadaş oldu, sonra da tavlamaya çalıştı. Onun bu niyetini anlayınca ona sevgililiğe dünden hazır olduğumu söyledim. Başlarda her şey güzeldi, tam bir aktiften beklediğim gibiydi; korumacı, ilgili, sahiplenici, sevecen ve romantik. İkimiz de cinselliği pek sevmiyorduk. Başımı göğsüne yaslar, hayal kurardım. Vaktimizi sohbet ederek, birbirimize sarılıp şekerleme yaparak geçiriyorduk, kitap okurduk birbirimize. Çok sık buluşur gezer muhabbet eder ama seks yapmazdık her buluşmada. Her şey çok güzel gidiyordu. Ta ki günün birinde ayrılmaya karar verdiğini söyleyene kadar. Çok şaşırdım. Onun için ailemi karşıma almıştım, her şey ortaya çıkmıştı, onunla birlikte olduğum için kırbaçlanıyordum, o bir anda çekip gitti. Hani birbirimize sözler vermiştik? Hani ne pahasına olursa olsun asla birbirimizi terk etmeyecektik? Hani bizi ne ordular, ne savaşlar ayırabilirdi? Ne oldu? Allah’ı şahit gösterip verdiğimiz onca sözler, onca yaşanmışlıklar bir anda puf,  yok oldu uçtu.
- Bir dakika araya girmek zorundayım Zahit. Ne demek “kırbaçlanıyordum” ve ailen nasıl haberdar oldu bu kısımları detaylı anlatmalısın!
“Tamam, anlatacağım sırayla gideyim lütfen kesmeyin, kafam karışıyor!” oh mis, Zahitten fırçamı da yedim bir güzel, dinliyorum uslu uslu. Âlem çocuk, öyle doğal ki bir şey de diyemiyorum.
Tam da hayatımın yavaş yavaş güzel bir noktaya doğru gitmeye başladığını sanırken her şey korkunç bir şekilde bitti. Bana kliniğe yatacağını tedavi olmak istediğini anlattı, çok anlayışlı bir insan olduğumu, kendisi iyileşene kadar yanında olup ona destek olmamı istediğini belirtti. Daha düne kadar sevdiğini söyleyen insan artık bana karşı soğuk bir arkadaş gibiydi, sanki o ölmüş de yerine başka biri geçmişti, can yakıcıydı. Hayat bir daha vurmuştu tekmeyi kıçıma.
Bir süre daha sürdürdüm, kopamadım hemen ama kalbim dayanmıyordu başkalaşan ilişkimize, daha fazla vaziyeti idare edemediğimi, yoluna tek başına devam etmesini söyleyerek iletişimi kestim. O da “Biz ikimiz çok iyi dost olacağız” gibisinden zırvaladı. Ve bitti, bir dönem daha kapanmıştı.
Tek hissettiğim şey boşluktu. Tamamen hissizdim. Doğduğumdan beri tüm yaşadıklarımı başka birisi yaşamıştı, ben de onun anlattıklarını dinliyordum. Yolun sonuydu. Hayatımın kaba özeti bu işte İklim Hanım. Şimdi istediğiniz gibi soru sorun detaylara girelim.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Aileni karşına aldığını, hatta kırbaçlandığını söyleyince doğal olarak refleks gösterdim, kırbaçlanmak dedin yanlış mı duydum,  gerçekten mi?
Önce ailem nasıl öğrendi onu anlatayım; Kendisi 24 yaşındaydı. Tarih öğretmenliğinden o sene mezun olmuştu. Gecenin bir körü mesaj attı. Benim ailemin aşırı baskısını bir türlü algılayamıyordu, kendi rahattı. “Gel ne olur sana ihtiyacım var” yazıyordu ama mümkün değildi, morali de çok bozuktu, pat diye aradı açtım yorganın altında kısık sesle kısacak konuştum, evdekiler duyar yazışalım dedim o kadar ısrar etti ki kıyamadım biraz daha konuşup kapadım. Mesajlaşıyoruz, annem de tuvalete kalkmış, telefonun ışığı görmüş odaya daldı, uyku numarası yaptım, dürttü ve “Uyumadığını biliyorum, kalk konuşacağız” dedi. Ardından “Telefonunu ver, göreceğim.” “Vermem” dedim, nabzım nasıl hızlı atıyor, sıçtım yani. Yatağa saldırdı, arıyor eliyle, işte o sırada elimden aldı beni itti ve salona koştu. Ve aynı anda defalarca babama seslendi, babam uyandı “Bu çocuk bizden bir şeyler saklıyor, gecenin körü telefondaydı” dedi. Annemin en büyük tiki buydu; benim her şeyimi öğrenmeye çalışıyordu. Çok hızlı oldu her şey. Açtı telefonu okudu her şeyi okudu uzun uzun.
- Senin ağzından bir itiraf aldılar mı o gece?
Gerçek adıyla kaydedecek kadar salak olduğum için kaçacak yerim yoktu. Hiç itiraf etmedim, çok korktuğum için ses çıkaramadım, yalan söylemek kurtarmazdı, susmayı seçtim.
Bayağı üzerime geldiler, babam ciddi bir hayal kırıklığıyla “Sen şimdi gerçekten ibne misin? Biz seni âlim ol diye büyüttük, sen ibne mi oldun?” dedi.
Babamın ilk defa duygu ürettiği andı o an ve o ilk duygu da hayal kırıklığıydı, ondan önce duygu içeren hiçbir cümlesi olmamıştır bana karşı.
Öfke patlamasına dönüştü ruh hali, “Gerçek bir İslam ülkesinde yaşıyor olsaydık seni şuracıkta öldürürdüm ve hiçbir çekincem olmazdı, korkmazdım. Ama şu an bunu yaparsam ceza alacağım için seni öldüremiyorum, ama kendini ölmüş bil” diyerek, “Bir fırsatını bulursam seni öldürürüm” demeye getirdi lafı.
- Annen, o nasıldı?
Annem duygusala bağladı hatta bir ara ikisi birden “Biz seni güvenmediğimiz için devlet okullarına göndermedik, o kadar fedakârlık edip kendimiz eğittik; kuran, ilim, irfan kurslarına yolladık”  diye bir araba laf ettiğinde kayış koptu bende. Ve “Kursta çok güzel şeyler öğrettiler haklısın, tecavüz edip fahişe olmak konusunda birinci yaptılar beni. Sizin dünyadan haberiniz yok!” Ortalık buz kesti, kartlar yeniden dağıtıldı, dengeler bozuldu. Babam asla inanmadı, tepindi resmen kudurdu; “Seni iftiracı seni, hastalıklı beyninin içindeki şeytan söyletiyor bunları, kendi pisliğini örtmek için” dedi. Annem ah annem!  Şok eden bir tepki verdi ama kendi de gerçek bir şoktaydı, o tepki normal zamanda asla çıkmaz annemden, babamı da şoka soktu o hali. Çünkü “Biliyordum vallahi biliyordum, hissetmiştim” dedi.
- Nasıl yani, tecavüze uğradığını hissetmiş mi?
Benim oğlum bunu yaşamış diye kesin bir yargı değil ama mesela en samimi iki arkadaşınız birlikte oluyor ama sizden saklıyordur ya, emin olamazsınız ama hissedersiniz derinden,  işkillenirsiniz. Onlar itiraf edince de; şaşırmaz yeminler edersin biliyordum, içime doğmuştu diyerek; annenim hali de tam olarak böyleymiş. Garip tepkilerine de alışığım annemin ben ağlarken karşıma geçip gülmesi, çok sık yaptığı bir şeydi çocukluğumda. “Ne var bunda şimdi karı gibi ağlayacak” der kahkaha atarak gülerdi, o kahkahayı o kadar arttırırdı ki ben şaşkınlığımdan ağlamayı keserdim. Ara ara böyle insanlık kavramının dışına çıktığı yerler hep vardı annemin ve bunu sıfır eforla yapardı, doğallığını ağzım açık izlerdim.
“Ben biliyordum!” çıkışından sonra kendisini aşırı suçlayan bir hale büründü; keşke müdahale etseydim, şüphemi kovalasaydım, keşke dikkat etseydim daha çok; gibi vicdani baskı uyguladı kendine, babam error verdi, sustu. Annem onu suçladı, kurstakilere bela ve lanet okudu, ağladı bağırdı sonra bir süre sessizlik oldu. Babam bozdu sessizliği ve bana döndü “Emin misin, emin misin tecavüzün kursta olduğundan?” dedi ve ekledi; “Peki o zaman sen şimdi eşcinselsin tövbe estağfurullah, o halde sen belki o zaman da eşcinseldin ve sen o insanları ayarttın ve sen istedin bunun yaşanmasını, böyle olmadığına nasıl emin oluyorsun?” dedi. O an içimden geçenleri size aktarabileceğimi sanmıyorum, bağışlayın o günkü gibi susma hakkımı kullanacağım, sadece başımla “Hayır” diyebildim başka tek kelime edemedim. Nefes dahi alamıyordum şimdi de alamıyorum hatırladığım için.
Acı… Saf, elle tutulurcasına koyu bir acı yüzünün her milimetresinden taşıyordu o an Zahit’in… Derin derin nefes aldı ve kısılmış içine kaçmış bir sesle devam etti;
Senin deyiminle; duyduğuma inanmama hakkım, uydurma hakkım olsa işte tam burada kullanırdım o hakkımı İklim Abla. Abartmıyorum yıllarca hafıza kaybı yaşamayı hayal ettim sırf bu sözleri unutmak için. Ciddi ciddi araştırdım biliyor musun ne yapsam acaba hafıza kaybı yaşarım diye. Ne yazık ki bu cümleleri ve nicelerini kurdu babam… Yıllar sonra ben terapiye başladığımda en az üç seans bunu aşmam için dil döktü psikolog, anlattı da anlattı ama o kadar mümkün değildi ki babamı anlamam, çaresiz nadasa bıraktım içimde. “Zamanı gelecek açacağız konuyu tekrar” dedi hocam da.
Anlamamak değildi mesele, anlamak istemeyi reddetmekti. Kulaklarından beynine giden o kelimelerin yakıcılığını yok saymak, algılamamış olmak istemekti Zahit’in derdi, haksız da değildi.
Nasıl seksi olabilirsin o yaşta, birini ayartmak için seks kavramını biliyor olmalısın, cinselliği ve bedenini keşfetmiş olmalısın, ereksiyon olmuş ya da rüyalanma yaşamış olmalısın en azından. Duygu aktarımını bilmen gerekiyor ve tüm bunları beden diliyle yorumlayıp bir yetişkinin çok boş bulunduğu bir anda ona aktarabilmen, güçlü sinyal verebilmen gerekiyor.
Altı yedi yaşında neyin erotizmi ve daha ilk gittiğim gün dayak yiyenleri görmüşüm, korkmuşum, hoca kulağından tutup havaya kaldırıp fırlatmış bir çocuğu mindere, evinden annenden ilk ayrılışın, yani bu kafayla nasıl ayartacaksın hocaları… Oraya din afyonuyla o kadar şuursuzca bağlı ki babam, toz kondurmak değil direk reddetmek için sebep aradı.
- Annenin itirafı, onu nasıl hazmettin?
Annemle yüzleşmeyi terapide yaptık kısmen ama yüzünü gözünü yırtmaktan korktuğum için sustum. Annemi o konumda görmek kabul edebileceğim bir şey değildi, yani bir dönem aslında kısmen fark etmiş bir şeyler olduğunu ama didiklememeyi seçmiş! Annem tecavüze uğradığımı anlamanın eşiğine kadar gelmiş ama yok saymış. Kafasından atmış bu şüphesini. Bir gün tam böyle heee diyecek olmuş, sonra yok yok demiş olmaz öyle şey. Dökülünce bunlar ortaya, önce kriz geçirdim, sonraları hiç bir şey dememeyi seçtim, tepkisiz kaldım, anlamaya çalıştım onu terapilerde.
- Anladın mı peki Zahit?
Tam anlayamadım, zaten annemle ilişkimizin tükendiği dönemlerdi, boş verdim çünkü ne kadar çabalasam anlayamayacağım sanıyordum ama bir iki seans sonra düğüm çözüldü. Beni çıldırtan biri de olsa annemi melek görmek istiyormuşum; sekiz yaşına kadar anneye o kadar çok bağlıydım ki içimdeki çocuk onu her şeye rağmen hep melek görmek istemiş.
- O gecenin sabahında hayat nasıl devam etti sizin evde?
Gece hepimiz bitap düşüp uyuyakaldık, sabah olunca kurs günüydü zaten, hiç konuşmadan, kahvaltı etmeden çıktım, hemen ankesörlü telefondan benimkini arayıp olanları anlattım, lütfen arama ve mesaj atma bir süre dedim. Israr etti “Konuşalım” diye “Başıma ne işler açtın gece arayarak” dedim. O da çok üzüldü “Yanında olmak isterim, ne olur buluşalım” diye ısrarcı oldu. Buluştuk, kendisini çok kötü hissettiğini, beni sevdiğini söyledi. Saatlerce sohbet ettik parkta, dertleştik; çok üzülmüştü olanlara, “Madem bu kadar mahvettim hayatını, yanında olmak isterim” dedi, yumuşadım hemen onca sevgi sözcüğünden sonra aksi mümkün değil zaten. İlk tanıştığımız zamandaki gibiydi. O yüzden daha da çok bağlanmıştım.
Bir süre evde hiç kimse benle, ben de onlarla konuşmadık; yokmuşum gibiydiler, bu da benim işime geldi dayak yok, sövgü yok. Kursa gidiyorum, işe gidiyorum, geliyorum, yatıyorum odamdayım. Bir iki ay geçti böyle sonra yine Arapça kursu çıkışı Fatih’te buluştuk parka gittik sohbet ettik, bizimkiler beni o arada üç defa aradılar. Bu arada o olaydan sonra elime verdikleri telefonun SMS’i, yok dakikası yok, sadece onlar arayabiliyor, ben başka hiçbir şeye kullanamıyorum. “Neredesin?” diyorlar “Kursun kafesindeyim”, sonra yine, “Neredesin?”,  “Kurstan çıktık, arkadaşlarla parktayız, bir şey yiyeceğiz”. Üç, dört defa oldu aramaları, ben de yalan attım her defasında, neyse eve geldim, kapıyı babam açtı. Yüzü kıpkırmızı, ilk sözü “Sen bize niye yalan söylüyorsun, utanmıyor musun? O çocukla buluştun parka gittin” falan anlatıyor adam, oha diyorum, ne yapacağımı bilemiyorum, müthiş bir korku. Yedim kallavi bir dayak, oturdum bir köşede.
Bu hala söyleniyor, bağırıyor, saatler sonra geldi yanıma “Kalk giyin gidiyoruz” dedi. “Nereye?” diyorum, söylemiyor, çıktık yola. Ders verdiği okul olarak kullandığı o eve götürdü. Söylemiştim dedem emekli emniyet müdürü, babama bir kelepçe hediye etmişti, hatta insan niye damadına kelepçe hediye eder diye günlerce düşünmüştüm. Nasıl bir kafa bu diye sorguladım.
Eski bina, tüm kalorifer petekleri demir döküm. Oraya kelepçeledi beni. Kauçuk kalın uzun hortumla hayvan gibi dövdü, tüm gücüyle vururken de sürekli tekrar etti “Seni ne kadar çok döversem, ne kadar çok kanın akarsa günahlarından o kadar arınacaksın” ve benzerleri. Canını ne kadar acıtırsam o kadar temizleneceksin içindeki şeytandan” dedi durdu.
Bayıldım dayaktan, uyandığımda gitmişti. Yerde çıplak yatıyordum, sırtımın halini göremiyorum ama çok acıyor, belli ki iyi kanatmış çünkü yerde kan birikintisi vardı, omzumu oynatamıyordum, derim gerilmişti, her yanım ağrıyordu. Bir iki kere çorba getirdi ama kelepçeyle o kalorifer önünden kaç gün kaldım hiç bilmiyorum, yani sürekli dayak yediğim bayıldığım için zaman kavramım kalmamıştı.
Bir gün de annem geldi yemek getirdi, ortalığı temizliyor bir taraftan da babama kin duymamam üzerine konuşuyor.
- İyi bir üniversitede eğitim almış, Allah inancı çok kuvvetli dediğin bir anne; kocasının çocuğunu hunharca dövmesi karşısında, bir süre sonra gelip “Baban bunu senin iyiliğin için yapıyor” minvalinde sözler mi söyledi?  Doğru mu anladım Zahit?
Evet, annemin sorunu bu, babama gönüllü köle olduğu için yıllardır, benimle babam arasında sözde bir bağ oluşturmaya çabalıyor ama sürekli tek taraflı bir köprü kuruyor benim babama karşı bakış açımı değiştirmek üzerine. Yani babam hep haklı, onun yaptıklarını hep doğru okumalıyım üzerine bir çabası var. Evet, doğru anladınız o gün de işte evi topladı, bana kocasını övdü haklı çıkardı. Günlerdir aynı yerde, aynı pozisyonda yatıyorum, kelepçeden dolayı başka pozisyon değiştiremiyorum. “Aç, iki dakika diğer koluma tak da biraz da diğer tarafa yatayım” dedim. Neyse ki açtı, ayağa kalkamadım ama pozisyon değiştirdim çok zorlanarak olsa da.
 “Sen kocanın pezevengi değilsin, artık kocanı bana satma, alıcısı değilim. İllaki süsleyip satacaksan; her zamanki gibi ailene, çevrene, arkadaşlarına sat; babamın ne mal olduğunu biliyorum, ben almam onu, her zerresinden tiksiniyorum, ona böylesi köle olduğun için senden de tiksiniyorum” dedim. Annem sinir krizi geçirdi, kendini yerlere attı. O zaman anladım, sahiden yıllarca bu adamı makyajlayıp sunmuş ama adamın ne baba ne koca olarak makyajlanacak bir tarafı da hiç yok. Kendisine de berbat davranıyor ama benden duymaya dayanamadı annem bunları; “Hamileyken bile dövdü seni! Yetmedi, kuzenini kuma getirmek istiyordu” dedim.
- Kuma da mı getirdi baban?
Çok ciddi teşebbüs etti. Annem küçük kardeşime hamileydi. Ağlıyor, kuma istemem diye kavga ediyorlar gece gündüz. Babam da onu susturmak için kafasını tutup cam kenarındaki mermere vurarak bayılttı. Babaannem ve ben altımıza sıçtık korkudan. Babaannem her yaptığını onaylar babamın, hayatında ilk defa o gün o korkusuna rağmen babama kızdı, bağırdı çok engellemeye çalıştı. “İki canlı kadına vurulur mu, kuma neymiş iyice delirdin” diye ilk defa kükredi çünkü o da oğlunun kocasına dönüştüğünü ilk defa orada gerçekten gördü ve tava fırlattı babama, ilk defa öyle görmüştüm babaannemi.
Bu kırbaç olayı böyle işte; bir süre sonra ev bir eğitim için lazım olmuş, öğrenciler geleceği için hapislik hayatım bitti. Eve döndüm, değişen hiç bir şey yoktu, manyak olduklarına iyice ikna edercesine bir muhabbet dönüyordu evde, devrelerim iyice yandı.
- Ne oldu hayır olsun?
Halife seçmeye karar verdiler.
- Halife mi! Tövbe bismillah, ne diyorsun çocuk? Vallahi beni keklediğini düşünüyorum artık.
Dur şimdi Abla, önce unutmadan bu kısmı bitireyim sonra nasıl coşkulu bir seçim dönemi geçirdiklerini anlatırım.
Neyse evdeyim, günlerce sistematik işkence görmüşüm, plastik borularla dövülmüşüm, dayanacak halim yok; çıktım evden, sözde sevdiğim var ya başıma tüm bu işleri açan, ona gideceğim işte. Meraktan da öldüğünü düşünüyorum, konuşmadık, safım işte. Gemileri yakıyorum kendimce, bir daha dayak yememeye yeminliyim, evi terk ediyorum.
Param yok, evden kaçmışım, hatta otobüs şoförüne “Soyuldum, dövüldüm, param yok” diye yalvararak bindim otobüse de gittim onun sitesine. Camdan seslendim, duymadı uzun süre, sonra mecbur kaldım zile bastım, annesi çıktı telaşla indi aşağıya; şok geçirdi halimi görünce.
Ağladım anlattım olanları, teselli etti “Çözeceğiz” dedi; bir saat konuştuk dertleştik sonra ne dese beğenirsin, “Bu gece nerede kalacaksın peki?”
“Sizde kalamaz mıyım?” dedim şaşkınlıkla!
İnsan annesine der ki “Okul arkadaşım kavga etmiş ya da kaza geçirmiş zor durumda, bu gece burada kalsın” dimi ama yok, izin almayı denemedi, direk “Yok seni eve alamam” dedi. Ailesi tutucu da değil, yani sorabilirdi ama hiç gerek duymadı o 24 yaşında ben 16 beni o gece sokakta bıraktı.


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Sevgililik uçup gitti eyvallah, insanlık bile uçup gitti o gece. Sırtıma baktı; yara içinde, kan içinde; insan bir bez getirir, siler falan. Bırak ilaç almayı, eczaneye götürmeyi, evden bir şeyler getirir krem falan ama hiç birini yapmadı. Ben de ondan beklediğim için söylemedim yap diye, onun düşünmesini istedim ama nerede. Babamın hortumundan daha çok acıttı onun bu sevgisiz tavrı.
Sokakta ilk gecemdi, önce otobüs durağında geçirmeye karar verdim kıvrıldım sedire, bir araba geldi durdu; “Sen ne yapıyorsun burada” diye sorguya çektiler; aynı soyuldum yalanını onlara da attım, “Bizimle gel eğleniriz” dediler. “Yok, biraz dinlenip karakola gideceğim şikâyet için, şu an yürüyemiyorum, ağrıyor her yanım” dedim. “Yok, yok sen gel bizle, iyi ederiz biz seni” diye ısrar ettiler, “İstemiyorum” dedim. İkisi arabadan indi bana doğru geliyor, o sırada imdadıma taksici yetişti, durdu bakıyor ne oluyor diye o da ayrı işgüzar aslında ama onlar taksiciyle ufaktan laflarken ben sıvıştım, nasıl hızlı yürüyorum,  korkudan sızlayan bedenimi, sırt acımı unuttum. Tır vardı sokağın başında, dorsesiyle arasındaki boşluğa girdim, saklandım. Bunlar bağırıyor “Gel buraya, kaçamazsın”. O geceyle ilgili anlamlandıramadığım şey de bu; ya bunlar sert, maço, maskülen tipler, mahalle abileri denilen kaba saba adamlar, ama “Gel buraya, sikeceğiz seni, elimizden kaçamazsın topal” diye bağırıyorlar beni ararken. Yani bunlar eşcinsel mi şimdi, tecavüz ekibimi ne yani? Bayağı bir aradılar sokakta, nasıl korkuyorum bulacaklar diye, nefes almıyorum. Arabayla bir iki defa daha geçtiler sonra gittiler. Ben bir saat o tırın arasındaki daracık yerde, o ağrıyan bedenimle kalakaldım. Bayağı bir süre sonra çıktım, kasmışım kendimi, nasıl uyuştu her yerim, bir tek insanla bile iletişime geçmek istemiyorum ama ne mümkün daha iki adım attım, bir güvenlik kulübesi var, beni gördü dikkatini çekti yavaş yürümem, geldi “Sen kimsin, ne arıyorsun burada?” O anda ağlamaya başladım, sinirim boşaldı, iyice korktum; güvenlikçi diye anlattım serserilerin elinden zor kurtulduğumu. “Buraya saklandım” diye tırı gösterdim, “Gel, otur kulübeye, dinlen, su iç” dedi, aldı beni oturttu “Sabah da karakola gidelim, şikâyet et onları” dedi. Karakola gitmek istemiyorum, evden kaçmışım, yakalanma korkum var. Ağlamaya başladım;  “Babam çok dövdü, evden kaçtım, karakola gitmem” dedim. O da güya rahatlatacak;  kendi babasının ona yaptıklarını anlatıp, “Üzülme gelir geçer bunlar, büyüdüğünde hatırlamazsın bile” dedi.
ELİF BURA BİTİRELİM Mİ BU KISMI YOKSA ANLATSIN MI AŞAĞIDAKİLERİ YANİ PES DEDİRTEN GERCEK BİR HİKAYE AMA OKUYUCU YOK ARTIK BU KADARDA OLMAZ AYNI GECEDE HEP Mİ SAPIKLARA DENK GELDİ ABARTIYOR YAZAR YA DA COCUK DIYE DUSUNUR MU? OKU AŞAĞIYI ONCE ONA GORE KARAR ALALIM GÜZELİM. YANİ GERÇEK YAŞAM BÖYLE EMİNİM AMA OKUR NASIL ALGILAR?
Çay verdi, laflıyoruz. Bir adam geldi yanına, 35 yaşlarında, sohbet ettiler, sigara içtiler kapıda. Beni gösterdi kim o gibilerinden; sonra tanıştırdı ve başıma gelenleri ona özetledi, “Bende misafir olsun” dedi adam. Tüylerim diken diken oldu. “Yazık başına neler gelmiş, gel dinlenirsin biraz” dedi. Güvenlikçi de “Git, senin için de iyi olur, sabaha kadar burada oturma, zaten yaralısın” dedi “Git dinlen, nöbet çıkışı seni alırım, ailene mi karakola mı nereye istersen götürürüm” dedi.
- Hala iyi insanlar var demek istiyorum ama diyemiyorum nedense Zahit.
Demeyin zaten gerisi geliyor, dinleyin.
“Gel kardeş, bende dinlen. Kötü şeyler gelmiş başına, sabah da bakarız bir çaresine” dedi. Gecenin yarısı olmuş, “Yaralarına da pansuman yapalım, adam akıllı bir dinlen, temizlen; hastalanırsın böyle, mikrop kaparsın” diyor. Kulağa hoş geliyor; gerçekten kazak derime yapışmış, çekeleyince yırtılıyor deri, çok acıyor, kimi yer yine kanamış falan. Ama “Yok” dedim “Teşekkür ederim, ben burada otururum. Abi de nöbetçi, uyumayacak, laflarız, sabah oluverir” dedim ben.
“Bak güvenmiyorsan, yanlış anlama 60 yaşında anam var evde, onunla yaşıyorum, çekinme” dedi. Korkacak bir şey yok falan uzatmayım, bir dünya ikna cümlesi etti ve işe yaradı tabi, gittim. Gerçekten annesi de evdeydi, bir çırpıda yaşadıklarımı ona özetledi, kadın bana yemek, temiz giysi verdi. Üzüldü, sağ olsun pansuman yaptı sırtıma, yüzüme; “Kıyamam sana, elleri kırılsın, ne vahşi insanlar var” falan bayağı bir saydı sövdü, temiz çorap verdi.  Sonra işte yattım, gözlerim kapanıyor, çok kötüyüm iyice gevşedim. Yemek yiyince gözlerim kapanmış, içim geçmiş. Bir uyandım ezan okunuyor. Baktım içeriden sesler geliyor, kapıda bir sürü torba, çanta falan; “Günaydın” dedim, “Sakarya’da düğün var, annem oraya gidecekti, uyuyakalmışız. Otobüse az kaldı, onu yetiştireceğim, yardım eder misin?” dedi. Çantaları taksiye taşımasına yardım ettim, kadın hala diyor ki “Mutfakta kahvaltı kurdum size, yemeden gitmeyin” diyor. Ben hiç şüphelenmedim, yahu annesi gidiyor, yalnız kaldık falan aklıma bile gelmedi, salaklık bende de var yani. Çıksana kadınla birlikte evden, “Karakola gideyim erkenden” diyerek çık git.
Neyse; kadını yolcu ettik, eve çıktık, sabahın körü; “Uyuyalım biraz daha, sonra ederiz kahvaltı” dedi. Hakikatten benim de uykum vardı, uyuduk. Sonra yine kalktık, saat sekiz olmuştu. Ev de o güvenlik kulübesinin olduğu sitedeydi. O da uyandı, kalktı, kahvaltı ettik, sohbet ettik. Aşırı güven verdi bana sözleri ve tavırlarıyla, ben de salak gibi yaşadığım her şeyi anlattım, yalan söylemedim “Ben eşcinselim, ailem sevgilimi yakaladı, beni bağladı, ben de kaçtım” falan hep doğruları anlattım, keşke yalan söyleseydim.
O da üzüldü, akıl verdi; işkilleneceğim hiç bir şey söylemedi, kışkırtmadı aileme karşı, yani kendimi güvende hissetmemi sağladı. Sonra oturuyoruz camın önünde, geçtim dışarıya bakıyorum, sigara içiyorum, gerçekten iyi hissediyorum o an kendimi; geçti ya, gece bitti, gün doğdu kafasındayım. Kalçamda bir şey hissettim, kalın perde var, ben onu arkama almışım öyle bakıyorum camdan. Rüzgar da var, dedim perde değiyor bana ama bayağı sert, baskılı değmeye başladı. Bir döndüm, açtım perdeyi odaya doğru, bu arkamda bana dayamış sürtünüyor, yüzünde kocaman bir gülümseme. “Ne yapıyorsun ya sen?” diye bağırdım, “Yanlış anlama, sen çok tatlısın, çok sevdim seni, yanlış anlama niyetim temiz, kızma” diyor. Dedim “38 yaşında adamsın, ben 16 yaşındayım, evine aldın yardım ettin ve şimdi böyle yapıyorsun, manyak mısın sen ya?” dedim. “Ya, böyle düşünmeni istemiyorum, lütfen. Seni çok sevdim, ondan duygularım kabardı, hoşlanacağını düşündüm, sen iyi hisset kendini istedim, belki bir şeyler yaşarız rahatlarsın diye düşündüm” falan diyor bana. “Benim canıma okunmuş günlerce, işkence görmüşüm, her yanım yara bere, seninle şimdi sevişeceğimi mi düşündün gerçekten?” dedim. “Dün gece üç sokak serserisi beni belki de öldürecekti, bunun şokunu atlatmaya çalışıyorum. Sen sikini bana dayıyorsun, ne biçim insanlarsınız ya” dedim. “O serseriler bile kurt olarak geldiler, alan tanıdılar kaçmam için, gerçek yüzlerini gösterdiler; sense geceden beri iyi davranıp gerçeklik algımla bu tonda oynayıp sonra kurda dönüşüyorsun, bu çok canice bir şey değil mi? Ben tam rahatlayıp yırttık derken, hayır dercesine şoka sokuyorsun” dedim.
Elim ayağım titriyor, gerçekten çok kötüyüm, öfkeliyim; dedim ki “Kes sesini, ağzını açma, geç en uzaktaki tekli koltuğa otur. Çişin gelse kalkmayacaksın, seni gebertirim. Ben kafamı toplayacağım, ne yapacağıma karar verip düşüneceğim on dakika ve gideceğim. Ben gidene kadar oradan kalmayacaksın” dedim.
Mutfağa gittim, bıçak aldım “Seni öldürürüm” diye bağırıyorum.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Evden niye hemen çıkmıyorsun?
Benimkini arayacağım, telefonum aramalara kapalı ya, zaten şarjı da bitik. Adamdan arayacağım, nereye gideceğime karar vereceğim. Yani evet, mantıklı değil ama o an nasıl bir kafadaysam öyle dedim işte. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı, çok kızgındım. Şok üstüne şok, oradan kaçsam nereye gideceğim, bir kafamı toplayayım kafasındayım.
Koltuğa yapıştı hiç ses çıkarmadı gerçekten. Telefonunu aldım arayacağım yerleri aradım, buluşma yerine karar verdik benimkiyle. Sakinleştim, çıktım, gidiyorum; peşimden koşuyor apartmanda, dedim ki “Gelme peşimden, seni tüm apartmana rezil ederim” diyorum. O ne dese beğenirsin, “Çok kötü bir gece ve sabah geçirdik, seni anlıyorum. Ama beni unutma ama olur mu, Cihat abini hep hatırla, ziyaretime gel” dedi acıklı bir yüz ifadesiyle,  dedim “Allah’ım niye herkes ruh hastası, sapık.”
GÜVENLİK KULUBESİNDE SABAHLAR ORADAN ARAR SEVGİLİSİNİ  VE BULUŞUR YANİ BURAYA KADAR OLAN KISMI SİLİP BURADAN DEVAM ETTİRİRİZ. SEN NE DERSEN OYLE  EGER SİLELİM DERSEN YA DA YUKARISINI COK DAHA KISALTIRIM KALIR.
Neyse, buluştuk benimkiyle; bana evden bir elma ve havuç getirmiş, bir sandviç bile değil.
Pansuman için bir şey, ya da ilaç, ya da giysi, hiçbir şey getirmemiş. Allahtan o sapığın annesi gerçekten güzel, temiz bir pansuman yapmıştı, sağ olsun hakkını ödeyemem.
Anlattım geceyi ona, neler yaşadığımı ve ben “Beni eve almanı beklerdim” dedim, o da bana “Bu ilişki yürümeyecek galiba” dedi.
“Kırbaçlandım, ölebilirdim, evden kaçtım ölebilirdim. Her şeyi senin için yaptım, sen o gece konuşalım diye ısrar ettin, sonra buluşalım dedin, seviyorum seni dedin, benim hayatım kaydı, sen şimdi bunu mu diyorsun” diyebildim, bu bile çok aslında genelde tepkisiz kalırdım bu durumlarda, kal gelirdi. Sözün bittiği yerler işte oralar. Dönüp arkamı gidiyorum içimde yaşanıyor her şey, yılgınlık bu.
Benim artık birisi olmam lazımdı yani boşlukta kaldım. Sonra bir iki gün dayanabildim, korkudan camilerde yattım, cami bahçelerinde falan. Sonra mecburen babaannemi aradım ve eve döndüm. Sokaktayım, param yok, karnım aç; camilerdeki yardımla ne kadar ayakta kalacaktım. Bizimkiler gözyaşları, içinde karşıladı. Yani çok merak etmişler beni, “Polise haber verdik, arama çıkardık” dediler. Birkaç günlüğüne evde çok yalancı bir bahar yaşadık, yalandan bile olsa pek güzeldi. Bahar bitti boran çıktı ve rutinimize döndük, yine sudan sebeplerle dayak atmalar başladı ve anneanneme taşındım. “Ben sizinle yaşayacağım” dedim, tası tarağı toplayıp gittim ve uzunca bir süre orada yaşadım. Ama o ev çok kötüydü, işe de kursa da uzaktı ve gidip babaanneme her şeyi anlattım; eşcinselliğimi, kırbaçladığımı, ailemin yaptığı ve ondan sakladıkları her şeyi.
- Ne sakladılar babaannenden?
Babam, babaannem ve halamın payını alarak iş kurmuştu ama onların haberi yoktu kendi paralarıyla iş yaptığından. İki yıl sonra işi batırınca kalan diğer daire aslında babaannemle halamın hakkıydı ve tüm bunları anlattım benden öğrenen babaannem ayılıp bayıldı. Bu da babamı deliye çevirdi, anasına hesap vermek zorunda kaldı kısmen de olsa çok zor duruma düştü. Halam büyük kavga çıkardı. Sonra bizimkileri evden attı, böylece oturduğumuz eve dönmüş oldum. Babaannemle zaten keyifli güzel bir ilişkimiz vardı, onlar gitti daha da güzel oldu, sardı sarmaladı beni. Zaten kızıyla hiç anne kız olamadılar, o yüzden beni çocukluğumda kızının yerine koymuş ve onunla kuramadığı ilişkileri benimle yaşamış babaannem, artık anlıyordum bazı şeyleri.
- Durumunu öğrendiğinde babaannenin tepkisi ne oldu?
İlk tepkisi “Nasıl yani, sen koca koca adamların oynaşımı oldun? Erkek orospu mu oldun yani sen şimdi?” demişti.
Babaannem efsane bir karakterdi, bir senaryo yazıp onun hayatını gerçekten yazmak istiyorum, trajikomik bir hikâye; Marilyn Monroe gibi görünen ama içinde Bulgar çingenesi bulunan bir figürdü babaannem. Baba tarafım Bulgaristan göçmeni. Katoliklermiş zaten babam ve ailesi, yani eskiden şeriatçı değillermiş. Hollywood kadını kadar güzelmiş babaannem gençken gerçekten. Dedem matematik profesörü ama alkolik, çok zeki bir adam; bu zekâsını duygusal zekâyla orantılayamadığı için alkol kullanıyor, kumar oynuyor, para kaybedip gelip karısını dövüyor, gırtlak kanserinden genç yaşında da ölüyor. O histerik süslü kadın, genç yaşta dul kalınca, bir daha hayatına erkek almadığı için oğluna yapışıyor ahtapot gibi. Aslında Katolikler de çok muhafazakâr, tanım değişiyor ama katılık aynı, fark yok aslında.
Neyse işte anne babadan kurtuldum gayet güzel takılıyoruz babaannemle. Sonra sadece iki sokak üstümüzde yaşayan biriyle tanıştım 29 yaşındaydı öğrenmendi hayatımın bir senesini yuttu bu ilişki. Ama son ilişkim de bu oldu. Psikopat narsist biriydi. Fiziksel olarak ten uyumu vardı, ona dokunmak, koklamak gibi muhteşem bir uyumumuz vardı. O benden öğretmen olduğunu gizlemiş ben de ondan yaşımı saklamıştım. 17 yaşına yeni girmiştim ve çok yoğun hislerim vardı. Sokağa çıkıp top oynayacağım, ya da şöyle bir yürüyüş yapıp geleceğim dediğimde evde sorun olmuyordu, arka sokakta oturduğu için soluğu yanında alıyordum. Yıllarca çok arayıp babam dâhil hiç kimsede bulamadığım sadece sarılıp uyuyabildiğim ilk kişiydi. Sırf bu yüzden çok bağlandım ona, sabaha kadar sarılıp uyuyorduk, o işe kalkınca eve dönüyordum, babaannem geceyi dışarıda geçirdiğimi bile anlamıyordu çoğu zaman çünkü o uyuyunca çıkıyordum. İlişkinin ilk birkaç ayı çok güzeldi. Uzun yürüyüşler yapardık, birbirimize yemekler hazırlar, filmler izlerdik, dertleşirdik, bolca ailelerimizi çekiştirirdik çok fazla sevgi çok az cinsellikle geçen bu aylar hayatımın en güzel zamanlarıydı. O benim yeni dünyam olmuştu. Şahane geçen ayların ardından illaki bir şey olmalıydı. Güzel şeyler kısa sürerdi. Bir gün cinsellikte başka şeyler denemek istedi. Boğma, tokat atma gibi sadizime evirilen isteklerdi, hoşuma gitmiyordu ama o mutlu oluyor diye sesimi çıkarmıyordum, daha sonra bu durum gündelik hayatta da şiddete dönüştü ve yaşımın küçük olduğunu da öğrenmişti o sırada. Ve onun on sekiz yaş altı bir çocuğa cinsellik ve şiddet uygulamaktan aşırı zevk aldığını anlamış bir anda aydınlanmıştım. Aynı zamanda öğretmen olduğunu da duydum. Bazı öğrencilerine ilgi duyuyordu bazılarına öfkesi vardı, sınıftaki çocukların onu nasıl sinir ettiklerinden bahsetmeye başladı ve sonra sevişirken o siniri benden çıkardığını fark ettim.
Ufak tekef mazo sado fantezi gibi başlayan olay artık benim sevişme sırasında bayağı ciddi ciddi şiddet görmeme kadar gelmişti. Sevişmeyi bırakıp dövmeye başlıyordu, artık o kadar çok tükenmiştim ki pes ettim. Düşünün benden fiziksel olarak daha cılız ve güçsüz bir insana karşılık veremiyordum.
O küçük Zahit nasıl hiçbir koşulda kendini koruyamadıysa, ailesine ya da yabancılara nasıl hiçbir koşulda karşılık veremediyse hala orada takılıp kalmış. En son kafama bir şey fırlattı bayıldım, kendime geldiğimde üstümdeydi ve korkudan titriyordu. Giyindim ve çıktım evden. Ayrıldım ondan üç hafta hiç görmedim onu. Aradı ve “seni çok özledim” dedi. Hemen gittim çünkü seni seviyorum dediğimde “teşekkür ederim” diyen bir insan bana “seni özledim” demişti. Bu çok önemliydi. Zaten birçok ilki bana o yaşatmıştı, sadece sarılıp uyumak değildi, onlarca şey vardı, romantik sofralar hazırlar, değişik yemekler yapardı, her gün arar sesimi duyar “İyi misin?” diye sorardı, hastalandığımda deli olurdu iyileştirmek için eczaneyi eve taşırdı. İçine boşalmama ilk o izin verdi. Benim için hem sevgi duygusallık barındıran hem de erotik olan birçok ilki onunla yaşamıştım.
Bir gün alkollüydü, ilk defa bana da içirmişti tatlı diliyle ve pasif olmak istedi ilk defa, ben onun içindeyken birden durdu, beni kendisinin içinden usulca çıkardı, alkollüyüm daha ne oluyor anlamadan zınk diye içime girdi, yani bir yumuşatma bir hazırlık yapmadan ve bu çok kötü acılı bir şeydir, kıçından uzay mekiği doğurmak gibi bir histir o his. O an transa geçmiştim, sanki çocukluğumdaki şey oluyordu yine, bir anda alkolün etkisi geçti gözlerim tavşan gibi açıldı, bir anda dondum kaldım 8 yaşına geri döndüm ve boşluğa bakarak kaldım öylece ve yine hiçbir tepki veremedim. O işini bitirdi duşa gitti şarkı söylüyor yemek hazırlıyor baya vakit geçti,  geldi beni sofraya çağırdı ama ben hala orda öyle boşluğa bakarak kalmıştım, sekiz yaşındaydım ve yine yaşadığıma tepki verememiştim. Kalktım giyindim evden hızla çıktım. Artık güvende ve seviliyor hissim yok olmuştu. Bir yıldır birlikteydik ama sevilme ihtiyacıma cevap verdiği günler ilk yedi ayda kalmıştı, gerisi boktan geçen aylar ve tükenmişlikti. Beni bir yerde sevmiş olabilir ama hastalıklıydı, sevgi değildi, sapıkçaydı, teknik olarak da kendinden çok küçük bir çocuğu seviyor, sevişiyor, bir de şiddet uyguluyordu. Tüm bunları sonradan anladım tabi ki.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Hayat da boş durmuyor oyununu oynuyordu. Bitiğim, ağlamaktan gözlerim şişmiş, boşlukta kaybolup ilişkiye nihai olarak son verip eve gelmişim, bedenim ağırlaşmış, ruhum bedenimi terk etmiş; saf bilincim. Bilincim de bana yine saydırıyor, “Sen hatalısın, sen pissin, aptalsın, her şeyi hak ediyorsun!”  Kendi düşen ağlamaz, artık neler neler, o bilinç hiç susmuyor. Kapıyı açıyorum tek istediğim yatağa kendimi bırakıp uyumak, ancak uyuduğumda susacak beynim.
Ve sürpriz! Babaannem ilk defa o geceyi seçmiş uyanmak ve evde olmadığımı anlamak için, yetmemiş babamı aramış. Kudurmuşçasına soruyor “Neredeydin?”  O kadar bitiğim ki “Sana ne” diyerek geçiştireceğimi sandım. Babam “Kim bilir kimin yarrağını yalıyordun?” demez mi! Bir babaya yakışır şahane bir söylemdi, ondan aşağı kalmayayım istedim, bitmişim zaten iyice biteyim, hatta cinnet geçirsin sıksın gırtlağımı bitsin her şey ne olacaksa olsun diye hissettiğimden “Senin yarrağın olmadığı kesin, ağlama” dedim babama.
İşte hayatımın dönüm noktasıydı orası. Babam tekme tokat girişti, hayvan gibi yumrukluyor. Babadan dayak yemek o kadar sıradanlaşmıştı ki son zamanlarda artık multi-tasking bağlamıştım, yani çoklu görev. Mesela dayak yerken alakasız konuları düşünebiliyordum.
Kendimi kendimden komple koparıp o acıyı hissetmeden üçüncü şahıs gibi zihnimi yukarıya yükseltip aradan sıyrılırdım, babam bedenimi döverdi sadece, zihnim dayak yemezdi. O anı yaşamadan odada gezinebiliyordum, duvarlara yükseliyordum. İlk tecavüzden bir süre sonra geliştirmiştim bu yöntemi; biri bana zorla bir şey soktuğunda ya da hunharca vurduğunda çıkıyorum tavanda geziniyorum. “Bekliyorum işini bitirsin; ne bok yiyecekse yesin, bedenimle işi bitsin ondan sonra geleceğim geriye” gibi bir kafa. “Al bak et mi istiyorsun al, bak bedenim senin sik, sıç parçala sok, vur ne yapacaksan yap, ben biraz gezinip geleceğim” gibi bir hal yaşardım ilk günden beri.
Tabi bu geliştirdiğim düzeneğin çok büyük bir psikolojik sorun, hastalık olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrenince kafayı yedim ama öncesinde doğaldı, normalimdi, dayanma kalkanımdı.
Neyse o geceye dönersek İklim Abla, o gece dönüşüm başladı, bir kırılma noktası yaşandı; mutfaktaydık hayvan gibi yumrukluyordu babam, ben de tavanda geziniyordum. Aslında büyüdükçe yaşım çok da komikleşmişti o anlar; hani filmlerde bir dış ses vardır ya, masumca konuştururlar o sesi, ben de o an ilk defa bir iç ses duydum, tavandan yansıdı “Daha ne kadar dayak yiyeceksin?” diye sordu iç ses. “Bilmiyorum” dedim önce ve “bir kere de sen karşılık versen” dedi. O an titredim ve birden bedenimin içinde buldum kendimi ve ilk defa refleks gösterdim; tüm gücümle karşılık verdim babama. Ama gerçekten çok sinematik ve çok refleks gereğiydi, daha önce adam benim kaburgalarımı kırmış, günlerce kırbaçlamış gıgımı çıkarmamışım, o gün standart dayağımı yiyorum ve ilk defa tepki verdim. Geçirdim bir tane, yetmedi hatırlıyorum bir tane daha geçirdim, sonrasında yine yokum kendimi kaybetmişim, kendime geldiğimde hep babam üstümde olurdu ama ilk kez ben üstteydim, babam altımdaydı babaannem evin kapısını açmış avazı çıktığı kadar apartmanın içine sesleniyor  “Birbirlerini öldürecekler, yalvarırım koşun gelin komşular, imdat yardım edin” diye bağırıyor. Babamın ağzı kanlı, gözlüğü kırılmış, burnundan kan akıyor. Ben nefes nefeseyim, soluğumu duyuyorum, sanki koşudan gelmişim. O an ilk defa mağdur ben değilim gibi hissettim, ilk defa bir gücüm olduğunu fark ettim ve sırada kim var diyordum birilerini daha dövmek istiyordum. Komşular geldi, annem geldi, beni anneanneme götürdü, babamı hastaneye götürdüler burnu çatlamış tüm aile bana yüzünü çevirdi, anneannemde kaldım yine o süreçte.
Annem benim iyiliğimi düşünerek olsa daha önce on kere bulması lazımdı, ama kocasını dövmemim acısına dayanamamış olsa gerek yazık kadına, ilk defa psikolog araştırmış ve Hüseyin beyi bulmuş. Babama söylemiş, o da dedemden icazet almış. Bana da dedem söyledi, ilk ondan duydum psikoloğa gideceğimizi. Dayım, ben, dedem, babam ilk terapiye bu ekiple götürüldüm. 17 yaşımın son beş ayı, dün gibi hatırlıyorum, çünkü 18 olacağım diye gün sayıyordum.
- Böylece başladı demek ki senin geciken ve çoktan görmen gereken rehabilitasyon sürecin Zahit!
Babam üç kere tembih etti yol boyu, “Aile hayatımızı asla anlatmayacaksın, sadece kendi meselelerini konuşacaksın psikologla” diye. “Yaşadığın tecavüzü de, asla kuran kursunda yaşadım demeyeceksin, başka mekân söyleyerek anlatacaksın.”  Babam seansa girmek için de ısrar etti ama Hoca kabul etmedi. Ben tabi ki onu dinlemedim, her şeyi açıkça anlattım.
İlk beş terapi direndim Hoca’ya, rahatça açmadım içimi. Tam aklım başıma geldi, Hoca’yla bağ kurdum, güvenmeye başladım hatta kendi isteğimle gittim terapilere, o zaman da babam “Gerek yok, artık gitme” dedi. Üsküdar’da bir lisede rehber öğretmenliği yapan PDRci birini bulmuş kendi çevresinden. Adam Akıncı, pala gibi bıyığı var, ofisi yok. Üsküdar’da kafelerde buluşacakmışız, 45 dakika seans yapacakmış bana, hem de fiyatı Hoca’dan bir tık fazla ama adam seansımızı sesli kayıt edip babama vermeyi kabul etmiş.
Babama “Bu adamla olmaz bu iş, yürümez”i ispat etmek için gittim. Daha ilk seansta kafede oturuyoruz, adam bana tevhit bayrağı ve yeşil bayrak açıp önüne oturmuş bir sürü gencin fotoğraflarını gösterdi. Kurtlar, kılıçlar; adam selfiler çekmiş küçücük çocuklarla; bir de “Bak, ben ne parlak gençler tanıyorum. Bu davaya ve Allah yoluna adamışlar kendilerini. Sense ahlaksız ve bencilsin; sapıkça cinselliğin için ailene karşı çıkıyorsun” demez mi!
Bekliyordum ama bu kadarını değil; “42 yaşında adamsın, niye 15’lik gençlerle sabah akşam takılıp çay içiyorsun? Rehber öğretmen kafelerde takılmaz çocuklarla, yanınızda sigara içiyorlar, ses etmiyorsunuz” dedim, “Yaşıtlarınla niye takılmıyorsun?” dedim sertçe ve cevap bile vermesini beklemeden patladım! Sen benim ne çektiğimi biliyor musun ki konuşuyorsun? Küçücük çocukken biri gelip ağzına aletini soktu mu zorla?” dedim.
“Öyle demek istemedim, yanlış anladın. Senin hayatta bir amaca ihtiyacın var, sana amaç göstermek için o çocukları gösterdim.” Diyerek saçmaladıkça saçmaladı, ben de “Benim hayatta bir amacım var, o da hayatta kalmak” dedim. “Dayak, tecavüz, hapis olmadan yaşamak” dedim. O eveleyip gevelerken, ben masadan çoktan kalkmıştım. Yürürken babamın bu ses kaydını dinleyecek olmasını düşününce sinirim biraz yatıştı. İkinci ve üçüncü seansta hiç konuşmadım, o konuştu, ben etrafı izledim. Sonra suskunluğumla yeterince mesaj verdiğimi düşündüğüm babam hala ısrar edince “O adama gitmeyeceğim, sen git; sizin kafanız çok uyuşur, aynısınız, sana daha iyi gelir, yıllardır hiç arkadaşın yok, arkadaş olursunuz” dedim. Ve gitmedim. Onun derdi terapide ne konuşulduğunu bilmek. O yüzden konuşmayı kayıt edip ona verecek kişiye gitmiyorsam başkasına gitmeme gerek yok. Zaten bilimle değil dinle çözülür bu sıkıntı. Döverek çıkaramadı içimdeki şeytanı ibadetle çıkaracak.
Babam tutturdu “Bunlar boş işler zaten, sen en iyisi geç arka odaya, üç yıl oradan hiç çıkma, ibadet et, Allah’a yakar bak gör pirüpak çıkarsın o odadan” dedi. “Allah seni değiştirir, sen yeter ki dua ve ibadetini çoğalt. Yalvar yakar duanı kabul edecektir.”
Annemin kendini suçlaması da altı ay sürdü, sonra evirildi “Sen bu mağduriyeti çok sevdin, üstüne yattın. Artık bizi suçlamayı bırak, bu olayı bize karşı kullanmayı bırak ve kendine çeki düzen ver” moduna girdi. “Hayatının sorumluluğunu al, çalışmaya başla.”
Öte yandan Babam kurstaki dayak ve istismara hala inanmıyor, inanmış gibi davranıyor. Ben bunu da kardeşimden öğrendim ona “Anlattıklarıma zerre kadar inanmadığını, onun da inanmaması gerektiğini, dinden uzaklaşmak için bunu uydurduğumu, şeytanın beni esir aldığını, yalancı olduğumu” söylemiş. Hatta canımdan çok sevdiğim kardeşime “Abinden uzak dur, yanına sokulma, temkinli bak, sana da sapıkça bir şeyler yapar” bile demiş.
- Kardeşin niye öğrendi ki bu durumu, ne gerek vardı bilmesine küçücük çocuğun?
Biliyordu, ben anlatmadım, babam anlatmış. Bu olayın ertesinde annem, zaten tüm aileyi akrabayı arayıp haber spikeri gibi anlattı herkese. Dayılar, teyzeler, amcalar herkes duydu; dede, anneanne. Onun bu ev ortamında duymaması mümkün değildi ama babam detaylıca anlatma gereği görmüş. Çocuğun zihnini bulandırdıkları, gereksiz konulara dikkatini çekmeleri yetmiyormuş gibi bir de abisiyle arasında sıcak sevgiye değil korkuya dayalı soğuk bir ilişki olsun diye özel çaba harcamış.
- Sana başka inanmayan oldu mu ailede?
Teyzelerim “Kesin tecavüz yaşanmıştır” oyu kullandı, dayım hiç yorum yapmadı, başka şubede eğitim gördü ama o da o kurs çatısındaydı yıllarca. Diğer dayım kaçtı bu konuda konuşmaktan, sorumlu ve suçlu hissetti kendini. Hala da bana belli konularda destek olur, manevi sohbetini eksik etmez. Hiç kötü yorumda bulunmadı bana, kaldı ki yıllardır ilişkilerimi bilir, ama kendisi de şeriatçı olmasına rağmen bana ılımlı davranır, dertleşir.
Büyük teyzem de aynı şekilde, ne zaman iletişim kurmak istesem; kapısını, evini, muhabbetini, içini açtı bana; onun da berbat bir hayatı var zaten. Olgun biri, hayatın çemberinden geçmiş, iki dost gibi olduk onunla. O olay konusunda hassas davrandı, inandı bana. Sağ olsun çok nazik davrandı hep. Büyük dayım olayı magazine çevirdi “En ahlaklı geçinenimizin oğlu ibne oldu, hahaha” ya çevirdi durumu.
Annem ortamdan koptu, ağlıyor, babamın terapiye gitme, odaya kapan dediğini iplemedi hatta duymadı, başka kafadaydı. Babam olayı nutuk atmaya çevirdi “Bunlar şeytanın vesveseleri” dedi ve hiç unutmadığım o cümleyi kurdu “Bir zamanlar ben de cinselliğe çok düşkündüm 24 saat seks düşünürdüm ama kendime çeki düzen verdim, kendime bir aile kurdum” dedi. Ertesi gün bu kelimenin ağırlığı çöktü üstüme, akşam tekrar sordum; kıvırdı, evirdi çevirdi lafı, düzgün cevap vermedi, belli ki ağzından kaçırmıştı.
Ben kafayı buna takmıştım bir kere, zihnimde uçuştu durdu teoriler. Akrabaların ağzını aradım her fırsatta çaktırmadan. Gençlik anılarını deştim babaanneme hep babamın gençliğini sorar oldum. Bir sene sonra parçaları birleştirdim ve şu sonuca vardım: Ergenliğinde ve üniversiteye yeni başladığı yıl, birçok kadını taciz etmiş babam, bunu konuşuyorlardı annemle, hatta annemle babam ilk tanıştıklarında aynı üniversitedeler. Bakıştıkları dönemde babam annemi takip etmiş, çalıştığı yeri, akrabalarını, evini numarasını, arkadaşlarını, her şeyi öğreniyor ve annemle konuşmak için ortak arkadaşları araştırıyor. Ben bunları duyunca anladım; aşırı derece özgüvensiz, cinsel kimlik bozukluğu yaşayan, zoraki bir eş, evlilik kuran, bence duygusal olarak cinsel olarak bitik ve karışık bir adam. Zaten babasız ve anne koynunda büyümüş, annesine bağımlı, o da histerik bir anne zaten. İşte babamın geçiş dönemi de o zaman başlıyor, babası ölünce. Zaten ürkek ve korkak, özgüvensiz olan babam;  “Babam öldü” yasına hiç girmemiş, üzülmemiş, hatta sorgulamış  “Peki, şimdi babama ne oldu, böyle renkli bencil özgür bir hayat yaşadı ve öldü gitti, şimdi ona ne oldu?” diye saplanıp kalmış. Katoliklerde aşırı cennet betimlemesi var, “kesin cennete gitti” diyor konu komşu, babamsa babasından nefret ettiği için onun cennete gideceğine asla inanmıyor. O dönem de Bulgaristan’da ırkçılık arttığı için; dedem Rus kökenli de olsa, babaannem Erzurum Kürdü, o yüzden ciddi sorun oluyor Türk kökenli olması ve Türkiye’ye göçüyorlar mecburen. 80’ler Türkiye’si ortalık karışık, baba eksikliği ve o kafa karışıklığıyla cemaatlere giriyor babam. Örgütlere katılıyor.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Cemaat abileri,  hoş sohbet ortamlar derken, iyi bir üniversiteye girince yavaş yavaş şeriatçı bir Müslümana dönüşüyor. Ama onun din konusundaki bu denli katılığını kesinlikle ölüm korkusuna dayandırıyorum. Aşırı korkuyor ölmekten. İslam dininin Felsefesinde korku ve ümit arasında bir yaşam var. Babasının ölümüyle sorguladığı öte dünyadan korkmasıyla babasını cehennemde kabul etmesiyle alakalı. Çok ciddi bir ölüm korkusu var. Ve bu fikrim son yıllarda daha da sabitlendi kesin büyük bir ölüm korkusuyla yaşıyor babam yıllardır çünkü o ne zaman benle konuşsa lafın başında ya da sonunda illaki konuyu ölüme bağlıyor, “hepimiz bir gün öleceğiz o yüzden sıkı sıkı bağlanmalıyız dinimize” diyor yaşlandıkça korkusu daha büyüdü görebiliyorum. Saçına ilk ak düştüğünden beri dokuz yıldır saçlarını sürekli boyuyordu babam ama altı aydır boyamamış, en son görüştüğümüzde beyazlar vardı,  hayırdır niye artık boyamıyorsun dedim “kendime ölümü daha çok hatırlatmak istediğim için” dedi. Bunu diyen adam daha 49 yaşında.
İşte bu korkuyla yıllardır altına sıça sıça cebelleştiği için böyle çevresine karşı manyak biri benim genel fikrim bu. Ölüme sürekli bakarsan ölümde sana bakar ve baş etmek zordur.
Babam beni odaya kapatmaya yeminliydi, baskıyı iyice arttırdı. Her gün aynı şeyi söylüyordu;  “Psikoloğa gerek yok, çok istersen kendin de iyileşebilirsin. Hadi al gusül abdestini, et niyetini, kapan arka odaya, bir iki yıl boyunca dua edip, odanın dışına bile çıkmadan ibadet edersen iyileşmen mümkün”
Teorik olarak harika ve mucizevi gözüküyor. Sonra ne diyecekler : ‘’İşte evladımız yıllar boyu ibadet etti, yüzündeki nur parıltısına bakınız, o artık tertemiz.’’ Falan mı diyecektiler acaba. Çok mucizevi beklentiler içerisinde olan canım  ebeveynlerim hayal gücü ve cahilliği karşısında kavga etmeyecek de ne yapacaktım. “Asileştin” diyorlardı, aksi mümkün müydü?
Terapi paramı babaannem veriyor yine de gitmeme izin vermeyip odalara kapatma konusu her gün gündeme gelmeye başlayınca; terapiye düzenli gittiğim süre içinde öğrendiğim bazı şeyleri onlarla anlatmaya çabaladım; ne kadar yanlış davrandıklarını, beni nasıl yem ettiklerini, hiç sahip çıkmadıklarını anlatmak istedim ama ne mümkün.
“Bizi bunlardan sorumlu tutamazsın, başına gelen kötü şeyler bizim yüzümüzden değil, isyan etme, bu senin sınavındı. Allaha yönelmiyorsun.” diye bir savunma mekanizmaları vardı. “Sen zaten kendine acıyan birisin, bu dünyadaki tüm sıkıntıları sanki sadece sen çektin sanıyorsun.”  Pat pat böyle karı koca savundular kendilerini, boş beleş laf yağmuruna tuttular beni. Hatta bir iki defa belki anlarlar umuduyla hocanın oku diye verdiği psikoloji kitaplarından bölümler okudum onlara ve “Bari şimdi terapi sürecimi baltalamayın, biraz destek olun, yapıcı davranın” dedim ama ne mümkün kafalar mermer gibi, asla anlamadılar. Hep ben hatalıydım, sütte leke vardı onlarda yoktu. En son konuşup merhamet dilendiğim ve “bıktık senin zırvalarından” cevabını aldığım gün, sinir krizi geçirdim.
Bedenim benden bağımsız olarak özgürlüğünü ilan edip yere yığılmış. Tokatlamalar, kolonyalar, soğanlar girmiş devreye, olmazsa olmaz okuyup üflemeler ve koca karı yöntemleri yetişmiş imdadıma, yoksa nasıl kendime gelirdim dimi ama.
Kendime gelmemle bedenimin dümeni ele geçirmesi bir oldu, hem ağlıyorum hem avazım çıktığınca bağırıyorum, hem de içimde ki Süpermen ne diyorsa onu yapıyorum. Evdeki kornişlere kadar sökmüşüm. İnsanüstü bir güç ile koca Gardolabı devirmişim, ciddi bir sinir krizi geçirmişim, elim bileğimden ters dönmüş, yaptıklarımın bir kısmını hatırlamıyorum, bir kısmı ise şu an bile gözümün önüne geliyor, gücümü tükettiğimde “Neden, neden, neden ben, neden?” deyip kitlenip kalmış ve yeniden bayılmışım.
Hayal meyal kendime geldiğimde babam başımda oturmuş “Bizim çocuk iyice delirdi buna ilaç verin hemen. Ben evde böyle bir şey istemiyorum diyerek” bir doktor arkadaşıyla konuşuyordu telefonda. Acınası haldeydim; istemsizce geçirdiğim bu kriz bile doktora ya da psikiyatriye götürülmeyi hak etmiyordu. Sadece telefonla ilaç istemekti onların nazarındaki değerim ve halim.
Nasıl kabul ettirirsiniz siz bu insanlara hatalı olduklarını? “Atıp bıraktığınız o kursta bana neler neler ettiler de bir gün bile anlamadınız, bir gün bile kontrole gelmediniz” dediğimde bile, koca koca ağızlarıyla kendilerini can hıraç savunmalarını ve ihaleyi bana yıkmalarını nasıl anlayabilirim?
Kendime gelip sürünerek odama geçtim ve yatağıma bedenimi bir ceset ağırlığında bıraktığımı çok net hatırlıyorum, sonrasında tavana uzun uzun bakarak sanki tavanda billboard var, akan yazıdan bana vahiy iniyorcasına kararlar aldım. Ailem yüksek beklentili; inzivaya çekilip Allaha ve ibadete sarılıp küllerimden doğacağıma eminler. Terapistim beklentili; çünkü çok zeki, çok özel bir genç olduğuma inanıyor. Üniversite okumaya yönlendiriyor, garsonluktan daha iyi bir iş bulabileceğime inanıyordu. Ee ben kimim, ben ne istiyorum, ne yapacağım soruları tavandan bana indi ve bir anda gücüm yerine gelmişti, enerji doluydum. Ailemle ilişkiyi kesecektim, terapiyi bırakacaktım. Bu insanların olmamı istediği hiçbir şey olmak istemiyorum tamam ama şu an olduğum şey olmak da istemiyorum. Bir süre uzaklaşacağım hepsinden. “Ayakta kalmalıyım; bir oda ya da pansiyon tutmalıyım. Kendimi geçindirmeliyim bir şekilde. Geçmişten ya da psikolojik güncel sıkıntılarımdan kendimi soyutlamalıyım, hayatta kalmaya odaklanmalıyım, çünkü başka türlü başa çıkamayacağım” dedim.
İnsanlara sosyopati ve sadistlik boyutunda öfke duyuyordum. Bazen özellikle hiç bir travması olmayan, hayatı şanslı geçen, hatta yaşamı gül bahçesi tadında yaşayanlar karşıma geçip eften püften can sıkıntılarından bahsedince deliriyordum. Çektiklerimin zerresini çekmemiş boş boş, şımarık şımarık konuşunca karşımda ifrit oluyordum.
Cinsellik ve travma dışında kalan; sevgi gibi, aidiyet hissi gibi bir çok duyguyu empati yoluyla öğrenmeye çalıştım, yoksa duygusuz biri oluyordum. Bir şey hissetmiyordum zaten. Biri bana arkadaşça “Seni seviyorum” dediğinde, bende hiç bir karşılığı olmuyordu, bir yankısı yoktu güzel sözlerin. Veya kendilerini bana yakın hissettiklerini, benden hoşlandıklarını söylediklerinde, sıfır etki. İçim boş varil gibi. Tam olarak böyleydim. Tüm bunları uzun süredir bastırıp iyi rol kesiyordum. Sağlıklı bir insanmış gibi, onları hissediyormuş gibi yapıyordum.
Toplum içinde sıfır güven, sıfır sevgi ile bu kadar çok rol yapıp zorlanınca, eve geldiğimde ettikleri tek olumsuz cümlede patlıyor, karşılık veriyordum. Mutlak itaat etmeme alışık olan ve bunu uygun bulan dedem ve babam onlara ses yükseltince beni zevkle tartakladıklarından dolayı bir süre sonra ben de kendime zarar vermeye başlamıştım. Bu duygusal boşalmaları yaşayınca evdekilere bağırmak hesap sormak yerine, hemen odama girer kendime zarar verirdim. Bıçakla jiletle kendimi kestiğim, deştiğim oldu. Kolumda sigara söndürmüşlüğüm de vardı.
Gerçi bırakmadan önce yedi ay gördüğüm terapi sürecinde bunları biraz kontrol altına almıştım; hatta artık öfke patlaması yaşadığımda kendime zarar vermek yerine sadece hayvan gibi yatak döşek yumrukluyordum. Birkaç gün elim sızlıyor şişip morarıyor ve geçiyordu, sonraları daha da düzeldim ve sadece odamdaki eşyaları objeleri fırlatıp atıyor, bardak falan kırıyordum. Kendi kendime bağırarak ağlayarak, kendimle yüksek seste konuşarak rahatlıyordum. Bu kadar azaltabilmiştim.
Evi beğenmesem de bir sürü eksileri olsa da gidip anneannemle yaşamaya başladım yine. İllaki bu evden de çıkacaktım; çalışıp para biriktirince oda tutacaktım. Zaten terapi paralarımı babam ödemeyi reddediyordu; babaanneme sığındım, o verecekti.
Annem olayları yumuşatmak adına ziyaretime gelip gitmeye başladı anneanneme; hatta gece bizimle kalmalara başladı. Sonra eve geri dönmemi istedi, her gün eve çağırdı falan derken işte o dönem yaptığım en akıllıca şey tekrar terapiye koşmak olmuştu. Duygularımı ayrıştıramıyordum. Babam sevmiyor, hatta nefret ediyordu da; annem beni seviyor muydu, neyin peşindeydi; çözemiyordum.
Her yaptığımı, her hissettiğimi, aklımdan geçen en saçma şeye kadar tüm çıplaklığıyla hocaya anlattım. İlk beş ay haftada bir terapiye gittim babaannem sağ olsun, hiç esirgemedi parayı. Bir şeyler kafamda değiştikçe beynim sürekli içimi didikliyordu, yüzleşmelerin etkisiydi. Her şey yerli yerine oturuyordu yani bu terapiler öyle dizilerdeki gibi geçmiyor; sonrasında günlerce kendinizle savaşıyor, sorulara cevaplar arıyorsunuz.
Dönmedim eve uzun süre. Annem ısrarlarını ve kafa ütülemelerini çoğalttı, kardeşlerimi de özlemek bir yana aklım kalıyordu. Annemin zoruyla ısınma turları yapıp sadece hafta sonları eve uğradım, kardeşimle ilgilendim, babayla tek kelime etmiyoruz. Annem yine her zamanki gibi kocasını sevimli göstermek için beş takla atıyor. Neyse iki ay da böyle geçti ve kardeşlerime zaafım ve hocanın tavsiyesiyle tekrar döndüm, yerleştim eve. İster inanın ister inanmayın daha üç hafta ya oldu ya olmadı, işten eve döndüm; baktım babaannemle babam kavga ediyor, yakasına yapışmış tartaklıyor babaannemi, “Psikopatsın sen anne, bıktım senden” diye avazı çıktığınca bağırıyordu.
O sahneyi gördüm, kanım dondu, beynim yandı çünkü babaannem yaşlı başlı kadın ve onu seviyorum. “Karını dövdün defalarca, çocuklarını dövdün yıllarca; sıra babaanneme mi geldi, anana el kaldıramazsın, yeter be adam” diye bağırdım. “Hangi adamın yarrağını yalıyordun” dediği oğlu bile o an şoktaydı. Hayatı din için bize zehir etmiş, sözde çok Müslüman olan babama “Hani cennet annelerin ayağının altındaydı, annene nasıl el kaldırırsın” diyerek isyan ettim.
Ve işte ne acınası bir durumdur ki, yıllarca ben dayak yerken tek laf etmeyen babaannemi oğlunun elinden ben aldım. Hani “Sen şimdi adamların kucağına mı oturuyorsun?” diyen babaannemi, uydusu olan oğlunun şiddetinden ben kurtardım. Namuslu, ahlaklı, dindar diğer oğlu, gelini, diğer torunları karışmıyor seyrediyordu kavgayı; ben aldım babamın elinden.
Kavga sebebi anasına el kaldırma sebebi neymiş bilmek ister misin Abla?
- Tabi ki isterim; “Babaannem babamın Allah’ıdır, annesine tapar” dediğin adamın neden şiddet uyguladığını çok merak ettim?
Neymiş efendim babaannem kızına yani halama maaşından her ay iki bin lira veriyormuş, çünkü halamın da hakkı olan o diğer evi babam gizli satıp parayı da batırınca, iki çocuğu arasında adaleti sağlamak amaçlı maaşından fedakârlık yapıyormuş kadın ve bunu öğrenmiş babam. Bu arada satılmayan diğer evdede zaten yine babam yaşıyor, kadının bir evini gizli sattı, ikinci evine de çökmüşler kira ödemeden oturuyorlar yıllardır, yetmiyor; evi zaten çoğunlukla kadının maaşıyla döndürüyorlar, bu durumda halama duble haksızlık edilmiş oluyor zaten. Kendi kız kardeşine verilen paraya karışıyor sözde çok dindar babam, anasını kızına iki bin liracık veriyor diye tartaklıyor. Daha iki sene öncesine kadar yıllardır tamamen babaannemim maaşıyla dönüyordu ev, niye; çünkü babam çalışmıyordu. Niye; çünkü barınamıyor hiç bir yerde, bulduğu hiçbir işte tutunamıyor, kimseyi beğenmiyor, kendi gibi Talibancı, şeriatçı kafaları bulamadığında çalışmıyordu. İş bulur iki ay sonra çıkardı, üç ayı doldurduğu görülmemiştir. Sadece son iki yıldır düzenli çalışıyor.
Halam da sosyal demokrasiye inanan biri, babam onu başından beri dışlıyor. Aslında muhafazakâr, kapalı yaşayan biri, öyle şort falan giyilmesinden hiç hoşlanmaz ama zihnen babam gibi şeriatçı, aşırı radikal olmadığından babama yaranamıyor. O yüzden annesinin halama verdiği iki kuruşa itiraz edip anasına el kaldıracak kadar sözde dindar biri babam.
Sonradan anladım; ayetleri bile kendine göre seçerek anlatırmış babam bize; kadından önce “Namahreme bakmayın, gözünüzü çevirin” diye erkeğe inmiş ilk ayet ama bunu babamdan hiç duymadım. Uzun uzun erkekleri sınırlayan bir hadis var “Çevrenizde insanlar nasıl olursa olsun, siz kendinizi bilecek, gözünüzü çevireceksiniz” diye özetleyebileceğim. Kadın açtıysa, senin dönüp bakma lüksün yok; bakamazsın, bakana da iyi gözle bakmamalısın. Neyse halam bu açıdan babamdan daha dindar namuslu bir insan benim gözümde.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Konudan konuya zıpladın, anlaşma gereği sustum ama kavga kısmı yarım kaldı anlatsana ne oldu sonrasında?
Bu defa haklısın, evet konuyu dağıttım, oysa en heyecanlı yerinde kaldık; ittim babamı aldım elinden babaannemi. Haftalardır tek kelime etmediğimiz adam “Sen bana dokunamazsın” dedi. “Geçen seferki gibi dayak yemekten mi korkuyorsun?” dememle, annemin kocasını kurtarmak için gökten inişi bir oldu ve dırdıra başladı. Durdum, ikisinin de yüzüne baktım bir süre; “İkinizin de Allah belasını versin, az önce anasını döverken araya girmedin de şimdi ben ayırırken mi araya giriyorsun? Senin kafanı mermerlere vurup kıran adama karşı bu nasıl bir ikiyüzlülük” dedim. “Yıllarca beni dövdü, şimdi anasını da dövüyor; oh olsun mu diyordun içinden, ayırınca tepki veriyorsun?” dedim anneme.
İkisi birden carlamaya başladılar, babaanneyi bıraktılar olay bana döndü “Sen bizimle böyle konuşamazsın, biz senin annen babanız” diyor yani iyice benzin döküyor üzerime, yakayım ortalığı diye. Ne kadar komik çelişkiler! A anne baba olmak bu demek değil mi, vah ki ne vah; anasını dövüyor engelledim diye “işime karışamazsın” diyor. Nerden baksan beyin yakıcı çelişkiler bunlar. “Sizin hakkınızdan emniyet gelir” diyerek mutfağa gittim; o sinirle telefon açtım 155’i aradım; “Ben şimdi eve girdim, babam babaannemi dövüyor. Onu ayırmak istedim, şimdi ikimizi birden dövecek, gelip bizi kurtarın, elimden bir kaza çıkmadan” diye ihbarda bulundum. “Daha önce hastanelik ettim, bugün mezara yollamadan gelip alın şu adamı” demeyi ihmal etmedim. Ne yapılırsa ne söylenirse sorgulamadan dayak yiyip oturan o eski korkak çocuk olamıyordum artık, cin lambadan çıkmıştı. Terapiler işe yarıyordu; babaannem de zaten kırmızıçizgimdi.
Annem arkamdan gelmiş mutfağa, donup kalmış söylediklerim karşısında; gözleri büyüdü gelip kolumu tuttu ama nasıl bastırıyor gücü yetse geçirecek parmaklarını etime; “Sen bu ailenin adına leke sürdün yetmedi, bizi rezil mi edeceksin? Sen Müslüman babanı bu laik devletin polisine mi şikâyet ettin yani! Bu temiz evimize polis ayağı mı sokacaksın şimdi? Çabuk git aşağıda bekle, polisi karşıla, ben aradım ama babam gitti dövmedi bizi gibi bir şeyler söyle yukarıya çıkmalarını engelle, sen hepimizin alnına leke süreceksin köpek, nankör puşt” dedi. İnanın abartmıyorum bunları söyledi, eksiği var fazlası yok.
Gözlerimden ateş çıkıyor o an, kolumu hızlıca çektim elinden, “Ben mi namusunuza leke sürdüm, ben ha? Siz ufacıkken benim namusumu korudunuz, kolladınız ben sizinkine leke sürdüm öyle mi?” diyerek mutfak camını sonuna kadar açtım ve avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. O kadar net hatırlıyorum ki söylenenleri ve söylediklerimi. Hiç pişman değilim peşinen söyleyeyim.
Pencere konuşması yaptım; “Ey mahalleli; siz bu evin insanlarını yıllardır görüyorsunuz, kocası sakallı, karısı gözüne kadar peçeli ama gelin görün anasını dövüyor şu an. Bakmayın böyle giyindiklerine, insan değil bunlar. Gönderdikleri Kuran kursunda iki sene siktiler beni ama sineye çekti bunlar sineye. Beni korumadılar, bana bakmadılar sekiz yıldır çalışıyorum sikildiğimle kaldım. Üniversite mezunu bunlar ama gidip iş bulup çalışmıyorlar, annelerinin parasına evine göz dikip asalakça yaşıyorlar,  siz bunların ne mal olduğunu bilin artık. İkisi de namussuz bunların, örtülerine değil kişiliklerine bakın.” diye avazım çıktığınca, aklıma geleni sayıp döküyorum, hem de en yüksek sesimle. Anında mahalleli balkonlarına camlarına çıktılar, çocuklar binanın altına toplandı, panayır yerine döndü ortalık, akşamın saat 10’u herkes camlarda. Sonra “Bu size yetmez” dedim “Yetmez” Çıktım diğer cephedeki balkona oradan da canlı yayın yaptım “Böyle şerefsiz bunlar, anasına el kaldırdı, gelin görün kadının halini komşular” diye nasıl bağırıyorum, hiçbir şey yapamıyorlar şoka girdiler. Hele annemi göreceksiniz; dinliyor, hiç tepki vermiyor, dondu kaldı. Babama da aynen kal geldi ve tabi ki korktuğu için de müdahale edemiyor, ya bu sefer çatlattığım burnunu kırıverirsem dimi ama adamın canı tatlı, dayak atmaya benzemez dayak yemek.
Yengem ise “Polis çağırdı, polis çağırdı” diyerek ortalığı ateşlendirdi.
Ben de bir türlü tatmin olmuyorum; yılların yükünü atıyorum kolay değil, hala camdan bağırıyorum “Bunlar bana ibne diyor ama kendileri benden beter, ahlaksızlar. Bacısının miras hakkını bile gizlice satıp yedi bunlar. Bizi hiç okula yollamadılar, dokuz yaşındaydım tüm kaburgalarımı kırdılar, bunlar böyle şerefsiz işte” diye bağırıyorum. Mahalle curcunaya döndü, herkes izliyor; halka sesleniş, zafer konuşması gibi bir şeydi benim için ve zaten o an polisler geldi.
Polisler de ayrıca çok komikti, kesin dönerciden geliyorlar; birinin elinde dönercinin ıslak mendili, diğerinde kürdan; belli ki yemeği hızlıca yiyip buraya düşmüşler. Neyse ifadesini aldılar herkesin. Annem ve babam aynı ifadeyi verdi “Ortada hiçbir şey yokken ben babama saldırmışım tüm olay buymuş, daha önce de burnunu çatlatmışım.”  Tabi benim “Asi genç, aileye problem çıkaran kötü çocuk” olduğumu eklemeyi de ihmal etmediler. Onlar çok inançlı bir aile, ben baş edemedikleri nankör evlat. İfade sırası babaanneme gelince, o da yıllarca yaptığı gibi sağır taklidi yaptı.
- Ne yaptı ne! Sağır taklidi mi? Bir yaşıma daha girdim Zahit sayende, anlatsana bu ne şimdi?
Yıllarca sağır olmamasına rağmen sağır taklidi yaptı, hepimiz de ona o sağırmış gibi davranırdık; şaka gibi ama gerçek.
- Hoppala, yine başlıyoruz; absürtlük bitmiyor, şaşırtmaların bitmiyor Zahit, ne demek bu Allah aşkına?
Annem babam evlenmişler, babaannemin evine yerleşmişler birlikte yaşıyorlar. Sonra iş bulup biraz durumlarını düzeltince ayrı eve çıkmak istemişler, ev arıyorlar emlakçılardan. Tam o süreçte babaannem de bir gün mutfakta çığlık atıyor ve “Ben duyamıyorum, duyamıyorum” diye ağlamaya, kendini yerden yere, duvardan duvara vurmaya başlıyor. Hastaneye götürüyorlar sorun çıkmıyor ama babaannem o günden sonra duyamadığını iddia etmiş sürekli.
Kimse de bir şey diyememiş, anneleri ne de olsa ve duymuyorum diyor. “Allahtan geldi” demişler, “Doktor yanıldı” demişler, belki işlerine gelmiş onunla oturmak. Babaannem iki maaş alıyor ve yurtdışından aldığı için bayağı yüklü maaşı, kira masrafı yerine babaanneden geçinmek işlerine gelmiştir. Zaten babam hiç istememiş annesinden ayrı eve çıkmayı, annemin zoruyla teşebbüs etmişler, o da bir iki arka sokakta yani uzakta ev aramamışlar.
Ben ergendim; sofradayız, ev telefonu mutfaktaydı; çalınca babaannem böyle elini uzatacak gibi olur, hemen ne bok yediğini anlar, toparlanır, yemeğe devam ederdi. Ya da kapı çalıyor, bir anda refleks olarak ayaklanmaya teşebbüs eder, yine o an toparlar kendini, tuvalete giderdi kapıya bakmadan.
Polis gelince de aynı rolü oynadı, polis soru soruyor “Ben duymuyor, ben bilmiyor, ben yaşlı” rollerine girdi, hiçbir şey demedi, yuvarlak cevaplar verdi, yakmadı oğlunu da beni de; yani aile içi basit tartışmayı, torunu yanlış anladı hesabına getirdi iyi mi! Kabak benim başıma patladı. Annesinin tavrıyla rahatlayan babam polise “Oğlum kafadan kontak, şizofren, bazen halüsinasyonlar görüyor, olmayan şeylerin var olduğunu sanıyor” dedi.
Daha ilk kapıdan girdiklerinde, dedemin de emekli emniyet müdürü olduğu bilgisini vermişti babam. Öyle ablukaya aldılar ki tatlı dille, son tahlilde memur omzumu sıkarak tuttu ve “Babanla annenin hakkını hiçbir zaman ödeyemezsin, bu yaptığın saygısızlık, hiç evlat babasını polise şikâyet eder miymiş? Kendinden utanman lazım, bak bizi de boş yere uğraştırdın” demez mi!
Gerçekten sözün değil, gerçekliğin bittiği andı. Ben zaten anlattım sana; iki defa karakola polise mahkemeye düştüm, ikisinde de ağır şiddet görmüştüm; babamdan da hep benzer şeyleri duydum. Bir kere de “Nerede bu çocuğun akıl sağlığı raporu, ya da şizofren raporu, bir gösterin lütfen” demedi polis!
- Zahidi dinlerken içimdeki ses keman yayı gibi iyice geriliyor; İlahi çocuk iyi niyetine sağlık. “Polis rapor sorsaydı keşke” diyor. Devlet nerede! Bu hayat hikâyesinin neresinde devlet var? Muhtar, Vali herhangi bir devlet yetkilisinin şefkatli eli, devletin gücü var mı burada, her şey bir yana; eğitim yaşı gelmiş çocuklar okula hiç gitmiyor ama devletin haberi bile yok… Mi telini geren kemancı gibi koparmaktan korkuyorum kendimi ve hemen bir soru sorarak savuşturmak istiyorum zihnimi.
Zahit dur aklıma geldi şu halife seçimi olayı vardı, sonra anlatırım demiştin!
Gülelim diyorsun yani, haklısın içini kararttım değil mi abla?
- Yok, istesen de karartamazsın içimi evlat; gözündeki ışık yeterince dengeliyor aydınlığı. Hem anlatacaklarının güldüreceğini hiç düşünmedim doğrusu.
Anlatayım öyle karar ver, bakalım seni güldürebilecek miyim? Bizim evin şizofren hikâyelerinden biri daha başlasın: Babam bir gün bir hışım kalktı, tüm aileyi eve topladı. “Biz burada 30 kişilik bir aileyiz, aslında küçük bir İslam Devleti sayılırız. Bu devletin de bir halifesi, bir reisi olmalıdır” dedi. Dayılar, teyzeler herkes; “Ooo evet haklı” diye onayladılar. Herkes; ağzı açık, çok mantıklı şeyler söyleniyormuş gibi dinliyor. Beni görmen lazımdı Abla; odanın en uzak köşesinde, dolabın dibine bağdaş kurup çökmüşüm, çay içip “Geliyor gelmekte olan” şeklinde, korkuyla sinmiş dinliyorum, “Hassiktir, bir bu eksikti” şeklinde şaşkınlıkla izliyorum ev halkını.
Sonra “Biz halife seçmek zorundayız kendimize” diye yine gür bir sesle vaaz verdi babam. Herkeste onayladı, sonra büyük dayım ile babam aday oldu, dedem de adayları onayladı ve iki aylık bir seçim kampanyası başlattılar. Kıç kadar aile apartmanında her hafta yenilen baklava hürmetine halife seçiyorlar, ben de sürekli çay içip izliyorum “Ne olacak şimdi?” diye. Hep bir tedirginlik, babam zaten deliydi, halife olursa iyice delirir diye türlü kâbuslar görüyorum. Ama sürekli köşeye sinmiş çay içiyorum, o bardak hep elimde, hayal edin; komik işte, çok komik hem de.
Şimdi yalnız bir detayı söylemesem olmaz, hak yemiş olurum; babamı çok takdir ettim o günlerde; dayım “Bunların çoğu benim ailem zaten beni seçerler” diye kulis dışında hiçbir şey yapmadı ama babam her Cuma gitti baklava aldı, lokum aldı herkese dağıttı. Dedemi ayrıca yedirdi, içirdi, mutlu etti. Her hafta sonu akşam dini sohbetler düzenledi, yani bayağı havaya girdi, seçmenine istenilen vaatleri verdi ve muradına erdi. Dedem çoğunluğun onayını alıp babamı halife olarak ilan etti ve buna küsen dayım “Ben de giderim o zaman” deyip siktir olup Suriye’ye gidip Işid’e katıldı. “Halife olamadım, ben de gider cihat ederim” dedi, gitti.
- Yok artık!
Yemin ederim, aynen bunlar yaşandı bizim evde ve tüm bunlar yaşanırken; işten yorgun geliyorum, bir kenara siniyorum, o bardak hep elimde; ne yaşıyorum. Bu halimi es geçme Abla bu önemli; neden bilmiyorum ama sürekli çay içiyorum, odanın en uzak köşesinde bağdaş kurmuşum, fikir beyan etmiyorum hiç, sadece gözlüyorum. Herkes resmen uçuyor; kafalar pırıl pırıl ama git sor hepsine; ailenin delisi, defolusu benim, onlara göre ailedeki tek marjinal benim!

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
Gülmekten cümlesini zor tamamladı Zahit. Yalan yok, o kadar komik anlattı ki beni de güldürdü. Yine de inanmakta güçlük çekiyorum demekten alıkoyamadım kendimi. Bir kere daha o da Hüseyin Hoca dahil tüm akrabalarını şahit gösterdi. Zaten ailecek gittikleri üç beş seansta bu konular hep konuşulmuş, herhangi bir inkâr yaşanmamış Hüseyin beyin yanında.
İklim Abla bu durum Allah’ın babama en büyük kazığı değil midir?
- Halifelik mi, hangi durumu soruyorsun, o kadar çok durum var ki?
Yok be, benim durumum diyorum. Yani halifelik mertebesi için yaşayan adam, sen “Çocuğum âlim olsun” diye yıllarca uğraş, onca yıl Kuran kursuna yolla, ibne çıksın. Tabi işte babam Allah’ın ona verdiği hiçbir mesajı doğru anlamadığı için olan benim hayatıma oldu.
- Zahit çok haklısın evrenden gelen ilk mesajları almazsak biz öğrenene kadar mesajlar büyüyerek gelmeye devam ediyor. Biz tekâmül edene kadar da gelecek. Gülerken düşündürmek bu olsa gerek. O değil de Zahit, benim aklım dayında, dayın ne oldu?
Dayım iki yıl cihat etti, geri geldiğinde mimlenmişti ve yakalandı; terör örgütüne katılmak, yataklık etmekten ceza aldı hapse girdi. Diğer dayım da Mısır’a kaçtı orada evlendi Mısırlı bir kadınla.
- Kaç kere ölümle burun buruna gelmene rağmen kaç kere sakatlanman an meselesiyken böylesi bir yaşamdan sağlam çıkmışsın. Asıl Allah’ın mesajı ve mucizesi budur. Sen mesajı aldın mı? Seninki ikinci yaşam değil be evlat, beşinci yaşam gibi, hayatta kalmış olman bile mucize geliyor bana, o yüzden yaşamın tadını çıkarmalısın.
Ben mesajı çok iyi aldım Abla ve dedim ya sana; bedenim çok sağlam, özellikle kafatasım, kemik yapım gerçekten çok sağlammış. Kursta ve evde yediğim dayaklara rağmen sakat kalmamam gerçekten göreceğim güzel günler olduğuna işaretti. Ee kolay değil aileme uysam canlı bomba olup patlamak vardı kaderimde, ben başka türlü patladım kucaklarında.
Canlı bomba olma ihtimalini mizah malzemesi yapma kıvamına gelmiş olması iyi mi kötü mü bilemedim. Bu söylemleri elimde olmadan geriyor içimi, gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Tepkimde seçicilik yaşattı, yani acılarına gülmesi güçlendiği, kabullendiği hatta bir nebze olsun aştığı anlamına geliyor olsa da yine de içime sinmiyor sadece yirmi üç yaşında bir gencin bu hali. Gerçi Zahit “En az bir yıllık terapi sürecim daha var önümde” demişti; zamanla her şey olağan akışına girecektir kafasında. Bu geldiği nokta bile büyük iş doğrusu.
- Zahit sıra geldi mi ikinci kısmı anlatmana, yani terapiler ve sonrasını?
Evet, özetleyip bağlayayım olayı. Buraya kadar; kâh kendi içsel dağılmalarım, kâh babamın engellemeleriyle yarım yamalak da olsa gitmeyi bırakmadığım terapilere, kalben asılmaya başladığım zamanların başıydı. Bu son anlattığım pencere konuşmam ve polis çağırma olayından sonra terapiye engel olacak tek kelime bile kurmadılar. On beş günde bir düzenli terapiye gitmeye devam ettim. Sonrasında yeteneğimi ortaya koyacağım daha severek çalışacağım bir işe girdim düzenli ve tam zamanlı. Hafta sonları da yine hocanın önermesiyle spora başladım. O son ilişki acısından sonra aşka zerre inanmıyorum ve tüm yaşadıklarımın üzerimdeki hasarını onarmaya fazlasıyla gönüllüyüm. “Zahit tecavüz mağduru”, sanki bu hayatta başka hiç vasfım yokmuşçasına, geçen yıllarda hep bu duyguyla asıp kesmişim kendimi. “Hayatım sadece bundan ibaret olmamalı” dediğim süreçte zaten ailemden kaçtım, mahkemeden kaçtım, o en son sevildiğimi sandığım ilişkiden kaçtım ve terapiye sığınmıştım. İşte o hedeften hiç uzaklaşmadığım için Hoca’yı pür dikkat dinliyor, verdiği hiçbir ödevi ve uyarıyı es geçmiyorum.
Ben o beş yaşından beri mağdur edilmiş içimdeki çocukla barışık değilmişim. O çocuğu sevemiyormuşum, onu içimden reddediyorum, bunun için de terapide çok zorlandım. Kendimle iletişime geçememişim ki hiç, önce o çocuğu sevip affetmem lazımdı. Yaşanılanların izleri ve onların her gün biraz daha yıkıcı olan etkileri, damarlarımda bir zehir dolanıyormuşçasına öldürüyormuş beni yavaş yavaş.
İnsanlar sabahlara mutlu uyanabiliyor, akşam tatlı bir yorgunlukla yataklarına uzanıyor. Benim kâbuslarım akşam sabah hiç bitmiyordu, içimde öldürülen çocukların sesleri hiç susmazdı. Hepsi benden hesap sorardı. Başıma gelenlerin sorumluluğu yükümdü, yarı uykulu yarı uyanıkken bile üstüme çöküyordu karabasan gibi. Bacaklarımı ayırıyor, tekrar tekrar içime giriyor, hiç bir yerde rahat bırakmıyorlardı. Yaşadığım her acıyı, en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp bir daha bir daha yaşatıyorlardı.
Kadife? Kadifeyi kim sevmez, yumuşacık dokusu, sıcacık hissiyle. Kışın kadife pantolonlar, paltolar giyiyorsunuz değil mi? İşten eve dönünce sıcacık oturmak için kadife kanepeleriniz, var değil mi? Ben kadifeden nefret ediyorum. Kadife minderin üzerinde tecavüze uğradım, arkamdaki kanı ve kiri kadife pantolonuma bulaşmasın diye temizlediler.
Kısaca tecavüz mağduru sıfatından çıkmam gerekiyordu, yola devam edebilmek için. Hayata sıfırdan başlamak ve güzelliklerle doldurmak gerekiyordu. “Her şeye rağmen ayakta kalmayı başardım” sloganıyla başladığım hızlandırılmış terapilerle mağduriyet hırkasını çıkarıp attım üzerimden. Ailemin benden esirgediği her duyguyu kendime vermeye çalıştım. Kazandığım para nedeniyle sefil bir hayat yaşıyor olsam da huzurluydum. Bedensel bütünlüğümü bozan hiç kimseyi almıyordum yaşamıma. Kendim oluyordum; mağdur, kurban olmak yerine Zahit olmaya ant içtiğim bir dönem başlamıştı.
Ve illaki bir acı olmalıydı ve ben onunla da baş etmeliydim.
Güzel bir şey anlatırken bile hep bir kalp çarpıntısıyla dinliyorum seni zaten Zahit, yine ne oldu?
Yüzü yine karardı, anında doldu gözleri ve süzüldü yaşlar yanağından aşağıya, “İşte şimdi mola vermek lazım İklim Abla, beş dakika sonra devam edelim” dedi ve kapattı ekranı.
Öylece kalakaldım,  gerçekten bu defa çok daha büyük bir şey olmuş kesin, “İyi de daha ne olabilir ki?” diye şirazeden çıktım. Saatlerdir tuttuğum sinirlerimin ve gözlerimin freni boşaldı. “Daha ne olmuş olabilir, bu çocuğun başına gelmedik şey kaldı mı ki?” derken öyle dolmuşum ki bıraktım kendimi… Rahatladım çok iyi geldi. Meraktan tırnak etlerimi yemeye başlamıştım ki aradı tekrar, başladık görüşmeye.
Sakin görünüyordu belli ki en az benim kadar rahatlatmıştı ağlamak onu da. Başladı anlatmaya ama bambaşka biriydi sanki o anlarda.
“Babaannem öldü” hiç sırası değildi Abla, hiç ihtiyaç yoktu bu denli sınanmaya. İçimde her şey tepetaklak oldu. Babaannem öldü, kimsesiz kaldım. Beni kız çocuğu gibi büyüterek sıkıntılarımın ilk tohumu atan da oydu, beni karşılıksız ve olduğum gibi seven tek kişi de oydu ve artık yoktu. Bu ikilem arasında sıkıştım, çok dağıldım. Onu hem özledim hem ona ağız dolusu sövdüm. Hikâyemizi yarım bıraktı ve gitti. Babaannemle yaşadığım en büyük krizler de ölümünden sonra patlak verdi. Terapilerim uzun süre kalbimin ve beynimin ikiye bölünmüşlüğünü onarmakla geçti.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Anlamadım, babaannenle ilgili nasıl bir onarım terapisinden bahsediyorsun Zahit? Öldüğünü mü kabullenemedin uzun süre?
Hayır, öldüğünü değil, bana yaptıklarını kabullenemedim! Terapide bazı şeyleri deşerken başka şeyler çıkıyor, her şey birbirini tetikliyor. Zihninde yaşanmış sıkıntılı gerçekleri masum diye kodlamışım, meğer masum değilmiş.
- İyice karıştı kafam Zahit! Sanırım ilk defe üzeri kapalı anlatıyorsun, yanlış mı hissettim?
Senden hiçbir şey kaçmıyor İklim Abla tabi ki doğru hissettin; kısa süre önce çözümleyip, kabuk bağlanması için nadasa bıraksak da hala sıcak bir konu içimde. Şimdi yeniden deşip anlatmak geriyor beni.
Anlatmakla susmak arasında gidip geldiğini çok net anladım Zahit’in ama derin bir nefes aldı ve yine kameraya değil önüne bakarak anlatmaya başladı. Kısaca bir kere daha başkaları adına utanıyor yüzüme bakamıyordu fazla.
Babaannem küçükken bana çok ellerdi, özellikle bacak arama, bir yandan da ağzıyla öpücük sesi çıkarırdı, öpücük atardı, “pipişko” diye isim takmıştı. Bazen ısrarla annem yerine o banyo yaptırır, yaptırırken de okşar, ellerdi. Bazen pipişkonun küçüklüğüyle dalga geçer, bazen göklere çıkarırdı, ona hitaben konuşurdu. Kendince bana olan yoğun sevgisinin yansıması sanmışım küçükken ama Kuran kursu dönemlerinden sonra bu ellemeler, sıkıştırmalar çok rahatsız etti. Gündelik normal sarılmaları öpmeleri bile artık rahatsızlık verir olmuştu. O yaklaştıkça ben uzaklaşırdım bir şekilde, yakalar yine öper sever okşardı, utanır kıpkırmızı olur kendimi çok kötü hissederdim, bu sefer de utanmamla dalga geçerdi.
Hele ergenliğe yaklaştıkça, özellikle de girdikten sonra bu durumun günlük olarak sıkça yaşanması beni iyice terörize etmeye başladı.
Zorla tekvandoya gönderiyordu babam, hiç istememiştim. Neyse işte, on iki yaşındaydım, spordan eve geldim, duştan çıktım, odama girdim, kurulanıyordum. “Aa pipişko büyümüş” diye bir ses yükseldi, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Kapı aralıktı, beni süzüyordu boydan boya, Kuran kursunda bile bu kadar çıplak hissetmemiştim. Koşarak kapıyı kapattım, bu sefer de yüksek sesle kapının önünde konuştu, kendince sevgi cümleleri kuruyor işte, sonra “Zahiiidim Zahiidimmmm” diye seslendi; o tını, o adımı uzatarak bağırdığı tını kulağımda yankılandı uzun süre ölünce. Bu olay bardağı taşıran son damla oldu. Bir sonraki benzer hareketinde, bacağıma uzattığı elinin üstüne tüm gücümle vurdum “şak” diye. Şok oldu ve “Hayır” anlamında kafamı iki yana salladım. Birkaç gün konuşmadık, küstü bana, sonrasında olayı babama taşımış, tabi ki işin iç yüzünü anlatmadan, sadece eline vurduğum kısmını. Zaten arada babama şikâyet ederek kendi yoğun sevgisiyle de çelişirdi ama iyiliğim için beni cezalandırmaya kıyamıyor, o işi babama bırakıyor diye düşünürdüm.
Babamdan yediğim dayak ve azarlardan sonra gidip özür diledim istemeye istemeye ama o günden sonra bir daha bu tarz eylemlerde bulunmadı. En fazla aşk hayatımı sorardı arada.
Babaannem öldükten sonra terapilerdeki olgularla daha çok anlamlandırdım çocukken yaşadıklarımı. Sadece kursta olanların etkisini yaşıyorum sanırdım, oysa kurstan önce ve sonra babaannemin yaptıkları algımı sislendirmeye başlamış meğerse. Cinsellik algısı en başından, yetersizlik ve içe sinikliğe kadar birçok yanlış kodlamayı yapmış; her tür zehirli tohum aslında babaannem tarafından atılmış içime. Babaannemin ayarını kaçırdığı ve benim saf sevgi sandığım tüm yaptıkları, taciz miydi yoksa düşünmeden yaptığı bu hareketlerin farkında mı değildi!
Ama her hâlükârda iyi niyetli bir şey de olsa bilimsel ve psikiyatrik algıda taciz sayılıyor. Kaç yaşında kadınsın, azıcık düşünsen yapmazdın bunları, anlamıyorum yani. Kafamda masumlaştırmaya çalışmışım, bana sevgi gösteriyor gibi almışım; gerçi annemden daha çok sevgi gösterdiği kesindi. Ağladığımda susayım diye yapmadığı palyaçoluk kalmazdı, beni yatıştırmak için kırk takla atardı. Annem aynı sevgiyi vermezdi. Bir şey olurdu, eteğine saklanırdım, umursamazdı ama babaannem o şefkati hissettirirdi. Zaten en iyi çocuklar anlıyor içten verilen sevgiyi. Babaannemin sevgisi içtendi.
Masumca, cahilce, hastalıklı ne dersek diyelim; cinsel organımı sevip dokunması belli bir yerden sonra gelişimimi çok zayıflatan bir eylemmiş, hele bir de isim takıp ona hitaben konuşmaları, küçük diye alay etmeleri; geçmiş olsun! Psikolojide yeri büyük bir sorun bu.
Sonra ardı ardına geliyor zihin hepsini seriyor önüme geçmişin tozları öksürtüyor.
Misal; gece giyinik yatıyorum eminim ama sabah çamaşırla ya da tamamen çıplak uyanıyorum. Altı yaşından itibaren defalarca oldu bu. Ceset gibi uyuyan bir çocuktum hala da öyleyim. Yani gece üzerimi çıkaracak bilinçliysem uyanık olmam şart. O zaman da hatırlarım ama uyanmadığıma soyunmadığıma eminim. Çok tuhaf geliyor ve çıkarımım yok. Farkındayım, durumu sorguluyorum ama anlam veremiyorum ve düzenli olarak haftada bir yaşıyorum bunu.
Annem ve babamın her sabah biz uyanmadan baş başa kahvaltı etmek gibi vazgeçilmez bir huyları vardı. Bizi de babaannem uyandırırdı ve böyle sabahlarda bana hep “Öyle yatma, üşüteceksin” derdi, yani bunu niye söylüyordu, özellikle öyle yatmadığıma emin olduğum sabahlarda.
Misal; erkek kardeşim babaannem ölene kadar kendisine ellemesine asla izin vermezdi. Babaannem öpecek mi, iterdi; sarılacak mı, vururdu, tükürürdü.  Beş yaşından beri hep böyleydi. Asla babaannemi yanına sokmazdı, ortalığı birbirine katardı ve dokunmasına izin vermezdi. Hatta babam döverdi “Babaannene niye böyle yapıyorsun?” diye, o kadar dayak yerdi de yine asla ve kati surette izin vermezdi yaklaşmasına. O dönem evde ben dâhil herkes çocuğa “Saygısız, büyüğünü itiyor” derdik, çok sonra işte jeton düştü bende. Ne yaptı da babaannem böyle bir geri bildirim aldı sürekli kardeşimden? Ben bile anlamamışım, o kadar cinsel travmam var o zamanlar kendi içimde ve buna rağmen jeton düşmemiş. Temas bağımlısıydı babaannem ve bu sadece babama, bana ve erkek kardeşimeydi. Demek ki çocuk hissetmiş ya da yaşamış, görmüş bir şeyler kardeşim ve tedbir almış kendince.
Gulyabani de değil ki kardeşim, yanlış anlamayın yani sadece babaanneye böyleydi yoksa diğer tüm sülaleyle böyle bir tepkisi olmazdı. Ben ya da dayılar yengeler yani hepimiz öpüp koklayınca, sarılınca hiç negatif tepki vermeyen bir çocuktu. Babam çok dövdüğü için ona çekinerek sarılırdı ama sarılırdı, dokunmasına izin verirdi. Babaanneye gelince; asla sokulmazdı, kendine dokundurmazdı, bağırır, iterdi, kıyameti koparırdı.
İşte bunun gibi onlarca anıya yüklediğim anlamlar değişmeye başlayınca birçok eksik parça yerine oturuyordu. Bu da çok ama çok zorluyordu beni.
Şimdi; dede ölmüş, hala genç yaşta evlenip evden ayrılmış, anne oğul uzun yıllar yalnız yaşamış. Babam ilk evlendiklerinde annemle sevişmelerine türlü engeller çıkarırmış babaannem.  Dahası “O kapı kapanmayacak” dermiş babama, yatak oda kapılarını asla kapattırmazmış. Bu kadar kıskanırmış, babam da aşırı düşkün zaten. Yani kadının oğluna karşı ensest bir hissi, yoğun duygusu olduğundan oğlunun bir kadınla sevişiyor olmasını kabullenemiyor. Kuma getireceği zaman verdiği o anlamsız tepkinin altında da bu yatıyor bence; daha yıllar geçmiş, bir gelini yani oğlunun koynuna giren bir kadını hazmedememiş, ikincisini nasıl hazmedecek.
Ben büyüdüğümde de şahit oldum “O kapı kapanmayacak” diyordu babama köşeye çekip, babam da hiçbir şey diyemiyordu. Torununa bu kadar kalabalık ortamda bunları yapabilen, fırsat ve tavır konusunda hiç şüphe çekmeyen bir kadın; eşi ölmüş, oğluna sarılmış, “Kim bilir neler yapmıştır babama?” diye düşünmeden edemiyordum. Koca adam olmuş babam, çoluk çocuğa karışmış ama hala dokunup, okşayıp, sırtını sıvazlayıp severdi oğlunu ama kızını, yani halamı değil, sadece babam ve bana böyleydi, hep eli kolu üzerimizdeydi.
Hep Kuran kursu odaklı baktık, başlangıcı orası saydık, her şeyin güme gidip hayatımın karardığı yer kurstu ama bunlar da eklenince psikoloğumun yorumları daha da acıklı hale getirdi hikâyemi. Sağlıklı babayı örnekleyemiyorum zaten, bir de babaanne faktörü eklenince erkek kimliği gelişmemiş. Sessiz, içe kapanık, korkak çocukları seçer tecavüzcüler; ben de babaanne ellerken okşarken pipimi ses çıkaramamışım uzun süre. İş işten geçince tecavüz sonrası verebilmişim tepkimi.
- Ne hissettin bu gerçekler daha görünür olduğunda?
Duygusal triplerim geçti artık, etkileri azaldı. Ölüp gittiği için hiçbir anlamı yok şu an, olan olmuş. Babamı da o şekle şemaile bu kadın getirmiş. Patolojisi bozuk bir baba, yok hükmünde anne ve babaanne şekillendiriyor benim çocukluğumu. Üzerine tecavüzler de eklenince bütün yaşamını kapsayan kuşatan bir hisse yapışıp kalıyorsun, seni tüketen tek gerçeklik bu oluyor ve başka bir şeye odaklanamıyorsun.
Sünnet meselem de sıkıntılı geçti, onun etkisi de büyük olmuş üzerimde.
Neredeyse 13 yaşıma girerken sünnet olmuştum. O zaman da çok utandığımı hatırlıyorum, bu kadar geç yaşta olması o kadar hemşirenin önünde yatmam, beni çıplak görmeleri çok ağrıma gitmişti. Adam günde on kere “Allah Muhammet” diyor ama çocuğunu geç yaşa kadar sünnet ettirmiyor. Polise, okula gelince TC’yi reddediyor, sünnete gelince TC’nin Devlet Hastanesinin bedava kampanyasından faydalanmayı bekliyor yıllarca. “Bir çocuğunu getirene ikinci çocuk bedava” kampanyasında kardeşimle birlikte sünnet olduk. Aylarca kanamam oldu, deformasyon vardı başlarda, akıntı vardı uzun süre yara kapanmadı ameliyat sonrası çok sorunlu geçti. Bir de üstüne, hiç unutmuyorum; kıyafet getirmeyi unutmuş. Belime yastık kılıfı dolayarak çıkardı hastaneden, bu da çok utandırmıştı. Hastaneden etek giyip çıkmışım gibi taksiye binmek, mahalleye gelmek; komşular bahçede oturuyor, etraf insan dolu, hepsinin gözü üstümde, eteklikli gibi topallayarak eve girmek, gerçekten çok kötü hissettirmişti.
Kardeşime bisiklet almışlardı, bana yine bir şey yoktu. O daha çabuk ayaklandı, hiç unutmuyorum; evde bisiklete biniyor bizim ufaklık, yattığım yerden onu izliyorum, baktım böyle parlak bir şerit var yerde uzunca, anlamak için gittim baktım, bizimki bisiklete binerken koridorun bir ucundan diğer ucuna gidip gelirken işemiş her yere. Bir de hala bisikletle geziyor “Düt, düt” diye öyle tatlıydı ki hali gözümün önünden gitmiyor.
- Kardeşinde mi çişini kaçırırdı senin gibi? Yoksa sünnete mahsus istisna bir durum muydu? 
Evet, o da kaçırırdı altına çünkü hepimiz türlü korkuları ve dayağı bol bir evin çocuklarıyız. Hatta o benden beterdi, bebeklikten çok ileri yaşa kadar kakasını da sürekli kaçırdı. Garibim sıçar sıçar, biz görmeyelim diye kakalı donlarını yatağın altına saklardı ama kokuyor bir yerden sonra, kokudan bulurduk; o da bir güzel yerdi dayağını. Evde bir dönem en büyük travmamdı; her yerden bok çıkıyordu, koltuğu çekiyorsun altından boklu don ya da mendil çıkıyor falan.
Her seferinde dayak yerdi; her seferinde evi baştan aşağıya silerdik hepimiz bir olup, dayak yedikçe daha çok terörize olur, daha çok altına kaçırdı çocukcağız, ama kimin umurunda…
- Babaannenden sonra hissettiklerini ve terapi detaylarını anlatıyordun, oradan devam edelim mi?
Evde onun yasını bir tek ben tuttum. Ailemin dindarlığı gereği mi yoksa duygusuz bencil ruhlar olmalarından mı bilinmez ama babaannemin kırkı çıkmadan yokluğu sıradanlaşmıştı. Ben “Dur çorbayı çıkarma, babaannem daha gelmedi masaya” deyip onun boş kalan sandalyesini işaret ettiğimde  “Öldü o öldü, gelemez artık” dediklerinde masadan kalkmıştım. Babam sessizliği seçti, annem kayınvalidesinin ardından oh çekmeyi; fakat zamanla onlar da kendi yaslarını bulup tuttular. Babam kısa bir zaman içerisinde çok çöktü. Annem de ha keza;  öyle ya da böyle aileyi bir arada tutmayı başaran o çok sesli kişilik gidince; birlikte aslında o kadar da iyi bir aile olamadıklarını, ya da noksan olduklarını fark ettiler sanırım. Evdeki o derin sessizlikle, neşesizlikle yüzleştiler.
İçimdeki o yas yavaş yavaş dağıldı, yerini nefrete bıraktı; hem bana yaptıkları, hem babam gibi bir insan yetiştirip, bir de sürekli pohpohlayıp çocuk-adama çevirmesi, sonra da doldurup doldurup üstümüze salması. Her anlamda ne kadar zehirli bir insan olduğunu fark ettim. Terapilerle birlikte hüzün uçtu, nefret geldi; nefret uçtu, kabulleniş geldi; kabulleniş uçtu, sadece boşluk kaldı içimde. Şimdi artık ne özlüyorum, ne seviyorum, ne sinirliyim, ne nefret ediyorum; bomboşum.
Ölüyle kavga edemezsin. Ölüler ölür, sen acılarını çekerek yaşatırsın evin odalarında. Bunu anlayınca gerçekten öldürdüm onu, yaşamasının lüzumu kalmamıştı. Eğer ölülerimizi yâd edeceksek, onları sürekli hatırlayarak var edeceksek, bu hatırlayış güzel anılarla olsun ki onların zihnimizde yaşıyor olmaları bizi gülümsetsin, ağlatmasın. Bana tüm yaptıklarının ağırlığıyla yüzleştikten sonra yasını tutmak, kendi benliğime hakaret olacaktı. Ben de sildim attım, elimden geldiğince güzel anılarla var olsun diye sınırlandırdım onu.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
İklim Abla; travmatik anılarımın tamamını yazdığım eski günlüklerim vardı, onları okudum; soluksuz ara vermeden üç hafta sürdü bitirmem ve o çocuk halimle neler neler çıktı hatırlamadığım o sayfalarda. Ne çok kırmış dökmüşler ruhumu, inan bana okumakta çok zorlandım. Babaannemin gidişinden sonra terapide yol aldıkça; her an çekmecede, yatağın altında bana görünüyor olmaları, o çocukla barışmamı engelliyordu. Balkonda üzerine kolonya döküp ateşe verip sigara içerek izledim günlüklerin kül oluşunu, çok hafifledim. Onca kederden geriye bir avuç toz kalmıştı, bir üfledim uçup gitti gökyüzüne.
Asgari ücretle çalışıyorum, kendimi kötü hissedeceğim hiç bir şey yapmamak adına koymuşum kırmızı çizgilerimi, ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyordum, terapi paramı bile bu maaşla ödüyordum.
Terapistime bile kolay kolay güvenemedim, hoş kimseye güvenemiyordum. Herkesin yaşadığı kendine ağır, herkesin kıstası kendi içinde; bak nerelerden nereye geldim, sana ilk birkaç terapideki ruh halimi özetleyeyim.
Güvenmediğim psikolog bana göre sadece insanların algılarıyla oynuyordu. Aktif fantezi kurarak mastürbasyon yapmaktı ödevim. Fantezi kurmaktan bile utanan ben, bir de aktif fantezi kurup mastürbasyon yapacaktım. “Oldu, bir de porno izleyelim de tam olsun” diye içimden söylenerek çıktım terapiden ve tabi ki de ödevi yapmadım. Planım şuydu; ilk hafta hiç mastürbasyon yapmayacaktım, ikinci hafta ise azıcık yaptığımı söyleyecek, önümüzdeki beş ya da altı seansta aktif kimliğe bürünmüş gibi davranacaktım. Sonra da rol kesecektim, böylece hem aile baskısından hem de terapi angaryasından kurtulmuş olacaktım.
Ben bu planlarla giderken, yavaş yavaş adama inanmaya başladığımı fark ettim, içimdeki parçalar daha da ayrılıyordu; bir tarafta sevgilisi tarafından terkedilmiş, acı içinde kıvranan duygusal ben, bir tarafta yıkımı kesinlikle kabul etmeyen ve mağdur kimliğine sahip çıkmamı söyleyen, bütün heteroseksüelleri düşman gören ben. Bir tarafta ise sorunlarım olduğunu, bu kafa karışıklığıyla ne yapacağımı bilmediğimi ve denemem gerektiğini kulağıma fısıldayan, içten içe heteroseksüellik arzularıyla dolu ben.
Psikoseksüel gelişim terapisi görmek hep saçma geliyordu, bu neydi ki şimdi? Böyle avlanma içgüdülerini yeniden kazanıp sürüye dönmeye çalışan kurtlar gibi, ne yapacaktık biz? Acı çeke çeke yeniden mi doğacağız? Daha neler oldu, filler de uçuyor zaten.
Kırılma noktası bir sonraki seansta başıma geldi. Kendim hakkında çok konuşmamama rağmen, Hoca o kadar doğru bir tespitte bulundu ki, “Tamam da bu ne şimdi?” dedim. Tespit şuydu; “Ben aslında beni becermeyecek olan erkeği aramışım ki içten içe bunu biliyordum. İşte bu yüzden ilişkilerimde sevgiyi ön plana çıkarıyordum. Cinsellik sadece karşımdakinin arzularını tatmin etmesi için gümüş bir tepsi içerisinde sunduğum rolden oluşan bir nevi karmaydı.”
Bu işler karşılıklıydı; onlar yatak dışında bana ihtiyacım olan ilgi, sevgi, şefkati gösterirken ben de onlara yatakta ihtiyacı olan cinselliği veriyordum. Her ne kadar ben kendimi cinsellik konusunda bir yığın fedakârlığı karşılıksız olarak yaptığıma inandırmış olsam da, aslında her şey karşılıklıydı.
O yüzden bu tespit bir hafta boyunca kafamda durmadan yankılandı, içimde bir ses sürekli “Aslında sen seni becermeyecek olan erkeği aramışsın, yani baba aramışsın” deyip dönüyordu. “Tamam” dedim. “Tüm bu yıkımı kabulleniyorum, terapiye çok inanmasam da kendime bir şans veriyorum. Bugüne kadar hep ezilen taraf oldum, bu böyle devam etmeyecek, artık güçlü yanımla ortaya çıkıp bu hayatın altından kalkacağım”. Bir iki seans sonra içimde sürekli ezilen kendini en başından beri koruyamayan o çocuğu görünce aynen şöyle demişti Hoca da “Akıllısın, zekisin, bugüne kadar çok kaybetmişsin, bari bundan sonra kazan.”
Bana ödev olarak verdiği travmayı konu alan bir kitapta da tam olarak bundan bahsediyordu, “Tecavüz kaynaklı travmanın kişinin içinde kendine ait ne varsa söküp attığını ve orayı boşalttığını”. Nitekim gerçekten de kitapta dediği gibiydi; “Gerçek ben dediğim; o boş, ne olduğu belli olmayan şey; tecavüzden sonra sahte ve şişirilmiş kimlikler inşa etmiş ve içine ağır bir duygusallık koymuştu.” Fark ediyordum ki, gerçek ben; bayağı, hissiz, net karakteri ya da bir kişiliği olmayan, içi bomboş, taş bir küre gibi bir şeyim; amaçsız bir kütük gibi. Ve dışını süslediği davranış kalıpları kendine ait değil, hep yapmacık, empati ya da taklit yoluyla geliştirilmiş jest ve mimiklere doluyum. Bu kırılmadan sonra daha iyi geçti terapiler, artık psikologla bir umut taciri gibi değil, gerçek bir insan gibi iletişim kurabildim, hatta seans süresini aşıp sohbetler ettik.
Suçlayacak o kadar çok şeyim vardı ki. Kimi ne kadar suçlarsam suçlayayım, en fazla içimi rahatlatabiliyordum kısa bir süreliğine ama sorunlarım yerli yerinde durmaya devam ediyordu. Bu arada aşırı duygusal arabesk yapımın üzerini çizdik, pasiflikten aktifliğe geçiş de oldu. Sıra da sosyalleşme ve toplum arasında kabul görme var ki, benim gibi insanlardan kaçan birisi için biraz zor. Sosyal doyuma erişememenin en bariz yan etkilerinden biri, pasifliğin kısır bir döngü içerisinde giderek artması ve daha fazla duygusallık, cam bir fanus içinde yaşamak gibi. Dışarıdaki dünyayı görüyor, duyuyorsunuz; oranın sesi boğuk da olsa bu tarafa geliyor, dışarıdaki insanlar sizinle iletişim kurabiliyor, ama siz bir türlü o cam fanustan çıkıp dışarıdaki hayata dâhil olmuyorsunuz. Bu da o saydam fanusun zamanla opak bir fanusa dönüşmesine neden oluyor, yani giderek artan sosyal yetersizlik zamanla sizi toplum düşmanına dönüştürüyor ki, bu da pasifliği daha da tetikliyor. Aktif olacaksanız başka çare yok; sahiplenme, koruyuculuk ve şefkat gibi davranış kalıplarını kullanmanız lazım.
“Hani bana sarılacak, beni koruyacak, sevecek olan kaslı erkek nerede?” demeyi bir kenara atıp o kaslı erkek siz olacaksınız; kendinizi sevecek, koruyacaksınız, ya da bir köşede küçük kızlar gibi olmayacak şeyleri hayal etmeye devam edeceksiniz.
Kimliğimi ne kadar toplayabilirim? Kafamda ben yokum, içimde benliğim yok ki? Ben neyim, kimim, kendimle bile bütünleşik değilim.
Tecavüz süreci, insanların o kötü insanlara ve hatta herkese kinle dolduğu bir süreç. Sanki tek suçlu tecavüzcüler. Bence ebeveynlerin de bir o kadar suçu var; fark edebilir, bir şekilde anlayabilirlerdi. Bir baba olarak dünyaya gelmesine katkı sağladığı evladı için daha fazla şey yapabilirdi.
Neyse işte sağlıklı analizler yapılırken her şeyin temelinde küçüklükte oluşan bir yığın korku ve obsesyonun yattığı netleşiyordu. Üç temel sütun var ve kimlik bunlar üzerine inşa olmuş. Tecavüzü saymasak bile bu üç unsur zaten yeterince sıkıntılı; baba ile duygusal bir bağ kuramamak, anneyle kurulan sembiyotik ilişki, çeşitli obsesyonlar ve asosyallik.
Nedir kanıtlarımız; babamın bizatihi babası ile sağlıklı bir baba oğul ilişkisi yaşamamış ve genç yaşta kaybetmiş olması, psikolojik sorunları, annesiyle olan aşırı ilişkisi ve asosyalliği. Kocasıyla kuramadığı iletişimi, erkek çocuğuyla sembiyotik düzeyde kuran histrionik anne, yani beni büyüten babaanne. Kocasıyla kuramadığı ilişkiyi sembiyotikleştirip oğluyla kurup, oğlu evlenince krizlere girmiş, torunu doğunca da o sembiyotik ilgi direk olarak bana yönelmiş.
Hafızamda çok taze kalan bir anı mesela: 4 yaşlarındayım, gayet net hatırlıyorum. Babamın bir arkadaşının evine gitmiştik. Arkadaşı pala bıyıklı, bir çocuk için biraz kabadayı gözüken bir tipti ve aşırı sinirliydi. Şaka yollu beni bayağı bir payladı Mahmut amca. O günden sonra erkeklerden korkmaya başladım zihnimde. Pala bıyıklar ve aşırı erkeksi gözüken diğer şeyler birer korku objesine dönüştüler. Kulağa mantıksız geliyor biliyorum, ama sırf bu olay bile etken. Kendi hemcinslerime karşı aciz hissediyorum, aslında hemcinslerim bilinçaltımda birer Mahmut amca oluyorlar, ben ise korkak yetersiz çocuk. Babaannemin katkısı da eklenince bingo! Etek, başörtüsü gibi kadınsı hareketler öğreterek kendi cinsimden iyice soğumamı sağladı. Bana sağlıksız aşırı şefkat göstermesiyle; erkekler korkutucu ve sert, kadınlar ise yumuşak ve tatlılardı. Ama kadınlar gibi de olamıyor, bir süre sonra onlardan da uzaklaşıyorum. Böyle ne feminen ne de maskülen tuhaf bir his. İki cinsiyetin ortası olmaktan ziyade, fazlasıyla dengesiz ve tuhaf bir şey ortaya çıkıyor.
Dede, baba dayağı bol; yasak, günah, ayıp bol. Babamla soğuduk, soğuduk ve daha da soğuduk. Sokağa çıkıp oynamak yok, okul yok, hep evdesin. Kimseyle kavga edemez, “Arkamda babam var, bana bir şey yaparsan babam da seni döver” diyemezdim. Dayak yediğimde kimseye anlatmazdım, çünkü eğer anlatırsam bu sefer de babamdan korkardım. “Eğer çocukları dövmezsen bizzat ben seni döverim” derdi babam. Babaannem beni daha da sahiplendi. Kendi fantezi dünyasının küçük pembe prensiydim. Beni alışverişlere, komşularına götürürdü. Daha da feminenleştiğimi fark eden babamla daha da soğuduk birbirimizden. O küçük bir kabadayı beklerken ortaya küçük bir prenses çıkmıştı çünkü. Babamla kuramadığım ilişkiyi annemle kurdum, hem duygusal hem de diğer açılardan tek dostum vardı, o da annem.
Kısacası baba, erkek çocuk için yegâne rol model ve babanın yokluğunda erkek çocuğun erkek kısmı gidiyor, ya da çok siliniyor, geriye sadece çocuk kalıyor; silik, aptal bir çocuk...
Geldik Obsesyon kısmına, bu sütunu obsesif-paranoyak anneme borçluyum. Güven ve sadakat hayatın olmazsa olmazı. Sürekli, kendisinin ailesine karşı ne kadar da sadık bir çocuk olduğundan bahsederdi. Ona göre bir çocuk asla ama asla ailesine ihanet etmemeliydi. Sürekli şüpheleri, endişeleri vardı, bir de ufak bir dünya kurmuştu. Dışarıdaki tehlikelerin bu küçük dünyayı yıkmaması için şüphelerini kullanıyor, her şeyi seziyor, her şeyin altında başka bir şey arıyor, böylece inşa etmiş olduğu küçük dünyayı koruyordu. Dış dünyadan hep böyle bahsederdi “Aşırı tehlikeli, çocuğunu senden koparmak istiyorlar.”  “Mükemmeliyetçi” kelimesinin manasını öğrendiğimde ona söyledim. Tabii ki de her obsesiften beklenen cevabı verdi “Ben mükemmeliyetçi değilim, siz yanılıyorsunuz. Olması gereken bu zaten, siz çok gevşek ve rahatsınız.”
Asosyallik sütunu da benim için ekmeğin arasındaki peynir gibiydi zaten. Aşırı derece de içime kapanık, sessiz ve pasiftim. Birkaç kez arkadaş edinmek gibi çabalarım oldu, uygun bulunmadı. Sosyal medya kullanmak istedim, uygun bulunmadı. Ben de sırf inat olsun diye daha da kabuğuma çekildim. Tabi bedelini yine ben ödedim. İşte pasif, gitgide daha da pasif olmamın nedenleri bence bunlar.
- Tüm bu çıkarımları yaptığın terapi sürecinde başka neler değişti içinde ve yaşamında?
Kendimi insan gibi hissediyordum. Bitki çayımı yapıp ders çalışmak bile büyük özgürlüktü. Zaman çabuk geçiyor, ileriye gidiyordum ve bir şekilde umut var demekti. Yalnızdım ama çok mutluydum.
Geçen yaz başı aldığım ekstra bir işin parasıyla kendime Ipad aldım, en büyük hayâlim çizim öğrenmekti. Tüm konu komşunun ve teyzemin “Resimde çok yetenekli” demesine rağmen babasının yıllar boyu o içimdeki küçük çocuğa almadıklarını ben alıyorum şimdi. O çocuğa babalık yapıyorum, aslında aramı iyi tutmaya, onu sevindirmeye çalışıyorum. Ipad hayaliydi o çocuğun ve aldım, o da çizim öğrendi, çok da geliştirdi kendisini.
- Yalnızım dedin, ailenle yaşamıyor muydun artık?
Belki de ilk defa şans benden yana oldu, Pandemide bizimkiler başka şehre taşındı. Terapilerimi baltalayamadıkları gibi onlardan uzak kalmak öyle büyük ivme kattı ki, çok daha iyi hissetmeye başladım, uzak olmaları çok daha destekledi yapılanma sürecimi. Zaten hiç destek değil, bolca köstek oluyorlardı; bir daha borç ödetmesinler, ben her şeye razıyım. Küçük yaştan beri çalışmak zorundaydım ve maaşımı asla ben almazdım; bir kese altın biriktirdiğini söylerdi annem maaşlarımla, helali hoş olsun gözüm yok, gölge etmesinler başka ihsan istemez. Yine çalışıyorum, hep çalışırım, her şeyimi kendim inşa ederim.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Ne borcu ödettiler ki?
2019’da tutturdu “Yazılım mühendisi ol” diye. İllaki çalıştırıyor ya beni, üç ay bir yerlerde çalışıyorum, ya paramı tam vermiyorlar, ya işten çıkarıyorlar, ya da manyak patronlara denk düşüp ben istifa ediyorum. Hal böyle olunca; çocukluktan beri de babam belli bir bilgisayar ve makine eğitimi verdiğinden hep istiyordu mekatronik ya da yazılımla ilgilenmemi, ben de aramız düzelsin, biraz rahat bıraksın beni, hem de hakikatten işe yarar diye kabul ettim teklifini. Bir eğitim şirketi bulmuş, özel kurs veren bir kurum, eğitim paketi satın alıyorsun. Online içerik eğitim seti, aylarca süren bir çalışma, her tür doküman var içinde. Bayağı ders anlatıyorlar, uygulamalı gösteriyor, ödev veriyor. Hatta kendisi de gaza geldi, çok beğendi, o da mühendislik alanında daha uzun süreli bir eğitim paketi istedi kendisine de. Tabi ödemeler, başvuru, kayıt, her şey benim adıma. “Biz verelim, sen kuruma elden öde” dediler, bu da garibime gitmedi çünkü T.C.’nin bankasıyla da işleri yok ya bunların; faiz, bankacılık haram diye hiç hesap açmazlar, banka kullanmazlar, tam bir yastık altı mantığı.
Düzenli eğitime başladık evde, bayağı bir mesai harcıyoruz. Hatta aldığı eğitimle bir düzenek kurdu evde, sürgülü camları otomatik açılır kapanır yapabilecek bir mekanizma üretmek için çalışmalar yaptı. Her zamankinden daha gergin, evde hep huzursuzluk yaratıyor, birkaç ay sonra yine attı kafası işe güce, neyse aramız düzelmediği gibi daha çok gerildi. Anlattım ya babaannemle büyük para kavgası falan o süreçte yaşandı işte; önce beni evden attı, akabinde kendileri il değiştirdi. Taşınırlarken de özellikle sordum “Taksit olayını nasıl yapacağız, ben mi ödeyeyim yoksa ödemeye devam edecek misiniz?” “Biz öderiz, sorun yok” dediler. Bir gün avukat aradı, banka hesabıma haciz gelmiş, bloke olmuş eksi 12 bin lira görünüyor hesapta. Bankayı aradım, sordum; işte o eğitim şirketi, ödemedikleri için haciz işlemi başlatmış. Ya ben ödemezler, vazgeçerler diye birkaç ay geçmişti, aradım hatırlattım hatta “Ödeyemezseniz haber verin, ben öderim” demiştim. Haciz gelince hemen aradım hatırlattım bu sözümü anneme “Unuttum” diyor, ya insanı ifrit ederler. “20 bin liralık eğitim paketi almışız, nasıl unutursunuz” diyorum. Yine inanmayabilirsiniz ama ispatım var annem diyor ki “Biz zaten senin o kursu almana asla razı olmadık, sen bizi dinlemeden aldın”.
Ölür müsün, öldürür müsün? “Anne bu fikir babamdan çıktı, şirketi o buldu. Ben reşit değildim, kurs muhasebesi evrak verdi, sizden imza istedi. Size imzalattım, hatta babam sevinçten havalara uçtu ve yetmedi kendine eğitim seti aldı ya” diyorum. “Yok, öyle bir şey olmadı” diyor annem. “Bak diyorum ekstresi var; benim yazılım eğitimim 8 bin, gerisi bak mühendislik eğitimi yazıyor, bu da babamın aldığı” diyorum. “Öyle bir şey yok, uyduruyorsun” diyor. “Sen beni delirtmek mi istiyorsun?” dedim. İklim Abla, yıllarca yaptıkları şey bu zaten, benim hafızam onca dayağa rağmen, kafama vurmalarına rağmen iyidir.
Ben Kuranı ezberlemiş biriyim, bu fotografik hafızamın iyi çalıştığının bir kanıtı ama böyle ikircikli konularda hep yalan söyleyen, uyduran ben oluyorum. Çünkü bir bok yapıp bununla yüzleşmek istemediklerinde “Hayır, öyle olmadı, sen yanılıyorsun” diyorlar. Çocukluktan beri bu böyle, ben sahiden hayatımın büyük bölümünde böyle sanmışım “Ben adi bir yalancıyım, unutkan, her şeyi uyduran bir insanım” demişim kendime. Terapilerde çıktı ortaya bu da, bir sürü örnek var bu konuda, öyle jeton düştü. İşte o gün de yine aynı şeyi yapmaya çalıştılar.
Dedim “Tamam, benim gerçeklik algımla oynamayın, hep bunu yapmışsınız artık yemezler” dedim. “Bu defa belgeler var; kayıt, ders, banka her şey açık ortada. Tamam, konu kapansın, ödemeyecek misiniz?” dedim. “Ödemeyiz, o bizim borcumuz değil” dediler.
O gün bugündür hesabım hacizli hala, azar azar ödedim ama bitiremedim. Yani hayatta kalmaya çalışıyorum; daha da düzgün bir maaşım olduğunda eninde sonunda ödeyeceğim tabi.
- Ne kadar gençsin ve ne kadar çok yol almışsın Zahit. Her şeyi inşa edeceğin konusunda sana güveniyorum, gerçekten her şeyi başarırsın sen; yeter ki iste.
Evet, çok gencim, eskiden yaşlı hissediyordum, artık genç olduğumu biliyorum. Tüm bunları terapide anladım, Hoca bir gün; “Bir konuyu tartışırken önünde iki opsiyon var, hangisini seçerdin?” diye sordu. “İkisini kıyaslar, kar zarar hesabı yapar, birini seçerim” dedim. O da bana “Neden üçüncü bir opsiyonu düşünmedin? Kendine üçüncü bir seçenek oluşturamaz mısın, neden sana sunulanı seçiyorsun?” dedi.  Öyle kalakalmıştım. Sonra günlerce bunu düşündüm, basit bir şey dışarıdan bakınca belki ama ben onun üzerine neler neler inşa ettim, benim için çok önemliydi o seans. Ben hiçbir zaman bana sunulanın dışına çıkamamışım ki! Hatta çoğu zaman en basit konuda bile “Çay mı, süt mü?” diye iki seçenek dahi sunulmamış. Ben önüme konanı içmişim, bırak “Süt var mı?” demeyi, “Canım çay içmek istemiyor” diyememişim ki.
Sonra daha önemli, daha da önemli seanslar peşi sıra dizildi. Hepsi bütünselliğime hizmet ediyordu. Hocamla el ele verip beni baştan dizayn ediyorduk.
İnsanların duygularını o kadar çok önemsiyordum ki, bukalemun gibi onların renklerine bürünüyorum. Kendim bir şeyler hissedip dile getiremiyor, zar zor getirdiğimde ise pişmanlık duyuyordum. Bir seansta aldığım tavsiye “Bencil olmaktı”.
Kulağa tuhaf geliyor değil mi; bencil insanlar itici, şımarıktırlar; sürekli kendi istek ya da ihtiyaçlarını göz önünde tutarlar. Ama benim gibi sürekli olarak başkaları için fedakârlık yapan, aşağılık kompleksine kapılarak kendisi dışındaki herkesi kutsayan biri için biraz bencilliğin vakti gelmişti.
Maskülen hissedemememin altında yatan sebeplerin aşırı özgüven eksikliği, sınırsız fedakârlık, bir sürü takıntılar ve histrionik kişilik bozukluğu olduğunu tespit ettikten sonra uzun süre bunların üzerine gittik terapilerde. Özgüven eksikliği benliğimi kendi içinde alçaltırken, fedakârlık ise diğer herkesi yine kendi içimde yüceltiyor, kendimi hemcinslerime karşı aciz hissediyor, cinsime ait hissedemiyorum, karşı cinse karşı aktif hisler beslememi engelliyorum, iki arada bir derede kalıyor ve en sonunda erkeklere teslim oluyormuşum. Eşcinselliği basamak basamak düşünürsek; pasiflik bunun dibi, pasif insan diğerlerine oranla daha çok yıpranıyor ve sevgiye daha fazla muhtaç; aktif-pasiflik, eh işte biraz daha iyi; ama en rahatı bir aktif olmak.
Özgüven eksikliğini yenmeli, bir yandan da bencil olmalıydım. Düzenli spor salonuna devam etmek, vücut geliştirmek pasifliğimi yarı yarıya bitirmişti, hem de çok kısa süre içinde.
- Oradan sonra nasıl ilerledi süreç?
Cinsel algısı babaanne taciziyle başlayıp tecavüzlerle devam eden biri olarak, yani çocukluktan itibaren geldiğim aşamalar ortaya karışık kebap gibiydi. Önce pasif, sonra aktif-pasif, sonra biseksüel şeklinde çok karışık giden cinsel hayatımı kendi isteğimle nadasa bırakmıştım. İlk sırada ruhen dinginleşmek vardı, terapiler buradan ilerliyordu. Sonra kısa süre tam bir aktife dönüştüm. Sonra yavaş yavaş duygu ve düşünsel dünyamın uyumlanacağı birini bulup sağlıklı ilişkiler yaşamalıydım; ilk hedef mutlak mutluluk değil, sadece kendi çapımı keşfetmek, neler yapabileceğimi, gerekirse ne kadar baştan çıkarıcı, gerekirse ne kadar sahiplenici ve güçlü olabileceğimi görmekti. Kim bilir; deneyimlemek için yelken açtığım bir ilişki, belki de uzun süreli bir mutluluğa dönüşecekti; alıştırma yapmalıydım.
Sonra bir kadınla birlikte oldum ama ilk yaşadığımda zevk almadım. Daha önce kadın bedeninden tiksinen biri için o ilişkiye girmiş olmak, ereksiyon olmak, ilişkiyi sıkıntısız yaşamak, boşalmak zaten büyük ilerlemeydi. Zevk alamayışımı, iğreti hissedişimi de çözümledim sonradan.
- Nasıl bir çözümlemeymiş bu anlatsana?
Kızlar, kadınlar; yasak, günah zırvalıkları bir yana; babam annemin sorumluluğunu çok küçük yaşlarda vermişti bana. Sıkı sıkı saatlerce tembih ederdi “Ben yokken annenin yanından ayrılmayacak, dışardaki erkeklere karşı onu koruyacaksın. Annen senin hayatın boyunca taşıyacağın büyük bir sorumluluk bunu hiç unutma.” Binlerce kere bunları duyunca öyle bir içselleştirmişim ki “kadınlara kesinlikle dokunulmaması, sürekli korunması, cinsel bir eylem yapılmaması, besleyip sakınılması, çok saygı duyulması gereken asla erotikleştirilmemesi gereken varlıklar” olarak algılamışım. Akabinde başıma gelen tecavüz ve ailede yaşadıklarım zaten bunu doğrularcasına gelişince, kadını iyice silmişim. Hele kadını sikmek o kadar kötü bir eylem ki, kendimden de biliyorum sikilmek feci bir şey; bir de bu denkleme anneyi yani kadını asla sokamamışım, anneme tecavüz etmek gibi bir şey bir kadınla yatmak. O yüzden kadından zevk alma fikri hiç oturmamış kafamda.
Bu cinsel kimlik benim çocukluğumdan öğrendiğim bir kimlik. Ben kendi isteğim ve bilincimle kendi cinsel kimliğimi oluşturmak zorundaydım.
Baba figürü yoksunluğu, tecavüz, yaşıtım erkeklerle aşk yaşamak; orada bile eylemden değil birlikte sarılıp sevişip uyumaktan çok zevk alıyorum, en fazla karşılıklı mastürbasyon yapmaktı en büyük keyifim, uzun yıllar cinsellik hatta eşcinsellik buydu benim için. Penis kullanmak en başından beri hiç cazip değildi zaten. Hocanın dikkatini verip beni sıkıştırdığı, anlamak için çaba harcadığı büyük bir detaydı; ben fantezi kurmaz yalnız başıma mastürbasyon yapmazdım, onca ilişki yaşadım ama ben hiç porno izlemedim. Bu yeterince açıklıyor ruh durumumu.
Bir aydınlanma daha yaşadım o evrede. Üniversite sınavına girmem ve kazanmam jetonu düşürdü. Şaşkınlık içinde “Tamam” dedim “Ben büyüdüm! Yetişkinim artık.” 22 yaşına kadar bu jeton düşmemiş, kendimi 8 yaşına sabitlemişim. Çocuk kalmışım; yaş büyümüş ama ruh ve psikoloji tamamlanmamış, sınavı kazandığımda birden çaktı şimşek. Oysa Hocam “Sınava gir, göreceksin her şey değişecek” diyordu yine haklı çıktı. Demek ki ısrarı bunu deneyimlediğimde bendeki değişikliği önceden öngörmesiymiş. Keşke “Ders çalış” dediğinde onun kadar kendime güvenseydim ve gerektiği kadar çalışsaydım. Bu farkındalıkla atmaya başladım adımlarımı. Tecavüz mağduru Zahit, çocuk Zahit ve nihayet yetişkin Zahit olarak; “Sen artık istersen her sorunu aşarsın” dedim kendime.
Aseksüellik de bu aydınlanmadan sonra gelmişti. Kendimce “Kimseyle birlikte olmayayım anasını satayım” diye bir karar almıştım; dostlarım olsun, muhabbet edeyim, okulumu başarayım, başımda bir bok olmasın. Cinsel sağlığımdan çok, ruhsal sağlığım için “Hafıza kaybı yaşamam, her şeyi unutmam lazım” der, hayal kurardım; ilk zamanlar gerçekten umutsuzdum ama mental sağlığımı kazandığımı gördükçe yeniden hayata bağlandım. Sorun cinsellikten öteydi bayağı ruh sağlığı bozuk biriymişim.   

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4433
    • Profili Görüntüle
- Sahi anlatsana, heyecanlı mısın üniversite okuduğun için?
Hiç doğru dürüst çalışamadan sınava girdim, 320 puan yaptım, üniversiteye yazıldım; çok mutlu oldum. Üçüncü tercihime yerleştim. En son bu yaz Mimar Sinan’ın yetenek sınavına başvuru yaptım, kabul edildim. Sınavına gireceğim, ona sıkı hazırlanıyorum şu an. Örgün sistemde okumayı, okula gitmeyi çok isterdim ama imkânım olacağını sanmıyorum; o yüzden açık öğretimden devam edeceğim gibi görünüyor. Bir yandan da yadırgamıyorum; liseyi de hem çalışıp hem dışardan bitirildiğim için alışkınım bu tempoya, “Hem okurum hem paralel olarak çalışırım, iş tecrübem de artar” diyorum. Bakalım işte Hocam’la en doğru kararı veririm nasılsa, hele şu yetenek sınavı kazanayım, o zaman düşünürüz.
Altı aydır da iyi bir ofiste çalışıyordum, işimi çok daha iyi öğrendim, geliştirdim kendimi. Bir sürü sorun oldu, patron dağıttı şirketi, uzun hikâye; yani şu an çalışmıyorum, evden bir iki müşterinin işlerini yapıyorum, iş de arıyorum bir yandan.
- Kalabalık iş ortamlarında ve sosyal hayata katılımın nasıl ilerledi?
Arkadaş seçmek konusunda hızlandırılmış seanslar yaptık. Cinselliği problemsiz yaşadım ama çok sorunlu insanlardı, yanlış seçimler yapmışım. Babaları ve kardeşleri, yani ailelerindeki erkek figürlerle, ciddi şiddet sıkıntıları olan insanlardı. Beni narsiztleştirebildikleri zamanlarda sevebiliyorlardı. Yani narsistik ediyorsam beni daha çok seviyorlardı ama değilsem uzaklaşıyorlardı, çok gelgitli ilişkilerdi. Sürekli bir şeyleri onarmak zorunda kaldık bu da ciddi biçimde yıprattı. Sömürücü ilişkilerden uzak durmalıydım. Sabah 6’da kalkıp spora, oradan işe gidiyordum, gece eve geliyordum, saatlerce telefonda konuşuyoruz sonra ben gerçekten uyuyakalıyorum konuşurken, gece saat bilmem kaç olmuş ama kız hala “Benimle ilgilenmiyorsun” diyordu; çok yorulmuştum. Erkekler de çok farklı değil yani bunu da söyleyeyim. Ben sanırım yanlış arkadaş seçimleri yapmışım ya da onları öyle sevgiye boğmuşum ki en ufak aralıkta, minicik boşluk bıraktığımda hemen şikâyet ediyorlar.
Sonra bir süre kendi isteğim Hocamın da onayıyla, iki cinsten de uzak durdum; bol spor, bol iş ve kitaplara verdim kendimi. Ve aseksüllelliğe evirildim, huzur dolu bir sekiz ay geçirdim.  Kimseyle işim yoktu; bir uyarılma, bir dürtü, herhangi bir aşk, sevgi, heyecan hissim yoktu.
Arkadaşlarım olmuştu spordan, ısrarla biriyle tanıştırıyorlar, yüz yüze geliyoruz, kahve içiyoruz ama duvar gibiyim, ot gibi duruyorum; hissizim, “Görüşürüz” deyip kalkıyor eve gidip kitabımı alıp bitki çayı içmeyi tercih ediyordum. Bu da açıkçası rahatsız etmiyordu beni ama hocamı ufaktan rahatsız etti bir süre sonra.
Karşımdakilerin algıladıkları gibi biri olmadığımı biliyorum. Algıları ve önyargılarıyla yorumluyorlar, bu da çok sıkıcı geliyor bana çünkü kendimi biliyorum; yapılanma sürecindeyim, onlara kendimi anlatmak istemiyorum, bu yorucu ve aşağılayıcı geliyor. O yüzden insanlarla tanış olma süreçlerini yaşamamak, izole olmak huzur veriyordu.  Büyük lükstü içimde olmak, kendimle olmak, anda kalmak. Bunları Hocama da anlattım ve bir ayar çekti; ben mesajı aldım, orta kıvam devam ettim. Asosyalliğe dalmak yoktu, hoşlanıp etkileneceğim biri olduğunda harekete geçeceğime de söz verdim. Kendimi rahat bırakıp “İllaki bir ilişki yaşayacağım, doğru insanı seçeceğim” demediğimde, kendiliğinden olacaktı zaten her şey.
Bir yandan da anlıyorum, yıllardır özlemini çektiğim şeyin, beni sevebilecek birinin varlığı kadar gerçekten sevebileceğim birilerinin varlığı olduğunu.
İnsanla güzel, sağlıklı, keyifli dialog kurup kahve eşliğinde sıradan sohbetler etmek benim hasret kaldığım, özlemini çektiğim şeylermiş. Şimdi dış dünyayla daha bağlıyım; yeni ve sağlıklı arkadaşlar edindim, hayatımı ileriye götürecek kararlar aldım, Hocamın desteğiyle benim yaşam isteğim birleşince “Voltran”ı oluşturduk.
- Zahit şu an ailenle son durumun nedir?
Şükür ki iki yıla yakındır ayrı şehirlerde yaşıyoruz. Beni kurtaran bu oldu zaten. Babamla bayram seyran dışında görüşmemiz yok. İki küçük kardeşim var, onları özlüyorum çok, ama görüştürmüyorlar, arada kardeşlerimi çok özleyince ısrarcı oluyorum “İyi tamam gel gör” dediklerinde gidiyorum hafta sonu. Babam da evde ama konuşmamız beş kelimeyi geçmez. Annemle sohbet ederiz bir miktar, o da benim ortamı koklama çabamdan kaynaklıdır çünkü hala kardeşlerim 24 saat o evde onlarla yaşıyor. Bir de arada telefonla arar annem, moralim yüksekse açarım değilse açmam; çünkü moralimi bozacağını net bilirim soktuğu laflarla, o da çok ısrarcı değildir zaten, üç kere çaldırır kapatır. Son konuştuğumuzda moralimi iyice bozdu ama enseyi karartmıyorum.
- Ne oldu, niye bozuldu moralin?
Bu kümes gibi evden de çıkmamı istiyorlar, hem de onlara kira ödememe rağmen; satacaklarmış, gittikleri yerde müstakil ev alacaklarmış, yani taşınmam gerekecek. Bu benim için çok büyük ve zor bir şey şu an, ama mecbur kalacağım gibi görünüyor. Kira bütçem artacak ama zaten Hocamla planladığımız bir şeydi, sadece zamanlaması erkene çekilmiş gibi olacak. İyi bir işe geçtiğimde; her şeyi daha da geride bırakmak için, kötü anılarla dolu, çocukluğumun geçtiği bu ev ve mahalleden çıkacaktım. Bunun için para biriktirmiştim; yemedim, içmedim, çorap dahi almadım, bir kafeye bile gitmedim ama pandemide işsiz kalınca, evden çalışabilmek için özellikli bir bilgisayar almam gerekiyordu. Aylardır evden çalışıp sürünmediysem bu makine sayesinde oldu, 40 bin lira verdim, aldım; işimi evden yapabileyim diye; yemeden, içmeden ödedim. İki yıldır düzenli terapi aldım, düzenli spora gidiyorum; bu bile büyük şükür. Maddi durumum bir tık iyileştiğinde, iyi bir sosyal çevre edinmek, daha çok insan içine katılmak ve bu üzerimdeki izolasyonu iyice kaldırmak istiyorum; taşınmayla başlayacak işte bu yeni dönem.
- Terapiye düzenli gidiyor musun hala?
Ben öyle ya da böyle, iki buçuk yıldır tanıyorum Hüseyin Hocamı. Düzenli olarak bir buçuk yıl terapi gördüm, artık ayda bir gidiyorum; çok gerek duyarsam ayda bir defa da telefonla görüşüp kafa karışıklığıma kısa çözümler alıyorum. Şimdi bir hayalim var “Gel sevgili hocam bunu birlikte kutlayalım” demek ve diplomamı masaya koymak istiyorum.
İklim Abla onun bana yaptıkları çok, para karşılığında bile insanların kolayca yapacağı şeyler değil. O adam var ya o adam; lağıma elini daldırıyor ve altındaki boku, püsürü, pisliği, ağır metali, plastiği, bakterileri tek tek eliyle ayrıştırıp cevheri çıkartıyor ortaya. Onca travmanın içinden saf kirlenmemiş bir öz çıkarıyor. Ananın babanın yapmadığını yapıyor. Bazen paramız yokken de yapıyor. Anan baban seni yargılıyor, sevmiyor, cebine para koymadan sokağa atıyorken yapıyor adam bunu.
Daha geçenlerde yaşadım aynısını; ben dört yıl üniversite okuyacağım, kazandım sınavı, hayatımı kurtaracağım, kardeşlerime de ilerde sahip çıkabileceğim bir meslek edineceğim; “Bir sene daha oturayım evde, pandemi de bitti, işler açılır yakında, çık diye baskı kurmayın” diyorum, nafile! Cebime az da olsa harçlık koyup “Allah zihin açıklığı versin” demelerini beklemiyorum ama “Allah yolundan dönüp, TC’nin okullarından medet umduysan, git hem çalış hem oku” diyorlar. Sanki yıllardır farklı bir şey yapıyorum. Müstakil ev alacaklarmış. Neyse işte İklim Abla bu yüzden Hüseyin Hoca çok ayrı bir yerde benim için, o yüzden bu hikâyenin finalinde diplomamla onu çok mutlu ve gururlu etmek istiyorum.
- Din ve inanç ekseninde ne durumdasın?
Din ile ilişkim sağlıklı, kendi Allah konseptimi yarattım; sadece ona inanıyorum, dine dair tüm diğer detaylardan uzak duruyorum. Gerisini sorgulamaktan kaçınıyorum. Allaha inancımı hiç sorgulamadım, hatta inandığım için de aslında rahatım, huzurluyum ama hepsi bu kadar. Kendime koyduğum kuralları aşmıyorum; iyi insan olmaya çalışıyorum, her konuda aşırı uçlarda olmanın bana yaramadığını net anladım, orta kıvam yaşıyorum.
- Seni dinlerken ara ara 30 yaşlarında biri konuşuyormuş hissine kapıldım, oysa sadece 23 yaşına gireceksin yılsonunda. Erken olgunlaşmak böyle bir şey ama bu doğal değil, yani bir çocuk bu kadar çok şey yaşayarak hormonlu bitki gibi çabucak büyümemeli.
İklim Abla istisna değilim, çok fazla çocuk ve genç geçiyor türlü türlü, dikenli yollardan. Sorumlusu biz değiliz. Kusura bakma ama sen dâhil herkes sorumlu! Bizler masumuz, körpe omuzlarımıza, en pastel çağlarımızda yüklediğiniz tüm ağır yüklerden devlet ve toplum olarak sorumlusunuz. Eğitim sistemi, gelir eşitsizliği, sağlıksız aileler, şiddetin her türlüsü, bedenen ruhen beslenememek, o kadar çok şey var ki sadece taciz, tecavüz değil sorun.
Hastalıklı, yetersiz ailelerin oluşturduğu psikolojisi bozuk toplumun faturası çocuklara kesiliyor. Türlü acılar çekip, sağlıksız mutsuz hayatlara mecbur bırakılıyoruz. Kimlikten kimliğe, karakterden karaktere bürünmemize köklü çareler aramak yerine, gençleri her konuda suçlayıp ötekileştirip yok sayıyorsunuz.
Aileden devlete ve topluma hepiniz zulüm edip dışladığınız her gençten sorumlusunuz! İstismar edilen, tecavüze uğrayan, çocuk işçi yapılan, okutulmayan, öldürülen, intihar eden, adı anılmayan, bilinmeyen, örtbas edilen binlerce çocuğun yaşarken diri diri öldürülmesinden, hepiniz sorumlusunuz.
- Haklısın aynen katılıyorum, biz çocuklarımızı gerektiği kadar koruyamıyoruz. Hem de hiçbir konuda onlara yeterli özeni ve imkânı sunmuyoruz. O çocukların bir gün büyüyeceği, aramıza katılacağı gerçeği yok sayılıyor. Sonra da kendi yarattığımız nesli ikinci kere kendimiz lanetliyoruz. Gerçekten akıl dışı kısır döngüyle hayatı en çok kendimize zehir ediyoruz ama farkında bile değiliz. Olan da çocuklara, gençlere, yani nesle oluyor; kısır döngü nesiller boyu.