Gönderen Konu: Teşhis: Ruhumuz endişe içinde kalınca anksiyete; üzüntüler içinde yalnızsak eğer  (Okunma sayısı 3342 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4384
    • Profili Görüntüle
Teşhis: Ruhumuz endişe içinde kalınca anksiyete; üzüntüler içinde yalnızsak eğer depresyon

     
Konfor, insanın iradesini yok eder. 

Modern dönemden teknoloji çağına geçerken teknoloji çağı sonrası dijital çağ tam anlamıyla başlamışken modern ya da postmodernist insan, korkularının ve kaygılarının esiri olmuştur. İlerlemek adına aydınlanmak için modern insan hayatın içinde bıkıp usanmadan koşarken hep düşmüştür, hızlı yaşamak için bitip tükenmeden kan ter içinde kalarak hep kaybetmiştir. 
 
Anksiyete belirtileri, kaygı, tehdit atında hissettiğimizde algıladığımız doğal bir dürtüdür. Düşünceleri, duyguları, fiziksel durumu etkiler. Anksiyete belirtileri, endişeli ya da gergin olduğumuzda veya korktuğumuz durumlarda ki özellikle de gelecekte olabilecek durumlar hakkında endişeler duyduğumuzda ortaya çıkar.
 
Depresyon, insanın kendisini duygusal olarak üzgün, mutsuz, kederli hissetmesinin yanı sıra düşünce olarak durumuyla ilgili ümitsizlik, çaresizlik ve karamsarlık içinde olması, kendini bu durum içinde yetersiz ve değersiz olarak algılaması ve hatta intiharı çözüm olarak görmesidir. 
 
Psikoz, zihinsel veya fiziksel bir hastalık, madde bağımlılığı veya aşırı stres veya travma buna neden olabilir. Sebebe bağlı olarak, psikoz hızla veya yavaşça ortaya çıkabilir. Psikozun söz konusu olduğu kişiler halüsinasyon ve sanrılarla karşı karşıya kalırlar. Halüsinasyon, gerçeklik payı olmayan, herhangi bir gerçek uyarıcı yokken yaşanan deneyimdir.
 
Modern ya da postmodernist insan, gündüz işine akşam evine yetişmek için yürüyen merdivenlerde tramvaylara, üst geçitlerde metrobüslere "uygun adım marş marş" koşarken farkına bile varmadan haberi olmadan anksiyete içine girecektir. 
 
İnsan, dijital çağın aydınlık insanı olmak adına işinde gücünde başkalarından daha iyi sonuç almak adına herkesi kendisine rakip görüp amaçlarına erişmek için gerekirse herkesle ağız dalaşına girerken aynı zamanda bilmeden, farkında olmadan Yusuf'çasına depresyon kuyusuna düşürelerek çıkmamacasına girmektedir. 
 
Ortaçağın karanlığından bilimle sözde aydınlanmış Batı, İslam'ı da Doğu'yu da Batı'lılaştırırken "insan insanın kurdu" olmuştur. ‘Dark triad’ yani 'Karanlık üçlü’: Narsisizm, Makyavelizm ve
Psikopati tarafından psikolojimiz, kişiliğimiz, ruhumuz kuşatılıyor. Vicdan eksikliği yaşarken masumiyetimizi kaybediyoruz. İnsanlığımızı yitirdikçe dijitalleşiyoruz. Dijitalleştikçe gerçekliğimiz yok oluyor, rüyalarımızı kaybediyoruz. Matrix’leşiyoruz. Batı, bizi 
Morpheus'la Neo'laştırdıkça aslında İsa'laştırıyor. İsa olmak demek aslında Baba'sız kalmak demektir. Kutsal ruh Meryem'i yani kadını yücelttikçe erkeği yani Baba'yı tüketen dijital çağ, bizi İsa'laştırdıkça deistleşiyor ve biseksüel ya da eşcinselleşiyoruz. Batı, medeniyetimizi Mevlana'sızlaştırdı. Batı, kültürümüzü Yunus Emre'sizleşirdi. Batı, milli değerlerimizi Hoca Ahmet Yesevi'sizleştirdi ve manevi değerlerimizi Hacı Bektaşi Veli'sizleştirdi. Mevlana'sız, Yunusu Emre'siz, Yesevi'siz, Veli'siz yani öz be öz Baba'sız kaldıkça ruhumuz piç'leşiyor. Nasıl ve niçin olduğunu bilmediğimiz bir şekilde İslam’sızlaştırılıyoruz. Adil Düzen kurmak için; 
 
"uzun yola çıkmaya hüküm giydim" (Mataramda Tuzlu Su, İsmet Özel) 
 
yol yaptıkça, köprüler kurdukça asfalt döktükçe zift içinde aslında ruhumuzu katran karası sardı. Medeniyet demek  yol yapmak, köprüler kurmak demek değildir. Medeniyet demek aslında gönüllerin sevgiyle, aşkla birleşerek, karılarak ve katışarak en sonunda gönüllerin bir olmasıdır. Medeniyet demek Büyük Selçuk'lu ve Anadolu Selçuk'lu olmak demektir. Medeniyet demek Osman'lı olmak demektir. Selçuk'lu ve Osman'lı olmadıkça Büyük Türkiye Rüyası gerçek olmayacaktır. Beka Sorunu'muz böyle giderse asla çözülmeyecektir. 

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı
günlere geldim bunu bana öğretmediniz
hükümdarların hükümdarlığı için halka yalvardığı
ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
bunu bana söylemediniz
insanlar havada uçtu ama yerde öldüler
bunu bana öğretmediniz
kardeşim ibrahim bana mermer putları
nasıl devireceğimi öğretmişti
ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz” 

(Hızırla Kırk Saat, Sezai Karakoç)
 
Anksiyete içinde korkuları ve kaygılarıyla koşturan anne babaların, depresyon boşluklarında kendilerini kaybeden anne babaların, çocukları da yalnızlaşarak kimsesizleşerek psikoz içinde yani varoluş sancıları içinde kalmaktadır. Eğitim bir yarıştır aldatmacasıyla fen ya da anadolu lisesine girmek için sınavdan sınava at yarışı misali dört nala koştururken çocukların dikkatleri dağılmaktadır. Çocuklar öğretim sürecinde kurs telaşı içerisinde hiperaktifleşirken ve dikkatleri de dağılırken aslında kişilikleri bölünmektedir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu yani çoğul kişilik bozukluğu sergileyen hasta ruhlar yetiştiriyoruz. İki ya da daha fazla farklı kimlikli deist ya da biseksüel ne istediğini ne aradığını bilmeyen çocukları ailelerimizde, gençleri de okullarda el birliği içerisinde yetiştiriyoruz. 


Karı koca ilişkilerimizde, anne baba aile ilişkilerimizde üzüntüler içinde yaşarken, mutsuzluk ruhumuzu esir alırken koştukça koşarken hep düşüyoruz. Kırk yaş üstü isek derdimize şişede durduğu gibi durmayan alkolde çare olmuyor, kırk yaş altında isek derdimize uyuşturucularda çare olmuyor. Başarmak adına kazanmak hep kazanmak için eşimizi dostumuzu, hızımıza yetişemediklerinde onları hep yarı yolda bırakırken insanlığımızı kaybediyoruz. Anksiyeteler içinde yaşarken depresyonlar içinde ölüp ölüp yeniden dirilsekte bunalımlar içindeyiz. İlerlemek adına aydınlanmak için bilimsel düşünmek adına sanatsız kaldık, başarmak adına kazanmak için şiirsiz kaldık. Duygularımız tükendi aşksız kaldık. Düşüncelerimiz bozuldu dostsuz kaldık. Aşksız kalınca dostsuz da kaldık aslında kimsesiz kaldık. Dualarımızı yitirdik. Al sana prozac ver bana lustral her derde deva ilaçlanıyoruz. Sevgiye aç kalmış ruhumuz için hapı yutuyoruz vesselam.
 
Teknoloji oyunlarının içinde çocuksu bir hayat yaşarken dijital ortamlarda belleklerimiz, algılarımız görsel bilgi bombardımanı altında kalırken kişiliğimizi kaybediyoruz. Teknoloji canavarı ruhumuzu şeytanlaştırıyor. Allah'sız kaldık. Herkesten ve her şeyden yani hayatta varolmaktan korkuyoruz. 
 
Bilgi çağında sözde cennete koşarken bir koronavirüs'le helak oluyoruz hayatımız birden cehenneme dönüyor. 
 
Friedrich Nietzsche; "Tanrı öldü" diyor. 
 


Allah; "Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Hesap ve ceza gününün maliki Allah'a mahsustur" diyor.
Karar sizin ister Nietzsche'yi dinler "Tanrı öldü" dersiniz. Dijital çağda teknoloji oyunlarında cinler, periler, canavarlar ve şeytanlarla dans edersiniz. İsterseniz eğer Allah'a sığınırsınız "Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine ve sapkınlarınkine değil." dersiniz. Koşmadan yürüyerek, hızlanmadan yavaşlayarak sükunetle yaşarsınız. Kalplerinize teslim olursunuz. 
 
Ahmet Muhip Dıranas'ın 
dizelerine yaslanmaktan başka çaremiz yoktur.
Büyük yalnızlığını dünyanın duymak için. 
Allah aşkına, gök, deniz aşkına.
Cemal Süreyya’nın sesinden dinleyin.
 
 
Kar 
 
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden
 
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!
 
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram
 
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.

https://www.habervakti.com/teshis-ruhumuz-endise-icinde-kalinca-anksiyete-uzuntuler-icinde-yalnizsak-eger-depresyon


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4384
    • Profili Görüntüle
"Gerçekten Hz. Meryem!'e hakaret mi etti?"

Son birkaç aydır çok yoğundum. Bu nedenle şurada burada şahit olduğum bazı tartışmalara dahil olamadım. "Tartışmalara dahil olmak" gibi kaçınamadığım bir eğilimim de yok. Ama Hz. Meryemle ilgili bir tartışmaya dahil olmak istedim. Aradan zaman geçti, tartışma küllendi. Sonra kendi kendime dedim ki: "Tartışmak için değil, açıklamak için tartışılır. Tartışmak için geç ama açıklamak için geç değil."

Konu Hz. Meryem'e hakaret edilip edilmediği. Aslında eşcinsel terapileri yapan bir pisikoloğun yazısında Hz. Meryem'den bahsetmiş olması ve onun Hıristiyanlık içindeki konumundan teşbihle bir durumu açıklamasıyla bu tartışma doğmuştu. Bir ilahiyatçı olarak Hz. Meryem'i, Âmine annemiz ve öz annem kadar temiz ve kabul kabul etmeme rağmen verilen örneği Hz. Meryem'e hakaret gibi algılamadım. Çünkü söylenen sözün kastı hakaret değil; bir durumu açıklamak. Peki ne demişti Psikolog Hüseyin Kaçın?

"Hz. Meryem sapkın bir toplumda annesiz ve babasız büyümenin diğer adıdır. Hz. Meryem dişil ya da erkek olmanın da ötesinde cinsiyetten cinsiyetsizliğe geçişin bir örneğidir."

Evet, biliyorum. "Düpedüz hakaret" diyeceksiniz. Çünkü bağlamsız bir düzlemde hakarettir bu cümleler. Ancak bu cümleleri bağlamı ile düşündüğünüzde hakaretten çok bir durumun izahı olduğu kolayca anlaşılır.

Öncelikle Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in ve annesi Hanne'nin Hristiyanlık açısından durumunu bilmek gerekir. Hristiyanlığa göre Hz. Meryem'in tanrılığı tartışmalı bir konudur. Konsillerde tanrı olmadığı karara bağlanmıştır ama "tanrı doğuran" olarak özel bir konum verilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Hz. İsa'yı babasız bir şekilde doğurması nedeniyle kendisinde kadınlığın ve erkekliğin toplandığına inanılmaktadır. Bu açıdan Hristiyan teolojisinde Hz. Meryem bir *tanrı doğuran* olarak kadın ve aynı zamanda "babasız bir tanrı doğuran" olarak erkeksi bir tabiata sahiptir. Bu durum Hz. Meryem'in bazı Hristiyanlarca cinsiyetsiz olarak algılanmasına neden olmuştur.

Öte yandan Hz. Meryem'in annesi dini kaygılarla çocuğunu havraya teslim ederek çocuğundan vazgeçmiştir. Psikolog Hüseyin Kaçın geçmişte dini kaygılarla yapılan bu uygulamayı,  maddi kaygılarla insanların çocuklarından vazgeçmesine benzetiyor (yazının devamında). Geçmişte Hanne gibi anneler çocuklarının dinî eğitim almaları için onlardan vazgeçiyordu. Şimdilerde ise insanlar daha fazla kara kazanabilmek için çocuklarından vazgeçiyorlar. Hanne'nin dini kaygılarla Hz. Meryem'den vazgeçmiş olması onun bir tanrı doğuran ve cinsiyetten müstağni bir kişi olmasına neden oluyordu (Hristiyanlığa göre) günümüzde ise annelerin daha fazla kazanç için çocuklarından vazgeçmiş olması nedeniyle çocuklarımız cinsiyetsiz yetişiyor ve eşcinselliğe yöneliyor. Aynı zamanda anneler ve babalar kendilerine efendilik yapacak tanrılaştırılan nesillerin doğmasına sebep oluyor.

Aynı zamanda yazıda batı tarzı pedagojinin de bir eleştirisi mevcut. Gerçekten de çocuklarımız bizim gibi yetişmesin diye uğraşıyoruz. Bizden üstün olsunlar diye... Bunu başarabilmek için çocuklarımıza neredeyse kul-köle oluyoruz. Allah'a göstermemiz gereken hamdi, şükrü ve itaati onlara gösteriyoruz. Farketmeden onlara ilahlık duygusu aşılıyoruz. Evet bunlar "kaş yapalım derken göz çıkarırken" gerçekleşiyor. İyi niyetle yapılıyor belki ama sonuç iyi olmuyor. 

Bu yazıda batı dünyasının Hristiyanlık dininden kopmasına rağmen, hristiyanlaştırılan figürlerden kopamadığnı, eşcinselliği Hristiyanca bir algıyla yaşadığını ve hakim güç olması nedeniyle tüm dünyaya benzer bir psikoloji ile yayıldığını anlatmaya çalışılıyor.

Bütün bunların yanında bu yazı daha temkinli bir üslupla yazılabilir miydi? Elbette bu mümkün. Bazı ifadeler açılarak yanlış anlaşılmalara mahal bırakmayacak şekilde yazılabilirdi. Ancak böyle yapılmadı diye bu yazıdan bir hakaret kastı çıkarmanın anlaşılır bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Söylenene değil anlatılana odaklanılırsa sorun ortadan kalkacaktır.

Bir İlahiyatçı...
« Son Düzenleme: 04 Ekim 2022, 09:36:19 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4384
    • Profili Görüntüle
Eşcinseller konuştu! Bu belgesel Türkiye'de ilk!
Başarılı programcı ve sunucu Muhammed Binici hazırladığı bir belgeselle, toplumun kanayan yarası ve küreselcilerin ''dokunulmaz alan'' ilan ettikleri Eşcinselliği farklı bir boyutuyla ele alan bir belgesele imza attı. Aldıkları terapist desteğiyle iyileşen eşcinsellerle konuşan Binici, hazırladığı belgeselin ilk bölümünü yayınladı.

https://www.habervakti.com/escinseller-konustu-bu-belgesel-turkiyede-ilk?fbclid=IwAR2UdLC6InwmuSW-p4lyZY1zC1lCT_kcNKH62HQkom9qN8qjJSFvVMKlIrY

Benim Ailem 2. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=v-6UbOMkP38&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=2

Benim Ailem 3. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=tXHaVWGvYH8&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=3

Benim Ailem 4. Bölüm
https://www.youtube.com/watch?v=65uvP_ARl9w&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=4

Eşcinsel Terapi Benim Ailem - 5. Bölüm
https://www.youtube.com/watch?v=tIuRKf4tbpU&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=5

Başarılı programcı ve sunucu Muhammed Binici, kendi YouTube hesabından 'Benim Ailem' isimli belgesel dizisinin ilk bölümünü izleyicilerle paylaştı. Toplumun kanayan yarası ve küreselcilerin ''dokunulmaz alan'' ilan ettikleri Eşcinselliği farklı bir boyutuyla ele alan Bininci, hazırladığı belgeselle alakalı konuştu.

https://www.habervakti.com/escinseller-konustu-bu-belgesel-turkiyede-ilk?fbclid=IwAR0Rc7RHlFjS83apzXeaXa9oIw7FzB8K8VsR8y7bJglSlfj2VdPoxrezrvQ