ALTINCI TERAPİ (DEVAMI 2)
06/01/2024
Hemcinslerime karşı cinsel ilgim sona erdi, duygusal ilgimse devam ediyor.
*
İngilizce kursu alsam da işten geldikten sonra İngilizceye mi çalışsam diye düşünüyorum. Yüksek lisans yapabilmek ve akademisyen olabilmek için İngilizceye ihtiyacım var. Yoksa ben boşluğumu yine ölülerle mi doldurmaya çalışıyorum? Halbuki benim hayata ihtiyacım var.
*
Hangi konulara yatırım yapmam gerektiği az çok belli oldu: 1- İnsan ilişkileri 2- Duygu 3- Hayatın içinde olmak.
Narsistler nokta atışı eleştiriler yapabiliyorlar. Kusur görmeyi iyi biliyorlar.Yukarıda saydığım üç konuda eksik olduğumu babam bana daha önce söylemişti hatta kitapların beni hayattan uzaklaştırdığını bile söylemişti. Onların eleştirelliklerinden faydalanabiliriz. Kusurları araştırmak ve bilmek zorundalar çünkü bu şekilde kendilerini güçlü hissediyorlar. İçsel bir tatmin kaynakları yok, güçlerini dışarıdan sömürmeliler. Ve bu güç rahmani kaynaklardan değil şeytani kaynaklardan gelmeli. Mesela dürüst olmak bir güç ancak orantılı ve sağlıklı bir güç. Oysa onların orantısız ve sağlıksız güçlere ihtiyaçları var. Başkalarının kusurlarını öğrenip yeri ve zamanı gelince kullanmak üzere zihinlerinin gerekli yerlerine istifliyorlar. Narsist insan, beynini eleştiri çöplüğüne çeviriyor. Tüm zamanını o çöplükte eşelenip işine yarayaracak açıklar bulmakla geçiriyor.
*
Eşcinsel erkek, sağlıksız güçsüzlüğünü ancak sağlıksız bir güçlülükle doldurabiliyor.
*
Etrafı kızlarla ve yancı erkeklerle dolu yakışıklı bir erkek gördüğümde artık onu kıskanmıyorum. Hakiki özgüvene sahip insanlar başkalarıyla ilgilenmiyor. Başkalarının karıları, arabaları, kıyafetleri, meslekleri, paraları onları ilgilendirmiyor. Onlar hayat kaynaklarını içten alıyorlar, dıştan sömürmüyorlar. Kişinin kendi erkekliğinden şüphesi yoksa başkasının erkeksi özelliklerinden rahatsız olmuyor.
*
Başarısızlıkla geçen üç erkek buluşmasından söz etmek istiyorum.
İlkini dün yaşadım. Aynı kurumda çalıştığımız iki kişiyle birlikte cuma namazını kılmak üzere Merkez Camii’ne gittik. Ben genellikle okuldan koşturarak gelip, alelacele yemek yiyip, ondan sonra kurumun en yakınındaki camiye gittiğimden kimse bana bu konuda bir teklifle gelmiyordu ancak bu sefer kuruma erken döndüğümden ötürü namaza birlikte gitmeyi teklif ettiler. Mecburen kabul ettim. Caminin uzakta olması, müezzinin ezanı yavaş okuması, imamın namazı ve hutbeyi fazla uzatması gibi hususlardan ötürü kuruma geciktik. Gecikince işlerimi tamamlayamadım. Yolda konuştukları konular beni canımdan bezdirdi. Memur sohbetlerini bilirsiniz. Her şeyden şikayet edilir ama şikayet edilen konuları değiştirmek için hiçbir şey yapılmaz, maaş her zaman için sorundur, hiçbir zaman yetmez ancak günde birkaç saat çalışılarak bu kadar kazanmanın bile büyük bir nimet olduğunu kimse idrak edemez veya etmek istemez, gözler hep başkasının parasındadır ancak o başkası kadar çalışılmak da istenmez... Artık benim yanımda olumsuz konuşmalarını yasaklayacağım. İkinci üniversiteyi okuyorum, para kazanabilmek için sabah akşam icra takibi yapyorum, iki haftada bir terapi için İstanbul’a geliyorum... Benim şikayet etmeye vaktim kalmıyor, şikayet edebilmek için boş vaktinizin olması gerekiyor. Dertleşmeyi seviyorum ama şikayet dinlemeyi sevmiyorum. Çünkü dertleşmede bir çözüm arayışı var. Oysa şikayette sorunları sadece anlatmak var, çözmeye çalışmak yok. Dertleşmek her iki tarafı da ruhen daha yüksek bir noktaya taşırken şikayet etmek iki tarafı da bataklığa çekiyor.
Memuriyet insanı yavaş yavaş öldüren bir zehire benziyor. Bu zehirden etkilenmemek için elimden geleni yapıyorum ama nafile, kurumun kapısına yaklaşınca dahi o ataleti, o kokuşmuşluğu hissediyorsunuz. İnsanlar başarılı olmanın tek yolunun köpek gibi çalışmak olduğunu bilmiyor mu yoksa bilmezden mi geliyor? Benim babam kendimi bileli iki işte birden çalışıyor. En sonunda istediklerini elde etti ancak bunun karşılığında vaktini, beden sağlığını ve ruh sağlığını verdi. Kendisi ileri bir yaşta değil ancak dizleri tutmuyor. Parasız kalmış evli ablasına bayramlık alacak kadar -ki halam bu olayı hep gözleri dolu dolıu anlatır- ince düşünceli ve kibar olan yirmi yaşındaki o delikanlı artık öfkeye boğulmuş bir halde yaşayan elli küsur yaşında kaskatı bir adam.
İkinci başarısız buluşmayı dün akşam yaşadım. İş çıkışında okuldan iki arkadaşı –biri bana “seninle ailecek görüşmek isterim”diyen arkadaştı- aldım ve birlikte bir kafeye oturduk. Başlangıçta sohbet güzel gidiyordu ancak beni sonraları şikayetleriyle boğdular. Onlar konuştukça ben kabuğuma çekildim –yanlış ve pasif bir tutum. Ben hayat içerisinde izleyici ve gözlemci rolünü o kadar benimsemişim ki insanlar da beni o role layık görüyor. Bazen, “Hayır! Ben izleyici değil oyuncuyum!” diye bağırasım geliyor. Hayatın dışında kaldığım her dakikayı acı çekerek yaşıyorum. Bu olumsuz tecrübe sonrasında anladım ki derin konuları konuşacağım hemcinslerim başka, yüzeysel konuları konuşacağım hemcinslerim başka.
Üçüncü başarısız buluşmayı bu sabah yaşadım. Yalnız bu sefer başarısızlık buluşma gerçeklemeden meydana geldi. Dernekte sabah namazından sonra evrad-ı şerif okunacak ve kahvaltı edilecekti. Uyandığımda vakit vardı, derneğe yetişebilirdim ancak hem dünkü başarısız buluşmalardan hem de dernektekilerin yaşça benden epey büyük olmalarından ötürü derneğe gitmedim. Halbuki gitsem iyi olurdu. En azından çıkışta çarşıyı gezer sonra da nehir kenarında yürüyüş yapardım.
Yaşadığım bu olumsuz insan ilişkilerinden ötürü sinir küpüne dönmüş bir halde yatakta oturuyordum. Öfkeliydim. Başıma ne geliyorsa kadına değil de erkeğe kök saldığım için geliyordu. Kendimi kökleri havaya kalkmış, gövdesiyle dalları da yere gömülmüş ters bir ağaca benzetiyordum. Evet, bir erkek olarak erkeğe kök salınca böyle bir hilkat garibesine dönüşmüştüm. Büyüsem, gelişsem ne olacaktı ki? Tüm yapraklarımı, meyvelerimi, güzelliklerimi yer yutacaktı. Daha sağlam, daha kuvvetli köklere sahip olunca ne değişecekti? Havadaki boşluğu daha mı iyi saracaktım? Boşluğu daha güçlü kavrayınca boşluk yok olacak mıydı peki? Ne olursa olsun bu ağaç kurumamalıydı. Yapılması gereken tek şey, ağacın köklerini toprağa oturtup dallarını da göğe kavuşturmaktı. Öfkemin geçmesi için hemcinslerimi düşünerek duygusal fantezi kurmayı denedim. Daha çok geriliyordum. Bir erkeğe dokunmak, bir erkeğe yaslanmak iyi gelmiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Derken nereden aklıma geldiyse bir kadınla duygusal fantezi kurmayı denedim. Radyo dinlerken araya bazen başka kanallardan cızırtılı bir sesin girmesi gibi gözümün önüne yer yer narsist tiplerin görüntüsü gelse de o görüntüleri def etmek zor olmadı. Aynı sınıfta okuduğumuz, benim ilgimi çeken ve onun ilgisini çektiğim kızı düşündüm. Ona dokunduğumu, onun saçlarını okşadığımı hayal ettim. Bir anda gerginliğim sona erdi. Pamuk gibi olmuştum. Çok şaşırdım. Madem rahatladım bari bir yürüyüşe çıkayım dedim. Yolda yürürken yaşı benden küçük olan hemcinslerimi kardeşim gibi görüyor ve onları cinsellikten tamamen bağımsız bir şekilde sevimli buluyorken, yakın yaşta olduklarımdan ve benden büyüklerden ise tiksiniyordum. Erkeksi özellikleri baskın olanlardan daha çok tiksiniyordum. Erkekten tiksinmek benim için çok yeni bir duyguydu, şaşkın ve mutluydum. Yaşadığım hayal kırıklığının etkisi geçince hislerimin olağan seviyesine geri döneceğinin farkındaydım ancak hemcinslerimden sadece cinsel olarak değil duygusal olarak da uzak olmak benim için güzel bir adımdı. Yürüyüş boyunca kadınların konuşmaları, ses tonları, hal ve hareketleri dikkatimi çekti. Gözlerim aynıydı ancak bakış değişmişti. Yürüyüşün sonlarına doğru erkek tiksintisi sona erdi ancak gün boyunca o kızın içinde olduğu duygusal hayaller kurmaya ve bu hayaller vasıtasıyla rahatlamaya devam ettim. Daha önce hiç görmediğim bir kapının eşiğinde hissediyordum kendimi. Erkeklerin içinde olduğu duygusal hayaller kurmayı canım çekmiyordu. Testosteron sahibi bir mahluk, testosteron sahibi bir mahlukla fıtrat dışı bir ilişki yaşarsa veya yaşadığını düşünürse çarpan etkisiyle birlikte öfke ve gerginlik had safhaya ulaşıyordu. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe’ye, (radıyallahu anha) “Ey Aişe! Konuş da ferahlayayım!” hitabı ile sizin, “Bir kadının bir erkeğe verdğini bir erkek asla veremez.”, “Şu an tüm sorun hayatında bir kadının olmaması” ve “Eşcinselliğin en kötü yanı bir kadının sana verebileceklerinen mahrum kalıyorsun.” sözleriniz zihnime daha net bir şekilde oturdu. Eskiden bir erkek beni hayal kırıklığına uğrattığında hayali olarak narsist erkeğe koşuyordum. (Erkekten zarar görüp de sözde süper-erkeğe sığınmanın nasıl bir mantığı vardı acaba?) Evlenmiş olan yirmi bir danışanınızdan hiç boşanan olmamasının ve hepsinin de iyi eşler olmasının sebebini çok iyi anlıyorum. Kadınsızlığın ne büyük bir eksiklik ve ne bela bir şey olduğunu bilen eski-eşcinsel erkek eşinin kıymetini çok iyi biliyor. Böylece eşine ilgi göstermek ve kocalık sorumluluklarını yerine getirmek hususunda dikkatli davranıyor ve büyük kavgalar ile boşanmalar meydana gelmiyor.
*
Ömer Yılmaz kurgusal bir karakter. Anlattıklarımın kökü her ne kadar gerçekliğe uzansa da ben yazarken o gerçekliği kısmen değiştiriyorum. Gerçekliği değiştirmesem bile ona daha işime yarar bir açıdan bakınca gerçekliğin bazı kısımları gölgede kalıyor, en güzel şekilde çıktığımız fotoğraf açısını bilip de tüm fotoğrafları o açıdan çekinmeye çalışmamız gibi. Ömer Yılmaz kusurunu anlattığında bile onu bir güçlülük çerçevesinde anlatıyor. O kusuru nasıl aştığından veya aşma azminde olduğundan bahsediyor. Dili kılıç gibi kullanıyor, kelimelerin altından girip üstünden çıkıyor. “Helal sihir” denilen edebiyatı etkili bir şekilde kullanarak, aralara bol bol psikoloji bilgileri serpiştirerek okuyanı etkileyebiliyor. Ünlü insanların içinde çok sayıda narsist bulunması gibi, tanınmış yazarların arasında da çok sayıda gizli narsist bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü narsist kişilerin insanlar üzerinde büyüleyici bir etkisi var. Bu etki geçici olabilir, ruhen sağlıklı insanlar üzerinde fazla geçerli olmayabilir ancak bu etkinin kitleleri peşinden sürüklediği aşikar. Ömer Yılmaz benim hem narsistik yönüm hem de ideal benliğim. Gerçek benliğim ile ideal benliğim arasında maalesef belirli bir fark var. Bu fark belli bir düzeyi aştığında çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açabildiğinden ötürü gerçek benliğimi idaeal benliğime yaklaştırmaya çalışıyor, ideal benliğime ise asla sahip olamayacağım özellikler atfetmemeye çalışıyorum. İyileşme sürecim sorunsuz ilerlemiyor, birçok sorunla karşılaşıyorum ancak bu sayfaya sorunlardan çok çözümleri yazmayı kendim için daha doğru buluyorum.
*
Malumdur ki bir yazarın kitabını okumak onunla konuşmak gibidir. Bu yüzden eski devirlerde, bir mürşid-i kamil bulamayan ancak tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlere Kûtü’l-Kulûb gibi tasavvuf klasiklerinden günde belirli bir miktar okumaları tavsiye edilirmiş. Üniversitedeyken klasik eserleri okumaya özen gösterir ve şöyle düşünürdüm: İmam Gazali gibi muhteşem bir zekanın kitabını okuyup onunla sohbet etmek etmek varken neden hayatını iki yüz kelimeyle idame ettiren bozuk Türkçeli oda arkadaşım Ahmet’in saçma sapan dertlerini dinleyerek vakit kaybedeyim ki? Ahmet’i neden İmam Gazali’ye tercih edeyim? Çok yanlış düşünüyormuşum. Bir kere bu düşüncede aşağılama var. İkincisi duygusuzluk ve umursamazlık var. Üçüncüsü Ahmet’i sadece belirli özelliklerinden ibaret görüp birçok özeliğini yok saymak var. Ahmet’ten belki zikrin faziletlerini öğrenemezdim ancak esnafla nasıl konuşulması ve sanayiye gidince kazık yememek için neler yapılması gerektiğini öğrenebilirdim. Veya onun, üzerine kalın kitaplar konularak bastırılmamış doğallığından istifade edebilirdim. Ahmet’le evlilik hakkında konuşsaydım evlilik meselesi daha erken gündemime girebilirdi veyahut bu konudaki eksikliğimin farkına varıp terapilere daha erken başlayabilirdim. Onun sokaktan öğrendiği erilliği bana güç katabilirdi. Bana gülerek tüm samimiyetiyle “kanka” diye hitap edişi bütün kasvetimi dağıtabilir ve benimle kurduğu bağ eşcinselliğimi geriletebilirdi.
Kadın meselesi mütedeyyin genç yetişkinler arasında genellikle “evlilik” başlığı altında konuşulur. Konuşmaya metroyu su basmasından bile başlansa konu muhakkak evliliğe gelir. Arkadaşlarımı bu yüzden çok yüzeysel bulurdum. Onları okuldan ve evlilikten başka bir şey düşünmeyen zavallılar olarak görürdüm. Halbuki yirmi yaşındaki bir gencin birinci hedefinin okulu bitirmek, ikinci hedefininse evlenmek olması çok normal değil midir? İşin aslı şuydu ki; bölümümü sevmediğim için okul hakkında, eşcinsel olduğum içinse evlilik hakkında konuşmak istemiyordum. İsteksizliğimin farkındaydım ancak bu isteksizlik sebeplerinin farkında değildim. Onlar yüzeysel değildi, ben sorunlarımla yüzleşmekten kaçınıyordum. Çünkü sorunlarımla yüzleşseydim bölümümü değiştirmek ve terapilere başlamak zorunda kalacaktım ki bu tüm düzenimin bozulması ve sözde yüceliğime zarar gelmesi demekti. Öyle ya ben o kadar yüksekteydim ki ne bir mesleğe ne de bir eşe ihtiyacım vardı!
Rivayet odur ki “ev” kelimesinin aslı “dev” kelimesiymiş de insanlar evlenmekten korkmasın diye “dev”e “ev” demişler. Onlar sürekli evlilikten bahsederek bu büyük olaya kendilerini hazırlıyorlar ve kendi gelişim evrelerine uygun davranıyorlarmış. Kaderde arkadaşlarımın yirmi yaşındaki haklılıklarını otuz yaşında tasdik etmek de varmış. Artık ortalama erkek davranışlarını yadırgamıyor ve kendim de o davranışları uymaya çalışıyorum. Tüm bunları pişman olduğum için anlatmıyorum. Tüm hatalarımı tren rayları olarak görüyorum. Bu raylar beni ilerletip belirli bir noktaya getirdi ve nihayet iyileşme sürecim başladı.
08/01/2024
İki gün önce yaşadığım erkek tiksintisi şu an devam etmiyor olsa da hayatımda ilk defa bir kadınla ilgili olarak duygusal fantezi kurmak benim adıma önemliydi. Zor durumda kaldığımda ilk kez erkeğe değil de kadına sığındım. Duygusal yönden bağlılığımın kuvvetli olduğu bir kız olsaydı sığınma hâli ve erkek tiksintisi daha uzun sürebilirdi ancak o kıza karşı kuvvetli bir ilgi hissetmiyordum.
Erkek ve kadın görüntüleri zihnimde gelip gidiyor. Erkek görüntüleri hâlen baskın olsa da kadın görüntüleri de silik bir şekilde beliriyor. Şu sıralar galiba her iki cinse de duygusal ilgim mevcut bulunuyor.
*
Üç gün önce, cuma namazından sonraki yetersiz erkek sohbetinden son derece rahatsız oldum çünkü beni hayatından dışına iten her şeyden kötü etkileniyorum. Yaşamaya hasret kalmış birine ölüler fayda etmiyor. Ölüden kastım beden olarak değil ruhen ölü olanlar. Hz. Mevlana (kaddesalahu sırrıhu) bedenen ölü ama ruhen diri. Toprağın altındaki ölülere rahmet dilemeli, toprağın üstündeki ölülerdense uzak durmalıyım. Ölüler beni gri bölgeye sokuyor. Gri bölgenin ne bela bir şey olduğunu her eşcinsel bilir. Bir danışanınız gri bölgeyi kabir azabına benzetmişti. Gri bölgede acı çekerken bedeninden çıkmak istiyorsun ama çıkamıyorsun. Küçükken babam beni azarladığında gri bölgeye girerdim. Dediklerini kabul eder, susardım. Oysa kardeşim kabul etmez, muhakkak cevap verirdi. Hatta bir keresinde tahta dolabı yumruklayarak dolabın kapağını parçalamıştı. Bense azarlamalardan etkilenmemek için kendimi hissizleştirir, gri bölgeye girerdim. Taciz/tecavüz mağdurları da aynısını yapıyor. Yıllar boyunca o kadar hissizleşmiştim ki yirmi yedi yaşındayken dahi bir gelecek planım yoktu. Ben on sekiz yaşına kadar dünyanın en kötü evladı olduğuma inanıyordum çünkü beni buna ikna etmişti. Babamın tipik huylarından birini başka bir insanda gördüğümde, hoca saatlerce slayt okuyarak ders anlattığında, biri karşıma geçip hayattaki her şeyden şikayet ettiğinde, pasif ve çekingen kaldığımda, kısacası bir şekilde hayatın dışına itildiğimde gri bölgeye giriyorum. Beni hayatın dışına iten her şey doğrudan eşcinselliğin içine düşürüyor. Gri bölgeden çıkma yöntemlerini terapide size sormalıyım. Babam beni duygusal olarak hadım etmeye çalışmış, bir ölçüde başarılı olmuş ancak şükürler olsun ki tamamen başaramamış. Benim çekingen olmamdan rahatsız olurdu ama bu duruma kendisi sebep oluyordu. Yani bana hem yemek vermiyordu hem de beni zayıfım diye eleştiriyordu. Bir kişide bir soruna sebep olup sonra da o sorundan dolayı kişiyi eleştirmek narsistlerin temel huylarındandır. Eleştirecek bir şey muhakkak bulur, bulamazlarsa kendileri meydana getirirler.
*
Jung’un kuramına göre toplumun onayını almak için, insanın dış dünyaya karşı takındığı maskeye “persona” denir. Persona, çevremizdekilerin bizi görüp tanıdıkları yanımızdır. Mesela okulda öğrenci rolünü, işyerinde çalışan rolünü oynarız. Sabah uyandığımızda canımız hiçbir şey yapmak istemiyor olsa bile yataktan kalkıp öğrenci, çalışan veya herhangi bir rolün gereklerini yerine getiririz çünkü rol yapmak demek içimizden geldiği gibi değil nasıl davranmamız gerekiyorsa öyle davranmak demektir. Persona gereğinden fazla güçlenirse yani insan sadece oynadığı rollerden ibaret hâle gelirse kişiliğin diğer yanları güdükleşir ve şişme (inflation) meydana gelir.
“Gölge” ise saklı kişiliğimizdir, en temel arzularımızdır. Gölge, insanın kendi cinsiyetini temsil eder ve kendi cinsinden kişilerle ilişkisini etkiler. Örnek verecek olursak kişinin gölgesi bir insanı öldürmek isteyebilir ancak “kurallara uygun yaşayan iyi vatandaş” personası bu kanun dışı isteğe engel olur.
Eşcinsellerde “persona”nın kuvvetli, “gölge”nin zayıf olduğunu düşünüyorum. Eşcinsel erkeğin gölgesi zayıf olduğundan eşcinsel erkek bu açığı bolca rol yaparak kapatmaya çalışıyor. İyi çocuk rolü, iyi vatandaş rolü, iyi çalışan rolü, iyi danışan rolü gibi roller eşcinsellerde sıkça görülüyor. Bu çok ciddi bir şişmeye (inflation) sebep oluyor. Şişmenin olumsuz etkileri sık partner değiştirerek, çok sayıda cinsel ilişki yaşanarak giderilmeye çalışılıyor.
İdealist rumuzlu kardeşimin beğendiğim bir ses kaydını size gönderdim. Kaydı dinlemenizin üzerinden beş dakika bile geçmemişti ki ses kaydındaki fikirleri esas alarak bir tivit attınız. Bir tane tivit atmak için benim gibi günlerce düşünme ihtiyacı duymadınız. Doğal bir kişiliğiniz var. Gölgeniz kuvvetli, personanız zayıf. Rol yapmyorsunuz. Bu kişilik yapınız gölgesi zayıf personası kuvvetli tipik eşcinsel yapısına iyi geliyor. Kişilik yapınız terapinin olumlu yönde ilerlemesine katkıda bulunuyor. Ancak gerçek hayatta ve sosyal medyada kuvvetli gölge dokuz köyden kovuluyor. İnsanlar kuvvetli gölgeden ürküyor. Bu durum sistemin dışına itilmenize sebep oluyor. Bu fikirlerimi eleştiri değil de tespit bağlamında dile getirdiğimi özellikle belirtmek isterim.
https://x.com/psikologkacin13/status/1743003654087417951?s=46&t=4KpnTtqaqHiWdUHSB6AfwQ09/01/2024
Bu sabah gergin bir şekilde uyandım. Gerginlikten kurtulmak için bir erkekle duygusal ilişki kurduğumu hayal ettim ancak fayda etmedi. Bir süre sonra kopma noktasına geldim. Başım öyle ağrıyordu ki alnıma oklar saplandığını zannediyordum. Sınıftaki ufak tefek, sevimli bir kızla duygusal ilişki kurduğumu hayal edince gerginliğim sona erdi. Benzer olayları gün boyunca yaşadım. Artık bir erkeğe ilgi duyar gibi olduğumda aklıma erkekle değil de kadınla duygusal ilişki yaşadığımı getiriyorum. Erkek beni geriyor, kadınsa rahatlatıyor. Çalıştığım kurumdaki ilgimi çeken arkadaş bugün yanıma geldi. Elini omzuma koyup dakikalarca çekmedi. Birkaç hafta önce olsa bu durum bütün dengemi bozardı, bugünse fazla etkilenmedim. Artık erkeklerden duygusal olarak da fazla etkilenmiyorum. Erkek etkisi beni geriyor. Bir erkekten etkilenecek olsam bile bir kadınla duygusal bağ kurduğumu hayal ettiğimde (dokunmak, sarılmak vs.) o etki üzerimden siliniyor ve rahatlıyorum.