Herkese selam. Uzun bir aradan sonra tekrar yazma isteği oluştu, ya da anca vakit buldum diyeyim çünkü en son yazımdan bu yana hayatımda birçok önemli değişiklik silsilesi gerçekleşti. Öncelikle işyerimdeki uzmanlığımı tamamladım, mezun oldum, terfi aldım diyeyim

. Dolayısıyla çevremden bolca tebrikler, artık unvanıma dair şaşırmalar ve yeni iş teklifleri aldım. Bu terfi ile beraber, bu yaşta gelinebilecek en yüksek yere gelmiş oldum. HK, artık süper lige çıktığımı söyledi

ve bunu kendimin acılarımdan başardığımı da belirtti. En büyük rahatlamalarımdan biri, işyerimden ayrılmamla gerçekleşti. Aslında seviyordum orayı fakat daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, çok aşırı fazla kadın ağırlıklı bir yerdi ve kıdemlendiğimden dolayı iş yüküm azalmıştı, artık fazla rahat takılıyordum, çok iş yapmıyordum. Kendimi geliştiremiyordum, bana bir şey katmıyordu. Yeni ve yüksek bir unvan ile başka yerde çalışmam gerekiyordu. Sadece içimden bir ses diyordu ki, kendisine ilgi duyduğum (kendimce aşık olduğum

Ahmet ile artık aynı yerde çalışmıyor olacaktım, dolayısıyla biraz daha işyerinde takılmak isteyen bir tarafım vardı. Fakat HK, bunun çocukça bir düşünce olduğunu, buradan ayrıldıktan sonra da arkadaşlığımıza devam edebileceğimizi, hatta bu yeni unvanımla beraber daha yapıcı bir şekilde olabileceğimizi söyledi, haklı olarak

Vazgeçirtti yani, sağ olsun.
İşi hallettikten hemen sonra ne gelecek tabii ki? Nişan

Önceki bütün vesveselerim — “Bizimkiler şöyle derse ben şöyle yaparım, asarım, keserim, kavga çıkarırım” hayallerim — çöp oldu tabii ki. Boşu boşuna yine geceleri kendimi uyutmadım. Annem tıpış tıpış geldi. Babamı söylemeye gerek bile yok zaten. Eğer annem gelmemiş olsaydı, gerçekten onu silmeye kadar giden çok sert bir tavır içine girecektim. Fakat kendisi hem geldi, hem yumuşadı, hem de Elif ve ailesiyle gayet iyi anlaştı. Yani anne-oğul ilişkimizde ipi inceldiği yerden koparmadı, direkten döndürdü. Nişan ise bence güzeldi. Büyükler zaten her şeyi ayarlıyor, bana ufak tefek işler düştü. Böyle bir gelenek, tiyatro; atalarımızdan beri gelmiş bizde oynuyoruz işte

Yedik, içtik, eğlendik, bolca fotoğraf çekildik. Abartılacak, korkulacak bir şey yokmuş. Böyle diyorum tabii ama öncesinde korkmayı, kaygı üretmeyi ihmal etmemiştim

Neyse... Çevremden gelen tebrikler ve dışarıda artık parmağımda yüzükle dolaşıyor olmak, değişik ve güzel bir duygu. Toplumda bir itibar kazanıyorsun, statü atlıyorsun gerçekten. Ve nişanlandığım kişi de gayet yüksek bir mevkide çalışan biri olunca, bu durum daha da artıyor

Ayrıca “Acaba şu hareketimden eşcinsel(!) olduğumu anlarlar mı?” vesvesesi de yok oluyor tabii yüzük olunca. Bu süreç epey erkeksi hissettirdi. Etrafımda yücelttiğim, erotize ettiğim çoğu erkeğin sevgilileri olmasına ya da sık sık sevgili değiştirmelerine rağmen, aslında benim yaşımda nişanlanmaya, evlenmeye, sorumluluk almaya korkuyor olmaları da düşündürdü. Sahi, hangimiz daha erkek oluyoruz bu durumda?
Hemen akabinde yeni iş görüşmelerine başladım. Aslında nişandan önce birkaç yerle görüşmüş, ön hazırlık yapmıştım. HK’dan da bu konuda taktikler aldım. Ben hâlâ “Çalışacağım yerde ilgimi çekebilecek bir erkek varsa orayı kabul edeyim” kafasındaydım. HK ise böyle bir iş seçiminin saçma olacağını, artık yeni "Ahmetler" aramanın (yani erotize edeceğim, ilgi duyacağım biri) gereksiz olduğunu, artık terapilerimde eşcinsellik terapisi yapmadığını, buraya eril kimliğimi güçlendirmek adına geldiğimi söyledi. İş seçimimde maddi getiri, rahatlık vs. gibi kriterleri gözetmem gerektiğini vurguladı. Dolayısıyla ben de ona göre bir seçim yaptım.
Aslında biraz da dananın kuyruğu bu yeni yerle koptu. Bu kadar itibar ve saygı görmeyi beklemiyordum. Daha dün hayranlıkla baktığım yaşlı başlı hocalar, profesörler, doçentler bana “Hocam, hoş geldiniz” diyordu, bana soru soruyor, bölümümle ilgili akıl danışıyorlardı

Toplantılara katılıyor, yönetimle ilgili kararlar alıyorduk. Sosyal çevrem de gayet elit bir tabakadan oluşuyordu. “Ben bunlarla hayatta yan yana gelemem herhalde” diyordum. Daha da ilginci: Daha dün erotize ettiğim bazı arkadaşlarım, şimdi bana “Hocam hocam” diyerek neredeyse karşımda el pençe duruyordu. Yakın çevremden de “Vay be, helal olsun, iyi başardın” tepkileri alıyordum. HK, “Sen şu an farkında değilsin ama artık süper ligdesin. Başladığında bunu daha iyi anlayacaksın” diyordu. Hakkaten öyleymiş. İşimde de farklılıklar oldu; büyük sınıflarda ders anlatmaya başladım, topluluk önünde konuşma tecrübesi kazandım. Ayrıca çalışanlar beni bir şeyler içmeye, halı saha maçlarına, etkinliklere davet ediyordu. Çocukluktan beri içimde eksik kalan bir yanım vardı bu halı saha, erkek ortamı meselelerinde. İlk başta çekinip kabul etmesem de, terapilerin katkısıyla — korkularımdan kaçmak yerine üstüne gitme prensibiyle — tüm davetleri kabul ettim. İyi ki de etmişim. Hiç de korkulacak, rezil olunacak, utanılacak şeyler değilmiş. (Gerçi konumumdan dolayı kimse benimle ters düşemezdi belki, onun da etkisi olabilir ama mühim değil

) İşimdeki yönetim tabakasıyla arada sürtüşmeler de yaşadım tabii ama bu sürtüşmeler bile beni aşırı güçlendirdi. Eskiden herkese — bana değer vermese bile — değer verme, iyi geçinme huyumu terk etmem gerektiğini fark ettim. En azından biraz çocukluktan çıkmış oldum. Yeni bir ortama girmenin faydası da şu: Kimse senin eski zaaflarını bilmiyor. Yenmek istiyorsan, bu güzel bir fırsat. (HK — 50 iş değiştirmiş malum — bu faydadan da bahsetmişti.) Bu güzel geçen birkaç aydan sonra, HK ile aylardır planladığımız, esas dananın kuyruğunu koparacağını düşündüğümüz vatani görev kısmı geldi çattı. Üstelik bedelli falan da değil, neredeyse tüm erkeklerin(!) bir şekilde bahane bulup kaçtığı uzun dönem askerlik. Bu yüzden yeni yerimden istifa etmek durumunda kaldım. Biraz da ani gelişti. Neredeyse bütün çalışanlar çok üzüldü, şok oldu. “Gitmeseydiniz hocam, size alışmıştık” falan... Laf olsun diye söylemediklerini hissediyordum. Duygusal sahneler yaşandı

Bu kadar üzülmelerine ben de şaşırdım.
Gerçekten ben bu kadar sevilebilecek, değer verilmeye layık biri miydim? (Bu son cümleyi biraz gözüm dolarak yazdım. Belki arkadaki duygusal fon müziğinin etkisidir

Bunları buraya yazarak aslında kendime de kabul ettirmeye çalışıyorum. Çünkü bu yazıyı yazma sebeplerimden biri de bu. 27 yıl boyunca, ağzımla kuş tutsam yaranamadığım bir anneyle yaşadım çünkü. Başarılı olmanın bir işe yaramadığını, hiçbir şeyin yetmediğini öğrenmiş birinin; kendini beğenmesi, kabullenmesi, başarısıyla övünmesi kolaymış gibi görünse de aslında çok zormuş.)
HK tabii ki onların üzülmesini normal buldu. “Çünkü sen zararı sadece kendine olan, başkalarına olmayan birisin. Bu sorunsuzluğun sayesinde insanlar seninle çalışmaktan keyif alıyor. Aynı sebeple ilişkilerinde de değerli biri olacaksın” dedi. Sonuç olarak... Artık anladım ki değerli ve sevilebilecek biriyim. Bana değer vermeyense, ne yaparsam yapayım yine de vermeyecek. Onu etkilemek için çırpınmak boşuna ve bu bana sadece zarar veriyor. Dolayısıyla bundan sonra: Bana değer verenler benim için değerli; diğerleri de s.ktirsin gitsin. (Atarlı ergen sözü gibi oldu

Ama gerçekten bunu yaşamak, bu yaşımda nasip oldu.)
Askerlik anıları anlat anlat bitmez malum

Ama ben kendim için bir tekrar olsun diye özet geçeyim.
Acemilikte Öğrendiklerim:
*Herkes erkek, fazla testosteron

*Komutanlar köpek gibi davranıyor, yerlerde süründürüyor, sivildeki hiçbir rütbenin kıymeti yok onların gözünde. Daha geçen ay kraldım lan ben

*Devrelerim arasında popülerdim. Ünvanım, parmağımdaki yüzük vs. sebeplerden. Yanıma özellikle gelip “Nasıl başardın, ben de senin gibi olmak istiyorum, sen benim idolümsün” lafları... Ayrıca bunda düzgün kişilik, karakter, piç-şerefsiz olmamamın da etkisi var. Allah’ın sevdiği kulu

Hayatında her şeyi genç yaşta başarmış, parmağında yüzüğü, evli-mutlu-çocuklu biri

*En temel problemlerimden biri: ortama ayak uyduramamak, kendini kasmak, rahat bırakamamak, “Hakkımda ne düşünecekler?” düşüncesi çok yoğun. O yüzden hiç konuşmayayım daha iyi. En rahat olmam gereken yerlerde hiçbir sebep yokken sürekli gergin, düşünceli oluyorum. Bu durumu diğer arkadaşlar fark etti. “Niye bu kadar kasıyorsun, rahat takıl, eğlencesinde ol.” En olmam gereken yerde, hiçbir mazeret yokken rahat olamıyorum, hep kasıntıyım. Sabahattin Ali'nin tespiti tam olarak ben:
“Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?”*Net kadın-erkek ayrımı. Erkeklerle olan aynılığın,benzerliğin daha çok farkındalığı arttı. Kadınların farklılığı, dolayısyla gizemliliği, çekiciliği. Elif’e ilgim falan arttı hakikaten. Bir de “ona buna koyayım, a.ına koyayım, onu s.keyim” lafı çok. Hepsi laftaymış meğersem. Ama erilleşmek için de mecbur. T.şşak muhabbeti, erkekler arasında gerekli stres atmak için. Ayrıca reelde sürekli “karı s.kenler” anlık hava atsa da arkadan sevilmiyor, sapık deniyor, dalyar.k deniyor. Takdir gören esas benim ilişkim

Hatta öyleleri bile “Ben sana özeniyorum, tek kişiyle yapamıyorum” falan diyor.
*Sosyal medya yok, daha doğal ortam. Dijitalleşmeye ara veriyorsun. Müzik dinleyerek acılarını abartma, büyütme, dram yaratma yok. Ve bu mesele aslında çok mühim. O müzik dünyası tatlı bir zehir. Acılarla yüzleşmek ve onu yenmek yerine abartıp büyütüyorsun, acıdan zevk alıyorsun. Bu kesinlikle kırmam gereken önemli bir döngü olduğunu fark ettim.
*Kimsenin — eşcinseller haricinde — kendisiyle savaşan, yüzleşen kesinlikle yok. Dindarı dinsizi, kendisi oraya sürüklendiği için o yolda ilerleyip fedakârlık yapıyorsa yapıyor, gidiyor. Erkeklerin “iyi birey” olma derdi yok. Psikolojisi nasıl gerektiriyorsa öyle davranıyor.
*Dışarıda görsem erotize edeceğim kişilerin orada bir albenisi yoktu genellikle, malum aynı statüdeyiz. Başta erotize olanlarla da konuşunca geçiyordu, azalıyordu.
Öğrenemediklerim
*Yine de erkeklere ilgim, erotize etmem oldu. Bunda askere gitmeden hemen önce Elif’le sevişme yaşanıp öyle gitmemin de etkisi olmuş olabilir. Acemilik bitince “Aha bitti eşcinsellik” demedim gerçi; süre de kısa, böyle bir beklentimiz de yoktu zaten.
*Acemilik bittikten sonraki esas görev yerim için ise evdeki hesabın çarşıya uymadığı yerler var. Memnun olduğum ve olmadığım kısımlar olmakla beraber, bu süreçte mesleğimin diğer kısımlarını öğrenmeye, odaklanmaya; emir-komuta zincirinde altımdaki askerlere rica değil emir vermeyi öğrenmeye, sertleşmeye, tavizsiz olmaya çalışmak gibi hedeflerim var.
Önümde 1 sene gibi bir süre var; henüz değerlendirmek için erken diye düşünüyorum bu kısmı.
Final Yazısı Olacaktı… Ama Olmadı
Aslında bu yazıyı 1 ay önce falan yazmayı düşünüyordum; final yazısı, başarı hikayesi olarak. Gönül isterdi ki öyle olsun. Fakat maalesef verilen büyük ödevleri yapmıyorum.
Şu an en büyük sorunum: Elif’le yaşadığım cinselliği durduramamak. Her seferinde sürecime resmen atom bombası atıyorum. Bütün ayarlarım, sistemim bozuluyor, çöküyor. Aslında planları Elif’le sevişemeyeceğim şekilde ayarlamıştım ve son birkaç aydır da yaşamıyordum. Oturtmuş gibiydim. Ama askerlikle ilgili bazı planların sekteye uğraması, hayal kırıklıkları, stres falan derken yine tetiklendim diye düşünüyorum. Ve seviştim.
O seven taraf. Ben sevilen. O aktif. Ben pasif.
Bir eşcinselden bile asla alamayacağım yoğun ilgi ve sevgiye maruz kalıyorum. Çocuksuluğum, pasif fantezilerim coşuyor, tatmin oluyor. İzlediğim gay pornoları sanki üstü kapalı bir şekilde yaşıyorum.
Sonra kısır döngüye giriyor, tekrar istiyorum.
Fakat kendimi frenliyor olmasam, bu pasif fantezilerimin tatminini artık bir erkekten istemeye başlayacağımın farkındayım. HK, bir erkekle sevişmiyor olduğum için vicdanımı rahatlattığımı, fakat bir kadınla da düzgünce sevişmediğim için aslında en yanlış şıkkı seçtiğimi söyledi.
Sevişmelerden sonra bozulan ayarlarım, akabinde gay porno izlemeyi getiriyor. Porno da aşkı, sevgiyi, duyguyu yok ediyor. En başa dönüyorum. Yeniden kimlik inşası sürecine giriyorum.
Bir de HK’ya galiba hâlâ söylemediğim bir şey var:
Henüz erkek kimliğimle tam özdeşemediğimden midir bilmiyorum; sevişmelerden sonra “Elif erkek olan bende ne buluyor da bu kadar beni arzuluyor?” diye düşünüyorum. Bu da bende “Demek ki erkeklerde arzulanabilecek şeyler var” düşüncesini pekiştiriyor. Ve etrafımdaki erkeklere daha fazla merak ve ilgiyle bakmama ve erotize etmeme sebep oluyor.
Neticede...
Önce içimdeki pasif fantezileri bitirmeden kimseyle cinsellik yaşamamam lazım. HK bana başından beri söylemişti: Eğer cinsellik devam ederse, terapilerin de, yazıların da uzayacağını, sürüncemeye gireceğimi.
Şu anda onu maalesef yaşıyorum. Ve yıpranıyorum.
Yine de artık final sezonuna geldiğimi hissediyorum. Bu süreçte seanslarda KoyuGri reis ile tanışmıştım. Güzel bir dostluğumuz oldu ve hâlâ da devam ediyor. Süreçte ikimiz de birbirimize yapıcı katkılarda, motivasyonlarda bulunduk. Gerçi tanıştığımızda onunki bitmiş sayılırdı zaten.
En son buluşmamızda artık HK’nın oradan başka danışanlarla tanışmak istemediğimi, terapilere pek müdahil olmak istemediğimi (özellikle aile ile birlikte gelenler), onlarla iletişime geçmek istemediğimi söyledim. Eşcinsellik, iyileşmek, zorluk, acılar, yok aktif yok pasif, hayat hikâyesi falan... Bunları duymanın artık beni bunalttığını, yorduğunu, sıkmaya başladığını, duymak istemediğimi açıkça söyledim.
Kendisi de aynı şeyi hissettiğini söyledi ki zaten biz görüştüğümüzde de pek eşcinsellik konuşmuyorduk. Gündelik sorunlar, aile meseleleri, havadan sudan konuşup boş yapıp eğleniyorduk

Gel gelelim, büyük konuşmamak gerekiyormuş

En son gittiğimde HK’nın “Bence tanışman lazım, mutlaka” dediği Yunus diye biri oldu. Bu yeni mesleğimden (geçici olsa da

bir meslektaşım olması ilk başta dikkatimi çekse de, daha ilk konuşmalarımızda dikkatimi çekenin çok daha derinlerinde bir şey olduğunu sezinledim.
O kadar danışanla tanıştım bu süreçte fakat ilk defa bu kadar derinden birine çekim hissettim. Kendimden bir parça gördüm. İçimdeki yaralı çocuğun birebir aynısı aslında karşımda da vardı. İkimizin de birbirine katacağı büyük katkılar var mutlaka. Hayat hikâyeleri, yaşayışlar, yönelimler her ne kadar çok farklı olsa da; onun şartları onu oraya evriltmiş, beni de buraya. Ben de onun yerinde olsam öyle olurdum herhalde.
Beraber takılırken de bu kadar içimin ferahladığı, bana iyi gelen bir danışan olmamıştı. Belki zamanlamayı da güzel tutturmuşuzdur. Ben kendimi “final sezonunda” hissetmeseydim, bu kadar rahat olamayabilirdim
Neticede ikimizin de ortak noktası; her ne olursa olsun asla pes etmemiş, kaderimize yenilmemiş olmak ve hâlâ da bu mücadeleye devam ediyor olmak.
Hayatta tesadüflerin olduğuna pek inanmıyorum. Başıma gelen olayların kader boyutunu düşünmek çok hoşuma gidiyor. Bazen abartıp “her olayın bir hikmeti vardır” diyorum ama yine de böyle düşünmeyi seviyorum. Bu huyumu abartsam da tutarsız olduğumu, her başıma geleni “vardır bir hikmeti” deyip geçiştirmediğimin de farkındayım, şükür.
Buna kendimce en önemli örneğim:
İşin kader boyutunu abartıyor olsaydım, hâlâ eski psikoloğuma devam ediyor olurdum herhalde. “Terapinin iyi gidip gitmediğini sorgulamak şeytan vesvesesiydi” çünkü.
İnanmadım. Kaderimde bu psikolog var boşver demedim. Hissiyatım öyle değildi.
Ayrıca kader icabına katıksız inanıyor olsam, Elif’le kesin evlenmem gerekirdi, çünkü “kader karşıma çıkardı.”
(Bi yerde doğru ama evlenmek zorunda değilim. Eğer doğru kişiyse, evlenmeye ben karar vereceğim.)
Dolayısıyla şu an kader icabı en çok kurcaladığım bir sorum var:
Aylarca HK ile başka planlar yapmış olmamıza rağmen, ben niye hâlâ şehir dışında değil de — neredeyse en imkânsız ihtimal olarak gördüğümüz — aynı şehirde devam ediyorum? 
Çok merak ediyorum.
Allah beni niye burada tutmak istedi? Planı neydi?
Kesin kaderde bir sebebi olduğunu biliyorum.
Şu anki hissiyatım ve gözlemim:
Allah, sevdiği bir kuluyla beni tanıştırıp ona yardımcı olmam için görevlendirdi ve burada kalmamı istedi.
İleride başka hikmetleri de çıkacaktır tabii ki, kim bilir 😅
Sonuç olarak oyunu kurallara göre oynamıyorum. Patinaj çekiyorum.
Bir süre daha buralardayım gibi duruyor.
HK’ya biraz pahalıya patladığımın farkındayım

(Bu kadar sene gidip iyileşemeyen danışan

)
Bu meseleye o kadar üzülmüyorum gerçi. Herkesin farklı bir vakti, saati var.
Çok acelem olmamakla beraber, artık bitmesinin kendi iyiliğim için gerekli olduğunu düşünüyorum.
HK en son bir danışanın terapisine beni almak istediğini fakat beni düşündüğü için almadığını söyledi. Sevindim açıkçası. HK ile sohbet, muhabbet güzel oluyor terapilerde ama...
Bu ofis kapatılması, fetret döneminde

yaşadığım tutuşmayla ödevleri, süreci çok iyi ilerletmiştim bence.
HK prensip gereği “Gelene niye geldin, gidene niye gittin?” demiyor.
Fakat galiba bana artık, “Sen çok acil olmadıkça artık gelme” dese, beni “bitiş psikolojisine” soksa...
Bana daha iyi gelecek gibi duruyor
