DÖRDÜNCÜ TERAPİ (DEVAMI)
07/12/2023
“Hikmetleri kelimelerin kalbine indiren Allah’a hamd olsun.”
İbn’ül Arabi (kaddesallahu sırrahu), Füsus’ul-Hikem
Dün akşam sizinle telefonda 39 dakika konuştuk. Yazılarımın beğenildiğini ve yazıyı beğenenlerin sizi aradığını söylediniz. Bunu duyunca çok mutlu oldum, heyecanlandım. Yazdıklarım bir kişiye bile faydalı olmuşsa harcadığım emek boşa gitmemiş demekti. İnsan özellikle de zor zamanında ufak bir umuda dahi muhtaç oluyor; kendini kurtaracak bir ses, bir görüntü, bir insan arıyor. Sözleriniz beni mutlu etti ancak aynı zamanda kaygılandırdı. Bu kaygının sebebini ancak yaklaşık altı sene önce olmuş bir olayı anlatarak açıklayabilirim.
2018 Nisan’ında bir cumartesi sabahı telefonunun çalmasıyla uyandım. Saat 10’du. Telefonun ekranında çok sevdiğim Hikmet hocamın ismini gördüm. Hayırdır inşallah deyip telefonu açtım. Yeni uyandığımı anlayan hocam aradığına pişman oldu. Eski oda arkadaşım sabah namazından sonra uyumadığımı kendisine söylediği için aramaktan çekinmemiş. Bense işinden yeni ayrılmış, ne yapacağını bilemeyen taze bir stajyer avukat olarak kaldığım yurt odasının tüm perdelerini kapatmış bir halde sabah akşam karanlık içinde oturuyor, ekşi sözlükten “majör depresyon” başlığındaki yüzlerce sayfa yazıyı okuyarak derdime çare arıyordum. Yemek ve uyku düzenim alt üst olmuştu. Telefon ekranından sıkılınca bilgisayar ekranına, bilgisayar ekranından sıkılınca telefon ekranına bakıyordum.
Hikmet hocam, bir kitap kafede kitap okuma programı yapmak istediklerini, bu işi benim yürütebileceğimi söyledi. Tekliften çok emir niteliği taşıyan bu cümleyi ilk duyduğumda pek memnun olmadım. Kimseyi eğitmeye isteğim ve tek sayfa çevirmeye mecalim yoktu. Teklif/emir reddedemeyeceğim bir insandan geldiği için çarnaçar kabul/itaat ettim.
On kitaplık bir liste hazırlayıp Hikmet hocanın başında bulunduğu komisyona sundum. Kitaplar kabul edildi ve her hafta bir kitap okunup o haftanın cumartesi günü öğle namazını müteakip kitap tahlilinin yapılmasına karar verildi.
İlk programın sabahında uyanıp, kitabı okuyup, gerekli notları yazdıktan sonra yurttan çıktım ve kitap kafenin yakınlarındaki camide öğle namazını kıldım. Namazdan sonra program başladı. Yirmi çift göz beni izliyordu. Önce aldığım notlardan bir madde okuyor sonra o maddenin açıklamasını yapıyordum. Kimsenin dikkati dağılmıyordu, herkesin keyfi yerindeydi. On hafta boyunca bu program aksamadan yüksek katılımla devam etti. Ancak benim için büyük bir sorun vardı. Program esnasında bir yıldız gibi parlarken program bittikten sonra kafede çay içerken adeta kara deliğe dönüşüyordum. Herkes günlük meselelerden büyük bir rahatlıkla bahsedip espriler yapabiliyordu. Bense konuşmalara ayak uyduramıyordum. Sahne ışığı üstümden çekildikten sonra gölgeden ibaret kalıyordum. Anladım ki kendi kişiliğime güvenmediğim için ben hep o sahne ışığına yatırım yapmışım. Diplomalar, kitaplar, yüzeysel insan ilişkileri ışıltıyı kuvvetlendirirken kişiliğimi zayıflatıyordu. Kişiliğim zayıfladıkça ışıltıya daha çok bağlanıyordum. Zaaflarımı, korkularımı, kaygılarımı, eşcinselliğimi birisi görecek diye ödüm kopuyordu. O ışıkla insanları kör etmeliydim ki beni görmemelilerdi. “Başaracağını başarmışsın, artık kendine yatırım yapman gerekiyor.” derken neyi kast ettiğinizi tam anlamamıştım. Galiba yeni anlıyorum.
Siz bana insanların yazılarımı beğendiğini söylediğinizde tüm bu anlattıklarım hızlı bir şekilde gözümün önünden geçti. Yazılarımdan keyif alanlar sohbetimden de aynı keyfi alacak mı emin değilim. Almayabilirler elbet, bu ihtimal içimde büyük bir kaygıya sebep olmuyor. Sadece kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.
08/12/2023
İşten geldikten sonra ilkin yemek yiyor sonra bilgisayarı açıyorum. Birkaç cümle yetmiyor, paragraflarca yazmak istiyorum. Ahmet Mithat Efendi’ye dedikleri gibi “kırk beygir gücünde yazı makinesi” diyecekler yakında bana. Yazmaya terapi sürecine faydalı olması için başlamıştım ama artık sadece o amaçla yazmıyorum. Sahte sahne ışığı olmaktan çıkıp birilerine ümit ışığı olmak istiyorum. Sadece ben değil, bu süreci yaşayan herkesin yazması gerekiyor. Terapi, Fatih'teki deri koltuklu odadan ibaret değil; orada konuşulanlar terapinin sadece bir parçası. Hüseyin Hocanın dediklerini eksiksize yakın bir şekilde yapmak gerekiyor. Ses kaydı, yazı, bekleme odasındaki sohbetler... Hepsi çok önemli. İnsanımız genellikle psikologa gitmiyor çünkü sorumluluk almak istemiyor. Psikolog zaman yönetiminden, uyku düzeninden, ödevlerden bahsettiği an herkes kaçıyor. Doktorun gerekli ilaçları verip hastayı tedavi etmesi gibi psikolog da sihirli birkaç cümle söyleyip danışanını iyi etmelidir diye düşünülüyor. Oysa psikolog ne hekimdir ne de danışanı yalnızca aldığı tanıdan ibaret görür. Psikolog eşitler arasında birincidir ve yürünecek yolu aydınlatan bir yol arkadaşıdır. Kıpırdamak istemeyen danışanını sırtına alıp yürümesi ondan beklenmemelidir. Psikologun kararsız kalınan konularda ne yapılması gerektiğine karar verecek kişi olduğunu düşünen birine: “Siz psikolog değil şeyh arıyorsunuz.” demiştim.
Bekleme odasındaki sohbetlerin ayrı bir tadı oluyor. Bu yüzden saat on ikide geldiğim ofisten saat beşte çıkıyorum. İnsanın kendisiyle benzer kaderleri yaşayan insanlarla hemhal olması paha biçilemez. Ben vaktimin çoğunu geçirdiğim işyerinde, yazdığım dilekçeler ve başlattığım icra takiplerinden ibaretim. Oysa ben bunlardan çok daha fazlasıyım. O farklı kısmı bekleme odasında insanlarla paylaşabiliyorum ve birçok ilginç hikaye dinleyebiliyorum. Anlatmanın ne kadar iyi geldiğini arkadaşımın şehit olduğu gece ve sonrasında tecrübe etmiştim. O gece sabaha kadar ağlamış ve etrafımdakilerle konuşmuştum. Sonraki günlerdeyse olay anını farklı insanlara defalarca anlatmıştım. O zamanlar neden bunu yaptığımı anlamıyordum hatta “Gösteriş mi yapıyorum acaba?” diye kendimi kötü hissediyordum. Sadece yas sürecini hasarsız bir şekilde atlatmaya çalışıyormuşum. Şimdi de aynı duyguları yaşıyorum. Eşcinsellik konusunda boğulana dek konuşmak ve ufukta gün ışığını görene dek yazmak istiyorum.
09/12/2023
Birkaç gün önce bana telegramdan, “Bir psikolog cami kapısına kadar gelir mi?” yazdınız. Evet, normal şartlar altında gelmez. Namazı bitirmemi ofisinizde beklemeyip camiye kadar gelmeniz fedakarlık şemasına bağlı değilse –ki sizde bu şemanın var olduğunu zannetmiyorum ve bu tespitim olumlu bir tespittir- takdire şayan bir davranıştı. Özel olarak bu davranışınızı yazıda birkaç cümleyle geçiştirmeme ve genel olarak terapiyi sizin yapmanıza rağmen kendi kendime terapi yapıyormuşum gibi size yazılarda pek az yer vermeme biraz bozulduğunuzu seziyorum. Bu davranışımın sebeplerini açıklamak isterim.
1- Büyük ihtimalle danışanlarınızın yaş ortalaması on sekiz ila yirmi iki arasındadır. Onların yüksek bir heyecanla sizi baba gibi sahiplenmesine ve sizi yüceltip övmesine alışıksınız. İçinde bulundukları gelişim dönemi gereği kendilerine bir rol model arıyorlar. Sizinle tanışınca sizi o boş tahta oturtmaları fazla uzun sürmüyor. Oysa ben otuz yaşındayım. Onlar kadar coşkulu olmam ve her iyilik gördüğüm insana kalkanlarımı indirerek yaklaşmam mümkün değil. Yaş almanın insanı daha temkinli bir hâle getirdiği aşikar. Örnek aldığım abilerim, büyüklerim, hocalarım var olsa da içinde bulunduğum gelişim dönemi itibariyle rol model kavramı benim için fazla anlam ifade etmiyor.
2- Narsistik eğilimlerim malum. Saygı görüyorum çünkü saygı gösteriyorum. Sevgi görmüyorum çünkü sevgi göstermiyorum. Birini sevmek ve sahiplenmek benim için kolay değil. Sadece sevgi değil tüm hisleri yaşamak noktasında eksiklik hissediyorum –öfke hariç. Mesela dışarı çıkmak istediğim için değil dışarı çıkmanın iyi geleceğini bildiğim için dışarı çıkarım. İçimde dışarı çıkmaya yönelik bir istek uyanmaz. Arkadaşımla buluşmanın iyi geleceğini bildiğim için buluşurum, buluşmak istediğim için değil. Genel bir hissizlik sorunu yaşıyorum. Bundan ötürü sizi şimdilik bu kadar sevebiliyor ve sevgimi de yazılarıma bu kadar yansıtabiliyorum.
3- İçedönük kişilik yapım gereği her şey benim içimde olup bitiyor. Ben dışarıdaki sesi değil o sesin içimdeki yankısını önemsiyorum. Bir insanın gülümsemesini sadece gülümseme olarak algılamıyorum. Benim için bir gülümseme; gülümseyenin iç dünyasındaki sebepleri ve gülümsenenin iç dünyasındaki sonuçları açısından önemlidir. Dış dünya o gülümsemeyi aktarmak için sadece bir araçtır. Bu yüzden sizin bir cümlenizi yazdıktan sonra paragraflarca o cümlenin bendeki çağrışımlarını yazıyorum. O cümleyi söyleme sebeplerinizi tahmin etmeye çalışabilirim ancak henüz terapi sürecinin başındayken terapistimi analiz etmeyi veya analiz etsem bile analizlerimi yazmayı gerekli ve etik görmüyorum. Muhakkak onun da zamanı gelecektir.
11/12/2023
Hayat hikâyesi kısmında dedemin babasının hayatını anlatmayı unutmuşum. Çoğu kişi doğal olarak üç nesil öncesinde neler yaşandığını bilmez. Ben de üç nesil önceki birçok akrabamın isimlerini dahi bilmiyorum ancak babamın babasının babası olan Rauf Yılmaz’ın öyle bir hikayesi var ki altmış iki yıl önce vefat etmiş olmasına rağmen onun maceraları aile içinde hâlen anlatılır.
Rauf dedem yirminci yüzyılın başlarında İstanbul’da doğuyor. Soyu Karabük’ün köklü bir ailesine dayanıyor. Rüştiye’den (ortaokul) mezun oluyor. Yolu nasılsa Ankara’ya düşüyor ve Ankara’da yıldızı parlıyor. O dönemin birçok meşhur binasını inşa etmek dışında Çankaya Köşkü’nün marangozluğunu da yapıyor. Ankara’nın bir köyünde yaşayan dedemin annesi Saniye ile yolları kesişiyor ve evleniyorlar. Ankara’nın güzel bir yerinde daha o yıllarda üç katlı betonarme bir ev yapıp Saniye Hanım’ı eve yerleştiriyor. Evi halılarla, koltuklarla, perdelerle donatıyor. Köylü Saniye Hanım’dan bir hanımefendi meydana getirmek istiyor. Saniye Hanımınsa hanımefendilikte gözü yok, o güzelim evden her gün kaçıp köye gidiyor. Rauf dedem karısını her seferinde eve geri getiriyor ancak günün birinde elbette bıkıyor. Tüm eşyasını toplayıp İstanbul’a taşınıyor. İstanbul’da kepçe operatörlüğü, kaptanlık gibi birçok işte çalışıyor. Ömrü boyunca Ankara ile İstanbul arasında mekik dokuyor hatta dedem sekiz yaşındayken dedemi de İstanbul’a götürüyor. Sonunda elli dokuz yaşındayken Ankara’da vefat ediyor.
Çok sallantılı bir hayatı oluyor. Büyük paralar kazanıyor –köye çuvalla para getirdiği söyleniyor- ama karısına olan nefretinden dolayı parayı elinde tutmuyor, hemen dağıtıyor. Mesela bir gün üç katlı bir binayı çırağına veriyor, başka bir gün kız kardeşine İstinye’den yalı hediye ediyor –o yalının yerine yapılan apartmanı babaannem ile dedemin kardeşi gözleriyle görmüşler. Kırıkkale’ye yirmi bir tane köy okulu yapıp bir rakı sofrasında “Çarıklıya benden hediye olsun.” diyerek tüm senetleri yakıyor. Alkol ve kumara bağımlı oluyor. Dönemin ünlü kadınlarıyla dost hayatı yaşıyor. En sonunda o nefret ettiği köyde vefat ediyor. Şimdi bir mezarı bile yok.
13/12/2023
Mastürbasyon yaparken, bir aktifle sevişip birbirimize mastürbasyon yaptığımızı ve epey gülüp eğlendiğimizi hayal ediyorum. Oral-anal, sadist-mazoşist bir ilişki olmaması, hükmeden ve hükmedilen sıfatlarının ortadan kalkması, eşitler arası bir ilişki olması beni rahatlatıyor. Bu hayalimi düzcinsel ergenlerin yaptığı mastürbasyon partilerine –beş altı ergenin bir video karşısında kendini tatmin etmesi- benzetiyorum. O yaşlarda cinsel kimlik sınırları henüz tam çizilmediği için bazı düzcinsel ergenler birbirine mastürbasyon yapabiliyor. Bu hayalimle düzcinselliğe bir adım daha yaklaşmışımdır diye ümit ediyorum.
*
Sakarya’dan gelen bir danışanınızın terapisine katılmıştım. Danışanınız, telefonuna bakıp annesinin attığı mesajları okumuştu. Annesi, “Sen benim evimin direğisin.” “Sen benim evimin erkeğisin.” yazmıştı. İliklerime kadar ürpermiştim. Kadınlar fiziksel şiddet yerine psikolojik şiddet uygulamaya meyilli oldukları gibi fiziksel istismar yerine duygusal yönden istismar etmeye daha meyillidirler. Kızına, “Sen benim evimin kadınısın.” diye mesaj atan bir babayı düşünelim. O babaya bir daha gün yüzü gösterirler mi? Peki erkek yapınca meşru olmuyor da kadın yapınca mı meşru oluyor? Fizikî yapısı itibarıyla kadın, organ sokmak suretiyle tecavüz fiilini gerçekleştiremez ancak duygusal tecavüz gerçekleştirebilir. Bu tür vakalarda acaba eşcinsellik bir savunma mekanizması işlevi mi görüyor diye düşünüyorum. Yani annesinin kötü emellerini anlayan çocuk, kadınsılaşarak/eşcinselleşerek kendisini annesinden korumuş mu oluyor? Bu yönden eşcinselliğin mükemmel bir savunma mekanizması olduğunu söyleyebiliriz ancak her savunma mekanizması gibi yeri ve zamanı geldiğinde bir kenara bırakılması şartıyla.
14/12/2023
“Bir hemcinsine duygusal yatırım yap, onunla yakın ol.” dediğinizde ne demek istediğinizi pek anlayamamıştım. Uzun yıllar yurtta kalmıştım, Ankara'dayken geniş bir çevrem vardı, hayatım hemcinslerimle birlikte geçmişti, Hüseyin hoca acaba neyi kastediyordu? Maksadınızı geçen hafta sonu Bekir’in yanına Mersin’e gittiğimde anladım.
Sevdiğimiz bir hoca Mersin’e geleceğinden Bekir beni Mersin’e davet etti. Cumartesi akşamı Adana’dan yola çıktım. Bir saat içerisinde Mersin’e ulaştım. Bekir’le derneğin önünde buluşup hemen sohbete katıldık. Sohbetten sonra Bekir’in evine geçtik. Annesi benim yatağımı oturma odasına sermişti, Bekir'se kendi odasında yatacaktı. Yakın arkadaşlarıma karşı cinsel tetiklenme yaşamaktan nefret ettiğimden annesine şükran duydum. Sabah erkenden kalkıp yine derneğe gittik çünkü hocanın sohbetine doyamamıştık. İçeride cinsel açıdan ilgimi çekebilecek birçok insan olmasına rağmen fazla etkilenmedim. Cinselliğimin var olduğunu hissediyordum ancak kendisi zincire vurulmuş bir aslan gibi etkisizdi.
Sohbetten sonra bir kafeye oturduk. Başlangıçta yüzeysel konulardan bahsederken gitgide derine indik, mahrem konulardan bahsettik. Birine zayıf yönlerimden bahsetmenin çok da korkutucu olmadığını tecrübe ettim. Burada ikili bir ayrıma gitmek isterim. Bir erkeğin iki saat boyunca ah vah etmesi bana kadınsı geliyor ve beni rahatsız ediyor. Oysa vakur bir şekilde dertlerinden korkusuzca bahseden erkeği takdir ediyorum.
Adana’ya dönerken Bekir bana: “Sana anlatacağım daha çok şey var.” dedi. Benimle konuşmaktan daha önce hiç bu kadar memnun olmamıştı. Bahsettiğiniz yakınlığı kurmayı başarmıştım. Görevini yapmış olmanın ve daha da önemlisi gerçek bir dost kazanmış olmanın sevinciyle eve döndüm.
*
Adana’da tanıştığım bir abi beni salı akşamı gerçekleştirecek oldukları sohbete davet etti. Sizin tavsiyelerinizin de etkisiyle hiçbir sosyalleşme fırsatını kaçırmak istemediğimden kabul ettim. Salı akşamı tam vaktinde sohbetin yapılacağı evin önünde oldum, beni davet eden abiyle birlikte içeri girdik. İçeride birçok esnaf vardı. Fazla eril ve testosteron dolu bu ortamdan dengemi bozmayacak kadar hafifçe tedirgin oldum ve iki yıl önce yaşadığım korkunç tetiklenmeyi hatırladım.
İşsiz ve özgüvensiz olduğum, kendimi pasif hissettiğim, kendimden on yaş küçüklerle birlikte üniversite okuyarak hayata tutunmaya çalıştığım bir dönemdi. Başımın üstündeki demire doğru zıplıyor, demiri ellerimle kavrıyor ancak demir avuçlarımdan kayınca yere düşüyor, kendimi toparlayınca tekrardan yukarı zıplıyordum. O demiri ayaklarımın altına alıp, çiğneyip, bileklerimle bükerek hurdaya çevireceğim günü iple çekiyordum.
Telefonum çaldı. Babam bir arkadaşıyla birlikte okula geleceğini, beni okuldan alacağını ve birlikte araba bakacağımızı söyledi. Yani üç kişi aynı araba içinde olacaktık, babam ve tanımadığım bir kişiyle ufacık bir mekanı paylaşmak zorunda kalacaktım. Elim ayağım titremeye başladı. Avuç içlerim soğuk soğuk terliyordu. Birkaç saat boyunca anksiyeteyi en uç noktalarda yaşadım. O adamın büyük saati, orgla seslendirilmiş bir düğün müziği melodisiyle çalan telefonu, arada bir “Değil mi yeğenim?” diyerek beni konuşturmaya çalışması, yanına uğradığımız mafya tipli adamlar, içimde olanları dışarı aksettirmemek için harcadığım yoğun çaba... Çok şükür kalp krizi geçirmeden o günü atlattım. Şimdi olsa belki onlar benden korkar. Giydiğim uzun kaşe montlardan ötürü okulda “Polat”, kurumda “Çatlı” olarak anılıyorum. Ben sadece erkek varlığından tedirgin olmuyorum. Kadınların beni kadınsı dünyalarında boğacaklarını düşündüğüm için kadınlarla da iletişime geçmiyorum. Yani erkeklerden erkek oldukları için, kadınlardan kadın oldukları için korkuyorum öyle mi? Mantığına fazla güvenen ben, türlü türlü mantıksızlıklarla sınanıyorum. Nicolosi’nin bir danışanı gibi ben de kendimi daha rahat hissedebileyim diye kendimden küçük yaştaki erkeklerle arkadaşlık kurmayı tercih ediyorum. Madem yaş mevzuu açıldı, bu konuda yaşadığım ilginç ve benim için oldukça zorlayıcı bir olayı anlatmalıyım.
İnternette dolaşırken kırk altı yaşındaki bir pasifin videosuna denk gelmiştim. O anda korkunç bir hakimiyet arzusunun tüm vücudumu sardığını hissettim. Ona sahip olmak, onu kapsamak, onun benliğini kendi benliğimde yok etmek istiyordum. Yaşı benden büyük olduğu için günlük hayatın toplumsal hiyerarşisinde benden yüksekte yer alan birinin iktidarını elinden alarak onu alaşağı etmek isteği duyuyordum. Tüm evreni yutacak kadar büyük bir ateş olmak istiyordum. Başımın zonkladığını, kulaklarımın uğuldadığını hatırlıyorum; sonrasını hatırlamıyorum. Muhtemelen kurşun gibi ağırlaşmış ve o anın etkisinden birkaç gün boyunca kurtulamamışımdır.
*
Eşcinsellik bir sebep mi, sonuç mu? Sosyal fobi, takıntılar, fazla içedönük yapı, kişilik bozuklukları birbirleriyle etkileşerek eşcinselliğe mi yol açıyor yoksa eşcinsellik tüm bu psikolojik sorunlara mı yol açıyor? Galiba bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz ancak bildiğimiz bir şey var ki eşcinsellik ve tüm bu rahatsızlıklar arasında korelatif (ilişkisel) bir ilişki var. Yani bu unsurların hepsi birbirini besliyor, birine yapılan müdahale hepsini etkiliyor. Örnek verecek olursak sosyal fobi arttıkça eşcinsellik kuvvetleniyor, eşcinsellik kuvvetlendikçe sosyal fobi artıyor. Hüseyin hoca bunu bildiği için çok yönlü müdahalelerde bulunuyor. Sadece pornoyu ve eşcinsel ilişkiyi azaltmayı tavsiye etmiyor aynı zamanda arkadaş edinmeyi, aileyle yüzleşmeyi, özgüven arttırıcı davranışları da tavsiye ediyor. Bu yüzden, “Mastürbasyon yaparken aynaya bakacağım da ne olacak?” dememek gerekiyor. Eğer eşcinsellik kendini ve erkekliğini reddetme sorunuysa çözüm de kendini ve erkekliğini kabul etmekle başlıyor. Aynaya bakarken, farkına varmadan bile olsa reddettiğiniz bedeninizle, penisinizle ve erkekliğinizle barışıyorsunuz bu da eşcinselliği zayıflatıyor. Terapideyken ses kaydı alıp terapi sonrasında o kaydı dinleyince sesinizle, sözünüzle ve düşüncelerinizle yüzleşiyorsunuz. Terapi yazılarını yazarken o güne kadar bastırdığınız her şeyi ifade edince girişkenlik artıyor ve eşcinsellik zayıflıyor. Bir düzcinsel erkekle yoğun duygusal iletişim yaşayınca, duygusal tatminsizliğin cinsel aşırılığa yol açtığı eşcinsel dünyasından uzaklaşmış oluyorsunuz.
*
Ben buraya genellikle kendimle ilgili olumlu gelişmeleri yazıyorum çünkü “Eşcinseller iyi çocuk rolü oynamayı çok sever.” Aslında birçok olumsuzluklar da yaşıyorum. Fazla mastürbasyon yaptığım oluyor, mastürbasyon yaparken pasif birini hayal ettiğim oluyor, kadınlardan kaçmaya devam ediyorum, erteleme davranışlarım mevcut vs. Ancak yine de artıların eksilerden daha fazla olduğunu ümit ediyorum. Cinsel arzumun bir bulut içine girip belirsizleştiğini görüyorum. Birine karşı cinsel ilgi hissedecek gibi oluyorum ama birkaç saniye içinde ilgi sönüyor. Sönen ilginin yerini garip bir boşluk alıyor. İyi bir his değil ancak beni sinir hastası edecek boyuttaki tetiklenmelere tercih ederim. Bahçede dikenler temizleniyor ancak henüz güller yeşermedi. Bazen erkeğin de kadının da penisin de vajinanın da canı cehenneme deyip aseksüellik limanına demir atasım geliyor. Kuş sesi ve dalga hışırtısı yeterli diyorum ama yetmeyeceğini biliyorum. O dalgaların ortasından bir deniz kızı çıkması veyahut benim o kızı çağırmam gerekiyor.