Gönderen Konu: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR  (Okunma sayısı 11307 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #30 : 03 Nisan 2024, 11:32:37 ös »
Eziklik duygusu doğuştan gelmez. Başkaları bize ezik hissettirdiği için ezik hissederiz. O yüzden öncelikle ya bize ezik hissettiren insanlardan uzaklaşmamız gerekir veyahut onları alt edip onları bizi ezemeyecekleri hâle getirmemiz gerekir. Bunun dışında başarılı olduğumuz alanlara yönelebiliriz. Sporla fizigimizi düzeltebiliriz. Kendi paranı kazanmak apayrı bir özgüven kazandırıyor. Ayrı eve çıkmak, kendi işini kendin görmek, yemeğini yapmak, çamaşırını yıkamak iyi hissettiriyor. Kendimize has bir giyim tarzımız olursa herkes bize değerli insan muamelesi yapacaktır bu da bizim kendimiz hakkındaki fikirlerimizi etkileyecektir. Bulunduğumuz ortamda varlığımızı hissettirmeliyiz. Dinimizi, ideolojimizi, görüşümüzü vs. savunmaktan çekinmemeliyiz. Kim ne der diye düşünmeden öfkemizi muhakkak ifade etmeliyiz. Haksızlık karşında susmamalı, mücadele etmeliyiz. Bizi seven, bize değerli olduğumuzu hissettiren insanlarla iletişim kurmalıyız. Aklıma gelenler şimdilik bunlar.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #31 : 03 Nisan 2024, 11:34:27 ös »
Ve ozguveni ilişki yaşayarak veya porno izleyerek başkasının erkeklik organından veya erkeksi vücudundan elde etmeye çalışmak yerine kendi erkekliğimizi inşa etmeliyiz. Hal, hareket, tavır, tarz vs her şeyle.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #32 : 03 Nisan 2024, 11:37:04 ös »
Hayır söylememiştim ama Hk ya gidince eril meselelere ilgim arttı. Artık inşaat, para, araba çok şey konuşabiliyoruz babamla. Anlaştığımız noktalar artınca anlaşamadığımız noktalar daha geri planda kaldı. Bir de kendisinde narsistik yapılanma söz konusu. Ben Hkya gidip daha güçlü bir insan olunca benimle çatışmak yerine daha uzlaşmacı bir yol izlemeyi tercih ediyor artık.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #33 : 24 Nisan 2024, 12:58:04 öö »
ONUNCU TERAPİ

11/03/2024
   
Bir erkeği görünce heyecanlanabiliyorum ancak devamı gelmiyor, daha ilerisini düşünmüyorum. Bu heyecanlanma hoşuma gidiyor çünkü cinsel isteğe dönüşmüyor, bana zarar vermiyor, o tatsız his oluşmuyor. Beğendiğim erkeğe sahip olmak istemiyorum, onun dış görünüşünü kıskanmıyorum, onu tanrılaştırmıyorum, onu hor görmüyorum. Sadece aradığım erkeksiliği onda görmek beni heyecanlandırıyor o kadar.

12/03/2024
   
Benim terapiye başlama amacım evlenmek veyahut çocuk sahibi olmak değildi. Yaşadığım rahatsız edici cinsel gerilimden ve ağır depresif belirtilerden kurtulmak istiyordum. Terapi benim için için yüzde doksan beş oranında hedefine ulaştı. Hemcinslerime karşı cinsellik hissetmiyorum. Depresif ruh halinden uzak bir şekilde gündelik hayatıma devam edebiliyorum. Gerçi evlenmek ve çocuk sahibi olmak hususunda da bana yardımcı olmaya çalıştınız ancak ben maalesef bu konuda istekli değildim. Gerçi koca ve baba olmanın anahtarlarını da bana verdiniz. Ailemde gerçek bir koca ve baba görmediğim için bu ikisinin hayalini kuramadığımı, sağlıklı erkeklerle vakit geçirdikçe koca ve baba olma hayallerinin zihnimde belireceğini söylediniz.
   
Terapi süreciyle birlikte anladım ki benim eşcinsellik diye bir sorunum yokmuş sadece bağ kurma sorunum varmış. Bağ kurma sorunu kendisini eşcinsellik olarak göstermiş. Okb olarak, sosyal fobi olarak, çoklu kişilik bozukluğu olarak da gösterebilirmiş ancak hem mizacımın hem de çevrenin etkisiyle bağ kurma sorunu eşcinsellik olarak yüzeye çıkmış. Bağ kurma sorunu sebep, eşcinsellik sonuçmuş. Benim yapraklarım soluyormuş ancak asıl sorun köklerimin susuz kalmasıymış. Ben sevgiyle sulanmamışım. Sonraları bu susuzluk haline öyle alışmışım ki bana sunulan sevgi tekliflerini reddetmişim, susuzluğa hapsolmuşum. Sadece erkeklerle değil cinsiyet fark etmeksizin tüm insanlarla bağ kurma sorunu yaşıyorum. Ailemle, arkadaşlarımla, toplumla, terapistle, herkesle... Adanalı eski danışanınızla birkaç gün önce göl kenarında buluştuk. İş aradığını, Türkiye’nin herhangi bir yerine gidebileceğini ancak size yakın bir şehri tercih etmek istediğini söyledi. Kendimi tuhaf hissettim. Süreci tamamlayalı yedi yıl olmuştu, yedi yılda bir kez terapiye gelmişti ancak halen size yakın olmak istiyordu. Sizinle bu kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzüldüm. Evet süreç ilerledikçe sizi daha çok sevdim size daha çok yaklaştım ama maalesef onun kadar size yakın değilim halen. Terapi süreciyle birlikte insanlarla aramdaki on duvarın üçü yıkıldı, geriye kalanını da yıkmak benim çabama bakıyor artık.
   
Terapideyken bana, “İyileştik diyebiliyor muyuz?” diye sordunuz. Büyük engellerden kurtulduğumu söyleyebilirim, şimdi daha küçük engellerle uğraşıyorum. İyileştim diyemesem de hasta değilim diyebilirim.
   
Biliyorum gelene neden geldin, gidene neden gittin diye sormazsınız ancak son birkaç terapide sürecin sonuna yaklaştığımızı ima eden sözleriniz oldu. “İyileştik diyebiliyor muyuz?” sözünüz, terapi sürecinin sonuna geldiğimizi ifade ediyordu. Bir sonraki terapi için bilet almadım, muhtemelen son terapiyi gerçekleştirdik. Büyük bir bunalım yaşamazsam veyahut hayatımda büyük bir değişiklik meydana gelmezse bir süre terapiye gelmeyeceğim gibi görünüyor. Konuşulacak her şeyi konuştuk, açılması gereken tüm sandıkları açtık. Birkaç gün önce ya son perdeyi oynadık veyahut ilk perdenin son sahnesini oynadık. 21 Ekim 2023 tarihinde başladığım terapi sürecini 9 Mart 2024 itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Size beş buçuk aylık bir süre içerisinde on kez terapiye geldim. İyileşmek için olağanüstü bir çaba harcadım. Çok güzel bir mesafe kat ettik, bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. Sizin ofisinize gelmeden önce ben kendi değerimin farkında değildim. Kalemimin kuvvetli olduğundan, değerlendirme yeteneğine sahip olduğumdan dahi haberim yoktu. Siz ve danışan kardeşlerim yazılarımı ve fikirlerimi takdir ederek beni epeyce duygulandırdınız ve cesaretlendirdiniz. Sıradanmışım gibi yaşamak beni çok yoruyordu. Farklı yönlerimi ne ailem ne de çevrem fark ediyordu. “Bir dürr-i yetimem ki görmedi beni umman” dediği gibi Yunus’un, kayıp bir inciydim ve içinde bulunduğum deniz dahi benim farkımda değildi. Farklı yönlerimi gizleyerek yaşamak zorundaydım çünkü kendimi açtığım an kıskanılıyor, garipseniyor ve susturulmaya çalışılıyordum. Siz ve danışan kardeşlerim beni susturmadınız, yeteneklerime haset etmediniz aksine beni teşvik ve takdir ettiniz. Hatta zehirli oklarıma hiç ses çıkarmadan göğüs gerdiniz.  Size ve kardeşlerime minnettarım.

Benim reçetem belli: Hemcinslerimle sosyalleşeceğim, insanlarla bağ kuracağım ve bağ kurdukça iyileşeceğim. Bağ kurmazsam, yalnız kalırsam da maalesef gerileyeceğim. Şu an bulunduğum konum itibariyle erkeklere karşı cinsel ilgi hissetmiyorum, duygusal ilgi hissediyorum. Sadece onlarla konuşmak ve bolca vakit geçirmek istiyorum. Kadınlara karşı ise hem duygusal hem cinsel ilgim var. Eşcinselliğin bir ölçütü olarak evde tek başınayken aklına eşcinsel hayaller gelip gelmemesini söyleyebiliriz belki. Benim aklıma gelmiyor çok şükür. Geçenlerde rüyamda bir kulübe gittiğimi ve orada yüksek bir masanın önünde öylece dikildiğimi gördüm. Masama bir kız geliyor, sevgilim olup olmadığını soruyordu. Ben de olmadığını söylüyordum. Söz ve davranışlarıyla beni kendisine çekmeye çalışıyordu. Onunla birlikte olmak için istek duyuyordum ancak psikolojik olarak sağlıklı bir insan olmadığını düşündüğüm için onu reddediyordum.
   
Terapideyken size babamın ev teklifini reddettiğimi söylediğimde bana başka ihtimallerden bahsettiniz. Hem ev teklifini kabul edip hem de ona ezilmeyeceğim bir yol bulup bulamayacağımı sordunuz. Onun bilinçdışında bana karşı bir nefret var. Bana karşı hissettiği tek duygu nefret dersem haksızlık etmiş olurum ancak bana karşı hissettiği duygulardan birisi de nefret. Üniversite dönemim öncesinde yeterince erkeksi ve saldırgan olmadığım için benden nefret ediyordu, şimdi ise fazla saldırgan olup onun bileğini büktüğüm için benden nefret ediyor. Kendi öz oğlundan nefret etmeyi kendisine yakıştıramayacağı için bu nefretini bastırıyor. Hatta nefretini bastırabilmek için bana bugüne dek hiç olmadığı kadar iyi ve kibar davranıyor. Bastırdığı nefret yok olmuyor, benim hakkımda verdiği kararlarda kendisini gösteriyor. Bilinçdışında benden nefret ettiği için benim hakkımda hep en isabetsiz kararları veriyor. Bu yüzden kendimle ilgili hiçbir meseleye onu dahil etmek istemiyorum. O benim denklemimi bozuyor. Onu denklemden çıkarınca hayatım yoluna girdi. Geçen sene bu vakitlerde benim için uygun gördüğü o berbat evde bir sene boyunca yaşadım. Şimdi benim için satılık ev bulsa yine aynısını yaşayacağız. Ben bu sahneyi otuz yıldır defalarca izledim, bir defa daha izlemeye artık tahammülüm kalmadı. Benden nefret etmesini hiçbir şekilde üzerime alınmıyorum çünkü bana soracak olursanız o herkesten nefret ediyor. Kendinden güçlülerden daha güçlü oldukları için, kendinden güçsüzlerden daha güçsüz oldukları için nefret ediyor. O da benim gibi bağ kurmayı bilmiyor. Psikoterapi kuramları dersinde psikodramanın kurucusu Moreno’nun görüşlerini işliyorduk. Moreno’ya göre sağlıklı olmanın üç şartı mevcut bulunuyor: 1- Spontanelik (kendiliğindenlik) 2- Yaratıcılık 3- Eylem. Bizim gibi nevrotik insanlar spontane değiller, her hareketimizi kendimiz ayarlıyoruz. Otomatik değiliz de manuel'iz adeta. “Mış gibi” yaşıyoruz. Sağlıklıymışız gibi, heteroseksüelmişiz gibi, hiçbir sorunumuz yokmuş gibi... Ancak bu “mış gibi” yaşamak belli bir süre sonra çeşitli sorunlara yol açıyor. O şişmeye, o yapmacıklığa dayanamıyoruz ve kimimiz cinselliğe, kimimiz mastürbasyona yöneliyor. Babamın spontane olmadığını düşünüyorum. Hal ve hareketleri gözümün önüne geliyor da gülümsemesinden adım atışına dek tüm tavırları yapmacıktır. Bağ kurma sorunu ve spontane olmama hali maalesef olduğu gibi ondan bana geçmiş. Annemin babamın dikenlerinden etkilenmemek için kendini donuklaştırıp betona çevirmesi de sorunuma tuz biber olmuş. Buhran dönemlerinde yapaylığı iliklerime dek hissediyorum. Buhran zamanlarında içimden geldiği için değil yürümüş olmak için yürüyor, yazmış olmak için yazıyor, çalışmış olmak için çalışıyorum. “Yapmacık da olsa hareket etmek, hiç hareket etmemekten iyidir.” diye düşündüğüm için zorlanarak da olsa gündelik hayatıma devam ediyorum.

14/03/2024
   
“Terapi” vatsap grubuna yazdığım bazı mesajları bazı ufak değişliklerle buraya aktarmanın uygun olacağını düşündüm. İnşallah faydalı olur.

*
   
Hepimizin farklı farklı hikayeleri var ama ortak birçok nokta var. Biz birilerinin fiziksel veya psikolojik olarak tacizine, tecavüzüne maruz kalmışız. Erkekliğimiz yara almış. Ergenliğe girince zihnimizde şu düşünce beliyor: “İnsan düştüğü yerden kalkar. Ben cinsellikten düştüm, cinsellikten ayağa kalkacağım.” Böyle düşününce porno, mastürbasyon ve cinsel ilişki çukurunun içine düşüyoruz. Halbuki bu düşünce doğru değil. Aslında biz duygudan düştüğümüz için bizim duygudan ayağa kalkmamız gerekiyor. Çünkü tacize uğrayınca, “Ben yeterince erkek olmadığım için tacize uğradım.” diye düşündük. Önce düşünceden kaybettik, cinsellik ardından geldi. O yüzden terapi sürecinde önce duygu ve düşünceden tamir olacağız, davranış (cinsellik) ardından gelecek.

*

Erkek düşünmek erkeği sömürüyor. Erkek düşünmek erkeği zenginleştirmiyor. Erkek doğurgan değil, erkek ile erkek ilişkisinin bir sonraki aşaması yok, ilerleme yok, ilerlemenin olmadığı yerde gerileme var. ("Duran devrilir.", "Uçmayı bırakan düşer.", "Yüzmeyi bırakan boğulur." kuralı) Erkekle çatışıyorsun, erkekle savaşıyorsun, kılıçlar çarpışıyor. Erkek kara delik gibi. Kendine doğru çekiyor ama var kılmak için değil yok etmek için çekiyor.
Şunu da eklemek isterim ki; erotik sınıra (penis, oral, anal, öpüşme) ulaşmadan erkekle iletişim kurmak, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak kadar önemli bir besin, gıda ve şifa kaynağıyken erotik sınır geçildiğinde o faydalı ilaç, öldürücü bir zehre dönüşüyor.
Mutasavvıflar, "Nisan yağmuru yılanın ağzına düşerse zehre, istiridyenin içine düşerse inciye dönüşür." der. Erkek iletişiminin neye dönüşeceği de iletişime geçecek erkeğin tavrına bağlı olarak değişiyor.

*
   
Beğendiği düzcinsel bir erkekle arkadaş olmak isteyen ancak eşcinsel olduğunu söyleyip söylememek konusunda kararsız kalan bir arkadaşa şunları yazmıştım:
   
Kendinizi açmanız yine bir ayrışmaya sebep olabilir. Zaten bu sorun çocukluktan itibaren hemcinslerden ayrışmaktan kaynaklanmıyor mu? Kendinizi açarsanız o düzcinsel erkek, siz eşcinsel erkek olarak konuşacaksınız ve bir ayrışma olacak. Halbuki orada iki erkek olarak konuşmalısınız, başka farklılıkları dikkate almadan. Bir de kendinizi açtınız diyelim sizi olumsuz karşılarsa hayal kırıklığına uğrarsınız. Olumlu karşılaşırsa da belki acıyacak belki anlamsız bir sempati gösterecek belki konuşma hep bu konular üzerinden gidecek... İletişimi olumsuz etkileyebilecek türlü türlü ihtimaller... Velhasıl naçizane fikrim iki erkek olarak konuşmak yeterli, başka ayrışmalara gidilmemeli.
   
Bir de kendinizi bir şeyler gizliyormuş gibi de hissetmeyin. Kimse kimseye kendini tamamen açmıyor. Onun da size göstermediği birçok yönü var. Eşcinselliği söylememek, samimiyete engel değil.

*
   
Herkese merhaba, önemli gördüğüm bir husustan bahsetmek istiyorum. Terapi sürecindeki gerileme dönemlerinde yanlış bir kıyas yapıyoruz gibime geliyor. Süreç boyunca belli mesafeler kat ediyoruz, iyileşme belirtileri gösteriyoruz. Ancak bunalıma girip gerileme yaşadığımız an sanki hiç ilerleme göstermemiş, en başa dönmüşüz gibi hissediyoruz. Bence bunun temel sebebi terapi sürecindeki iyi halimizle yine terapi sürecindeki kötü halimizi kıyaslamamızdır. Halbuki terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki bunalım zamanlarında cinsel ilişkiye giren birisinin terapi sürecindeki buhran zamanında porno ve mastürbasyonla yetinmesi aslında büyük bir ilerleme değil midir? Ama bunalım yaşayan kişiye soracak olsak porno ve mastürbasyona tekrar başladığı için en başa döndüğünü söyleyecektir. Velhasıl kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor.

*
   
Eşcinsellerin neden kendi gibi olamadığını, yapmacık davrandığını soran bir arkadaşa şu cevabı vermiştim:

Bence bunun birkaç sebebi var:

1- Sağlıklı insanlar spontanedir, kendiliğindendir, doğaldır. Halbuki nevrotik, psikolojik rahatsızlığı olan insanlar doğal değildir. Her hareketini içinden kendine komut vererek yapar. Bizde de maalesef bu hal var. Otomatik değil de manuel'iz.

2- Özgüven eksikliği diyen arkadaşıma katılıyorum. Heteroseksüel erkekler özgüvenli bir şekilde kendini ifade edebiliyor hatta kendi kendileriyle bile dalga geçebiliyorlar ama eşcinsel erkeklerde tuhaf bir tutukluk var. Eşcinsel erkekler daha çok çekingen davranıyor, aman ne derler diye düşünerek davranıyor. Bu düşünceyi atmak gerekiyor.

3- Eşcinsel erkekler iyi çocuk rolünü oynamayı seviyor. Aynı çocukluklarında yaptıkları gibi. Diğer erkekler üstü başı çamur içinde eve gelip annelerinden azar işitirken eşcinsel çocuklar mutfak penceresi önünde uslu uslu oturup annelerinden aferin alıyorlardı. Bu iyi çocuk hali büyüyünce de devam ediyor, bunu aşmak lazım. Diğer erkekler gibi laf sokmak, kendinle ve diğerleriyle dalga geçmek, kendi sorunlarını çekinmeden açarak yapay olmayan derin iletişime geçmek gerekiyor. Yani doğal olmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor ironik bir şekilde.

Üç maddeyi tekrar okudum, üçü de birbirinin aynısı gibi geldi.

*

Tamamen silinmemek veya insanları tamamen köle etmemek şartıyla düzcinsel erkekler arasında olan hiyerarşiden herkes memnun çünkü o hiyerarşi herkesin mizacına göre şekilleniyor. Çekinik olan baskın olanın liderliğinde rahat ediyor veyahut bir yerde çekinik olan başka yerde baskın, bir yerde baskın olan başka yerde çekinik olabiliyor.

Eşcinsel erkek kendini bu hiyerarşinin dışında konumlandırıyor. Kök olmayı da gövde olmayı da yaprak olmayı da kabul etmiyor. Canlı olmayı kabul etmiyor. Canlı olmayınca taş oluyor, toprak oluyor, cansız oluyor. Gri bölge yani bunalım bölgesi tam olarak cansızlık bölgesi, ölüm bölgesi. O hiyerarşiye katılmayınca canlı olamıyoruz, erkek olamıyoruz. Mutfak penceresi önünde oturup, sokakta futbol oynayan erkek çocuklarını izleyen, anasına bağımlı, uysal çocuk olarak kalmaya mahkum oluyoruz.

HK bana bir erkekle çok yakın bir duygusal ilişkim olması gerektiğini söylediğinde epeyce şaşırmıştım. Nasıl yani, sekiz yıl yurtta kalmıştım ben, yüzlerce arkadaşım olmuştu, bunu bugüne dek başaramamış mıydım? Neyse dedim hocayı dinleyelim bakalım. Mersin’e, bir arkadaşımı ziyarete gittim. Bir kafeye oturup sohbet ettik. Daha önce bahsetmediğim konulardan bahsettim ona, kendimi açtım. O da bana kendini açtı. İkimiz de birbirimizle daha önce kurmadığımız derinlikte bir iletişim kurduk. O günden sonra erkek cinselliği bitti benim için. Sonraki terapide HK, "Yüzde seksen iyileştin." dedi. Velhasıl ne yapıp edip o sistemin içine girmemiz gerekiyor. Sistem dışı kalmak demek ölmek demek.

*
   
Bende üç halde erkeğe karşı çekim meydana geliyor.

1- Sosyalleşemediğimde, yalnız kaldığımda.

2- Başarısızlık yaşadığımda.

3- Düzenim bozulduğunda, yeni bir hayat düzenine geçtiğimde. Ör: Taşınma, ramazan, iş değiştirme vs.

*

Çalıştığım kurumda kadınlar bitmez tükenmez bir iletişim halindedir. Çay içerler, kahve içerler, evlilik konuşurlar, doğum konuşurlar, konuşurlar da konuşurlar... Kadınların birbirine olan ihtiyacı erkeklerin birbirine olan ihtiyacından daha fazla sanki. Hele bir de ölüm, evlilik, doğum gibi büyük bir olay yaşanmayagörsün... Hepsi toplanır, büyük bir toplantı yaparlar ve saatlerce konuşurlar. Çalıştığım odada bugün biri kırk, biri otuz beş, biri yirmi beş yaşında olmak üzere üç kadın konuşuyordu. Konu daha çok evlilik gibiydi ve bekar olan yirmi beş yaşındakini ilgilendiren pek bir şey yoktu ama o kız konuşulanları hipnotize olmuş gibi dinliyordu. Adeta o büyük kadınlardan kadınlık öğreniyordu. Orada eşcinsel bir kadın olsaydı direk kendini soyutlar, hiçbir konuşmaya katılmazdı herhalde. Bir de kurumda iki tane evlenmemiş kadın var. Nedense onların kadınlığı eksik geliyor bana, diğer kadınlarla çok yüzeysel iletişim kuruyorlar, derine inmiyorlar, diğer kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Kadınlıkları eksik kalmış da ondan evlenememişler gibime geliyor. Diğer kadınlara nazaran çok daha cansız ve donuklar. Kendi cinsiyetinin cinsiyet rollerini benimseyememiş insanlar ister eşcinsel olsun, ister düzcinsel daha donuk ve yavan oluyor.

Kendi hikayemden de bahsedeyim. Annesinin başörtüsünü takan, eteğini giyen bir erkek çocuğuydum ben. Ama sonra taşraya taşındık. Daha eril bir ortam vardı orada. Sonra sekiz yıl erkek yurdunda kaldım. Hemcinslerime karşı ne kadar duvar örsem de bana bir şeyler geçmiş olmalı ki bekleme odasındayken diğer danışanlar hal ve hareketlerimin erkeksi olduğunu söylüyorlardı. Şu an hemen hemen tüm erkek konularını konuşabilirim. Para, araba, tamirat, din, siyaset... Halen zorlandığım oluyor ama zorlukların üzerine gitmemiz gerekiyor.
Velhasıl hocam erkeklik erkeklerden, kadınlık kadınlardan öğreniliyor. Kadın gibi olmak istiyorsan zorlansan da canın yansa da saatlerce, günlerce, yıllarca kadın ortamlarında bulunman lazım, büyük bir sabır göstererek... Başka bir çözümü yok gibime geliyor.

*

Bizim kurumdaki evlenememiş kadınlar, başka kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Gözlemci gibiler adeta. Oyunu oynamıyorlar sanki, sadece izliyorlar. Oyuncu değil izleyiciler. İşte o izleyicilikten oyunculuğa geçince çok şey değişiyor. Sahne benim sahnem, ışıklar beni gösteriyor, oyuncu benim demek çok önemli. Yoksa kendini soyutlayınca olmuyor. İzleyicilik gerekli ama yeterli değil. İstediğimiz kadar matkap kullananları izleyelim, kendimiz kullanmadıkça öğrenemeyiz.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #34 : 24 Nisan 2024, 01:05:12 öö »
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI)

Özellikle ergen ve genç erkeklere dikkat et, hep sarmaş dolaştırlar. İşte HK’nın "ruhsal döllenme" dediği mesele. Ruhsalını yaşayamayınca cinsel olanını yaşamaya çalışıyoruz ki işte orası korkunç, orası cehennem.

*

Düzcinsel erkeklerle olan bağlılığımı kuvvetlendirmek hususunda en çok derin iletişimin faydasını gördüm. Yani mahremini açmak, korkmadan çekinmeden bana zarar verirler diye düşünmeden erkekçe kendi zayıflıklarından yakın arkadaşlarına bahsedebilmek. Onun zayıflıklarını dinlemek. Konu sınırlamasına pek gitmemek. Onun evlilik sorunlarını da dinlemek. Biraz zorlanarak da olsa ben de evlenince şöyle şöyle yapacağım diyerek kendimi ona denk hale getirmek. Haksızlığa karşı gelmek, reddedilmesi gereken insan ve davranışları reddedebilmek, öfkeni ifade edebilmek...

*

Ben hep dini ortamlarda büyüdüm. Orada da erkekler fiziki olarak yakın olurdu. Kimi birinin dizine yatardı, öbürü diğerinin omzuna elini atardı vs. Türkiye kültüründe de hemcinslerin birbirine fiziken yaklaşması garipsenmiyor. Buna dini bir engel de yok. Bence eşcinsel çocuğun hemcinslerinden uzak durması dışsal değil içsel sebeplerden kaynaklanıyor. Bir kopukluk var orada. Eşcinsel çocuk hemcinsleriyle bağ kuramıyor, kendini onların grubuna ait hissetmiyor. Eşcinsel çocuğun arkadaşlarıyla bağ kuramaması da aslında anne babasıyla bağ kuramamasından kaynaklanıyor. Daha en yakınlarıyla bağ kuramamış ki daha uzaktakilerle bağ kursun... Joseph Nicolosi ilk kitabında eşcinsel erkeğin babasıyla bağ kuramadığı gerçeğine odaklanırken daha sonraki kitabında aslında anneyle de bağ kurulamadığını söylüyor ve meselenin anne tarafına odaklanıyor. Eşcinsel erkeklerin anneleriyle araları fazlasıyla iyi denebilir ancak bu fazla iyilik hâli doğru bağ kurma anlamına gelmiyor. Ona bağ değil bağımlılık demek daha uygun olur. Kendi hikâyemden de şu şekilde örnek verebilirim. 0-5 yaş arasında olduğum dönem, ailemin en kaotik dönemiydi. Sekiz aylıkken ve düşük doğum ağırlığıyla doğuyorum. Beş yaşına dek hastayım, dışarı çıkıp hemcinslerimle oynamam mümkün değil. Beş yılda iki kez taşınıyoruz, üç farklı yerde yaşıyoruz. Babam askere gidiyor, annem hiç sevmediği kaynanasıyla sekiz ay aynı evde yaşamak zorunda kalıyor vs. İstemeden de olsa bir ihmal var ortada, büyük ihtimalle fazla sevgi görmüyorum. Velhasıl eşcinsel çocuğun bağ kurma sorunu, toplum kuralları ve çevre baskısından ziyade aile ihmalinden kaynaklanıyor.

*

Eşcinsel terapi süreci, çocuklukta yaşanılması gerekenleri terapist desteğiyle terapi sürecinde yaşayıp sağlıklı cinsel kimliğe kavuşmaktan ibarettir. Anneye sınır çekilmesi, babayla yakınlaştırma çabaları, hemcinslerle dostluk ilişkisi kurmaya teşvik vs. Hepsi çocuklukta yaşanan ihmali telafi etme çabası.

*
   
İlgi duyduğumuz insanda aradığımız bir şey var. (Erkeksilik, kadınsılık, testosteron vs.) Ondan ona ilgi duyuyoruz. O aradığını cinsellik yoluyla değil de dostluk yoluyla elde etmek insana kendini muhteşem hissettiriyor. Sömürme-sömürülme ilişkisi olmadığı müddetçe, ilgi duyduğumuz sağlıklı insanlarla arkadaş olmalıyız.
   
Düzcinsel erkeğe aşık olmak bunalıma sokmuyor çünkü aradığımız şey onda mevcut. Aradığımızı duygusal yolla elde etmekte hiçbir sakınca yok. Eşcinsele aşık olmak ise bunalıma sokuyor çünkü aradığımız onda da yok. Yok olan varmış gibi davranıyoruz ama bir noktada iş illaki rayından çıkıyor. Hangi oyun sonsuza kadar devam ettirilebilir ki?
   
Sağlıklı düzcinsel bir insanı sevmek rahatsız etmiyor çünkü bizdeki arızaları onun sağlıklı yapısı dengeleyebiliyor. Bizdeki iniş çıkışları, normal dışılıkları hetero erkek kaldırabiliyor. Eşcinsele aşık olunca büyük sorunlar ortaya çıkıyor çünkü iki taraf da sıkıntılı. İki taraftaki sorunlar birbiriyle etkileşerek bambaşka büyük sorunlara yol çıkıyor. Dikenler birbirine sürtünce iki tarafı da kanatıyor.

Velhasıl düzcinsellerle vakit geçirmeli, onlarla arkadaş olmalıyız. İllaki birine aşık olacaksak yine düzcinsele aşık olmalıyız. Zaten tüm bunlar başımıza zamanında hemcinslerimizle kaliteli ilişkiler kuramadığımız için gelmedi mi?

5 yaşından 80 yaşına kadar her yaştan erkek grubunu gözlemliyorum. Hepsi birbiriyle iletişim kuruyor. 5 yaşındakileri görünce 5 yaşındaki, 15 yaşındakileri görünce 15 yaşındaki hallerim aklıma geliyor. Hiç böyle arkadaşlıklar kuramadığım için üzülüyorum. Altı aydır otuz senenin ilişki eksikliğini gidermeye çalışıyorum. Çok zorlanıyorum. Her şeyi zamanında yaşamak en güzeliymiş.

*
   
Gerçek sevgi/aşk nedir?
   
Gerçek sevgi/aşk bence iki tarafın da birbirinin eksiğini tamamladığı değil de birbirini çoğalttığı, birbirinin tamlığına katkı yaptığı sevgidir. Malum iki tane tek kanatlı kuşu birbirine bağlasak bir tane çift kanatlı kuş etmez. Diyelim eşlerden birinde aşırı fedakarlık, öbüründe de ciddi bir sevgi açlığı var. Bir süre idare edebilirler belki ama bir gün elbette tıkanacaklardır. Aralarındaki sevgi, bağımlılık ilişkisine dönüşecektir. O yüzden bence gerçek sevgi, kolu olmayan bir insanın kolunun yerini tutsun diye birini sevmesi değil de kol ihtiyacını protez kol gibi araçlarla karşılayıp, o protez koluyla sevdiği insanın koluna girmesidir. Mesela baskın birisiyle çekinik birisinin beraberliğini anlarım. Ama ilişki gemisini beraber yönetmiyorlarsa, biri kaptan öbürü tayfaysa ortada ciddi bir sorun vardır bence. İlişki köle-efendi ilişkisine dönmüştür. Belli bir ölçüye kadar eksik tamamlama çabası doğal karşılanabilir ve bu çaba her ilişkide mevcuttur. Ama bu çaba belli bir sınırı aştığında sorunlara yol açar. Eşlerden birisinin gemide birinci kaptan, öbürününse ikinci kaptan olmasını anlayabilirim ama birisi kaptan öbürü elleri bağlı esirse burada ciddi bir sorun var demektir.

Eşcinsel ilişkilerde sevgi yok bağımlılık var, şema tetiklemesi var, köle efendi ilişkisi var.

*

Benim en temel sorunum bağ kurma sorunu. Sadece erkeklerle değil kadınlarla, aileyle, dünyaya her şeyle kavgalıyım. Kendimi koruyabilmek için herkesle arama duvarlar örmüşüm. Terapiyle birlikte on duvarın üçü yıkıldı. Diğerlerini de yıkmak için çaba harcıyorum. Terapilerle birlikte daha çok insanla iletişim kurdum ve halihazırda var olan insan ilişkilerim daha doyurucu hale geldi. Mesela yeni taşındığım yerde yaşı bana yakın erkek bir komşum var ve onu çaya davet edeceğim. Eskiden olsa mümkün değil yapamazdım. Arkadaşlığımızın bir iki buluşmadan öte gidemeyeceğini öngörebiliyorum ancak yine de onunla iletişim kurmaya çalışacağım. Velhasıl sosyalleşmek ve duvarlarımı yıkmak için çaba harcıyorum. Etkili de oluyor ama bir günde yıkılmıyor o duvarlar işte, bir günde yapılmadı çünkü. Zaman istiyor iyileşmek.

*

Terapilerden önce tam olarak anlattığınız gibiydi, mükemmel anlatmışsınız. Ancak terapilerden sonra tam bir sağlıklı insan avcısı oldum nerede sağlıklı bir insan görsem hemen iletişim kurmaya çalışıyorum. Bunu şöyle bir örnekle açıklayayım. Şimdiki okuduğum okulda epeyce ilgi duyduğum narsist, yalancı, egoist ve maalesef son derece de çekici bir tip var. Geçen beni telefonla aradı on dakika konuştuk ama gerçekten ona tahammül edemediğimi fark ettim. Ömrümden ömür gitti onunla konuşurken. Gece boyunca onu rüyamda gördüm. O ranzanın üst katında yatıyordu da ben yanağımı okşuyordum. Cinsellik yaşanmadı. Sabah kamyon çarpmış gibi uyandım. Sağlıksız insanlara tahammül edemiyorum artık, sağlıklı insanlarla iletişim kuruyorum. Sağlıksızlar da bana meyletmiyor zaten çok şükür. İlgi duyduğumuz sağlıksızlar yerine başlangıçta fazla ilgi duymadığımız sağlıklılarla iletişim kurmamız gerekiyor. Çekildiğimiz tipler sağlıklılarsa iletişim kurmalıyız, sağlıksız olunca faydalarından çok zararları dokunuyor.

*

Sosyal izolasyon (yalnızlık) ve içedönük olmak hemen hemen tüm psikolojik rahatsızlıklar için risk faktörü. Yalnız veya içedönük insanların hasta olma ihtimali daha yüksek. Tabii psikolojik rahatsızlığa sahip olunca yalnızlaşıyor insan. Yalnız olunca hasta oluyoruz, hasta olunca yalnızlaşıyoruz. Garip bir kısır döngü. Daha çok sosyalleşebilseydim daha ileri bir noktada olurdum eminim. Hele bir de sınav dönemlerinde kimseyle görüşemiyorum, bayağı bunalıyorum. Tek yaşamak da bir ölçüde sıkıntı. Aileden ayrılmak, tek başına ayakta durmak insana ayrı bir özgüven katıyor, ailedeki sorunlu iletişimden kurtulmuş oluyoruz, iyileşme yönünde ilerliyoruz ama onun yerini başka insan ilişkileriyle doldurmak gerekiyor yoksa eve gelince saatlerce soğuk duvarlarla bakışmak hiç hoş değil.

*
   
“Eziklik duygusundan nasıl kurtulurum?” diye soran bir danışana şu cevabı vermiştim:

Eziklik duygusu doğuştan gelmez. Başkaları bize ezik hissettirdiği için ezik hissederiz. O yüzden öncelikle ya bize ezik hissettiren insanlardan uzaklaşmamız gerekir veyahut onları alt edip onları bizi ezemeyecekleri hâle getirmemiz gerekir. Bunun dışında başarılı olduğumuz alanlara yönelebiliriz. Sporla fiziğimizi düzeltebiliriz. Kendi paranı kazanmak apayrı bir özgüven kazandırıyor. Ayrı eve çıkmak, kendi işini kendin görmek, yemeğini yapmak, çamaşırını yıkamak iyi hissettiriyor. Kendimize has bir giyim tarzımız olursa herkes bize değerli insan muamelesi yapacaktır bu da bizim kendimiz hakkındaki fikirlerimizi etkileyecektir. Bulunduğumuz ortamda varlığımızı hissettirmeliyiz. Dinimizi, ideolojimizi, görüşümüzü vs. savunmaktan çekinmemeliyiz. Kim ne der diye düşünmeden öfkemizi muhakkak ifade etmeliyiz. Haksızlık karşında susmamalı, mücadele etmeliyiz. Bizi seven, bize değerli olduğumuzu hissettiren insanlarla iletişim kurmalıyız. Özgüveni ilişki yaşayarak veya porno izleyerek başkasının erkeklik organından veya erkeksi vücudundan elde etmeye çalışmak yerine kendi erkekliğimizi inşa etmeliyiz. Hal, hareket, tavır, tarz vs. her şeyle. Aklıma gelenler şimdilik bunlar.

*

Tüm sorunun kaynağı olduğu için önce babamı psikiyatriste götürmek için çabaladım olmadı. Sonra babama karşı mücadele edebilmesi için annemi psikoloğa götürmeye çalıştım kabul etmedi. En sonunda kendim psikoloğa, HK’ya gittim. Ondan sonra ailemin bana karşı tavırları değişti. Aile dinamikleri kuramı olması lazım bir psikoloji kuramına göre aile bir çarklılar sistemi gibidir ve bir bireyinde meydana gelen değişiklik tüm aileyi etkiler, değiştirir. Kimseyi değiştirme gücümüz yok ama kendimizi değiştirme gücümüz var. Ailemiz değişse biz değişecektik ama olmadı. O zaman biz değişeceğiz ve böylece ailemiz değişecek. Çarkı tersinden döndüreceğiz.

*

Çok fazla müzik dinliyorum ve bundan zarar görüyorum. Durmadan hayal dünyasında yaşamak hiç eril gelmiyor bana. Aslında bulaşık yıkamak bile beni müzikten daha çok rahatlatıyor. En azından bir iş başarmış oluyorum. Ama müzik dinlerken saatlerce hayal dünyasında dönüp duruyorum. Yağmurlu bir günde ellerini cama dayamış halde kulaklığıyla müzik dinlerken hayal kuran bir kızı düşünebiliyorum ama öyle bir erkeği düşünemiyorum. Erkek her zaman bir işin içinde olmalıymış gibime geliyor. Fazla dinleyici olmak, konuşmacı olmamak, fazla müzik dinlemek, fazla hayal kurmak... Bunların hepsi geriletiyor beni. Çünkü hepsi dişil faaliyetler. Kendimizi gerçek hayattan soyutlarsak bu bizi gri bölgeye, bunalım bölgesine götürür ve oradan çıkabilmek için cinsel ilişki veya PMO’ya yöneliriz. Fazla hayal, müzik gibi bizi pasifleştiren tüm faaliyetlerden uzak durmamız lazım. Gerçek hayata daha sıkı tutunursak gri bölgeye girmeyiz, müziğe, hayale, cinsel ilişkiye, PMO’ya yönelmeyiz ve terapi sürecinde gerilemeyiz.

*

Sağlıklı insanlar büyük değişimlere kolayca uyum sağlayabilirken biz sağlayamıyoruz. Maalesef psikolojik olarak hastayız ve psikolojik esnekliğimiz ve dayanıklılığımız bütün psikolojik rahatsızlığı olan insanlar gibi diğer insanlara nazaran daha düşük. Bütün hayat değişikliklerinde darmadağın oluyoruz. Yeni evime taşınalı üç hafta oldu ama hala uyum sağlayamadım, uyum sağlamak için bir hafta yeterli halbuki. Ramazana genellikle Ramazan biterken uyum sağlamış oluyorum. Ama psikolojik esneklik ve dayanıklılığımızı kuvvetlendirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü ne savaş bitecek ne sınav bitecek ne imtihan bitecek. İllaki birinden biriyle imtihan olacağız. Tüm bunlarla mücadele ederken aynı zamanda iyileşmek için ne gerekiyorsa yapmak mecburiyetindeyiz çünkü iyileşmek için suların durulmasını bekleyecek olursak sular hiç durulmayacak. İyileşeceğiz ve o durulmayan sularla mücadele etme gücünü kazanacağız inşallah.

15/03/2024
   
Narsist zihninin kendisini korumak için harcadığı çabaya hayran kalmamak elde değil. Bu sabah babamla telefonda konuşuyordum. Bana, kalacağım evde zaten geçici bir süre vakit geçireceğim için evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söylüyordu ki daha cümlesini tamamlamadan bu fikrine itiraz ettim. Bu itirazın iki sebebi vardı. Birincisi doğduğum günden bu yana otuz yıldır on altı kez taşınmış olduğum için -bir yerde ortalama olarak iki yıl bile yaşamamışım- taşınmanın iması bile beni delirtmeye yetiyor. İkincisi, beni geçen sene aynı gerekçeyle -geçici bir süre kalacağım gerekçesiyle- o iğrenç eve bir yıl boyunca mahkum etti. Bu iki sebepten cümlesi bitmeden ona itiraz ettim. Daha benim itirazım bitmeden bana katıldığını, bir günlük beyliğin dahi beylik olduğunu, yaşanılan evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söyledi! Sırf ona saldırmayayım diye bir anda fikir değiştiriyormuş gibi yapmıştı. Sırf ona saldırmayayım diye beni durdurup kendi kendine saldırmıştı. Bu aralar bu taktiği çok kullanıyor. Hangi taktiği kullanırsa kullansın onu alt etmenin bir yolunu buluyorum. Bulmak zorundayım çünkü o beş yaşındaki bir çocuk, bense onun mürebbisiyim. Baskınlığımı yitirdiğim an tepeme çıkacağını biliyorum. Bir daha aynı taktiği kullanırsa ona, “Tabii bunu bir anlığına değil her zaman savunmak gerekir.” diye cevap vereceğim. Bakalım bu sefer ne yapacak?

23/03/2024
   
Bir hafta önce yeni eve taşındım. Ramazandan ötürü düzenim bozuldu. Uzun zamandır kimseyle oturup konuşamadım. Tüm bu saydıklarım ve başka etkenler bir araya gelince yaklaşık bir hafta önce bunalıma girdim. Hemcinslerime gözümü ayırmazcasına bakıyordum. Cinsellik hissetmiyordum ancak o tatsız hissi saç telimden topuğuma dek yaşıyordum. Her bunalıma girdiğimde yaptıklarımı yaptım. Başa döndüğümü düşündüm, terapinin etkililiğini sorguladım, terapistin yeterliliğini sorguladım, bir daha düzelmeyeceğimi düşündüm... Bunalıma girmiş bir danışanınıza birkaç gün önce, “Sen kuyudan çıkarak büyük bir sorunu halletmişsin. Şimdi ayağın çukura girdi diye karalar bağlama.” diye teselli veren ben onun yaptığının aynısını yapıyordum. Baktım ki olmayacak araştırma görevlisi arkadaşımı aradım. Onunla buluşunca epeyce rahatladım. Eve dönünce o günkü yaşadıklarımı gözden geçirdim. Sadece birilerine gözümü fazla dikmiştim o kadar, niye bu kadar abartmıştım ki? Biz danışanlar terapi sonrası kötü halimizi, terapi sonrası iyi halimizle kıyaslayarak büyük bir hata yapıyoruz. Halbuki terapi öncesi kötü halimizle terapi sonrası kötü halimizi kıyaslamalıyız. Terapilere başlamadan önce bunalıma girince ne yapıyorduk, terapilere başladıktan sonra bunalıma girince ne yapıyoruz? Benim büyük buhranlar yaşadığım zamanlarda pornografi ve mastürbasyon bağımlılığına doğru yaklaştığım oluyordu ancak terapilerden sonra bu hiç olmadı. Kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Yaşadığım buhranı değerlendirmeye devam ediyordum. Aklıma erkek ilgisini öldürücü bir zehir olarak tanımladığım yazım geldi. Erkekle sarılmayı, erkeğe bakmayı, belli sınırlar aşılmadıktan sonra erkeği hayal etmeyi eşcinsellikten saymıyorsunuz ama bu yaşadığım bunalımdan ötürü erkeklerle heteroseksüel erkeklerin yaşadığından daha fazla bir etkileşim yaşamamaya karar verdim. Erkek yerine kadın hayal edecektim. Nasıl ki mastürbasyonda başlarda kendimi zorlayarak kadın hayal etmiştim ve sonrasında erkeğe karşı cinsel ilgim yok olmuştu, bu sefer de duygusal olarak kadın hayal edersem erkeğe karşı duygusal ilgim yok olabilirdi. Kendimi zorlayarak eş olduğumu, baba olduğumu hayal ettim. Bu hayal bana çok iyi geldi. Devamında zihnime akın akın kadın hayalleri hücum etti. Eskiden en fazla birkaç dakikalığına kadın hayali kurabilirdim ancak iki gündür sabah akşam kadın hayaliyle meşgulüm. Kah mutfakta birlikte yemek yaptığımızı kah göl kenarında kamp sandalyelerine yayılıp kahve içtiğimizi kah evde karşılıklı oturup sohbet ettiğimizi hayal ediyorum. Eğer bu hayaller devam edecek olursa bu bunalımdan ilerlemeyle çıkmış olacağım. Eğer bu hayaller devam edecek olursa erkeğe karşı duygusal ilgim de bitmiş olacak. Gerçi siz bana birkaç terapi önce eş olduğumu, baba olduğumu hayal edebileceğimi söylemiştiniz ama bir süre aseksüellikte durmak istediğim için sizi dinlememiştim. (Sizi seviyorum ancak her konuda haklı çıkmanızda beni rahatsız eden bir şey var.) Biz durmak istesek de hayat durmuyor. Fıtri olan, aslolan erkek-kadın ilişkisi olduğu için bünyemiz bizi o noktaya götürmek için olanca gücüyle çalışıyor. Belki de son bunalımın sebebi “kadın”a doğru gitmekte direnmemdi, direnmeseydim bunalıma girmeyecektim. Eninde sonunda fıtri olan gerçekleşti, bunalımdan ancak kadın hayaliyle çıkabildim. Önceleri, “Allah’ım bana saliha bir eş ve hayırlı evlatlar ver!” diye dua edemezdim. Dün akşam teravihten sonra ilk defa içtenlikle bu duayı ettim. Karşıdan bana doğru bir kadın ve bir erkek yürüyorsa ilk olarak kadın dikkatimi çekiyor artık. İnşallah güzel gelişmeler devam eder.

24/03/2024
   
Dün akşam size epeyce benzeyen, deli dolu, çok sevdiğim avukat arkadaşımla telefonda iki saate yakın görüntülü konuştuk. Çok keskin bir görüşü vardır, insanlar hakkında yaptığı yorumlar genelde doğru çıkar. Konuşmamızın sonlarına doğru bana KPSS ile atanıp iş meselesini hallederek çok iyi yaptığımı, terapi sürecinin bana çok iyi geldiğini ancak yaralarımın henüz kabuk bağlamadığını, içimdeki ateşin ufak tefek çıtırtılarını duyduğunu, üç beş ay içerisinde tamamen iyileşeceğimi, evlilik öncesinde terapi sürecinden geçerek çok iyi yaptığımı söyledi. Onun güzel yorumları ve ümit verici tavrı beni mutlu etti.

26/03/2024
   
Epeyce kuytu bir köşemde özgüven eksikliği sorununun mevcut bulunduğunu seziyorum. Sizinle özgüven eksikliği üzerine hemen hiç konuşmadık. Ben de buna ilişkin bir şikayet dile getirmedim. Ancak yine de böyle bir sorun yaşıyorum. Eşcinsellikten mustarip olan herkesin az veya çok özgüven eksikliği yaşadığını düşünüyorum. Bir kadına sahip olabileceğini düşünmek gerçekten kendine güvenmeyi gerektiriyor. Bir kadına sahip olabileceğini düşünen, kendine güvenen erkeklerin aslında pek de büyük meziyetleri yok. Düzcinseller eşcinsellere nazaran çok daha sıradanlar. Ancak eşcinseller, obsesif yapıları ve zekaları yüzünden kendi kusurlarına mikroskopla, meziyetlerine ise buzlu camla bakıyorlar. Yetmiyor; başkalarının kusurlarına buzlu camla, meziyetlerine de mikroskopla bakıyorlar. Kendilerini eksik gördükleri için bir kadını tamamlayabileceklerine ihtimal vermiyorlar aksine bir erkekle tamamlanmaya çalışıyorlar. Karşıdaki erkek de büyük ihtimalle özgüven eksikliğini narsizmi ile gölgelemeye çalışan bir başka yarım adam olunca doyumsuz ilişkiler ortaya çıkıyor. Eşcinsel terapi ile özgüven eksikliği giderilip, obsesif yapılanma asgariye indirilince eşcinsel erkek, erkekten kadına yönelmeye başlıyor.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #35 : 24 Nisan 2024, 01:12:20 öö »
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

28/03/2024
   
Dikkat edecek olursanız uzun zamandır benden size yönelik bir eleştiri gelmiyor. Aslında kavgam sizinle değil de sizin şahsınızda tüm erkeklerleymiş. Hatta kadınlarla, dünyayla ve  maalesef Cenab-ı Hak ileymiş. Kavga eşitler veya birbirine yakınlar arasında olduğu için Cenab-ı Hak ile olan olumsuz ilişkiye “kavga” değil de “isyan” dersek daha doğru olur. Eşcinsel terapi süreciyle birlikte erkeklerle, kadınlarla, dünyayla ve hatta Cenab-ı Hak ile barışınca size yönelik eleştirilerim sona erdi. Yine burada bir şerh düşmek gerekir ki barışmak fiili birbirine denkler veya yakınlar arasında söz konusu olabildiğinden Cenab-ı Hak ile olan olumlu ilişkiye “itaat” demeliyiz. Öğretim üyesi mizaçlı olduğumun farkındayım ve galiba öğretim üyeliği bir miktar obsesiflik gerektiriyor.
   
Sadece ben değil tüm eşcinseller bağ kurma sorunu yaşıyor ve bağın, bağlılığın olmadığı yerde kavga var. Cinselliğin de bir nevi saldırganlık olduğunu düşünecek olursak cinsel ilişki, eşcinsel erkeğin bağ kuramadığı erkek dünyasına ve dolaysıyla tüm dünyaya saldırma şeklidir. Her kavganın eninde sonunda sona ermesi gerektiğinden bu kavgayı bitirmek isteyen eşcinsel soluğu sizin ofisinizde alıyor.
   
Geçen bayramda içimde her tarafa oklar fırlatan, zehirler saçan bir benlik olduğunu fark ettim. Tüm dünyayı kılıçtan geçirmeye ant içmiş bir katil vardı içimde. Tabii bu okların, kılıçların, zehirlerin ilk hedefi bendim. Önce kendime zarar veriyordum hatta başkalarına zarar vermemek için o kötü benliğin saldırılarını çoğunlukla kendime doğru çeviriyordum. Fark etmeden kendime düşman bir ben büyütmüşüm içimde. Böyle bir benliğin doğuştan geldiğini zannetmiyorum ancak sonradan öğrenmeyle oluşabilir böylesine kötü bir yapı. Bayram namazına gitmek için evden çıkmıştım. Camiye birkaç dakika geciktim. İçimdeki o ses birkaç dakika geciktim diye top atışına tuttu beni. Arabanın bagajından aldığım poşeti açtım ki ne göreyim seccade yerine cübbemi getirmişim. İçimdeki ses yine rahat durmadı. Namaz bitti, camiden eve yürürken cübbeyi camide unuttuğum fark ettim. Geri döndüm mecburen. Cübbeyi aldım, bu sefer de yağmur çiselemeye başladı. “Evden çıkarken havanın kapalı olduğunu gördün de neden şemsiye almadın?” diye beni sıkıştırmaya başladı beni o ses. Bütün bu tecrübelerin sonucunda o sesi dikkate almamam gerektiğini fark ettim. O ses benim aslî bir parçam değildi adeta nefsimdeki bir urdu. Ya ondan kurtulmalı veyahut kurtulamıyorsam onu susturmanın bir yolunu bulmalıydım. Yazılarımı okuyan herkesin tahmin edebileceği gibi aslında o ses benim değil, babamın/babannemin sesiydi. Meseleye psikanalitik bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak benim için ölü hükmünde olan babamı içimde yaşatmaya devam etmiştim. Onun eleştirilerine, aşağılamalarına tahammül edemediğim için kendi nezdimde onu daha yaşarken öldürmüş, ölü saymıştım ancak tamamen yok oluşuna da tahammül edemeyeceğim için onu içimde, kendi kontrolümde yaşatmaya devam etmiştim. Otuz yıl maruz kaldığım bu ses nefsime eklemlenmişti. Onu bünyemden söküp atamadım, açıkçası bu yönde bir çabam da olmadı. Ancak artık onun farkındayım. Farkında olmak, mücadele edebilmeyi de beraberinde getiriyor.

05/04/2024
   
Geçenlerde rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun bir videosunu izledim. İnsanın mizacına uygun olan işi yapması gerektiğini söylüyordu. “Baktın ki eline taş alsan altına dönüşüyor, ticaretle ilgileneceksin.” diyordu. Bakıyorum da ne iş yaparsam yapayım yolum yazıya çıkıyor. Üniversite okurken hikaye yazardım, hikayelerim beğenilirdi. Terapi sürecine başladım, terapi yazılarım ilgi gördü. Hukuk alanından pek hazzetmeme rağmen önüme sıra dışı bir olay gelince o olayla ilgili dilekçeyi yazarken kendimden geçiyorum. Yargıtay/Danıştay kararları arasında cirit atmak, o kararlar arasında işime yarayanını bulmaya çalışmak, oradaki metinleri birleştirerek kendime ait bir dilekçe inşa etmek... Hepsi beni büyülüyor. Yazmayı eril bir faaliyet olarak görüyorum, yazmak içimdeki eşcinsel eğilimleri de epeyce azaltıyor. Bana ya öğretim üyeliğinin ya da yazarlığın yolları gözüküyor.

08/04/2024
   
Bekleme odasında oturmayı istememek, eşcinsellikle ilgili konularda konuşmamak, bir iki kişi hariç diğer danışanlarla iletişime geçmekten kaçınmak gibi hâller bende birkaç ay önce ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu hâllerin iyileşme sürecinin sonuna yaklaşmanın belirtisi olduğunu söylemiştiniz. Forumu dahi okuyamaz olmuştum. Ancak benim sadece danışan kimliğim yoktu aynı zamanda psikolog kimliğim de vardı ve ofisinizin bekleme odası ile forumunuz benim için eşi bulunmaz bir laboratuvardı. Ama yine de psikolog kimliğiyle dahi olsa eşcinsellikle ilgili konulara tahammül edemediğimi fark ettim. Psikologluğum dahi bu konuların ağırlığını kaldıramıyordu. Bu yüzden kurmuş olduğunuz “Terapi” grubundan ayrıldım. Danışanların başka danışanlarla görüşmesini istemediğiniz herkesin malumu. Bu isteğinize iki taraftaki psikopatolojilerin birbirini tetikleyip krize yol açmasını gerekçe olarak gösteriyorsunuz haklı olarak. Geçenlerde bu konu hakkında düşünürken bir gerekçe daha aklıma geldi. Başka danışanlarla konuşmak başlangıçta bize büyüleyici geliyor çünkü o güne dek hiç kimseye bahsedemediğimiz konuları bizimle aynı sorunları yaşayan başka birisiyle konuşma imkanı doğmuş oluyor. Ancak danışanlarla fazla hemhâl olmanın şöyle bir tehlikesi var ki kendimiz gibilerle fazla iletişim kurmak bizi konfor alanına hapsedip tembelleştiriyor. Çünkü danışanla konuşurken o güne dek içinde bulunduğumuz davranış kalıplarından çıkmamız gerekmiyor. Halbuki düzcinsel erkeklerle iletişim kurunca kendimizi geliştirmek zorunda kalıyoruz. O dünyanın kurallarını öğreniyor ve o kurallara göre yaşamaya başlıyoruz. Danışanların terapi sürecindeki sağlıklı gelişimi adına danışan-danışan iletişimini oldukça sınırlı tutmak gerekiyor.

12/04/2024
   
Burayı okuduğunu bildiğim bir danışan bana “Allah neden bu derdi bana verdi?” diye sormuştu. Bu soruyu kendimce cevaplamaya çalışacağım.
   
Öncelikle bu soru benim aklıma daha önce hiç gelmemişti. Yaşadığım eşcinsellik sorunu o kadar gerçek ve somuttu ki hep bu sorunun üstesinden nasıl gelirim diye düşündüm. Sorunu soyut bir zemine kaydırıp soyut bir zeminde tartışmak daha önce hiç aklıma gelmemişti.
   
İnsanın kendisine ve çevresine dair sorularının işlevsel olması oldukça önemlidir. Amiyane tabirle soru bir işe yaramalıdır. Elime lacivert kravatı alıp, “Allah neden lacivert kravatı yaratmış?” diye bir soru sormanın bir anlamı yoktur. Önemli olan o kravatın ne zaman, nerede, hangi gömlekle ve hangi takım elbiseyle takılacağını belirlemektir. İnsanoğlu hayatta cereyan eden olayların büyük çoğunluğunun sebebini bilmemekte ve araştırmamaktadır. Mesela kapı zili bozulan birçok insan bu olayın neden kendi başına geldiğini sorgulamak yerine zili yapabilecek kabiliyette bir usta bulmaya çalışmaktadır. Ezcümle, “Allah bu derdi neden Ahmet’e, Mehmet’e değil de bana verdi?” sorusunu sormanın herhangi bir anlamı yoktur.
   
Yukarıda zikrettiğim soruyu soran kimse Allah’a inanmaktadır ancak başına gelen olayın sebeb-i hikmetini merak etmektedir. İnsan zihninin azami faydayı elde etmeye yönelik çalıştığını hesaba katacak olursak bu soruyu soran kişi bu derdin kendisine verilişinin sebeb-i hikmetini keşfettikten sonra iyileşebileceğine inanıyor olabilir. Halbuki farkındalık/iç görü, her zaman için iyileşmeyi beraberinde getirmez. Psikolojik rahatsızlığının sebebini bilen birçok danışan/hasta yapması gerekenleri yapmadığı için iyileşememektedir. Bilgi her zaman şifayı doğurmamaktadır. Kişi derdin sebebini öğrendikten sonra şifaya kavuşacağına inanıyor olabilir ancak belki de şifaya kavuştuktan sonra derdin sebebini öğrenecektir? Bilen bilir ki ders çalışmak için ilham gelmesini beklerseniz ömür boyu ders çalışamazsınız. Ders çalışmak için masaya oturursanız ders çalışma ilhamı gelir. Önemli olan derdin sebebini keşfetmek değil derdin şifası için çaba harcamaktır. İlacın içeriğini öğrenmek eczacılık fakültesinde okumuyorsanız pek de gerekli değildir. Önemli olan ilacı içmektir. Çok merak ediliyorsa ilacın içeriği iyileştikten sonra öğrenilebilir. Yükseklik korkusu olan birinin uçurumun kenarındayken yapması gereken neden yükseklik korkusuna sahip olduğunu sorgulamak değil uçurumdan aşağı bakmayarak kendisini geriye atmaktır. Tehlikeyi atlattıktan sonra korkusunun sebeplerini araştırabilir.

Karanlık bir odaya konulan insanın o odadan çıkmadan karanlık odaya hapsedilişinin sebebini öğrenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Önemli olan o odadan çıkmak için gerekli olan çabayı göstermektir. Odanın dışındayken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimali odanın içindeyken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimalinden oldukça yüksektir. Tüm bu söylediklerimizi göz önüne alacak olursak, “Allah neden bu derdi bana verdi?” sorusu, obsesif bir zihnin iyileşmenin önüne çektiği bir setten daha fazlası değildir. Çünkü iyileşmek, obsesif zihnin dönüştürülmesiyle mümkündür. Obsesif zihinse dönüşmemek/ yok olmamak için tüm gücüyle direnecek, anlamsız sorularla danışanı meşgul edecektir.

15/04/2024
   
Terapilerle birlikte ne oranda iyileştiğimi sorguluyorum. Size gelmeden önce nefsim ağır yatalak bir hasta gibiydi. Yürüyemiyordum, hareket edemiyordum. Sadece ciğerlerime yüzlerce iğne batıyormuşçasına acı çekerek nefes alabiliyordum. Şimdi maraton koşacak kadar sağlıklıyım diyemem ancak yürüyebiliyorum, ihtiyaçlarımı giderebiliyorum, dayanılamayacak kadar büyük acılar çekmiyorum. Üç yüz metre yürüyüp nefes nefese kalıyorum. Bir banka oturup soluklanıyorum. Gücümü topladıktan sonra tekrardan yola devam ediyorum. Size gelmeden önce ağır bunalımlar yaşıyordum. Şimdilerde bunalım duygusu hüzün duygusuna dönüştü. Bunalımın bir tanımı yok. Eni, boyu, derinliği, bir hacmi yok. Geldiği zaman tüm dünyanı ele geçiriyor. Sebebini tespit edemiyorsun. Nasıl giderileceğini bilmiyorsun. Hüznün bir tanımı, bir hacmi var. Sebebini tespit edebiliyorsun, onunla nasıl baş edilebileceğini biliyorsun. En önemlisi de bunalım gibi seni kötürüm bırakmıyor, onunla birlikte yaşayabiliyorsun. Hatta, “Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor ya şair, belli bir sınırı aşmadığı müddetçe hüznün tatlı bir yanı bile var. Freud, “Terapinin amacı nevrotik üzüntüyü gerçek üzüntüye dönüştürmektir.” diyor. Yani amaç bunalımı hüzne dönüştürmek. Bu açıdan bakıldığında terapi benim için amacına ulaşmış sayılabilir. Terapilerden önce ne yapacağımı da nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Şimdi en azından ne yapacağımı biliyorum, nasıl yapacağımı da öğrenmeye çalışıyorum. Mesela daha insan canlısı olmam gerektiğinin farkındayım ancak bunun nasıl olacağı kafamda tam olarak netleşmiş değil veyahut bir kadınla iletişime geçmem gerektiğini biliyorum ancak nasıl iletişime geçeceğim hakkında pek bir fikrim yok.

Bir ara hayal ettiğim mesleği yapamadığım için hüzünleniyordum. Sonra düşündüm ki akranlarım sağlam ayakla koşarken ben aynı maratonu kırık bacakla koşmuştum. Onların içinde eşcinsellik gibi bir karadelik yoktu. Bana, “Canın sıkıldığında neler yaparsın?” diye sorduklarında şaşırırdım çünkü eşcinsellik yüzünden canım hep sıkkın olurdu ve mutlu olduğum anlar nadirdi. Dolayısıyla onlardan daha başarılı sayılmam gerekir. Bir ara evli ve çocuklu olmadığım için üzülüyordum ancak kendi serüvenimi dikkatli bir gözle tekrar inceleyince bu durumun da benim için normal dışı olmadığına karar verdim. Akranlarımın hayat ödevi otuz yaşına dek evlenmek ve çocuk sahibi olmaksa benim de hayat ödevim otuz yaşına dek eşcinsel ilişki yaşamamaktı. Onlar başarmıştı, şükürler olsun ben de başarmıştım.

23/04/2024
   
Geldiğim son noktayı özetleyip onuncu terapi yazısını bitirmek istiyorum.
   
Aylardır iki defa haricinde herhangi bir erkeğe karşı cinsel çekim hissetmedim. Hatta bir defa da diyebiliriz, açıklayayım.
“Terapi” grubunda temiz yüzlü genç erkeklerden hoşlanan bir danışanla atışmıştık. Yaşadığımız gereksiz gerilimden ötürü epeyce rahatsız olmuştum. Birkaç saat sonra teravihe gitmek üzere evden çıktım. Yolda yürürken kılsız tüysüz genç bir arkadaşı görünce zihnimde onun bana pasif olduğu hayali belirdi ve bu hayal yarım saat boyunca zihnimden gitmedi. Fazla endişelenmedim çünkü o danışanla yaşadığımız atışmadan ötürü bu geçici gerilemeyi yaşadığımın farkındaydım ancak oldukça şaşırdım. Danışanların birbirini bu kadar kötü etkileyebileceği aklıma gelmezdi.

İkinci gerilemeyi de hayat düzenimin alt üst olduğu bir dönemde yaşadım. Kendime hiç dikkat etmiyordum. Yemek yapmıyordum, bir aydır evi temizlemiyordum, bulaşıklar lavaboda yığılı hâlde bekliyordu, uyku düzenim alt üst olmuştu... Bir krizin yaşanacağı belliydi. Gece üçte internette dolanırken twitter'da bir eşcinsel pornosuna denk geldim. Sonra yarım saat boyunca kısa pornolar izledim. Ancak bunu neden yaptığımı anlayamıyordum. Yarım saatin ilk on beş dakikasında sertleşmemiştim bile. İzlediklerimden cinsel bir keyif aldığım şüpheliydi. Neyse yarım saat izledikten sonra banyoya girdim ve aklıma erkek değil her zamanki gibi kadın hayali geldi. Banyodan çıktıktan sonra oturup bir süre düşündüm. Elbette endişelenmiştim ancak psikoloji bilgilerimi kullanarak endişemi asgariye indirmeye çalıştım. Bu olay içsel sebeplerden mi kaynaklanmıştı dışsal mı? Genel miydi özel miydi?  Geçici miydi kalıcı mıydı? Eğer bu olayın benden kaynaklandığını, bu olayın bu duruma has değil de her durumda meydana geleceğini, geçici değil de kalıcı olduğunu düşünseydim ertesi gün bilet alıp İstanbul’un yolunu tutardım ama bu şekilde düşünmedim. Yeni taşınmıştım, Ramazan yeni sona ermişti ve sınavlar yeni bitmişti bu yüzden dengemin bozulması normaldi. Her dengem bozulduğunda porno izleyeceğim diye bir şey yoktu nitekim bugüne dek defalarca dengem bozulmuştu ve büyük çoğunluğunda porno izlememiştim. Ve nihayet önceki pasif hayalinde olduğu gibi bu ilgi geçiciydi ve bir güne kalmadan bitecekti. Ertesi gün öğlene dek uyuyup uykumu aldım. Kendimi zorlayarak da olsa hocamın bir sohbetini dinledim. Yapmam gereken zikirleri yaptım -tüm bu fiilleri rutine dönme çabası olarak değerlendirebiliriz. Bulaşıkları yıkadım, evi temizledim, bir haftalık yemeğimi yaptım derken saat akşam dokuzu bulmuştu. Ardından yürüyüşe çıktım. Yürüyüşten sonra telefonla Yavuzla konuştum ve yattım. Çok şükür bugüne dek de bir kriz yaşamadım.

Genel olarak durumumdan bahsedeyim. Mastürbasyonda kadın hayal ediyorum. Günlük hayatta da kadınlar ilgimi çekebiliyor. Sık sık bir eşim olduğu hayalleri kuruyorum. Hatta aşk şarkıları dinlediğimde bir kadına sarıldığım aklıma geliyor. Duygulanıyorum, gözlerim doluyor -hiç alışık olmadığım şeyler. Erkek cinselliği asla yok. Bazen bir erkeğe sarıldığımı hayal edebiliyorum ancak bir kadına sarıldığımı hayal ettiğim anlar daha fazladır. Yolda yürürken erkeklerin dikkatimi çekmesi durumu halen sona ermedi maalesef ancak terapilerden öncesi ile sonrası arasında büyük farklar var. Eskiden birisi dikkatimi çektiğinde aklıma direk cinsellik geliyordu artık cinsellik gelmiyor sadece mahiyetini açıklayamadığım bir ilgi duyuyorum. “Böyle bir durum yaşadığında onunla arkadaş olduğunu, sarıldığını, dizine yattığını hayal et. Duygusal fantezi kur.” tavsiyeniz kısmen işe yarıyor. Terapilerden önce yolda gördüklerimin etkisi birkaç gün devam ederken şimdi genelde birkaç dakika sürüyor. Gergin rumuzlu arkadaşın bir yazısında yer alan bir eski danışanın yorumuna katılıyorum. Özgüven düşünce, başarısızlık artınca, dengeler bozulunca ilgi artıyor. Bu ilgiyi olduğu gibi kabullendim. Bu ilgi var, bu ilgi bir parçam ve kolay kolay da yok olacağa benzemiyor. Allahtan artık hayatımı alt üst edebilecek derecede bir ilgi yok, onu kontrol edebiliyorum. Şu anki halime o kadar şükrediyorum ki... Terapilerden önce akşam cinsellikle yatar, sabah cinsellikle kalkardım. Yaşadığım her anı cinsel gerilimle içinde yaşardım. Çıldırtıcı bir şey değil mi?

İstediğim kadar sosyalleşemiyorum ancak yine de fena sayılmam. Artık erkek sohbetinden daha çok keyif alıyorum. Başka şeyler düşünmeden, aklımın bir köşesinde binlerce değerlendirme yapmadan, sadece anda kalarak arkadaşımın sözlerine odaklanabiliyorum. Sohbetin içinde kendimi kaybedebiliyorum. 

Bir kadınla duygusal bir iletişimim olmadı ancak o günün yaklaştığını ümit ediyorum.

Size beş buçuk ay boyunca on kez terapiye geldim. Önceleri iki haftada bir geliyorken sonraları ayda bir gelmeye başladım. Bugün itibariyle son terapinin üzerinden bir buçuk ay geçti. Yeni bir buhran yaşamadığım veya yeni bir gelişme olmadığı müddetçe tekrar terapiye gelmeyi düşünmüyorum. Temel süreci tamamladığımı düşünüyorum. Bundan sonra terapiye gelirsem de terapi yazılarını “On birinci terapi”, “On ikinci terapi” olarak isimlendirmem çünkü dediğim gibi temel süreç benim için tamamlandı.

Kendimi demir bir kapının önünde bekliyormuş gibi hissediyorum. Kapının önüne dek gelmişim ancak kapı açılmıyor. Israrla bekliyorum, kapının önünden ayrılmıyorum. Bazen kapı aralanıyor. İçeriden göz kamaştırıcı bir ışık süzülüyor, mis gibi kokular sarıyor her yanı. Sonra kapı yine kapanıyor, bir gün tam olarak açılacağı ümidini bende bırakarak...

Bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. İnsan ilişkilerinin önemini, sevginin önemini, duygunun önemini, doğallığı sizden öğrendim. Daha özgüvenli bir insan oldum. Mesleki anlamda geliştim. Sizinle diğer danışanlarla aranızdaki bağ kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzülüyorum. Gerçi mizaçlarımız o kadar farklı ki bu kadarına bile mucize denebilir.

Bir daha terapiye gelir miyim bilmem. Bir daha buraya yazar mıyım bilmem.

“Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”
« Son Düzenleme: 24 Nisan 2024, 01:20:04 öö Gönderen: Ömer Yılmaz »

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #36 : 25 Haziran 2024, 08:34:00 ös »
TELEFON GÖRÜŞMESİ

25/04/2024
   
Onuncu terapi yazısını yayımladıktan iki gün sonra sizinle telefonda görüştüm. Görüşmeden hemen sonra aklımda kalanları kaydettim. Sizin söylediklerinize ek olarak yaptığım yorumları köşeli parantez içine alarak yazacağım.
   
Evlenmediğin müddetçe tam iyileştim diyemezsin. Kadın meselesini erteleme lüksün yok, yaşın geçiyor. Terapi pat diye bırakılmaz. Ayda, iki ayda, üç ayda, altı ayda, bir yılda bire düşürülür öyle bırakılır. Hayatına kadın girince sorunlar ortaya çıkar ve terapiye ihtiyaç duyulur. Nokta değil virgül koyalım.
   
Otistik tarafın ağır bastığı için yazmaya düşkünsün ve iyi yazıyorsun. Yazılarında bir sistem var. Akademik makale gibi yazıyorsun. Diğer danışanlar yaşadıkları duygu yoğunluğundan ötürü yazılarını tamamlayamıyorlar ama sende duygu olmadığı için yazılarını tamamlayabiliyorsun. [Herkes yazılarımı överken dürüstçe, “Otistik olduğun için, duygu yoksunu olduğun için iyi yazıyorsun.” demenizi takdir ettim. Bence yazmaya düşkün olmamın bir sebebi de yazının otistik tarafımı bir miktar devre dışı bırakması. Çünkü yazmadan önce kafamda bir taslak oluyor ancak yazarken yeni konular, yeni fikirler, yeni  cümleler geliyor aklıma. İster istemez taslak değişiyor. Böylece yazarken, yaşarken olduğundan daha doğal (spontane) davranmış oluyorum ki doğallık nevrotikliğimi ve otistikliğimi geriletiyor.] Terapiye nokta koyma ihtiyacın da otistikliğinden kaynaklanıyor. İnsanı mekanik bir varlık olarak göremezsin. [“Her terapide belli bir oranda iyileştim, o halde şu kadar terapi sonucunda tamamen iyileşmiş olacağım.” diye düşünemem. Bazı terapilerden sonra gerileme yaşanabiliyor. Bazı terapilerden sonra fazla ilerleniyor. İyileşmeyi “belli sayıdaki terapi” ile ilişkilendirmek doğru değil.]
   
Kadınlara alıcı gözle bakmaya çalış. Terapiye kadınlar, duygu eksikliği ve otistiklik için gelebilirsin. Terapiye gelmen için bir kriz çıkmasına veyahut bir gelişme olmasına gerek yok. Öylesine gelinse bile bir şeyler yakalayıp müdahalemizi yapıyoruz. [Telefonda yirmi dakika konuştuk. Bu konuşma bende terapi etkisi meydana getirdi. Teşekkür ederim.]

12/05/2024
   
Birkaç haftadır ilginç süreçler yaşıyorum. Önce bunalıma giriyorum, o bunalımdan çıkmak için ciddi bir çaba harcıyorum ancak çıkamıyorum. Sonrasında yaşadığım bazı hayat olaylarıyla bunalımın sebebini anlıyorum ve bu farkındalık bana çok iyi geliyor. Yeniden doğmuş gibi oluyorum. Birkaç haftadır yaşadığım bazı olayları ve idrakine vardığım bazı farkındalıkları hatırladığım kadarıyla yazmaya çalışayım.

*
   
Terapilerden sonra nevrotik insana tahammül edemez hâle geldim. Hele OKB’liler beni çıldırtıyor. Çevremdekilerin daha önceleri fark edemediğim nevrozlarını fark eder oldum. Fark etmek ne kelime, nevrozu kalbime diken batarmışçasına hissediyorum.
   
Küçüklüğü hastalıklarla geçmiş, baskın babaya sahip, hayat hikayemizin ve mizacımızın epeyce benzediği bir arkadaş var, aynı okulda okuyoruz. Bir gün, o ve birkaç arkadaşla birlikte dışarı çıkmaya karar verdik. O gün, o arkadaşın normal dışılıkları beni çıldırmanın eşiğine getirdi. Onu okuldan alacakmışım sonra yurda geçecekmiş çünkü eşofmanını değiştirmesi gerekiyormuş, belli bir saate kadar gelmem gerekiyormuş çünkü gündüz çalıştığı için uykusu geliyormuş vs. Buluşma saatimiz gelene dek beni defalarca arayarak delirtti. En sonunda telefonlarını açmıyordum artık. Sonrasında buluşacağımız arkadaşlardan normal olan ve epeyce sevdiğim Ahmet’i aradım. Sesimdeki telaşı sezmiş olmalı ki, “Abi sen namazını kıl, işlerini kolayla öyle gel. Acele etme, sakin ol.” diyerek beni rahatlattı. İşlerimi bitirdikten sonra bu obsesif olanı tekrar aradım, “Ben evden çıkıyorum, oraya gelmem uzun sürmez. Aşağıya inin.” dedim. Yurtlarının önüne vardığımda diğer iki arkadaş aşağı inmişti ama obsesif arkadaş inmemişti çünkü yemek yiyormuş! Bu aşağı inip arabaya binince bunu bir güzel kalaylayıp rahatladım. Ağzımdan çıkan sözler için hiç üzülmedim çünkü hak etmişti.
   
Ertesi gün obsesif olan beni aradı. Hastalanmış, hastaneye gitmesi gerekiyormuş. Oflaya puflaya evdeki tüm işlerimi bırakıp bunu hastaneye götürdüm. Basit bir soğuk algınlığından başka bir şeyi yokmuş halbuki. Bir de ta uzaklara nöbetçi eczaneden ilaç almaya gittik. Ben bunu yurda bırakırken bana günün ger kalanında birlikte ders çalışmayı teklif etti ki daha fazla obsesifliğe tahammül edemeyeceğimden teklifini reddettim. Onun obsesifliğinden neden rahatsız olduğumu biliyorum. Birincisi o çocuk bana ayna tutuyor. Ondaki anlamsız kuralcılık bende de mevcut. Aslında onu değil, kendimi görmeye tahammül edemiyorum. İkincisi, yaralarımız yeni kabuk bağlamaya başladığından en ufak bir temasta rahatsız oluyoruz. Nevrotik bir insan olmasaydım o arkadaşa tahammül edebilirdim elbet ama kendim hastayken başka bir hastaya şifa olmak oldukça zor.
   
Bu arkadaşlarla buluştuğum akşam Adana Demirspor'un maçı vardı. Stadyumun etrafındaki eril hava beni ciddi anlamda heyecanlandırdı ve futbolla uzaktan yakından alakası olmayan benin içinde maça gitme arzusu oluştu. Arkadaşları yurda bıraktıktan sonra bir saatten fazla trafikte kaldım. Maçtan ötürü yollar kilitlenmişti. Yanımdaki yoldan genci, yaşlısı, yayası, motosikletlisi, uzunu, kısası, zayıfı, yapılısı yüzlerce erkek geçti. Yalan yok etkileniyordum ancak dikkatimi başka bir yöne verdiğimde mesela telefondan bir video izlediğimde etki hemen yok oluyordu. Terapilerden önce olsaydı bu olaydan sonra neler yapacağım malum. Önce banyo, sonra video, sonra üç günlük bunalım... O günler geride kaldı çok şükür.

*
   
Birkaç günlük bir bunalım yaşıyordum. Ne yaparsam yapayım geçmiyordu. Kurumda ekrana gözlerimi sabitlemiş bir halde deli gibi çalışıyor, bunalımın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. Ne olduysa birden yerimden kalktım, yan tarafta astroloji hakkında konuşan iki bayan avukatın sohbetine dahil oldum. Astroloji saçmalıklarına epeyce güldük. Sonrasında bunalımın üzerimden kalktığını fark ettim. Konuşmaya psikoloji bilgilerimi katarak konuşmayı daha ciddi bir noktaya getirdim istemsizce ve bu yaptığımın büyük bir hata olduğunu fark ettim. Herkesin tadı kaçmıştı. Bunu bir keresinde de bekleme odasında yapmıştım. Manevi oğlunuz ve Adanalı eski danışanınız da dahil olmak üzere odada dört beş tane mühendis veya mühendislik öğrencisi vardı ve gayriciddi konularda güzelce sohbet ediyorlardı. Derken konuyu bir şekilde Freud’a getirdim. Herkesin tadının kaçtığını fark ettiğimde ise artık çok geçti.
   
O iki bayan avukatla konuşunca bunalımımın geçmesini iki sebebe bağladım. 1- Bir kadınla konuşmak 2- Mizah. O günden sonra mizahı konuşmalarımda etkili bir şekilde kullanmaya başladım. Evet, güzel espri yapamıyorum. Ama şunu fark ettim ki insanlar mizahın kalitesini pek de önemsemiyorlar. Bir insan başka bir insana karşı mizah kullanıyorsa onunla yakın olmak istiyordur. İnsanlar da bu durumu bildiklerinden mizah kullanan kişinin niyetine bakıyorlar, mizahın içeriğine değil. Hem mizah, saldırganlığı bünyeden usulünce def etme imkanı sağlıyor. Bir oku kadifeyle kaplayıp öyle fırlatmak gibi.
   
Mizah olayının ertesi günü ailemin yanına gittim. Aslında onların yanına gideli daha çok olmamıştı ama bir ev ortamına ihtiyaç duymuştum. Cumartesi günü ikindi vakti eve vardım. Pazar günü benim için epeyce bunalımlı geçti. Sekizinci sınıfa gittiği için lise sınavına girecek olan kardeşimi durmadan bir yerlere bırakıp bir yerlerden almam gerekiyordu. Bu da düzenimi alt üst ediyordu elbette. Pazar sabahı kardeşimi dershanesine bıraktıktan sonra eve geldim. Ailecek kahvaltı ettikten sonra annemle babam hem erkek kardeşimden hem de kız kardeşimden şikayet ettiler bana. Kız kardeşimden maneviyatsız ve bencil olduğu, tek bir arkadaşı bile bulunmadığı için şikayet ediyorlardı. Erkek kardeşimden de dükkanda fazla çalışmadığı, mesai saatlerine uymadığı, sık sık yalan söylediği için şikayet ediyorlardı. “Yalan söylemeyi sen öğrettin ona.” diyebilseydim keşke babama. Biz küçükken bazı telefonlara, “Babam evde yok.” diye cevap vermemi isterdi, isteğini kabul etmezdim. Ben kabul etmeyince kardeşime yalan söyletirdi. Sonra da bir ton azar işitirdim yalan söylemediğim için. Bazen de “Doğrucu Davut” diye dalga geçerdi benimle. Ben yine de dürüstlüğümden taviz vermezdim. Beni ve kardeşimi isteği kalıba sokamamış olmak onun içinde büyük bir yaradır. Ve ben bu yaradan ötürü pişmanlık hissetmiyorum. Maneviyatımın da onun gözünde hiçbir değeri yoktu. Ve şimdi kardeşlerimin maneviyatsızlığından şikayet ediyorlar bana? Almasaydınız ahımı. Babam bir de diyor ki, hafta sonu olduğunda kız kardeşim de dershaneye gittiğinde annemle baş başa kalıp üzülüyorlarmış, kukumav kuşu gibi düşünüyorlarmış. Garip bir durum varmış ortada. Sanki erkek kardeşimle ben evlenmişiz de evden ayrılmışız gibi görünüyormuş ama aslında tam olarak öyle de değilmiş. Bir düzensizlik varmış ortada. “Sen dağıttın bu aileyi, sen kaçırttın bizi evden!” demek isterdim ama demedim. İçimden, “Oh olsun!” dedim. Dağıttığı ailesini şimdi kendince toparlamaya çalışıyor. Birkaç ay sonra hepimizi toplayacakmış, hep birlikte Adana’da yaşamayı teklif edecekmiş. Tavrımı net bir şekilde belli ettim. Benim sağımın solumun belli olmayacağını, bir gün Ankara’ya veyahut İstanbul’a gidebileceğimi söyledim. “Oh olsun!” diyorum ama bazen de üzülüyorum bu halimize. Ona değil kendime üzülüyorum. Bir aileden mahrum kalmış olduğuma üzülüyorum. Beni bir aile düzeninden mahrum bıraktığı için de ona kızıyorum.
   
Tüm bu konuşmalardan sonra ailecek epeyce ağırlaştık. Onlar kalkıp yaylaya gittiler bense oturduğum yerde öylece kalakaldım. Yavuz Efe bana bir keresinde sizin, “Hayat acıyla yaşanmaz.” sözünüzü nakletmişti. Her ne kadar canım yanıyor olsa da yerimden kalktım ve kardeşimi dershanesinden almaya gittim. Kardeşimi aldıktan sonra yolda onunla sohbet ettim. Sonra eve gelince Yavuz Efe’ye mizah içerikli birkaç mesaj attım. Bir gün içerisindeki tüm bunalımları bu şekilde atlattım. Eskiden acılar karşısında başka insanlara sığınan insanları zavallı olarak görürdüm. Bana göre insan acısıyla baş başa kalmalı, onu doyasıya yaşamalıydı. Hiçbir mantıksal temele dayanmayan, saçma bir düşünceymiş. Başka insanlara dayanarak acısının üstünden gelen insanları normal ve güçlü insan olarak görüyorum artık. Kendim de böyle bir insan olmaya çalışıyorum.

*

Bunalım hâlini nasıl anlatmalı? Dünyanın tüm acıları üstünüze çökmüş de onların altında ezilmişsiniz gibi bir his. İnsanın elini, kolunu kaldırmaya dahi mecalinin olmadığı bir hâl. Hâlbuki görünürde ne bir acı vardır ne de acı verici bir olay. Durduk yere o karaltı çöker üzerinize ve uzun bir süre kalkmaz. Ne kadar savaşçı olsanız da fark etmez. O kara bulut çöker üzerinize ve yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot misali kılıcınızla havayı döversiniz en fazla. O adi düşman uzaktan kıs kıs güler size. Bir şeyleri değiştirebilmek için ağlamayı denersiniz, onu bile yapamazsınız. İyi veya kötü tüm hisler sizden alınmış gibidir. Nicolosi’nin gri bölge dediği alan burası mı acaba? Hissizlik bölgesi. Çoğu eşcinselin buradan çıkabilmek için cinsel ilişkiye veya PMO’ya yöneldiği ancak sonrasında daha beter battığı bölge. Dün yine bu bölgeye girdim. Çok kuvvetli bir krizdi. Çok zor atlatabildim. Ben bu buhran hâllerinden size hemen her terapide şikayet ederdim. Birkaç sene öncesinde benim üç büyük şikayetim vardı: 1- Engelleyemediğim yüksek cinsel gerilim 2- Ağır depresif belirtiler 3- Yüksek kaygı. Bir iş sahibi olunca yüksek kaygıdan kurtuldum. Terapilerle birlikte de cinsel gerilim kalktı üzerimden. Ama depresif belirtileri yaşamaya devam  ettim. Dün akşam bir farkındalık yaşadım. Bunalım hali vücudun normal dışı yaşantılara verdiği bir tepki olduğuna göre benim bunalıma girmem epeyce normal değil miydi? Bir aile bağım yoktu, bir duygusal ilişkim yoktu, sosyal çevrem geniş olmadığından sosyal destekten mahrumdum, tüm psikopatolojiler için ortak risk faktörlerinden olan yalnızlığı iliklerime dek yaşıyordum. Ne yattığım ne kalktığım saat belliydi. Bir süredir maneviyatı da boş vermiştim. Bütün bunlarla birlikte; bünyesinde biraz obsesifliğin, biraz sosyal fobinin, biraz kişilik bozukluğunun ve bilmediğim daha nice sorunun bulunduğu, gücümü karadelik gibi içine çeken eşcinsellikle mücadele ediyordum. Eğer bunalıma girmeseydim psikoloji/psikiyatri camiasının beni istisnai bir vakıa olarak incelemesi gerekirdi. Bunalımın altında yatan sebepleri ortadan kaldırmadan bunalımın da ortadan kalkmayacağının farkındayım. İltihaplanan dişin ağrıması ne kadar normalse bir eşcinselin de bunalıma girmesi o kadar normal. İltihap kurutulmadan ağrı geçmeyeceği gibi eşcinselliğim de tamamen bitmeden bunalımlar sona ermeyecek. Bunalımlarımın devam edeceğinin farkındayım ve bu durumu kabullendim. Kabullenmek rahatlamayı da beraberinde getiriyor.

Dün sabah kamyon çarpmış gibi uyanmıştım. O halde bir de ev işlerini yapmaya çalışıyordum. Derken telefon çaldı. Bizim binanın tesisat işlerini yapan usta arıyordu. Aşağıdaki markete benim banyodan su sızıyormuş. Market çalışanıyla usta benim evde bir güzel tartıştılar. Sonra usta benim eve gelip banyoya tiner kokulu bir madde sürdü. Yarın bana tekrar gelip banyoya derz çekeceğini, derzden sonra da sorun çözülmezse benim fayansları kırmak gerekeceğini söyledi. Ben tabii usta gittikten sonra saatlerce bunalıma girdim. Akşam bir saat yürüyünce çıkabildim bunalımdan. Sabah eve tekrar usta geldi ve derz çekti. Fayans kırılacak deyince ben banyonun tüm fayansları kırılacak zannetmiştim ancak illa kırılacaksa sadece giderin olduğu fayans kırılacakmış. Ben neden tüm olayları felaketleştiriyorum? Geçenlerde dişim ağrıdığında da dişime kanal tedavisi uygulanacağını kafamda kurmuş, bu düşünce dişimin ağrısından daha çok canımı acıtmıştı. Ertesi gün diş hekimine gittiğimde hekim bey bir dolgumun düştüğünü onu tekrar yapacağını söylemiş ve dolguyu yapması on dakikasını bile almamıştı.
   
Bunalımı normalleştirmek bazı hayat başarısızlıklarını da kabullenmeyi sağlıyor. Üniversite sınavına tekrar hazırlanırken bunalıma girmem dolayısıyla da istediğim bölümü kazanamamam normal değil miydi? Ben o çukurun içindeyken nasıl en yükseğe sıçrayabilirdim? O nefret ettiğim okulu zamanında bitirebilmem gerçekten mümkün müydü? Üniversiteyi bitirdikten sonra o güçsüzlükle hayata nasıl hemen atılabilirdim? Velhasıl eğer inceleyeceksek bunalımlı eşcinseli değil bunalımsız eşcinseli incelememiz lazım, bunca normal dışılığa bünyesi nasıl oluyor da tepki vermiyor diye.

25/05/2024
   
Bir gece telefonda Yavuz Efeyle içinde bolca mizah ögelerinin olduğu bir sohbet ettik. Sohbetin ertesi günü ve onu takip eden birkaç gün boyunca bende kadın ilgisi oluştu. Durmadan kadınlara bakıyordum. Terapi grubunda, “Hangi tür iletişim iyi geliyor?” diye sorulmuştu. Sohbetin türünün bu konuda pek önemli olduğunu zannetmiyorum. Çünkü insan duygu durumuna bağlı olarak bazen mizahi bazen duygusal bazen başka içerikli konuşmalara ihtiyaç duyabiliyor. Burada önemli olan insanın sohbetin içinde kendini kaybetmesi ve sohbet ettiği kişiyle adeta ruhlarının birleşmesidir.
   
Kadına bakmanın benim için iyileştirici bir etkisi var. Hele bir kadınla bir erkek yan yana yürüyorken ben kadına bakmayı tercih edersem kendimi çok iyi hissediyorum. Erkeğe bakmanın yaşattığı bunalımdan kadına bakarak kurtulabiliyorum. Aktif hissini de pasif hissini de heteroluk hissini de biliyorum. Üçü birbirinden o kadar farklı ki. Kendimi birine aktif hissederken onu ezmek, ona baskın gelmek, ona zarar vermek istiyorum. Eğer o kişiyle tanışıyorsak dediklerimi istemsizce yapıyorum da. Çünkü kendi eksik erkekliğimi onun aynasında görüyorum ve bu görüntüye tahammül edemiyorum. Pasif hissi aktif hissinden çok daha yıkıcı. Çünkü birine karşı kendini pasif hissedince bedenine, hormonlarına, zihnine ve sayamadığım tüm maddi ve manevi uzuvlarına aykırı davranıyorsun. Allah seni kurt olarak olarak yaratmış ama ısrarla kuzu bedenine sığmaya çalışıyorsun. Pasif olmak demek içinde tüm gücünü sömüren, hasta eden, yok eden bir karadelikle yaşamak demek.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #37 : 25 Haziran 2024, 08:40:05 ös »
27/05/2024
   
Çalıştığım kurumda bugün sistem çalışmadığı için tüm günüm boş geçti. Çalışmanın verdiği özgüvenden yoksun kaldım. İş çıkışında birisini gördüm ve içimde o ilgi oluştu. Canım yandı. Kendimi çok kötü hissettim. Kendimi arabaya zor attım. Ağlamaya başladım. Kendimi toplamadan aracı çalıştırıp yola koyuldum. Hüzünlü bir müzik açtım. Hem araç kullanıyor hem de ağlıyordum. Biri görürse ne der diye umursamadım. Kilometrelerce ağladım. Dua ettim, yalvardım.

28/05/2024
   
Biz acıyla başa çıkamıyoruz. Hetero erkeklerin de dertleri var. Kimi okulu uzatıyor, kimi işsiz kalıyor, kimi eşinden boşanıyor, kimi borca batıyor, kimi yakınını kaybediyor... Ama onların bizden bir farkı var. Onlar bir silkinişte acıyı üzerlerinden atıp gündelik hayatlarına devam edebiliyorlar. Oysa biz öyle miyiz? Adeta acıya yapışıyoruz.

30/05/2024
   
Birkaç gün önce kitap kafenin mescidinde akşam namazına duracaktım ki, birisinin “Abi, abi!” diye bağırarak geldiğini duydum. Kafenin o günlük baristalığını yapan arkadaş kameradan beni görmüş, cemaatle namaz kılmak istemiş. Tamam dedim ve birlikte namaz kıldık. Namazı bitirdikten sonra arkadaşla tanıştım. İsmi Aydın’mış. İmam Hatip’te 12. Sınıfa gidiyormuş. Adana’da sağlıkla ilgili 2 yıllık bir okul okumak istiyormuş. İslami STK’larda faal olarak görev yapıyormuş. Üniversiteyi şehir dışında okumak istemez misin diye sordum. “Tüm çevremiz burada abi, Adana’da kalmak istiyorum.” dedi. Olağanüstü bir enerjisi vardı. Büyükleriyle yaşadığı yoğun etkileşim sayesinde sağlığına sağlık kattığı o kadar belliydi ki...

01/06/2024
   
İki gündür Osmaniye'deyim ve burada olduğum için çok mutsuzum. Gözümü birilerinden alamıyorum yine. Bu akşam kardeşimi dershanesinden almak için dışarı çıktım. Kardeşimi beklerken birisini gördüm. Bir eli belinde, öbür elini bir arabanın camına dayamış hâlde özgüvenli bir ruh haliyle arabanın sürücüsüyle konuşuyordu. Ben de hipnotize olmuş gibi bakıyordum. Bir ara durdum, sordum kendime: “Neye bakıyorsun Ömer? NE VAR ORADA?” Bende olmayan bir şey vardı onda. Hep eksikliğini çektiğim, hiç ulaşamadığım, ulaşmak için canımı dişime taktığım bir şey. Birine ilgi duyduğumda istemsizce aklımdan şu temenni geçiyor: “Keşke benim olsa.” Sonra kendime soruyorum. “Senin olsa onunla ne yapacaksın?” Terapilerden önce sormuş olsam cevabı açık olan bu soruya artık cevap veremiyorum. Bu sorudan sonra derin bir boşluğun içine düşüyorum.
   
Psikopatoloji dersi hocası istediğimiz bir psikopatoloji hakkında makale yazmamızı istedi. Ben tahmin edilebileceği üzere narsistik kişilik bozukluğunu seçtim. Bu konuda yaklaşık on tane makale okudum. Narsizmi daha iyi öğrendim. Derste kişilik bozukluklarını işlerken en çok narsistik kişilik bozukluğu ilgimi çekmişti. Hocayı dikkatle dinledim. Birkaç tane soru sordum. Bu kişilik bozukluğuyla bu kadar ilgilenmemin sebebi elbette ki bir miktar narsistik yapılanmaya sahip olmamdı. Narsizm hakkında öğrendiğim bazı bilgileri yazayım. Freud narsistlerin tedavi edilemeyeceğini düşünüyor çünkü narsistlerle bağ kurulamadığı için terapi sürecinde aktarım-karşıt aktarım meydana gelmez ve narsistlerin terapiye olumlu yanıt vermez. Narsistlerin sevme ve sevilme kapasiteleri kısıtlı oldukları için sevemez ve sevilemezler, adeta bir dokunulmazlık zırhına bürünmüşlerdir. Ona ulaşamazsınız, ona dokunamazsınız. Duygusal yoksunluk, kusurluluk ve haklılık şemaları vardır. Özgüvenli görüntülerinin altında yetersizlik ve değersizlik inançları vardır. İlk  bakım veren/anne ile aralarında güvenli bağlanma gerçekleşmemiştir. Güvensiz bağlanırlar ve genellikle soğuk ve reddedici bir anneye sahiptirler. Annelerinden alamadıkları sevginin/duygunun yerini büyüklük duygularıyla doldururlar. Duyguyu inkar ederler çünkü duygu demek zayıflık demektir ve zayıflık narsistler için affedilemez bir kusurdur. Hayat doyumları düşüktür, yaşamaktan keyif almazlar ve derin bir boşluk içindedirler. Kendilerini eksiksiz ve mükemmel olarak gördükleri için genellikle terapiye gelmezler. Ancak büyük bir kayıp yaşadıklarında veyahut bunalımları tahammül edilemez bir seviyeye eriştiğinde, çoğunlukla da yakınlarının zorlamasıyla terapi sürecine başlarlar. Terapiyi yarıda bırakma ihtimalleri yüksektir.
   
Psikoterapi kuramları dersi için Alice Miller’in “Yetenekli Çocuğun Dramı” kitabını okudum. Kitabı okurken beynimden vurulmuşa döndüm. Kendi hayat hikâyemden parçalar buldum. Bence bu kitabı her eşcinsel muhakkak okumalı. Kitapta ebeveynlerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak ve ebeveynleri tarafından dışlanmamak için duygularını bastırarak “iyi çocuk” rolünü oynamak zorunda kalmış bireylerin hazin yaşam öyküleri anlatılıyor. Miller’e göre bastırılan duygular yetişkinlikte bunalıma, depresyona ve büyüklenmeci duygulara sebep oluyor. Miller’a göre bunalımdan kurtulmanın yolu terapi sürecine başlayıp duyguları kabullenmek ve yaşanamamış çocukluğun/hayatın, tecrübe edilememiş duyguların yasını tutmaktan geçiyor. Çünkü koşulsuz sevgi, çocuklukta karşılanması gereken bir ihtiyaçtır ve çocuklukta karşılanamayan bu ihtiyaç yetişkinlikte terapist dahil hiç kimse tarafından karşılanamaz. İstismar edilmiş çocuklar yetişkinliklerinde yine kendilerini istismar edilmiş insanlarla yakın ilişkiler kuruyorlar, buna “yineleme zorlantısı” deniyor.
   
Bir keresinde gördüğüm bir görüntü karşısında yine erkek ilgisi oluşmuştu içimde. Yine o tatsız hissi, bunalımı hissettim. Bırak kendini dedim. Duygularının önüne ördüğün duvarı yık artık. Ne olacaksa olsun. Bunalım azaldı ama hüzün arttı. Bir süredir hayatıma hakim olan duygu hüzün. Sabah akşam hüzünlüyüm. Erkek gördüğümde ona ilgi duyduğum için hüzünlüyüm, kadın gördüğümde ona adım atacak cesarete sahip olmadığım için hüzünlüyüm. Dışarıdan bakan kale gibi görüyor beni. Tek yaşıyorum, işteyken çok çalışıyorum, ikinci üniversiteyi okuyorum, her işimi kendim hallediyorum vs. Bir bilseler o kalenin surlarının taştan değil kumdan olduğunu ve bir üfleseler darmaduman olacağımı...
   
Birkaç gün önce bizim kurumda çalışan bir bayan avukat, “Ömer kız arkadaşın var mı?” diye sordu. Yok dedim. Senin için birini uygun buldum, fotoğrafını görmek ister misin dedi. Kendimi insanüstü bir güçle zorlayarak evet dedim. Önceden olsa fotoğrafını görmeden reddederdim ancak içimdeki HK bunu yapmamam gerektiğini söyledi. Fotoğrafına baktım, anlaşabileceğim bir kız olduğunu düşündüm ama kızla buluşmak isteyemedim. Reddetmedim ama kabul de etmedim. İçimdeki HK beni ne kadar zorlarsa zorlasın bir ileri aşamaya geçemedim. Ertesi gün bin bir kaygıyla uyandım. Gün boyunca kah evlendiğimi hayal edip mutlu oldum kah bu işi başaramayacağımı düşünüp kaygılandım. İlginç bir şekilde o gün erkek ilgisi içimde en düşük seviyedeydi. O bayan avukatın yanına gidip kızla ilgili sorular sormak istiyorum yoksa içim içimi yemeye devam edecek. Bu kaygı ve mutsuzluktan kurtulamayacağım.

08/06/2024

Saat: 00.11

Bir dakika önce Yavuz Efeyle telefonla konuşuyorduk. “Bir yazı yaz, bugünün hatırası olarak kalsın.” dedi. Tamam dedim. Bu başlıktaki tüm yazılar Hüseyin Kaçın’a hitaben yazılmıştı. Şimdi bir istisna yapacağım ve yazının geriye kalanını Yavuz Efe’ye hitaben yazacağım.
Biraz önce telefonda on dokuz dakika konuştuk. Bugüne dek yaptığımız en kısa ama en öz, en duygulu, en muhteşem konuşmaydı. Sınav senesinin senin için nasıl geçtiğini, seni nasıl etkilediğini, tanıştığımız günden bugüne dek olan iletişimimizi, birbirimize neler kattığımızı birlikte değerlendirdik. Güldüğümüz de oldu, ağlamamıza ramak kaldığı da...

Birkaç ay içerisinde kat ettiğin yolu gözlerimle gördüm. Tüm zararlı ilişkilerden, korkulardan ve kaygılardan kurtuldun. Bitti denilen yerden tekrar başladın. Ateş meydanını gül bahçesine çevirdin. Ben senin yaşında, senin gibi üniversite sınavına ikinci kez hazırlanırken sınava birkaç ay kala bunalım çukurunun en dibine düşmüş, uzun bir süre de çıkmayı başaramamıştım. Sense ayağa kalkmayı başardın. Seni hayranlıkla izledim. Seninle gurur duyuyorum.

Yaklaşık on saat sonra üniversite sınavına fiilen girecek olsan da sen sınavı bir süre önce zihninde bitirdin. Dostoyevski kitaplarını yazıya dökmeden önce, “Kitap bitti sadece yazması kaldı.” dermiş. Sınav senin için sona erdi sadece bol daireli bir kağıda kurşun kalemle işaretler koymak kaldı. Sen aylarca çalışarak bir köprü inşa ettin. Köprüyü inşa eden mimar olarak yarın köprüden geçmenin haklı gururunu yaşayacaksın. Benim için, HK için, ailen ve arkadaşların içinse bir sınav sonuç belgesinden çok daha fazlasısın. O belge sana değer katmayacak, sen kaydolacağın okula ve icra edeceğin mesleğe değer katacaksın.

İyiki tanışmışız. Bana birçok kez şifa oldun. Canımın sıkkın olduğu birçok anda sesinle, yazınla dirildim. Senden güç aldım. Seni seviyorum kardeşim. Kalbimde apayrı bir yerde duruyorsun. Her şey gönlünce olsun.

Gördüğüm günden beri hâtır-nişânımsın benim
Ben ne hâcet kim diyem rûh-ı revânımsın benim
Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim

(Seni gördüğüm günden beri gönlümde, fikrimde yer ettin.
Sen benim yürüyen ruhumsun dememe hacet mi var?
Gizlesem de benim canımsın, açığa vursam da)

11/06/2024
   
“Eşcinsellik nedir, birkaç kelimeyle özetler misin?” diye soracak olsalar, “Bitmeyen bir acı” derim. Günler, aylar, yıllar geçer; o geçmez. Bu durumu fark ettiğinde iki haneli bir yaşta dahi değilsindir. Sonra onları devirirsin, sırayla yirmileri, otuzları... Giyim tarzın değişir, düşüncen değişir, mesleğin değişir ama o değişmez. Artık kimse sana “sen” diye hitap etmiyordur. “Siz” olmuşsundur, “beyefendi” olmuşsundur ama hâlen erkek olamamışsındır. Adliyede gömleğine iğneyle özenle tutturduğun kravatının da dahil olduğu takım elbisenle cübbeni savura savura yürüyorsundur. Öyle ihtişamlısındır ki sanki sen yürümüyorsun da yer ayaklarının altında dürülüyordur. Ceza mahkemelerinin olduğu koridora oturup duruşma saatinin gelmesini beklemeye başlarsın. Birkaç dakika sonra, bir eli yanındaki jandarmaya kelepçelenmiş hâlde on sekiz, on dokuz yaşlarında bir delikanlı yanına oturtulur. Nasıl yakışıklıdır ama... Dalgalı, kuzguni siyah saçları vardır. Esmer teninin altında beyaz dişleri inci gibi parlar. Yüzünün her bir hattı kalemle çizilmiş gibidir. Her bir uzvu bir diğerine uyumludur. Velhasıl bakmaya kıyılmayacak kadar güzeldir. Birden büyü bozulur. Cübben üstünden düşer, takım elbisen paçavraya dönüşür. Öyle ufalırsın ki onlarca kösele ayakkabı eze eze üstünden geçer. Mutfak penceresinden dışarı bakıp kan ter içinde futbol oynayan yaşıtlarını izleyen sekiz yaşındaki zavallı çocuğa dönersin. Bir yandan aşağılarsın onları; pis, kirli ve hoyrattırlar. Ama bir yandan nasıl da özenirsin onlara, onların tüm sokağı inletişlerini, teyzeleri çıldırtışlarına nasıl da hayran olursun! Onlarda olup da sende olmayanı ne çok kıskanırsın!  “İyi çocuk” olduğun için bu kıskanmayı/özenmeyi bastırırsın. Sende olmayan o şeyin boşluğunu doldurmak için delice çırpınırsın. Binlerce sayfa ders notu, on binlerce sayfa kitap, diplomalar, sohbetler, zikirler, yazılar atarsın o çukura. Aklın ne kadar büyürse kalbin o derece küçülür ve o boşluk nihayetinde yok olur zannedersin. Ama “hep aynı boşluk” kalır içinde. Kalbinde çukur değil gayya kuyusu vardır adeta. Dışarıdan belli olmasın diye kuyunun üzerini kapattığın kartonları kıvırcık kuzguni saçlı on sekiz yaşında bir delikanlı paramparça edebilir. Ve sen üzerine cübbe giymiş beş yaşındaki zavallı çocuk, yere kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlamak ve tüm adliyeyi içindekilerle birlikte ateşe vermek isteği arasında gidip gelirsin.

*
   
Terapilerden önce bir erkeği gördüğümde cinsellik hissetmem vaka-i adiyendedi/olağan olaylardandı. Bu isteği bastırabildiğim kadar bastırırdım. Terapilerden sonra ise duygusal isteği bastırmaya başladım ki bastırdığım duygular bana bunalım olarak dönüyordu. Yukarıdaki yazılarda “tatsız bir his” diye bahsettiğim şey “bunalım” hissinin ta kendisiydi. Bir süre sonra duygusal isteği de bastırmaz oldum ki bu durum bende sürekli/bitmeyen bir hüzne yol açtı. Bir süredir hayatımın temel duyguları: acı, hüzün ve yas. Görüp de ulaşamadığım adamlar için acı çekiyor ve hüzün duyuyorum. Sizinle bir türlü kuramadığım bağın yas tutuyorum. Babamın ömrünün sonuna dek etrafına zehir saçan, kendi istekleri doğrultusunda en yakınlarını bile kullanmaktan çekinmeyen bir adam olarak kalacağını kabullendiğim için zihnimde dört tekbir getirip cenaze namazını kılıyor ve ne zaman biteceğini bilmediğim bir yas sürecine giriyorum.
   
İyileşme ihtimalimin yüzde on olduğunu düşünüyorum. Cinsellik duymasam dahi o adamlara gözümü dikip bakıyorsam, içimdeki o korkunç acı ne yaparsam yapayım geçmiyorsa -kimseyi kandırmanın lüzumu yok- ben hâlen eşcinselim. Son silah susana dek savaş bitmemiştir ve bende silahlar hâlen susmadı. Eğer çektiğim acı tahammül edilebilir bir seviyeye gerilemiş olsaydı mücadele etmeyi bırakır, acımı kabullenirdim. Ancak o acı hiçbir zaman on üzerinden dört seviyesinde kalmıyor, bir yolunu bulup on üzerinden on seviyesine çıkıyor ve beni çıldırtıyor. Mücadele etmeye devam ediyorum çünkü bu bitmeyen acıya dayanamıyorum. İyileşme ihtimalimin yüzde sıfır olduğuna kani oluncaya dek terapilere devam edeceğim. Kuyuma sarkıttığınız halata tutunup bir noktaya dek geldim. Fazla ümidim kalmamış olsa da gelmiş olduğum noktanın ilerisine geçebileceğime dair bir ışık kalbimde ateş böceği gibi yanıp sönüyor. Bugüne dek imkansız olduğuna kanaat getirdiğim birçok şey mümkün oldu ve hepsinde de Cenab-ı Hakkın kudretine hayran kaldım. Belki de eşcinsel terapi, “tüm mümkünlerin kıyısında”yken bindiğim bir gemidir ve bu gemi beni selamet sahillerine ulaştırır?

13/06/2024
   
Yirmi beş yıldır çektiğim ve geçmek bilmeyen bu malum dert bana şunu öğretmişti: “Acı ve mutsuzluk asla sona ermez. Onlarla yaşamaya mecbur ve mahkumsun. Hayat bir acılar yumağıdır. Sen de o yumağın içine sıkışmış zavallı bir düğümsün. Bir iki tırnak hareketiyle çözülebilecek basit düğümlerden değil ama; gemici düğümünden bile beter bir karışıklıktasın. O düğümü kesmekten/ölmekten başka bir kurtuluş yolu yoktur.”
   
Yaklaşık bir haftadır acıyla etkin bir şekilde mücadele edebildiğimi düşünüyorum. Canım sıkıldığında birileriyle buluşuyorum veyahut kütüphane benzeri yerlere gidip yazı yazıyorum, kitap/makale okuyorum. Bazen yürüyüşe çıkıyorum. Bazen internette anlamsızca dolanıyorum. “Hayat teselli olmaktır.” buyuran mürşid-i kamilin sözüyle amel etmeye çalışıyorum. Acı ve mutsuzluğun bir şekilde dindiğini hayretle görüyorum. İllaki üzerimize yapışıp kalmaları gerekmiyormuş. Onları silkinip atmak mümkün hatta gerekliymiş.
   
Terapilerden önce birisine ilgi duyduğumda başımı ondan çevirir, ona duyduğum cinsel ilgiyi bastırarak dikkatimi başka yere yöneltmeyi denerdim. Bu o zamanlar için bana gerekli bir savunma mekanizmasıydı. Ancak terapilerden sonra bu savunma mekanizması aleyhime işlemeye başladı. Birisine karşı duygusal ilgi duyuyordum ve bu duygusal ilgiyi bastırmaya çalışıyordum. Bir yerden sonra bastırmaktan yorulup kendi haline bıraktım. İlgi duyduğum kişiyle sohbet ettiğini, onun bana gülümsediğini, benimle ilgilendiğini hayal etmeye başladım. Halen bu hayalleri kurmaya devam ediyorum. Gerçek olmadıkları için varlıkları beni hüzünlendiriyor ama yoklukları/bastırılmaları da bunalıma sebep oluyor. Hüznü bunalıma tercih ediyorum. Peki ya huzur, mutluluk? Aklıma Ankara’nın kuytu bir sokağına devasa harflerle yazılmış o şarkı sözü geliyor: “Bize kalır kahır.” Ankara’daki evim Cebeci Camii’ne elli metre uzaklıktaydı. Evimin karşısındaki kepenkte, “Hayat: 1 Ben: Yerle bir.” yazıyordu.
   
Son zamanlarda yaşadığım bu iki gelişme (Teselli olabilmek ve duyguyu bastırmamak) beni olumlu anlamda etkiledi. Daha gamsız bir insan oldum. Hetero erkek rahatlığı yayıldı üzerime. Antidepresan kullanıyor gibiyim, beynim daha sağlıklı işliyor sanki. Olur olmadık meseleleri kafayı takmamak, bunalımlı ruh halinden kılıcın kınından çıktığı gibi çıkıvermek büyük nimetmiş. Birilerinin bana kız bulması da bana epeyce iyi geliyor. Erkek ilgisini bir süreliğine neredeyse yok ediyor. Şimdilik sadece fotoğrafına bakmakla yetiniyorum, bazen birkaç soru soruyorum. Tüm mesai arkadaşlarım beni evlendirme yarışına girdi. Aklıma yatan birisi olursa buluşmak isterim.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #38 : 25 Haziran 2024, 08:44:41 ös »
14/06/2024
   
Bu satırları bir bayram sabahı yazıyorum. Annem ile babam hacda. Erkek kardeşim Adana’da kalmayı tercih etti. Kız kardeşim odasında oturuyor. Dün birlikte yaylaya taşındık. Buraya geldiğimiz için çok mutsuz.
   
İki gündür epeyce kötüyüm. Hem düzenim bozuldu hem de kimseyle konuşmadım. Aile evine gelmiş olmak ve aile evindeki ıssızlık beni epeyce sarstı. Gri bölgenin/bunalım bölgesinin en derinlerinde dolaşıyorum. Kolumu kaldırmaya dahi mecalim yok. Yaşamayan bilemez. Anlamak isteyen olursa normalde kendiliğinden olan her şeyin aniden komutla gerçekleştirmeye başladığını düşünsün. Örneğin kendiliğinden yürüyemiyorsunuz, yürümek için ayaklarınıza komut vermeniz gerekiyor. Böyle olunca ancak zaruret miktarı yaşayabiliyorsunuz. Yani yapmak zorunda olduğunuz işler dışında hiçbir şey yapmıyorsunuz.
   
Dün arife günü olduğu için oruç tuttum. Bende de milletteki porno bağımlılığından beter bakma bağımlılığı var. (Bu durumu, “Eşcinsel yapılanman tamamlanmamış. Eğer tamamlanmış olsaydı porno ve cinsel ilişki bağımlısı olurdun. Tamamlanmadığı için sadece bakma bağımlısısın.” diyerek yorumlayacağınıza eminim.) Madem oruçluyum kimseye bakmayayım dedim daha beter oldum. Bu satıları okuyan ve bu malum sorunu yaşayan herkes aklına iyice kazısın ki: bakmayacağım, konuşmayacağım, dokunmayacağım dersek bir adım bile yol kat edemeyiz! İyileşmek için bakmaya, konuşmaya, dokunmaya mecburuz. Terapinin bana en büyük katkısı teselliyi insan dışı kaynaklarda değil de insanda aramayı öğrenmek oldu. Bugüne dek başka yerlerde dolandım da ne oldu? Beş yaşında oynadığım Legolar, on beş yaşında dinlediğim müzikler, yirmi yaşında okuduğum kitaplar, günde elli kelime dahi geçirmeden yaşadığım günler bir fayda verdi mi? Birisine baktığım zaman güçsüzlüğümün farkına varıyorum. Onda olan ama bende olmayan bir şey var. Ve o şeyin onda olduğu onun tüm hal ve hareketlerinden belli olurken o şeyin bende olmadığı benim tüm hal ve hareketlerimden belli oluyor. Tabii heterolar bunu anlayamıyor sadece “tuhaf” olarak adlandırıyorlar bizi. Tuhaflığımızın sebebini bilmiyorlar. Mesele eşcinsellik  de değil aslında. Kafamda bir tahta eksik ve o tahtanın eksikliği tüm hayatımı etkiliyor. O tahta eksik olduğu için hemcinslerime ilgi duyuyorum. O tahta eksik olduğu için sağlıklı insanların sadece kriz anlarında yaşadığı bunalımı her gün yaşıyorum. O eksiklik yüzünden kaygılıyım, korkular içinde boğuluyorum, takıntılıyım/obsesifim, karamsarım/depresifim, olağan hayat zorluklarıyla mücadele etmede ve kendimi sakinleştirmede güçlük yaşıyorum. O adama bakarak bende eksik olan o parçayı elde etmek istiyorum.

17/06/2024
   
Biraz önce Koyugri ile konuştuk. Ona iyileşememe endişemden bahsettim. Bu endişemin yersiz olduğunu, yüzde yüz iyileşmek gibi bir sorumluluğum olmadığını, kendimi kendi şartlarım içinde en yüksek düzeyde gerçekleştirme sorumluluğumun olduğunu söyledi. Bu sözleri beni epeyce rahatlattı.

18/06/2024
   
Bir narsistle olan hesabınızı kapattığınızı nasıl anlarsınız? Eğer onun size yaptığı duygusal yatırımdan etkilenmiyorsanız ve onun içine düştüğü zor durum için ona acımıyorsanız narsistle olan hesaplaşmanızda ciddi bir aşama kat etmişsiniz demektir.
   
Geçenlerde savcı bozuntusunun kayınpederi vefat etmişti. Taziye için aramadım. Ortak bir arkadaşımız onu aradığında “Ömer’in yanında mısın?” diyerek açmış telefonu. Beni sormuş ve bana selam söylemiş. O arkadaşla tüm vaktimizi beraber geçirmediğimize göre neden böyle garip bir hamle yapmış olabilir? Ufacık aklıyla bana oyun oynamaya kalkıyor. Güya benimle ilgilendiğini duyuruyor bana. Ne selamını aldım ne de aradım onu.

Bayram sabahı annemi arayıp annemin bayramını tebrik ettim. Telefonu kapatırken babama selam söyle dedim. Sonra babamın yanında olup olmadığını sordum. Annem de burada dedi. Telefonu babama ver dedim. Yarım ağızla babamın da bayramını kutladım. Bu duruma epeyce bozuldu tabii. Aile grubuna bir instagram gönderisi attı. Gönderide, “Boşa geçiyor ömür. Sığamadık hayata ve hayatımızdaki insanların hayatına. Ya fazla geldik ya eksik kaldık.” Yazıyordu. Umursamadım. Geçenlerde de “oğula dua” içerikli bir fotoğraf gönderdi vatsaptan. Kuru bir teşekkür ettim ve zerre etkilenmedim. Ben hayatımı narsistlerin hangi davranışının samimi hangi davranışının siyasi olduğunu düşünmekle geçiremem. Bu insanlar; tamamen yapmacık, duyguları olmayan, insanların duygularını kendi amaçları için kullanan ve en yakınlarıyla dahi kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan insanlardır. Onlar için gereğinden fazla mesai harcamaya değmez.

19/06/2024
   
Terapilerden önce bir erkeğe baktığım zaman aklıma direkt cinsellik gelirdi. Cinsel olarak pasif olmama rağmen duygusal olarak aktif olmam ilginçti. Kimseye delicesine bağlanmıyordum. Beğendiğim hemen herkesi kullanıp atmak istiyordum. Terapilerden sonra cinsellik hissi önce bunalıma sonra hüzne dönüştü. Bir erkeğe bakarken kendime sık sık “Ne hissediyorsun?” diye soruyorum ve aldığım cevap genellikle “hüzün” oluyor. Birkaç gün önce “Ne hissediyorsun?” diye sorup her zamanki cevabı aldıktan sonra “Ne istiyorsun?” diye sordum. “İlgi” cevabını aldım. Bana ilgi göstermesini, gözlerimin içine gülümseyerek bakmasını, sevecenlikle abi/kardeşim demesini bekliyordum. “Ne düşünüyorsun?” diye sorduğumda, “Bana ilgi göstermesi gerektiğini düşünüyorum.” cevabını aldım. Bu düşünce psikoloji dilinde “otomatik düşünce” olarak adlandırılan, irademiz dışında zihnimizde beliren düşüncelerden biriydi. Bu otomatik düşüncenin zihnime kazınmış olan hangi kuralın ürünü olduğunu bulmaya çalıştım. “Benimle kimse ilgilenmez.” kuralına ulaştım. Sonrasında bu kuralın hangi temel inanca dayandığını düşündüm. “Ben değersizim.” temel inancına dayanıyordu. Bende “kusurluluk” ve “duygusal yoksunluk” şemalarının baskın olduğunu daha önce yazmıştım. Toparlayayım. Olaylar düşünceleri, düşünceler duyguları, duygular davranışları belirler. Bir erkek gördüğümde “hüzün” hissediyordum ancak bu hissin dayandığı düşünceyi bilmiyordum. “Ne düşünüyorsun?” sorusuyla düşünceye, düşünceden kurala, kuraldan temel inanca ulaştım.

22/06/2024
   
Canımın epeyce sıkkın olduğu bir gündü. Önceden söz verdiğim için akşam altıda okuldan iki arkadaşla buluşmam gerekiyordu. Kendimi yataktan kazıyarak kaldırdım. Göl kenarında arkadaşlarla buluştuk ve sohbet etmek çok iyi geldi. Eve döndükten birkaç saat sonra daralmaya başladım. Çok şükür ki Yavuz Efe aradı ve iki saat konuştuk. Bu sohbetten sonra son dört beş günün can sıkıntısını üzerimden atabilmiş oldum. Kendimden bir tane daha olsaydı önce onu evire çevire döver sonra da karşıma oturtup azarlardım:
   
“Sen aptal mısın? İnsansızlığın senin için ölüm olduğunu anlamak için daha ne kadar tökezlemen gerekiyor? Biliyorum aklında halen, ‘Ben bana yeterim.’ ‘Benim kimseye ihtiyacım yok’ düşünceleri dolanıyor. Bak insanların yaşamaları gereken bazı dönemler vardır. Bir dönemi yaşamadan da ileriki döneme geçebilirler ancak sınavından kalınan dersi ertesi sene vermek gerektiği gibi yaşanmayan dönemi de hayatın ileriki bir döneminde yaşamak gerekir. Berat’a bak! Yirmi beş yaşına dek eve girmeyen adam artık evinden dışarı çıkmıyor hatta arkadaşlarıyla evinde görüşüyor. Yirmi beş yaşına dek insan yüzleri yerine kitap sayfalarına baktığın için yarım saat kitap okuyunca bile hafakanlar geçiriyorsun. Hayatının şimdiki döneminde hayatının esas konusunun ‘insan ilişkileri’ olduğunu ne zaman anlayacaksın? HK eline enjektörü alıp bu bilgiyi zihnine zerk edemez. Kendin kabullenecek ve ona göre yaşayacaksın. Bunalımın geçmez bir hal olduğunu yalanıyla kendini kandırıp durma. Gereğini yaparsan bunalım da geçer ve hayatına sağlıklı bir şekilde devam edersin. Yapmazsan, evin içinde kulağında kulaklıkla volta atmaya devam edersen bunalımla yaşamaya mahkumsun.”

23/06/2024

Terapilerle güzel  mesafe kat etmiştim ama bir yerde öyle bir kaya çıktı ki karşıma aylardır o kayayı aşamıyorum. Tepesinden aşmaya çalıştım, yerin altından kazdım, etrafından dolanmak istedim ama olmadı. O büyük engeli aşamadım. Ne olduğunu da bilmiyorum, nasıl aşılacağını da.

“Bakarım bakarım sılam görünmez
Aramızda yıkılası dağlar var.”

Bunalım bazen artıyor bazen azalıyor ama hiç geçmiyor. Bir duygusal ilişkim olursa geçeceğine dair fikrinize de şüpheyle yaklaşıyorum. Duygusal ilişkisi olmayan bunalımlı insandan duygusal ilişkisi olan bunalımlı insana dönüşmek de mümkün. Sağlıklı insanlarda dengeli ruh hali kural, bunalımlı ruh hali istisnadır değil mi? Bende tam tersi. Bunalımlı ruh hali kural, dengeli ruh hali istisna. Sağlıklı insanlar sadece olumsuz yaşam olayları karşısında kendisini kötü hissederken ben her zaman kendimi kötü hissediyorum, olumsuz yaşam olayları karşısındaysa tamamen yıkılıyorum. Zihnim sakin bir deniz veya hafif esen meltem değil; patlamaya hazır bir volkan, sürekli arıza çıkaran bir makine. Şu dünyadan geçmişimle birlikte bir anda yok olup gitmek istiyorum bazen. Yıllar boyunca uğraştım ama bu ruh halinden bir türlü çıkamadım. Sevdiğim işlerle meşgul olunca mutlu oluyorum ama o işi bitirdikten sonra bunalımlı ruh hali ve hüzün çöküveriyor üstüme. On beş yıldır böyle hissediyorum. Kendimi iyi hissetmek için olağanüstü çaba harcamaktan yoruldum artık. Kitaplara yöneldim olmadı, yazıya yöneldim olmadı, insanlara yöneldim olmadı. Hepsinin faydası dokundu ama hiçbiri kesin çözüm olamadı. Ben bu “yaşamak” dersinden sınıfta kaldım. Dış dünyam ne kadar mâmursa iç dünyam bir o kadar harap. Sorun tek başına eşcinsellik de değil. Eşcinsellik benim yaşayamama sorunumun sadece bir parçası. Zaten artık hangi cinsiyetin ne oranda dikkatimi çektiğiyle de ilgilenmiyorum.

Ne olursa olsun umut ışığı hiçbir zaman sönmüyor. Hiçbir zaman sıfırı tükettim diyemiyorum, pes edemiyorum çünkü pes edersem tamamen mahvoluyorum. İç dünyamın çığlıkları yaşamama da ölmeme de izin vermiyor. Beni hem düşürüyor hem kaldırıyor. Hem vuruyor hem tedavi ediyor. Ne yapacağımı bilmiyorum.

“Bulutlar açmadı
Mavi gök orda mı”

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #39 : 23 Temmuz 2024, 08:51:45 ös »
ON BİRİNCİ TERAPİ

30/06/2024

TERAPİ NOTLARI
   
Eşcinsel erkekler, hemcinslerine olan erotik ilgileri bittiğinde, erkek kimliklerini güçlendirmek ve hayatlarına bir kadın dahil edebilmek için terapilere devam etmelidir. Ayda bir görüşelim.
   
En verimli terapiler genellikle öylesine gelinen, anlatacak bir şeyi yokken gelinenler oluyor.
   
Duygusal ilgi ve tatmin bekliyorsun, burada eşcinsellik nerede? Eşcinsel değilsin.
   
Sağlıklı bir insan, duygusal bir tatmin yaşadıktan sonra bir süre (Ör: bir gün, bir hafta) mutlu olur. Sen neden bir saat sonra çöküşe geçiyorsun? Senin artık ilaç kullanma vaktin gelmiş demektir. Bu tespitimiz seni rahatlattı mı? [Evet, rahatlattı.] Acilen psikiyatriste gidiyorsun. Kesinlikle ilaç kullanman lazım. Sadece terapi alarak bunalımla baş edemezsin.
   
Beğendiğin bir kızla buluşman lazım. Kuracağın yanlış bir duygusal ilişki dahi seni besler. Üç ay sonra ayrılsan dahi besler. Hiçbir kusur bulmadan beğendiğin bir kızla buluşuyorsun. Kadın hususunda yapacağın hiçbir yanlışa hata denemez, tecrübedir.
   
Her erkekte kadın korkusu vardır ancak bu yenilebilen bir korkudur. Her erkek evlendiğinde anlar ki kadın korkusu çöptür, yersizdir.
   
Şimdi senin iki sorunun var. 1- Bağlanma sorunu 2- Hayatında kadın yok. Bağlanma sorununu hemcinslerinle ilişki kurarak yüzde elli aştın ancak kadın konusunda yerinde sayıyorsun, sıfırsın.
   
[İki tip kadına çekiliyorum. Birincisi sessiz sakin, sömürülmeye müsait olanlar. İkincisi cıvıl cıvıl, neşeli olanlar. Hangisini seçmeliyim?] İkincisini seçmelisin çünkü ilkini seçecek olursan babanın yaptığını tekrar etmiş, köle-efendi ilişkisi kurmuş olursun. İkincisi seni daha zorlar ama daha yüksek bir duygusal tatmin yaşarsın.
   
Ya evleneceksin ya da yalnız kalmayacaksın yoksa bunalıma girersin.

09/07/2024
   
Üç buçuk ay terapiye gelmeyince duygusal olarak epeyce gıdasız kalmıştım. O gün terapiye gelince yüzde elli sizin sayenizde, yüzde elli danışan kardeşlerimin sayesinde iliklerime kadar tatmin oldum. Koyugri, Veli, Karamanlı danışan ve Sinoplu ile muhabbet etmek çok iyi geldi.
   
O günü en başından itibaren anlatmak isterim.
   
Sabah 4 civarında uyandım. Hava henüz aydınlanmamıştı. Üzerimde tonlarca yük var gibiydi. Zar zor kalktım. Kendimi yataktan kazıdım adeta.
   
Uçak yolculuğunun başlamasından yarım saat kadar sonra üzerimdeki yük öyle bir ağırlaştı ki öleceğim sandım. Gözlerimi açmak için dahi kuvvet bulamıyordum bedenimde. Hayatın anlamını sorguluyordum. Hiçbir iz bırakmadan, hiç yaşamamışçasına yok olmak istiyordum. Derken dizime birisi dokundu. Gözlerimi açtım. Sağ ön çaprazımda oturan iki yaşlarındaki bir kız çocuğu, elini iki koltuk arasındaki boşluktan uzatıp dizime koymuştu. Gayri ihtiyari gülümsedim. Gözlerim doldu. Birkaç defa elini çekip dizime tekrar koydu. O dokundukça benim üzerimdeki ağırlık kalkıyordu. Mucize gibiydi. Uçaktan inip otobüse bindiğimizde aynı kız çocuğuyla yan yana denk geldik. İki eliyle otobüsün direğine tutunup sarkaç gibi sağa sola salınıyor ve sık sık bana çarpıyordu.
   
Nihayet Çapa’ya gelebildim. Kapıdan girmeden önce Veli’yi arayayım dedim. Veli, daha önceki yazılarda “gerizekalı” rumuzuyla andığım kişinin ofiste olduğunu ve ondan rahatsız olduğu için dışarıya çıktığını söyledi. Çok öfkelendim. Adaletsizlikti bu! Veli gibi beyefendi bir insan öğlen sıcağında dışarılarda dolaşmak zorunda kalacaktı da danışanlara zarar vermekten başka işlevi olmayan o herif ofiste keyif çatacaktı öyle mi? Zaten ona kinliydim. Birkaç ay önce de benim bir günümü zehir etmişti. Onu iyi bir şekilde anan bir danışana hiç rastlamadım. Birkaç ayda bir gelmesine rağmen bir yolunu bulup hemen her danışana zarar vermeyi başarmıştı.
   
Kapıyı çaldım. Kapıyı gerizekalı açtı. Beni görünce gülümsedi. “Oooo” diyerek elini uzattı. Zarar verecek yeni birini bulmanın mutluluğunu yaşıyor olmalıydı. “Senin elini sıkmak istemiyorum.” deyip elini sıkmadan içeri geçtim. Sonrasında bağırıp çağırmaya başladım. Ne söylediğimi pek hatırlamıyorum sadece kanunen başımı belaya sokacak sözler söylememek için gayret ettiğimi ve hukuka uygun bir şekilde hakaret ettiğimi hatırlıyorum. Bağrışmalar üzerine terapi odasından çıkıp bekleme odasına geldiniz ve çok kibar bir üslupla gerizekalıdan dışarı çıkmasını rica ettiniz. O eşek herif dışarı çıkarken benim için, “Rahatsız ya!” dedi. Gülse miydim acaba? Onlarca erkeğin altına yatmış, şizofreni tedavisi görmüş, bugüne dek başladığı hiçbir işi sona erdirememiş, hiçbir yere ve hiç kimseye uyum sağlayamamış, hiçbir danışanın kendisini sevmediği, bekleme odasında danışanları rahatsız etmekten başka işlevi olmayan, hayatında sadece sizin tarafınızdan fedakarlık şemanızın tetiklenmesi neticesinde şartlı bir kabule mazhar olmuş, yokluğu varlığından hayırlı bir herif-i nâşerif benim için “rahatsız” diyordu. Bir de, “Ben onun derdini biliyorum, sevgilisini elinden aldım.” dedi çıkarken. Bu dediğine gülmek az gelirdi, kahkaha atmalıydım. Yavuz Efeyle aramızda olan iletişimi kast ediyordu. Erkek sevgili yapmayı kendisi bilir oysa, ben o işlerden anlamam. 

Ofisten kovulmayı hazmedemeyip birkaç dakika sonra Yavuz Efe’ye mesaj atmış. “Ömer seninle konuşmamı istemediğini söyledi. Ofise gelip olay çıkarttı. Seni benden kıskanıyor. Ya benimsin ya kara toprağınsın der, deşer seni. Ömer sana aşık. İstiyorsan Hüseyin Kaçın’a sor. O da benimle aynı fikirde.” demiş. Ulan eşek herif! Sende olup bende olmayan ne var ki seni kıskanayım! Sabancı ailesinin bir üyesi, bir tablacıyı kıskanır mı hiç? Öğrenmek istiyorsan söyleyeyim, ben onun abisiyim o da benim kardeşim. Diyelim ki Yavuz Efe’ye aşığım. Onun en az senin altına yattıkların kadar yakışıklı birçok arkadaşı var. Kıskansam onlardan kıskanırım, senin gibi bir mendeburdan değil. Elli yaşına gelmişsin, çocuğun yaşındaki bir adama attığın mesajlara, uğraştığın işlere bak. Yazık! Senin yerine ben utanıyorum. Evliyim, çocukluyum diye övünüyorsun ama zihnin hâlen eşcinsel. Hâlen eşcinsel akıl oyunları oynuyorsun. Eşcinsel entrikalar peşinde koşma ihtiyacını bekleme odasındaki danışanlar üzerinden karşılıyorsun. Bedenen eşinin ve çocuğunun yanında olsan da zihnen gay barların idrar ve döl kokulu tuvaletlerinde kalmışsın. Terapilerden önce bir insanın eşcinsel olup olmadığını anlamak için hemcinsine mi yoksa karşı cinse mi ilgi duyduğuna bakmak gerektiğini düşünürdüm. Şimdiyse bir insanın eşcinselliğini ne kadar obsesif, ne kadar sosyal fobik, ne kadar sadist-mazoşist, ne ölçüde kişilik bozukluğu sahibi olduğuyla ölçüyorum. Sen kurduğun zihin oyunlarıyla tipik bir eşcinselin. Evli ve çocuklu olman hiçbir anlam ifade etmiyor. Hk’nın, “Herkes gider, gerizekalı kalır.” sözünü iltifat olarak algılıyorsundur eminim o mercimek kadar beyninle. İltifat değil acı bir tespit. İyileşen danışanlar genellikle başka eşcinsellerle görüşmek ve bekleme odasında bir dakika bile geçirmek istemiyor. Oysa sen hâlen ofise gelip tüm gün orada vakit geçiriyorsun. Hk’dan danışanların numarasını alıp onlara saçma sapan mesajlar gönderiyorsun. 16 ve 19 yaşındaki iki danışana, “Siz sevgili olsanıza!” diyecek kadar düşük bir adamsın. İstediğin kadar evli ve çocuklu ol, sen halen bu mahalledensin ve ölene dek karşı mahalleye geçemeyeceksin. Evet ben de bu mahalledenim ama aramızda önemli bir fark var. Ben bu mahallenin camisiyim sense kenefisin. Hk’nın iddia ettiği gibi sen o odanın bir parçası değilsin. Sen o odann uru/tümörü/kanseri ve def-i hacet edilmesi gereken bir pisliğisin. Sen gittikten sonra o odada ettiğimiz sohbetlerden muhteşem bir keyif aldık. Herkesin yüzü gülüyordu. Danışanlar beni takdir edip teşekkür ettiler. “İyiki olay çıkarttın da gerizekalıyı kovdurttun yoksa burada bu kadar rahat oturamazdık.” dediler. Benim bağırıp çağırmam bile danışanlara fayda veriyorken senin sadece oturman zarar veriyor.

*
   
Bu heriften neden bu kadar tetiklendiğimi düşünüyorum. Cevabı zor değil. Tetikleniyorum çünkü o odada, danışanlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bense kimse üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmıyorum.

Ne benden rükû vü ne senden kıyâm
Selâmün aleyküm aleyküm selâm

diye düşünüyorum. Oysa o herif türlü oyunlarla karşısındaki insanı konuşamaz hâle getirip kendi aklınca üstün gelmekten şeytani bir haz alıyor. Siz terapi sürecinde bazen danışanı öfkelendirecek davranışlarda bulunuyorsunuz ya, bu yarım akıllı da güya sizi taklit ederek danışanların damarına basıyor. Bu adam bir yerde, kendisinin aslında kimseye karışmadığını ama durduk yere herkesin ona sataştığını iddia etmiş. Hadi oradan palavracı! Kötü bir şekilde dahi olsa dikkat çekmek istiyorsun sen. Gittiğin her yerden anlamsız hal ve hareketlerinle kovdurtuyorsun kendini. Senin varlığın külliyen zarar. Bir an önce ölüp gitsen de kurtulsak senden. Benden önce ölürsen, aşağıdaki beyitle anacağım seni:

Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr
Yıkıldı gitti cihândan dayansın ehl-i kubûr

(Ne kendisi rahat etti ne de halka huzur verdi.
Bu dünyadan yıkılıp gitti. Allah kabir ehline sabır versin.)

10/07/2024
   
Dikkat ettim de pasif eşcinseller diğer erkeklere karşı hitap ifadeleri kullanmıyor. Abi, amca, hoca vs. demiyorlar; sadece isimle hitap ediyorlar. Erkekler dünyasındaki hiyerarşi içinde bulunmayı reddediyorlar.

12/07/2024
   
Terapiden birkaç gün sonra psikiyatriste gittim. Bunalımlarımın 17 yaşında başladığını, iki sınav senesi boyunca kendimi kötü hissettiğimi, sonrasında üniversiteye başlayınca hayatımın düzene girdiğini ama her şey yolundayken bile bunalımı dip akıntı olarak hissettiğimi, 24 yaşında yurttan ayrılıp eve çıktıktan sonra akşamları okuldan eve dönünce akşamları içime olumsuz duyguların çöktüğünü, ondan sonraki beş yıllık işsizlik sürecinde tamamen bunalımda olduğumu, o süreçte bazen günde elli kelime bile konuşmadığımı, işsizlik süreci bitmiş olmasına rağmen bir yıldır hayatımı güçlükle devam ettirdiğimi, mutlu olduğum anların elbette olduğunu ancak o anları yaşamak için fazladan çaba sarf ettiğimi mesela arkadaşlarımla buluşmak için kendimi epeyce zorladığımı, mutlu olduktan sonra da mutlu anların etkisinin fazla sürmediğini, yine bunalım çukuruna düştüğümü, psikoloğa gittiğimi, terapilere insan ilişkilerimi iyileştirmek ve bunalımdan kurtulmak için başladığımı, insan ilişkilerim iyileştikçe bunalımdan tamamen kurtulacağımı düşündüğüm için terapilerde bunalım konusunu fazla açmadığımı ancak insan ilişkilerim iyileşmesine rağmen bunalımdan kurtulamayınca son terapide bunalım konusunu detaylı bir şekilde anlattığımı, yarım saat boyunca bu konu hakkında konuştuğumuzu ve ilk defa bir konu için bu kadar vakit ayırdığımızı, bunalımdan önce ve bunalım esnasında aklımdan geçen düşünceleri yakalamaya çalıştığımızı ancak aklıma hiçbir düşüncenin gelmediğini bunun üzerime psikoloğumun sorunun biyolojik olabileceğini düşünerek beni psikiyatriste yönlendirdiğini anlattım. Psikiyatrist hanım son derece sevecen ve ilgiliydi, beni sabırla dinledi. İnternette depresyonla ilgili bir makalesine rastladığım için ona gelmeyi tercih etmiştim. Majör/ağır depresyon geçirdiğim dönemlerde depresyon tedavi edilmediği için bende kalıntı depresyon olduğunu, ağır bir depresyon bulunmadığını, ancak kalıntı depresyonun dirençli olduğunu, beş altı ay tedaviye ihtiyaç duyduğunu, fiilen çalıştığım için bana ağır bir ilaç yazmayacağını, normalde kalıntı depresyonun Wellbutrin 300 mg ile tedavi edildiğini ancak şimdilik Wellbutrin 150 mg yazacağını, bu ilacı bir ay boyunca kullanmam gerektiğini, antidepresanların genellikle iki hafta sonra etki etmeye başladığını söyledi. Teşekkür edip muayenehaneden ayrıldım. Bir devlet hastanesi psikiyatristinin bu kadar ilgili olmasından ötürü memnundum. İyileşme sürecimde yeni bir sayfa açılmıştı. 13 yıldır muztarip olduğum bir sorundan kurtulma emareleri belirmişti. Hiç olmazsa yaşadığım soruna bir isim konulması yani sorunun belirsizlikten çıkıp ete kemiğe bürünmesi beni rahatlatmıştı.

15/07/2024
   
Birkaç gün önce Yavuz Efe ile “kendi sınırlarını bilmek” üzerine konuştuk. “Kendi sınırlarını bilmek” ifadesini bir makaleden ona ben nakletmiştim ama ne yalan söyleyeyim makaleyi okurken o ifade hiç dikkatimi çekmemişti. Bu ifadeye Yavuz Efe dikkatimi çekti.
   
Sağlıklı insanlar neleri yapıp neleri yapamayacaklarını az çok bilirler ve bu sınırları aşmamaya özen gösterirler. Nevrotik insanlar ise kendilerini olduklarından çok daha üstün veya çok daha aşağı görebilirler. Yavuz Efeyle konuşurken sorunlu, sıkıntılı, nevrotik ve tahtası eksik insanlar olduğumuzu ve bundan ötürü bazı sorumluluklarımızı yerine getiremezsek kendimizi suçlamamamız gerektiğini kabul ettik. İkimizin de ailesine ve çevresine karşı bazı sorumlulukları vardı ancak bu sorumlulukları hakkıyla yerine getiremiyorduk. Sahibi olduğumuz araç bizi yol üstünde hızla ilerletmiyordu. O aracı biz itekleyerek götürmek zorundaydık.

16/07/2024
   
Akşam vakti yürüyüş yaparken ufak  bir parkta bir çiftin baş başa oturduğunu gördüm. Zehirli bir soru zihnime kancasını attı: Kadının yerinde mi olmak isterdim yoksa erkeğin mi?
   
Kadının yerinde olmak istemezdim. Bir erkeğin üzerimde sahiplik iddia etmesine tahammül edemem. O kim oluyormuş ki bana sahip olacakmış?
   
Erkeğin yerinde olduğumu düşündüm. “Ne hissediyorsun?” diye sordum kendime. “Korku” cevabını aldım. Kadından korkuyordum. Daha doğrusu kadının korkulacak bir varlık olduğunun farkındaydım. Oysa heteroseksüel hemcinslerim bunun farkında değildi. Onlar kadının işvesine, cilvesine aldanıp kadının içindeki gizli gücü göremiyordu fakat ben görüyordum. O gücün erkeği zirveye taşıyabileceği gibi yerin dibine geçirebileceğinin bilincindeydim. Tam olarak bilmediğim bir mekanizma vardı karşımda. Elimdeki verileri girince hangi sonucun geleceğini bilmiyordum. Bu korkudan ötürü mastürbasyon yaparken fahişelerle, çirkin ve yaşı büyük kadınlarla yani kadınlığının eksik olduğunu düşündüğüm kadınlarla ilişkiye girdiğimi hayal ediyordum. Benim yaşlarımda, benim dengimde bir kadının beni arzulayamayacağını düşünüyordum istemsizce. Bu en derinlerimde saklanmış özgüvensizlikten kurtulamıyordum.
   
Gelelim o zehirli sorunun cevabına: Ne kadının ne de erkeğin yerinde olmak isterdim. O erkeğin yanına bir erkek olarak oturup onunla sohbet etmek isterdim. Halen aklım fikrim erkeklerle sohbet etmekte, arkadaş olmakta, vakit geçirmekte... Erkek önümde bir dağ olmuş, onu aşmalı mıyım, yıkmalı mıyım? Erkekle iletişim bir yere kadar tatmin ediyor, bir yerden sonra korkunç bir boşluğa düşüyorum. Başımdan aşağı dereler akmasına ihtiyacım var ama bir mendilin ucundan damla damla su emiyorum. Aslında bu sorunun nasıl çözüleceğini biliyorum da bilmezlikten geliyorum. Kırık bir kemiği kendi haline bırakırsak iyileşmez değil mi? Eşcinsellik de kendi hâline bırakılınca iyileşmiyor. Zamanında yaşanamamışları yaşamak gerekiyor. Hemcinslerimle iletişimim kendi kendine iyi hâle gelsin deseydim kıyamete kadar gelmezdi. Kadın mevzuunda da bahanelere sığınmadan çaba harcamam gerekiyor. Ergen bir erkek bile kadına içinden gelerek adım atıyor olabilir ancak benim kendimi zorlamam gerekiyor. Onunla ben bir değiliz. Onun kolu sağlam, benimkisi kırık. Benim alçıya ihtiyacım var, onun yok. Erkek iletişimiyle bir yere kadar geldim, daha ötesine geçemiyorum. Yeni bir mekan, yeni bir zaman istiyorsam yeni bir yol denemem gerekiyor. Daha önce denenmemişi ve maalesef daha zor olanı denemeliyim.
   
Yeniliklere uyum sağlayabilmek benim için epeyce zor. Hayatta ilerlemek esasken, iki günü birbirine denk olan zarardayken, havada uçan kuşun kanat çırpmayı bırakınca düşmesi kaçınılmazken, ben otistik bir tavırla hayatımdaki her şeyi kontrol etmeye ve tekdüzeleştirmeye çalışıyorum. Yeniliğe fazla açık değilim ancak bir yandan da yenilik olmazsa hayatın tahammül edilemeyecek ölçüde sıkıcı hâle geleceğini biliyorum. Sadece çok daralıp dayanamayacak hâle gelirsem hayatıma yeni bir unsurun girmesine izin veriyorum. Hayatı kalıplara sıkıştırmayı bırakmam, eski söyleyişle zuhurata tâbi olmam gerekiyor. Yeniliğe “düzenimi bozacak yabancı bir nesne” olarak değil de “hayatımı güzelleştirecek farklı bir yol” olarak bakmayı öğrenmeliyim.

17/07/2024
   
Borderline kişilik bozukluğu narsistik kişilik bozukluğundan daha yaygın görülüyor. Borderline’ların iyileşme ihtimali narsistlerden daha yüksek. Freud narsistlerin tedavi edilemez olduğunu çünkü narsistlerle terapötik bağ kurulamayacağını düşünüyor. Size gelenlerin ve iyileşenlerin çoğunluğunu borderline eğilimli pasifler oluşturuyor. İyileşme ihtimalleri yüksek çünkü yanlış kişileri yanlış biçimde seviyor olsalar da en nihayetinde sevmeyi biliyorlar, borderline’lar ile terapötik bağ kurmak mümkün ancak terapisiti önce idealleştirip ardından değersizleştirme ihtimalleri yüksek, terapistin dikkatli olması gerekiyor. Borderline’ler içlerinde mevcut bulunan sevme yeteneğini doğru kişilere doğru şekilde yöneltebildikleri zaman iyileşme gerçekleşiyor.
   
Size gelenlerin arasında narsist eğilimli aktifler azınlıkta. Terapiyi yarıda bırakma ihtimalleri daha yüksek, iyileşme ihtimalleri daha düşük. Öncelikle sevmeyi, sevilmeyi ve bağ kurmayı öğrenmeleri gerekiyor. Aksi takdirde iyileşemiyorlar.

18/07/2024
   
Saat akşama doğru dört civarı olunca içime bir ağırlık ve mutsuzluk çöküyor. “Şimdi ben yatana kadar ne yapacağım?” diye soruyorum. Bu konuda hiçbir fikrim olmuyor. Her gün birisiyle buluşmak mümkün değil.
   
Üç günlük tatil bana epeyce iyi gelmişti ancak dün yine bunalıma girdim. Dün akşam uzun zamandır yaşamadığım kadar kuvvetli bir kriz yaşadım. Olumsuz duygular beni yerden yere vurdu. Parmağımı oynatacak mecalim kalmamıştı. Ne oldu bilmiyorum, yavaş yavaş geçti. Bugün birkaç tane borderline/sınırda kişilik bozukluğuyla ilgili makale okudum. Bir saat yürüyüş yaptım. Kırk dakika kadar Koyugri ile konuştum. Şimdi iyiyim ancak bu iyi olma hâli ne kadar devam eder bilmiyorum.
   
Üniversite yıllarında bunalıma/mutsuzluğa karşı kitaplara sığınırdım. Okurken olağanüstü bir keyif alır, dünyadan kopardım. Sınav akşamlarında bile okurdum. Şimdiyse depresyona karşı kime ve neye sığınacağımı bilmiyorum. Öyle bir kale var mı, onu dahi bilmiyorum. Ben tek sorunun eşcinsellik olduğunu zannediyordum meğerse eşcinsellik sadece bir örtüymüş. Örtü kalkınca altından ürkütücü bir enkaz çıktı. Bu enkazı çözümlemeye çalışıyorum. Depresyon bana kök salmış ben de depresyona kök salmışım. Öz sularımız birbirine karışmış. Nasıl ayrılırım, ayrılırsam o boşluk ne ile dolar bilmiyorum. Somut hedeflerim yok. Dost sohbeti ve ufak tefek başarılar haricinde beni heyecanlandıran bir şey yok. Ben gün batımında bir ağacın rüzgarda sallanışından bile keyif alan bir insandım. Şimdiyse mutlu olabilmem için büyük olaylar yaşamam gerekiyor, küçük hayat olayları mutlu olmam için yetmiyor. Uyku düzenim yok. Yemek düzenim yok. Hobim yok. Bunca yokluktan bir varlık nasıl çıkacak? Kendimi sakinleştirmeyi beceremiyorum. Okul-iş-ev üçgeninden çıkamıyorum. Öyle parçalanmışım ki sanki her bir parçamı başka bir dağın tepesine atmışlar. Nereden toplamaya başlayacağımı ve toparlanmak için gereken gücü nereden bulacağımı bilmiyorum.

“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerede?”

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #40 : 29 Temmuz 2024, 04:40:13 öö »
Eşcinsellik özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve ebeveyn ihmallerinin sonucu olarak gelişen bir durumdur. Eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere terapi imkanı sağlamamak, gerçekte eşcinselleri küçük düşüren bir tutumdur.

https://www.youtube.com/watch?v=-9bPlRuOq-Q&list=UULFEDADUolmKuMyWGRunC3UhQ&index=4

Velev ki Eşcinseliz: Furkan

https://www.youtube.com/watch?v=SK5ycgpoVC8

Velev ki Eşcinseliz: Mert

https://www.youtube.com/watch?v=BI6NM-gENrw

Velev ki Eşcinseliz: Efe

https://www.youtube.com/watch?v=rxfQS3Da1Wg


https://huseyinkacin.com/





https://www.instagram.com/reel/C8jfEMtCLuV/?igsh=eXZ3bW44bXUzeWJr

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #41 : 20 Ağustos 2024, 08:42:43 ös »
ON İKİNCİ TERAPİ

24/07/2024

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim isimli kitabı okuyorum bu aralar. Bir şizofreni hastasının yaşadıklarını anlatıyor. Yazarı da şizofreni hastalığını yenmiş birisi olduğundan kitap yarı-otobiyografik bir kitap. Aşağıda kitaba dair bazı ayrıntılar vereceğim. Kitabı okumak isteyenlerin aşağıdaki bölümü okumamalarını tavsiye ederim.

-spoiler-

Kitap, gerçek dünya ile uyumsuzluğundan ötürü kendi içindeki Yr dünyasına sığınmış genç bir kızın hikayesini anlatıyor. Yr dünyasının kişilikleri, dili, mevsimleri, kuralları gerçek dünyadan epeyce farklı. Tabii kitabın kahramanı Deborah şizofreni hastası olduğundan Yr dünyasının gerçek dışı olduğunu fark edemiyor. Ailesinin Deborah'ı akıl hastanesine yatırmasıyla birlikte Deborah'ın iyileşme süreci başlıyor. Dr. Fried'le kurmuş oldukları güven ilişkisinin Deborah'ı iyileştiren temel unsur olduğunu düşünüyorum. Dr. Fried tatile gittiğinde onun yerine geçen başka bir doktor durmadan Daborah'la çatışmaya giriyor, Daborah'a düşüncelerinin gerçek dışılığını ispatlamaya çalışıyor. Mesela Yr dünyası dilinin İngilizce, Fransızca ve Latincenin karışımı bir dil olduğunu Daborah'a delilleriyle ispat ediyor ancak bu ispatın Daborah'ın iyileşme sürecine hiçbir katkısı olmuyor. Oysa Dr. Fried Daborah'a içindeki dünyada neler olup bittiğini, o dünyadaki kişilerin neler söylediğini soruyor. Onu hiçbir şekilde zorlamıyor. Yr dünyası ile gerçek dünya arasından hangisini seçeceğini Deborah'a bırakıyor. Daborah doktoruyla kurduğu güven ilişkisinin ve gerçek dünyanın renklerini, kokularını, güzelliklerini keşfetmesinin etkisiyle günden güne Yr dünyasından uzaklaşıp gerçek dünyaya yaklaşıyor. En sonunda da Yr dünyasını tamamen terk ediyor.

Kitapta bir akıl hastasının yaşadıkları en ince ayrıntısına kadar anlatılmış. Hastaların birbirleriyle ve sağlık çalışanlarıyla olan ilişkileri, hasta ailelerinin neler düşündükleri ve hissettikleri, akıl hastalığının hastanın uzaktan akrabaları tarafından nasıl yorumlandığı, tam iyileştim denildiği anda hastalığın birden alevlenebildiği ve bu direncin de iyileşme sürecinin bir parçası olduğu gibi onlarca husus mükemmel bir şekilde anlatılmış.

-spoiler-

Bakıyorum da kitaptaki süreçlerin bir benzerini bizler de yaşıyoruz. Evet şizofreni hastaları gibi gerçeklikten kopmuyoruz ama gerçekliği çokça tahrif ediyoruz. Bir erkeğin gülümsemesi, babanın baskınlığı, annenin sevgisi, derslerde iyi olma çabası gibi onlarca husus dış dünyadan iç dünyamıza geçerken bambaşka anlamlara bürünüyor. Mesela bir erkeğin başka bir erkeğin omzuna elini atması günlük hayatta çok sıradan bir hadisedir ancak ben bunu gördüğüm an direkt oraya odaklanırım ve gözüm başka hiçbir şey görmez. Hissettiğim ilk şey mutluluktur elbette, böyle bir iletişimin mümkün olduğunu görmek beni mutlu eder. Ardından imrenirim, ikisinden birinin yerinde olmak isterim. Sonrasında duygusal yoksunluk çektiğim için bu görüntünün beni etkilediği aklıma gelir ve hüzünlenirim.

Ardından kabullenme gelir, içimdeki o duygu boşluğu benim gerçeğimdir ve onunla yaşamaya alışmam gerekmektedir. Gerçi tedrici bir düzelmenin olduğunu gözlemliyorum. Önce hemcinslerime karşı olan cinsel istek yok oldu. Sonra cinsel istek yerine hissettiğim o tuhaf tanımlanamaz his kayboldu.

27/07/2024

Bu sabah uçağa binip İstanbul’a gittim. Her zamanki gibi kendimi yataktan kazıyarak kaldırdım. Bileti iptal edebilme imkanım olsa iptal ederdim belki de. Hayır etmezdim çünkü ayda bir o odada buluşmayı kararlaştırmıştık ve bu kararı uygulamamak bana ağır gelirdi.

Uçağa bindiğimde etrafımdaki erkeklere baktım ve hepsine kızgın olduğumu fark ettim. Onlarda olan ancak bende olmayan o şeyi bana vermedikleri için hepsine kızgındım. Maalesef ki kendini kandırabilen bir insan değilim. İçimdeki son derece tarafsız hakim hemen uyandı. Aklıma, "Onlar mı vermedi yoksa ben mi almadım?" sorusu geldi. Malum sorundaki kendi payım inkar edilemezdi. O hakimi susturdum çünkü o an öfkelenmem gerekiyordu. Yoldan geçerken yüzüme bakmayan o adama, Cuma namazındayken yanımdan kalkıp ön safa giden o herife, metroda yanıma oturmak yerine karşıma oturan o delikanlıya... Hepsine öfkeliydim. İletişim kurmak isteyip de iletişim kuramadığım her erkek içimde bir mezar taşına dönüşüyordu ve ben sabah akşam o mezarların başında ağıt yakıyordum. Yas bitince hayat başlayacaktı. Yas varsa hayat yoktu.

*

"ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur"

Bir hemcinsimle çok yakın bir iletişim kurma imkanı benden uzaklaşmış görünüyor. Esaslı bir yemeğe ihtiyacım var ama yerden bulduğum kırıntılarla karnımı doyurmaya çalışıyorum. Bu durumu kabullenmekten başka çarem yok. Bu saatten sonra ne bana dışarıdan böyle bir ilgi gelir ne de o ilgiye karşılık verecek duygusal yeterlilik bende mevcuttur. Kaçtı o tren, bitti o şarkı.

*

TERAPİ NOTLARI

Kullandığın ilaç etki etmeye başlamış. 2. kutu, 3. kutu daha çok etki edecek.

Bütün erkeklerin kadın korkusu, kadının karşısına çıkma korkusu vardır. Bu korku doğal ve insani bir korkudur. Kimi bunu 20, kimi 25, kimi 30 yaşında yener. [Yani yenemiyorum diye üzülmeme gerek yok. Zamanı gelince ben de yeneceğim.] Bu korkuyu bugüne dek yenememişsin. Yenmek için çabalamamışsın. Geç kaldık, şimdi başlayacağız. Başlarsak bu geç kalmayı tedavi edebiliriz.

30 yaşına kadar iş iş iş diye tutturmuşsun. Eş yoksa bu hayat çekilmez.

Git hemen sevgili yap demiyoruz, kadınlara alıcı gözle bak. Hangi tip kadınları beğendiğini belirle. Buluruz bulamayız önemli değil. Burada arayışa geçmek önemli.

Hep senin buluşma teklif ettiğin ama sana buluşma teklif eden o arkadaşına altını üstünü çizerek "Neden sen hiç buluşmak istemiyorsun?" diye hesap sorman gerekmiyor mu? Sert ve erkeksi bir şekilde hesap sorman gerekiyor. Dostuna, arkadaşına içinden öfkelenmeyeceksin. İçi dışı bir olacaksın. Öteki türlü kurgu yazdığında ilişki yürümez, tıkanır. Kaybeden olursun.

Kadın erkek ilişkisinde erkeğin küsmesi kadın tarafından zayıflık olarak algılanır. Erkek küsmez, çözüm üretir. Kime küsüyorsan bunu içinde mayalamamak, tutmamak... Bunu yapabilir misin? Bu kuralı eş, arkadaş, müdür vs. herkese uygulayacaksın.

Kırılgansın. Normal şartlarda bile karşındaki insanda kaygı yaratıyorsun. Senin muhatabın söyleyeceği sözlerini ince eleyip sık dokunmak zorunda hissediyor kendini. Ömer karşısında doğal olmamalıyım, dikkat etmeliyim, özen göstermeliyim yoksa kırılır diye düşünüyor. Sen bu düşünceyi karşı tarafa geçiriyorsun. Bu olumlu, pozitif değil. Kaynaşmamızı engelliyor. Erkek erkeğe ilişkinin temeli ağzına ne gelirse söylemektir. Tamam kızarız, öfkeleniriz ama bir saat sonra biri diğerinden özür diler, mesele kapanır. Ama sende karşıdaki doğal olmamak zorunda hissediyor kendini. Sen ona dönüşmeyeceğin için o sana dönüşüyor. Kendine dönüştürtüyorsun. Sen körle yatıp şaşı kalkmayacak bir adamsın. Özdeşim kurma mekanizman yok. [Babayla veya herhangi bir erkek figürüyle özdeşim kuramayınca eşcinsel olunuyor zaten.] Sen kendini dönüştürmeye çalışıyorsun, dışarıdan bir etkiyle dönüşmüyorsun. Sen mensup olduğun camia içerinde, tasavvuf yoluyla da dönüşemezsin. Duygusal kaynaşmak, bütünleşmek yok sende. İçselleştiremiyorsun. Bunu aşman lazım. Sen bir insanla oturuyorken ona bu kaygıyı yüklüyorsun. Doğal olacaksın, kırılmaya da şans vereceksin. Kırıldığında alınmayacaksın. Kırdın beni diyeceksin.

Psikolojide sınırlar çok önemlidir ama senin sınırların dışında hiçbir şeyin yok. O sınırları kaldırman lazım. Bu kadar güvenlik politikası gütmene gerek yok. Düşmekten korkma. Bütün gücümüzü yaptığımız hatalardan alıyoruz. Hekim olamamış olabilirsin ama psikoloji profesörü olursan hekimleri sollarsın. Hatandan güç alacaksın. Kafanın içini temizlememiz lazım, kafanın içini yıkmamız lazım. Hekim olacaktım, başarılı olamadım vs. derken kafanın içi o kadar dolu ki orada duyguya yer kalmıyor. Bu yüzden her türlü ilişkinde aktarım, karşı aktarıma bile geçemiyorsun. Kaynaşamıyorsun. Orada da gizli bir narsisizm veya bencillik var. Ben demekten asla sen diyemiyorsun. [Aklım, kalbim tamamen benle dolu. Benden başka kimseye yer bırakmıyorum.] Dışarıda ağlamıyorsun, kimseyi ağlama duvarı olarak kullanmıyorsun ama kafanın içinde çok ağlıyorsun. "Ben"i bırak artık hayatına "sen"ler sok. Erkek sok, kadın sok, küçük sok, büyük sok, yaşıt sok.

İyi anlaşan insanları görünce üzülme. Üzülünce kaybediyorsun. Sen de git sırnaş. Diğer insanlar kadar beceremeyebilirsin ama sırnaşmayı tecrübe edeceksin. Sırnaşa sırnaşa kaynaşma başlayacak. Bilmiyorsun, öğrenmemişsin. Öğretilmemiş. İmkan olmamış. E bitti mi? Hayatında "sen" yok. Anlatacak "sen"lerin yok. Emek verirsen, küsmezsen olur.

[Saat beşten sonra eve geliyorum. Akşam ona doğru yalnızım diye üzülmeye başlıyorum. "Hep yalnız mı kalacağım?" diye düşünüyorum.] Kafandaki mekanizma seni yalnız kılıyor. O mekanizmayı yıkmadığın müddetçe sen kırk yaşında da bu duygu ve düşünceleri hissedeceksin. Birinci kural üzülmenin bir anlamı yok. Tamam yarım saat bir saat üzülüp ağladın, zırladın. Sonra kalk ayağa, bir şeyler oku, bir şeyler yaz. Üzülüyorum, güçsüzleşiyorum, dermansızlaşıyorum diyorsun. Burada pasifleşme, escinselleşme söz konusu. Tek yaşıyorsun, anne baba yok, evli değilsin, karı dırdırı yok. Evlenmeden önce keyfini çıkar, rahatına bak. Stres yok, sıkıntı yok. Kafanı dinlemen gerekiyor. Bunun tadını alamazsan bir daha fırsatın olmayacak. Bir iş, oluş halinde olman lazım. Asla derinleşmeyeceksin, içselleşmeyeceksin. Kendi içinde ve evin içinde sorun var. Sosyalleşme sorununu çözdün çözebildiğin kadar. Bundan daha iyisi yok. Artık dış dünyaya dair bütün sorunlarını çözmüş oldun. Şu an zihninin içinde ve evin içinde, yalnızlığında sorun var. Yalnız kalınca büyük sorunlar yaratıyorsun. Bence o kadar büyük sorunlar yok. Pireyi deve yapıyorsun. Başka hiçbir sorunun yok. Kriz üretme. Sorun edilecek bir şeyin yok. Yalnızlığını dert ediniyorsun. O zaman çözüm üret, kadınlara alıcı gözle bak. Bir, iki veya üç yıl sonra yalnızlığını kökten çözersin. Mutluluk nedir? Yalnız kaldığında, kendinden sıkılmadığında mutlu oluyorsun işte.

Konuşacak hiçbir şeyi olmadığı hâlde terapiye gelindiğinde gerçek sorunlar ortaya çıkıyor, tespit ediliyor, iyileşme süreci elde edilmiş oluyor. Daha öze giriliyor. Sen şimdi not defterindeki kurgularla gelseydin yalnızlıktan sıkıldığını anlayamazdık. Kafanın içerisinde bu kadar kurgu olduğunu idrak edemezdik. Sadece getirdiklerini konuşurduk. Getirdiklerin aslında ezber, kolay aşılabilecek şeyler. Daha özde bir sorun var. Özetlersek git "sen"lerini yarat. Git "sen" ol. Önce taklidi iman sonra tahkiki iman. Evde bunalıma girme. Ne yapmak istiyorsan yap. Kitap okumak istiyorsan oku, kalk bunalıma girme. Sözde acılarla engelleme kendini, bahane uydurma. Hayatında zerre kadar acı yok. Bana yediremezsin, acıyı sen yaratıyorsun. Alışmışsın, acı kolik olmuşsun. Çocuklukta haklısın, ergenlikte haklısın ama 30 yaşında haklı olamazsın.

YORUMLARIM

Duvarlar ve güvenlik politikaları gerekliydi çünkü cinselliğe adım atmamam lazımdı. Ancak tam tersi oldu. Ben hemcinslerimden uzaklaştıkça cinsel isteğim daha da arttı. Artık dayanılamaz bir boyuta gelince de kendimi sizin ofisinizde buldum. Yıllarca ben bu halimde zaten evlenemem, kimseyle ilişki de yaşayamam bu yüzden tek başıma ölür giderim diye düşünüyordum ama evdeki hesap çarşıya uymadı, yalnızlığa dayanamadım.

Canımı acıtan bir terapi oldu. Sanki bugüne dek kabukla ilgilenmişiz de bundan sonra öze inecekmişiz gibime geldi. Rahatladığım değil canımın yandığı bir terapi oldu. Ve korktum. Asıl macera şimdi başlıyor diye düşündüm. Eşcinsellik bir örtüymüş, eşcinsellik kalkınca enkaz meydana çıktı. Şimdiki sorunlarımın yanında eşcinselliği çözmek bana çok kolay geliyor.

Küçük meseleleri büyütmemin, olmayacak şeylerden acı çıkarmamın bir sebebi var. Duygusal tatminsizlik. Ben sizin bir erkekle çok yakın bir ilişki kur tavsiyenize tam olarak uyamadım. Ben birçok kişiden erkeklik parçaları alarak eşcinselliği aştım ama çok yakın bir dostum olmadı. Onun eksikliğini iliklerime dek hissediyorum. Kitaptan tatmin olurdum, olmuyorum. Maneviyattan olurdum, olmuyorum. Hayatımdaki birçok tatmin kaynağı elimden kaydı gitti. Ruhsal olarak kendimi çok aç hissediyorum.

Özdeşim kurma mekanizmamın hasarlı oluşu üzücü. Ben de değişmemeyi, kale gibi durmayı marifet zannederdim. Beni bu yönümle överlerdi. Meğerse dindarlığımdan değil özdeşim kurma mekanizmasının eksikliğinden değişmiyor, dönüşmüyormuşum. Marifet değil eksiklikmiş. Aktarım karşıt aktarım ilişkisinin de benimle zor kurulması cabası.

Bugüne dek en verim aldığım terapi bu terapi oldu. Çünkü klasik terapiye en yakın olanıydı. Terapinin çoğunluğunda benim konuştuğum, psikoloji dışındaki konulara girmediğimiz için terapinin yoğunluğunun azalmadığı, bir konuyu uzun uzun anlatmadığınız bu yüzden de canımın sıkılmadığı -lafın tamamı ahmağa söylenir, bir konuyu anlatmak için bana on örnek vermeniz gereksizdir, benim için bir örnek yeterlidir- monoloğun değil diyaloğun olduğu, -konferans dinlemek istesem kültür merkezine giderdim değil mi?- kendi hayatınızdan hemen hemen hiç örnek vermediğiniz, -otobiyografi okumayı severim ama terapideyken değil- ses tonunuzu fazla yükseltip alçaltmadığınız ve teatral üslup kullanmadığınız -tiyatro izlemek istersem de başka seçeneklerim mevcut-, hiçbir meslektaşınıza veya siyasiye sayıp sövmediğiniz bir terapiydi. Ta Adana'dan gelip lüzumsuz konularla vakit kaybetmek canımı sıkıyordu. Yukarıda eleştiri olarak belirttiğim birçok özelliğinize danışanlarınızın çoğunluğu bayılıyor ancak ben klasik terapiye daha yakınım. Terapiden önceki bir aydaki iletişimimiz de klasik danışan-terapist ilişkisinden farklı değildi. Birkaç kere yüzeysel konularda mesajlaştık o kadar. Çikolatayı bitter seven, kahveyi sade içen, gömlek pantolon ikilisinden ölse vazgeçmeyen birisinin klasik dışına sapması şaşırtıcı olurdu değil mi?

30/07/2024

Bugün psikiyatriste gittim çünkü bir ay sonra görüşelim demişti. Verdiği ilacın bitmesine de 3 gün kalmıştı. İlacın yan etkilerini sordu. Çene kasılmasına yol açtığını ama bunun beni fazla rahatsız etmediğini, bir ara yoğun baş ağrısı yaşadığımı ancak onun da geçtiğini söyledim. İlacın bende korku ve endişe gibi yan etkilere sebep olup olmadığını sordu. Olmadığını söyledim. Kendimi nasıl hissettiğimi sordu. İlaç kullandığım ayda bir önce aya nazaran daha iyi olduğumu söyledim. Spor yapmamı tavsiye etti, yüzme olabilir dedi. "İlaçlarla arttırmaya çalıştığımız serotonini sporla arttırmaya yardımcı olabilirsin." dedi. Bana geçen ay 150 mg başlangıç dozu verdiğini, bunun belirtileri azaltmasını beklediklerini şimdi 300 mg asıl dozu vereceğini, bunun belirtilerini yarı yarıya azaltmasını beklediklerini söyledi. Bir ay sonra görüşelim dedi. Teşekkür edip muayenehaneden ayrıldım.

31/07/2024

Ruh halim çok gelgitli. Bir iyi oluyorum bir kötü. Çok zor bir durum. Bu dünyaya dair bir tane dilek hakkım olsaydı ömrümün geriye kalan kısmında bir kere bile herhangi bir psikoloğun veyahut psikiyatristin ofisinin önünden geçmeyecek kadar sağlıklı olmayı isterdim.

01/08/2024

Ben bugüne dek hep bir hedef peşinde oldum. Hedefim olmadığında veyahut mevcut hedefimin peşinde koşamadığımda kendimi kötü hissettim, bunalıma girdim. Gerçi hedefleri depresyonu bastırmak için kullandığım da söylenebilir. Eğer hedefsiz kalmasaydım bastırmış olduğum depresyon açığa çıkmayacaktı.

Bugün uzun zamandır ilk defa eve geldikten sonra çöküp kalmadım. Tesbih çektim, sohbet dinledim, kitap okudum. Kendimi hiç kötü hissetmedim. Kulağımda, "Her zaman bir iş/oluş halinde olmalısın." tavsiyeniz yankılanıyordu.

04/08/2024

Bugün çok güzel bir gün geçirdim. Dün ikindinleyin yaylaya, ailemin yanına gelmiştim. Sabah güzel bir yayla sabahına uyandım. Tüm gün istediğim gibi vakit geçirdim. Sohbet dinledim, dinlerken not aldım. Not defterime baktım da en son 16 Ocak’ta sohbet dinlerken not almışım, altı ay olmuş. Tesbih çektim, spor yaptım, radyo dinledim. Kitap okudum ve okumaktan üniversite yıllarımda olduğu gibi keyif aldım. Halbuki ben uzun zamandır sadece mecbur olduğum işleri yapıyordum, arta kalan vakitte de yatağa uzanıp telefona bakıp duruyordum.

Ailemle vakit geçirdim. Onlarla vakit geçirmek güzeldi ama yorucuydu. Hep bir iş peşindeler. Annem ev işleriyle uğraşıyor, komşu ağırlıyor vs. Babam bahçeyi çapalıyor, mangal yakıyor vs. Bu kadar işi hevesle yapacak gücü nereden buluyorlar şaşıyorum. Velhasıl güzel bir gündü. Tekrarını yaşamak isterim.

07/08/2024

Bugün işteyken pek iyi değildim. Eve gelmemle kendimi yatağa atmam bir oldu. Ancak böyle gitmezdi, kalkmam gerekiyordu. Kendimi zorla kaldırıp sohbet dinledim. Sohbet beni eksiden sıfıra getirdi. Sonra kitap okudum. Okumaktan öyle büyük bir keyif aldım ki anlatamam. Kendimi tamamen sağlıklı hissettim. Sağlıklı Ömer ile nevrotik Ömer arasında büyük farklar var. Sağlıklı Ömer coşkulu. Bir işi bitirince başka bir iş yapmak istiyor. Yaşamaktan keyif alıyor. Sorunları çözmek için istekli, sorunların içine hapsolup kalmıyor. Nevrotik Ömer ise yaşayan bir ölü. Mecbur kalmadıkça parmağını dahi hareket ettirmiyor. Kalkıp da kendiliğinden bir iş yapmaz, iş yapması için zihninden kendine komut vermesi gerekir. Ama içinden gelmese bile kendini zorlayarak kalkıp bir şeyler yapmak gerekiyor, yoksa o kısır döngüden çıkılmıyor. İki Ömer arasında gelip gidiyorum, sağlıklı Ömer'in galip gelmesini umut ederek.

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #42 : 20 Ağustos 2024, 08:51:51 ös »
ON İKİNCİ TERAPİ (DEVAMI)

08/08/2024

Üniversitede kantinin bahçesinde oturuyorum. Öğrenciler memleketine gitmiş olduğu için okulda kimse yok. Bahçede tek başımayım. Bankta oturuyorum, başımı ardıç ağacının gövdesine yaslamışım. Batmakta olan güneşi izliyorum. Güneşle aramdaki okaliptüs ağacının -Osmaniye'de "garipdos" derler- yaprakları hareket ettikçe ışık huzmeleri dans ediyor üzerimde. Rüzgar estikçe otlar kımıldıyor. Binlerce otun sağa sola salındığını görmek hoşuma gidiyor. Cırcır böcekleri ötüyor. Bazen bir kuş havalanıyor, kanat seslerini geride bırakarak. Toprağı sulamışlar, etraf birkaç saat önce yağmur yağmış gibi kokuyor. Ardıç ağaçlarının ve ismini bilmediğim onlarca bitkinin kokusu birbirine karışarak bir koku senfonisine dönüşüyor. Arada kantinin içinde sohbet etmekte insanların sesleri kulağıma geliyor belli belirsiz. Birkaç kişi gölün üzerinde yamaç paraşütü yapıyor. Tüm bu ufak ayrıntılar bana mutluluk veriyor. Neden yalnızım diye düşünmüyorum. Yanımda keşke birileri olsaydı demiyorum. Zihnim dalgasız bir deniz kadar sakin. Belki yarım saat boyunca telefona bile bakmadan etrafı izledim. Yazı yazsam mı acaba düşündüm ama ânı yaşamanın büyüsünü bozmak istemedim. Kalkmaya karar vermiştim ki, "Hazır yazmaya oldukça uygun bir ortam bulmuşken yaşadıklarımı yazayım." dedim. Aklıma Ankara'da yaşarken hemen her gün birkaç saat Kurtuluş Parkında vakit geçirişim geldi. Aynı hisleri yaşıyorum. Bu kadar huzurlu hissetmeyeli uzun zaman olmuş.

09/08/2024

Bugün bir arkadaşla buluştuk. Oturur oturmaz bana terapi sürecimin nasıl gittiğini sordu. Ben de son iki terapide konuştuklarımızı ve psikiyatrist meselesini uzun uzun anlattım. Ben konuşmaya ara verince, "Aslında özel konular olduğu için sormazdım. Ama sende bir değişiklik fark ettim. Yüzün gülüyor. Bundan dolayı terapiye devam edip etmediğini sormak istedim." dedi. Bu arkadaş şimdilerde bir ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesinde psikoloji stajı yapıyor. Benim depresyonum ağır olmadığı için psikiyatristin bana Wellbutrin yazdığını söyledim. "Genelde herkese direkt Xanax veya Prozac yazıyorlar. Birikimli birisine denk gelmişsin." dedi. Hekim bir arkadaşım da Wellbutrin için, "Sevdiğimiz ilaçlardandır. Faydası yüksek, yan etkisi azdır." demişti.

Terapiye tekrar başladığım yakın çevrem tarafından hemen fark ediliyor. Demek ki terapi ve ilaç birlikte etki ediyor. Çok fazla susamak dışında kullandığım ilacın hiçbir yan etkisini yaşamıyorum. Ağır antidepresanlar insanın duygularını sıfırlayabiliyormuş. Onları kullanınca ne hüzün ne de mutluluk hissedebiliyormuşsun. Her zaman ortalama bir ruh halinde oluyormuşsun. Gereksiz yerlerde gülebiliyormuşsun. Tabii bu söylediklerimden "Ağır antidepresanlar kullanılmasın!" sonucu çıkmaz, gerekiyorsa kullanılacak. Ben bunları yaşamıyorum, duygu durumumda olağanüstü bir değişiklik olmuyor. Sürekli evde kendi kendime vakit geçirmek, arada bir arkadaşlarımla buluşmak istiyorum. Akşam eve yorgun argın geldikten sonra evin sessizliğinde okumak, yazmak, dinlemek çok hoşuma gidiyor. İşteyken akşam vaktini iple çekiyorum.

10/08/2024

Sabahleyin bir film izledim. Uzun zamandan sonra ilk defa bir film izledim, ismi Yurt. Çok beğendim ama keşke izlemeseydim. Çok fazla etkilendim. Filmin karakterleri gibi ben de lisede yurtta kaldım ve onların yaşadığı birçok olayı yaşadım. Filmde bizim bu malum meselelere de dokundurmalar vardı. Bir daha film izlemeyi düşünmüyorum. Gün boyunca ölü gibiydim. Filmin ayrıntılarını aşağıya yazacağım. İzlemek isteyenlerin buradan sonrasını okumamasını tavsiye ederim.

-spoiler-

Ahmet'te eşcinsel eğilimler var. Annesiyle yatıyor. Efendi, fedakâr, uslu çocuk. Dersleri iyi. Mükemmeliyetçi. Işığı üç defa açıp kapatmak gibi takıntıları var. Fedakar, merhametli bir anne ve ailesine pek vakit ayıramadığını tahmin ettiğim başarılı ve zengin bir babaya sahip.

Ahmet'in babası başarılı bir iş adamıdır. Bir noktadan sonra maddiyatın kendisini tatmin etmediğini fark eder ve bir dini cemaate katılır. Ama bu durum Ahmet'in ailesinde çok çelişkili davranışlara yol açar. Mesela Ahmet'in annesi şalla yarım yamalak başını örtmekte, bacaklarını kapatmak için kısa eteğin altına uzun çizmeler giymektedir. Evde yıllardır raflarda durmakta olan fotoğraflar çekmecelere kaldırılır. Villada ailesiyle birlikte yaşayan ve son derece seküler bir okula giden Ahmet, babasının mensup olduğu cemaatin yurduna verilir ancak aynı okula gitmeye devam eder. Yurtta namaz kılıp zikir çekerken okulda arkadaşlarına yılbaşı hediyesi almaktadır. (Aynısını ben de yaşamıştım.) Ahmet başlarda cemaate uyum sağlayamaz ancak bir gün topluca zikir çekerlerken babasının son derece huşu içinde zikir çektiğini ve bu durumdan oldukça memnun olduğunu görür. Bu olaydan sonra çok hızlı bir şekilde cemaate uyum sağlar. Babaya veyahut bir hemcinsine yaranmak için kendinden taviz vermek... Çoğumuzun hayat hikayesinde buna benzer bir olay veya olaylar var değil mi?

Hakan fakir bir aileden gelen bıçkın bir delikanlıdır. Hakan’la Ahmet’in yolları o lise yurdunda kesişir. Birbirinden bu kadar farklı iki insan çok iyi bir şekilde anlaşır. Aralarındaki iletişime imrenmemek mümkün değildir. Birbirlerine sahip çıkmalarına, her şeyi paylaşmalarına bayıldım. Hele birbirlerine sarıldıkları, Ahmet'in Hakanı teselli ettiği sahnede filmi durdurup birkaç dakika ağladım.
 
Filmdeki birçok olayı kendi kaldığım sözde dindar yurtta da yaşadığım için filmden ayrıca etkilendim. Filmde bir hırsızlık olayı yaşanıyor. Hırsızın kim olduğunu bulmak için yurttaki abi bir miktar leblebiye çeşitli dualar okuyor, her öğrencinin ağzına birer tane leblebi koyup bir bardak suyla yutmalarını sağlıyor ve hırsızlığı yapanın suçunu itiraf etmediği takdirde karnının şişeceğini söylüyor. Bizim yurtta bir arkadaşın çeyrek altını çalınmıştı. Bir hoca herkesi salona toplayıp akşam yemeğinde çıkan nohutlara dua okuduğunu ve hırsızlık yapanın suçunu itiraf etmediği takdirde karnının şişeceğini söylemişti. Sonradan o kişi suçunu itiraf etmiş duyduğum kadarıyla. Filmdeki öğrencilerin yurt abilerinden gizli dizi açıp sevişme sahnelerini izleme olayını ben de yaşamıştım. Kaldığım yurtta her hafta cuma akşamları televizyonun açılmasına ve yurt sorumlusunun seçtiği bir filmin izlenmesine izin verilirdi. Tabii genellikle izleme faaliyeti bir filmle sınırlı kalmaz, sabaha kadar film izlenirdi. Film izlemeyi sevmediğim için bu etkinliğe genellikle katılmazdım. Ancak bir keresinde ne olduysa katılmıştım ve nasıl olduysa salonda Issız Adam izleniyordu ve başımızda hiçbir abi yoktu. İlk sevişme sahnesi geldiğinde bir arkadaş kumandadan filmi ileri sarmaya kalkınca kendisine hep birlikte bağırmış ve izlemek istemiyorsa dışarı çıkabileceğini söylemiştik. O da kuyruğunu kıstırıp bir köşeye sinmişti. Bir sevişme sahnesinde herkesin bağıra bağıra hayvani sesler çıkartması ve tam da o esnada annesi tarafından telefonla aranan arkadaşın daha ilk çalışta aramayı reddedip telefonu annesinin yüzüne kapatması epeyce komikti. Bu olaydan birkaç ay sonra hayranı olduğum iki rap sanatçısı Beyaz Show’a çıkacağı için geceleyin salona gizlice girmiş ve televizyonu açmıştım. Biraz izledikten sonra kapı açılmış ve içeri yurt müdürü girmişti. Neyse ki kendisi de o iki sanatçının hayranıymış da gece boyunca Beyaz Show’u birlikte izlemiştik. Bir keresinde de banyoda yabancı bir kadın şarkıcının gazeteden kesilmiş açık saçık bir fotoğrafını bulmuştum -neden bana denk geldi acaba? Ahmet hasta olunca Hakan'ın ona baktığı sahnelerin de bir benzerini yaşadım. Hastalanıp ateşlenen bir arkadaşın alnına, yanaklarına, koltuk altlarına ıslak bezler koyuyor, bezler ısındıkça bezleri musluk suyunun altında sıkıyor ve tekrardan arkadaşın vücuduna yerleştiriyordum. Kendisi kimse ders çalışamasın diye ortak çay kutusunun içine müshil atacak kadar adi bir herifti. Bir keresinde konser için aldığım uzun kollu tişört kaybolduğu için o tişörtün aynısından tekrar almıştım, meğerse bu saklamış. Neden sakladın diye sorduğumda da tişörtü beğenmediği için sakladığını söylemişti. Bugün hasta olsa ona asla dokunmaz, acı çekmesini keyifle seyrederdim.

Ahmet'in Hakanla vakit geçirdikçe eril yönünün kuvvetlenişi de bahse değer. Erkekliğin öğrenilen bir şey olduğunu görüyoruz o sahnelerde. Ahmet'in Hakan'a hayran hayran, uzunca ve normalden fazla bir ilgiyle baktığı sahneler de benim için ayrıca önemliydi.

-spoiler-

17/08/2024

Nefes alırken havanın burnumdan genzime doğru gidişini hissediyorum. Havanın parmaklarım arasından akıp geçişini; saçlarıma, enseme, boynuma değişini hissediyorum. Önce başımı yasladığım ağaçla sonra yer küre ile daha sonra ise tüm kainatla bütünleştiğimi fark ediyorum. Bütün kavgalar bitmiş, sulh olmuş. Yaşamak acı çekmekten ibaret değilmiş. Hayata doğru bir adım atıyorum ve hayat bana on adım yaklaşıyor. Bu duyguları hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Şaşkın ve mutluyum.

18/08/2024

GENEL BİR DEĞERLENDİRME

On dört yıl önce başıma bir bela geldi ve bu beladan kurtulmak için uzun bir yolculuğa çıkmam gerekiyordu. Gerçi bu konuda herhangi bir irade göstermedim, kendimi bir anda yolculuğun içinde buldum. Yolculuğa bir çölde başladım. Güneşin kuvvetli yakıcılığı altında yıllarca yürüdüm. Arabam da devem de yoktu. Tek vasıtam sıcak kumlara bastıkça derisi soyulan ve kanayan ayaklarımdı. Çölde yolculuk yapanlar bazen serap görürler, önlerinde sulak ve yeşil bir alan olduğunu zannedip yürüyüşlerini hızlandırırlar. Tabii var olduğunu zannettikleri vaha, onlar yaklaştıkça uzaklaşmaktadır. Hayal kırıklığı acı vericidir. O serap her zaman benim gözümün önündeydi. Vahanın içinden seslenen gür sesli bir hatip, vahaya ulaştığım takdirde tüm sorunlarımın çözüleceğini söylüyordu. Vaha çok güzeldi. İçinde göller, ağaçlar ve çeşitli yiyecekler vardı. Ama aklım bu vahanın gerçek olmadığını biliyordu. Gözümse vahanın varlığından emindi. Gözümün gördüğüyle aklımın bildiğinin çelişmesi çıldırtıcıydı. Ben aklımı dinledim. O sözde vahaya girdiğim takdirde su yerine avuç avuç kum yutacağımı biliyordum. Ama sadece bilmek, mutlu olmak için yeterli değildi. On dört yıl boyunca gözünün önünde bir vaha görüntüsüyle çöl sıcağında yol gitmek çok acıydı.

"Artık ölebilirdim
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim
Bundan senin haberin var mı"

Bu çölün biteceğine dair umudum tükenmişken uzakta bir orman göründü. Başlangıçta ormanın gerçekliğinden şüphe ettim. Onun da bir serap olması mümkündü. Ancak yaklaştıkça uzaklaşmıyordu ve ormana yaklaştıkça hava serinliyordu. Nihayet çölün bittiği ve ormanın başladığı yere ulaştım. Biraz tereddüt ettikten sonra cesaretimi toplayıp ormandan içeri ilk adımımı attım. Orman serindi, sulaktı ve huzurluydu. Galiba cennetteydim. Tabii her şeyin başlangıçta göründüğü kadar kolay olmadığını kısa sürede anladım. Yolculuk devam ediyordu ve orman tehlikelerle doluydu. Yırtıcı hayvanlara yem olmak işten bile değildi. Ancak yine de orman çölden güzeldi ve burada olduğum için memnundum.

Bin bir tehlikeden sağ çıkıp yolculuğa devam ettim. Bir süre sonra çok kuvvetli akan geniş bir nehrin kıyısına geldim. Nehrin karşı tarafında ışıkları, sokakları ve binalarıyla mamur bir şehir vardı. Çok sevindim. Yaşadığım mutluluk sınırsızdı. Hemen nehri geçmenin yollarını aramaya başladım. Yüzmem mümkün değildi çünkü nehir çok şiddetli akıyordu. Ağaçlardan sal yapıp karşıya geçmeye kalksam nehire bıraktığım anda sal paramparça olurdu. Kuş olup uçmam da mümkün olmadığına göre karşıya geçmek için bir köprü inşa etmem gerekiyordu. Ancak elimde malzeme yoktu. Olsaydı bile köprüyü inşa edecek mimarlık, mühendislik ve ustalık bilgisinden yoksundum. Umutsuzluk içerisinde olduğum yere çöküp kaldım. Çölde olduğum zamanlardan bile daha mutsuzdum.

*

Eşcinsel terapi sürecinden geçenler yukarıda yazdığım hikâyedeki temsilleri az çok tahmin etmişlerdir. Başıma gelen bela eşcinsellik ve eşcinsellik hayatıma ciddi anlamda etki etmeye başlayalı on dört yıl oluyor. Çölün bitiminde başlayan orman eşcinsel terapi sürecini, ormanın içindeki tehlikeler sürecin zorluğunu temsil ediyor.

Nehrin karşısındaki şehrin heteroseksüel dünya olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Eşcinsel terapide belli bir aşamaya geldikten sonra eşcinsellik kalıntıları en son dert ettiğiniz şey oluyor. Daha çok okb, kişilik bozuklukları, depresyon ve eşcinselliği tetikleyen kişilik özellikleri gibi konulara yöneliyorsunuz. Dolayısıyla nehrin karşısındaki mamur şehir, psikolojik olarak sağlıklı insanların dünyasını temsil ediyor.

Karşıya geçme isteğimin yerine gelmemesinden ötürü yaşadığım mutsuzluksa depresyonu temsil ediyor. Aslında depresyon yani sağlıklı insanların dünyasında olmama hâli, on dört yılın her aşamasında gizli olarak var ancak karşıdaki şehri görünce aleni hâle geliyor.

Beni karşıya geçirecek köprüyse çözmekte en zorlandığım konuyu, duygusal yoksunluğu ve varsa eğer beni o yoksunluktan kurtaracak olan kişiyi/kişileri/olayları temsil ediyor.

*

Son terapiden bu yana hayatımda güzel değişiklikler meydana geldi. Evet karşı şehre gidemiyordum ama burada, nehir kıyısında mutlu olmak da mümkündü. Ben de gözümü şehre dikerek boş oturmayı bırakıp harekete geçtim. Kendime çadır yaptım. Odun kırdım, ateş yaktım, yemek pişirdim. Dağlardan şifalı otlar topladım. İki ağaç arasına hamak gerip uzandım. Kitap okudum, ibadet ettim vs. Uzun bir aradan sonra mutlu olabildim. Ruh halim düzelince köprü yapma ve karşı şehre geçme meselesini fazla önemsememeye başladım. Çünkü depresyon öyle bir illet ki tüm sorunlara büyüteçle bakıyorsunuz. Köprü yapmak ve karşıya geçmek elimde değildi ancak depresyonla mücadele ederek sorunları abartmadan olduğu gibi görmek elimdeydi. Bu ay ilaç ve terapi yardımıyla bu mücadeleyi başarmaya çalıştım. Acziyetimi ve gücümün sınırlarını kabullendim. Genellikle yalnızken yaptığım faaliyetlerden mutlu oldum. Benimle görüşmek isteyen arkadaşlarla görüştüm. Kendimin tasarladığı buluşmalar da oldu. İnsanlarla iletişime geçmek için olağanüstü bir çaba harcamadım. Tüm iletişimler hukuk tabiriyle "hayatın olağan akışında" gerçekleşti. Namazların sadece farzlarını kılardım, depresyondan kurtuldukça sünnetleri de kılmaya ve tesbihat yapmaya başladım. Hayatımın rutinlerini yeniden inşa ettim. Yatma kalkma saatlerim, işten eve geldikten sonra yaptıklarım, hafta sonlarını yaşayış şeklim yaklaşık olarak benzerdi.

Tabii, karşıdaki mamur şehir bir taş atımı mesafedeyken burada kalakalmak insanı üzüyordu ama ne yapılabilirdi:

"Ele geçmezse eğer sevdiğimiz,
Çâre ne?  Eldekini sevmeliyiz."

Uzun bir aradan sonra şükürler olsun ki mutlu ve huzurluyum.

Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl ni'me'l-Mevlâ ve ni'me'n-nasîr.
(Allah, bize yeter, O ne güzel vekildir. Ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.)

Yavuz Efe

  • Newbie
  • *
  • İleti: 21
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #43 : 26 Ağustos 2024, 02:59:13 ös »
Az sabret, benim az kaldı, seni helikopterle almaya gelicem , ayarlayamazsam da başka çare yok nehri kurutcaz artık, rahatta kal reiss

Ömer Yılmaz

  • Newbie
  • *
  • İleti: 38
    • Profili Görüntüle
Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Yanıtla #44 : 26 Ağustos 2024, 03:34:51 ös »
Canım kardeşim, desteğini hissetmek çok güzel ve çok özel. Bütün bu sorunları birlikte çözüme kavuşturacağız inşallah ve bir gün tırmandığımız yamaçlara bakıp, "Bunları biz mi aştık gerçekten?" diye hayret edeceğiz. İyi ki tanışmışız, iyi ki varsın ve iyi ki yanımdasın.