Hüseyin hocam merhaba, umarım sağlığınız ve sıhhatiniz yerindedir. Terapiler hakkında bir şeyler yazmak, bir nevi içimi dökmek istedim ancak siteye üye olmama rağmen direkt olarak kendim paylaşmaya cesaret edemedim. Yazdıklarım fazla çalakalem olursa diye önce sizinle mail aracılığıyla paylaşmak istiyorum. Gereken kısımlarda siz düzeltme yapabilirsiniz diye. Benim adıma siz paylaşım yaparsanız sevinirim.
MAXİ KİM? VE ASIL BENLİĞİNDE NEREDE?
SEANS 1
Herkese merhaba. Ben İstanbul'dan 21 yaşında ve bu yazıyı okuyan bireylerle ortak sorunlara sahip bir erkeğim. Hayatımın her anında yaşadığım bütün duyguları hep en uçlarda ve maksimumda yaşadığım için 'Maxi' rumuzuyla burada yazıp çizmem uygun olur diye düşünüyorum
Aslında zaman zaman yazmayı ve içimi dökmeyi seven bir insan olsam da çoğunlukla fırtınalarım hep içimde kopar ve kimseyle paylaşamam. Belki de sırf bu yönümden dolayı yazılarımda yazacağım cümleler dengesiz ve birbirinden bağımsız olabilir ama bunun önemi yok aslında. Tek yapmak istediğim size ve gelecekteki kendime şu anki Maxi'den bahsetmek.
Öncelikle size biraz kendimden ve aile yapımdan bahsetmek istiyorum. Okurken siz de kendi kendinize "Bu çocuk ve ailesi bana ve benim aileme ne kadar da benziyor böyle" diyeceksiniz diye düşünüyorum. Çünkü forumdaki yazıları okurken ben öyle demiştim.
Ben kendimi bildim bileli yaşıtlarıma ve hemcinslerime göre hep daha narin, daha uysal, aşırı duygusal, sulugöz ve utangaç bir tiptim. Çoğumuzun hep kıyaslandığı o 'başarılı ve uslu komşu çocuğu' modellerinden biriydim aslına bakarsanız. 2 abla, bir anne ve bir babadan oluşan çekirdek bir aileye sahibim. Hem ilk hem de erkek çocuk olan abim ise henüz bebekken vefat etmiş. Genellikle doğulu ailelerde daha sık gördüğümüz bir durum vardır bilirsiniz. Erkek çocuk, anne babanın serveti imişcesine çok korunur ve en çok onun üzerine titrenir. Üstelik ben bir de en küçük çocuk olmanın da ceremesini çekmek zorunda kaldım. Daha 3 yaşındayken bir depremde bütün ailecek göçük altında kaldık. Aslında hayal meyal ilk büyük travmalarımın ve korkularımın o göçüğün altında insanların bizi kurtarmasını beklerken yaşadığımı düşünüyorum. Sonrasında ben henüz 1. sınıfta iken babam feci bir trafik kazası geçirdi ve neredeyse 1 sene yatalak olarak evin ayrı bi odasında kaldı. Bu dönemde zaten naif ve benim de kendisine çektiğimi düşündüğüm aşırı duygusal babam çok da olmayan aile otoritesini kaybetti. Yemeği, tuvaleti, banyosu ve her ihtiyacıyla sanki bir bebeğe bakıyormuş gibi 7/24 annem ilgilendi. İşte ilgiyi en çok merak eden ve bekleyen yaşlarımda babam neredeyse hayatımda bile olamadı. Annem ise genellikle babamla ilgilenmek zorunda olduğu için onun da hayatımda çok baskın bi rolü olmadı bu yıllarda. Ama tam bir anadolu kadını sabrı ve gücüyle o zor durumda 3 çocuğunu ve sakat kocasına bakmaya devam etti. O yaşlarımda benimle en çok ilgilenen ve üzerime deli gibi titreyen kişi ise en büyük ablamdı. Hiçbir anımda yanımda ayrılmazdı, beni asla dışarıdan zarar göreceğim rahatlığa bırakamazdı. Aslında o haksız değildi, en küçük kardeşine anne babasından gelmeyecek ilgiyi ve alakayı mecburen o vermek zorunda kalıyordu. Yıllar yılları devirdikçe aslında ailemiz içerisinde bu paylaşım pek değişmedi. Babam hala daha pasif yapıda olan bir kişiliğe sahip. Çocukluğumdan bu günlerime kadar ise 2 ablam ve annemle beraber toplam 3 kadının gölgesi ve korumacılığı altında büyümek zorunda kaldım. Ben aslında hiç düştüğüm yerden kendim kalkamadım. Çünkü öyle korumacıydılar ki ben düşemedim bile.
Üniversiteyi kazanmamla beraber prangalarımdan kurtulma ve bir birey olma yolunda kendim için bir şeyler yapmaya karar vermem ve bu kararlar doğrultusunda yaşadıklarım ise bana şuan bu yazıları yazdıran şey aslında.
Gelelim Hüseyin Bey ile nasıl tanıştığıma. Aslında Hüseyin hocamla tanışmak ve onunla görüşmek başta benim fikrim değildi. Sevdiğim bey olan 'Z' ile bir gece mesajlaşması sırasında uyuyakalmam ve açık kalan telefonumun ablalarım tarafından okunması ile bir nevi sakladığım kimliğim afişe olmuş oldu. Hepimiz biliyoruz ki çoğumuzun ailesi bu durumu "Aa, ne güzel. Böyle devam et. Biz senin arkandayız." şeklinde güzel karşılamaz. Nitekim ben de buna benzer tepkilerle karşılaşmadım. Evet, ben birkaç hafta öncesine kadar kendimi eşcinsel olarak tanımlayan bir birey idim. Bana göre sevgi ve aşk, cinsiyet normlarından ve kalıplaştırılmaktan çok uzaktı, aslında bakarsanız hala da uzak ama bu düşünce yapım yüzünden kendimi en çok nefret ettiğim "kalıba sokma durumu" gibi bir sorunla yapayalnız bırakmışım. Evet ben kendimi bildiğimden beri ağırlıklı olarak hemcinsim olan erkeklerden hoşlanmış veya onlara aşık olmuş olsam da ergenlik zamanlarımda hiç de basit olmayan ve unutması yaklaşık 4 sene süren bir aşkın içindeydim. Kendisi bir kızdı. Asla ama asla kendimi kandıramam ki ona duyduğum sevgi ve aşk %100 gerçekti. Şimdi kendimle ilgili ilk hoşlantımı hatırladığım 6 yaşıma geri dönelim. Komşumuz olan abilerden(!) birini seviyordum, kendimi sürekli onun yanında hayal ediyor, onun sevgisine ve korumasına ihtiyacım varmışcasına hayaller kuruyordum. Yıllar sonra lisede en yakın erkek arkadaşıma hatta arkadaşım yerine ikiz kardeş kadar yakın olduğum kişiye aşık oldum. Elbette ki henüz 15 yaşında bir çocukken ona ve kendime eşcinsel hislere sahip olduğumu açıklayamayacak kadar cesaretsizdim. Onu kaybetmemek için, onun sevgilisi rolüne erişemeyeceğimden onu kimseyle paylaşamayan en yakın dost konumuna geçtim. Daha sonra okuduğum liseden ayrılması benim onun ardından yaşadığım aylarca süren depresyon ve yalnızlıkla yüzleşmeme sebep oldu. Hemen bu yoğun sürecin arkasından bahsettiğim hanımefendiye yaşadığım yoğun bir sevgim oldu ve çok uzun sürdü. İşte bütün bu hikayeyi Hüseyin hocama anlattığımda onun da bana "e bu durumda sen biseksüel oluyorsun" demesiyle kafamda şimşekler çaktı ve gerçeği görmüş oldum. Evet ben biseksüel oluyordum bu durumda. Öyleyse neden yaklaşık 2 senedir kendime eşcinsel olduğumu söyleyip kendimi buna inandırmaya çalışıyordum? İşte bu henüz cevabını bulamadığım bir soru. O gün terapiden çıkıp eve dönüş yolumda yaklaşık 1 saat boyunca ağladım. Buna 2 şey sebep oldu aslında. İlki, kendimi inandırmış olduğum ama aslında nerede olduğumu bilemediğim benliğimin bir ucunu yakalamış olmak. İkincisi ise sevdiğim bey 'Z' nin bana dinlemem için zamanında gönderdiği bir şarkının playlistimde random şekilde denk gelmesi, kulaklıklardan kulağıma akan şarkıyla ona olan özlemimi ve sevgiyi öyle kaldıramadım ki o anda. Sanırım o sırada rahatlayabilmenin tek yolu delilercesine ağlamaktı.
SEANS 2
İkinci seansıma tek başıma, otobüse vapura falan atlayıp geldim. İnanılmaz koruyucu annem benim tek başıma anadolu yakasından avrupaya geçemeyeceğimi düşünse bile bence bu çocuk oyuncağı. Neden 21 yaşında bir genç otobüsle seyahat edemesin ki? Ah annecim ah... İlk seansta Hüseyin hocamın yanına aslında biraz zorla gitmiş olsam da ikinci seans için randevu günümün gelmesini iple çektim. Hüseyin Bey gerçekten de bildiğimiz diğer psikologlar gibi değil, şahsına münhasır kişiliği ile tam bir ezberbozan... İkinci seansta yaptığımız konuşmalarda aslında ilk seanstaki Maxi'ye göre kendinden biraz daha emin, azıcık daha cesur ve en önemlisi kendini daha iyi tanımaya çalışan biri vardı. Bu seansta yaptığımız konuşmalar bizi şu sonuca götürdü ben bu yaşıma kadar aslında kendim için değil, hep minnet duyduğum, vefa borcum olduğunu düşündüğüm ailemi üzmemek ve onları mutlu etmek için yaşamışım. Böyle olunca yaşadığım koskoca 21 yılda aslında ruhumda ve kişiliğimde bana ait bir birey oluşmamış ki. Sanki ailem mutsuz olmasın diye onların yönlendirmesine göre hareket eden bir kuklaymışım gibi seneleri devirmişim. Ne zaman ki kendimi bulma yolculuğuna çıkıp ailemden kopmaya çalıştım, işte o zaman da neredeyse imkansıza yakın bir aşk sarmalının içine düştüm. Şimdi anlatacaklarım aslında bir filme bile konu olabilecek düzeyde tesadüfe ve imkansıza yakınlıklara sahip. Ben ablalarıma yakalandıktan sonra benim eşcinsel olma sebebimin eşcinsel ortamında takılmam ve eşcinsel arkadaşlara sahip olduğum sürece onlara benzeyeceğimi düşündüklerinden biraz da tehditvari şekilde bütün eşcinsel arkadaşlarımla iletişimimi koparmamı söylediler ve ben de onlarla kavga etmek istemediğim için, yalan da söylemeyeceğim söyledikleri şeyin doğru olma ihtimalinden dolayı herkesle iletişimimi koparmak zorunda kaldım. Buna Bay 'Z' de dahil. Gelelim hikayemin tufah kısmına. Z' de benden bir süre önce ailesine yakalanmıştı ve onun da terapiye gitmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Koskoca İstanbul'da onlarca kişi arasından birbirini bulmuş ve zamanında çok kısa bir dönem sevgili olmuş bu iki genç karda yürüyüp iz bıraktıkları için ailelerine yakalandılar ve şuan aynı psikoloğun danışanı konumundalar ama birbirleriyle konuşamıyorlar. Gerçekten de dizi senaryosu gibi... Kendisine hala aşığım, çok seviyorum ve iletişimde olamadığımızdan ötürü deliler gibi özlüyorum. Ben ona gidemem, o bana gelemez ama bu şehir bizi illa bir sokakta göz göze getirir. Kim bilir belki bu sokak aynı gün aynı saatte terapiye gittiğimiz psikoloğumuzun ofisinin sokağı olur, orasını Allah bilir. Konudan çok sapmadan bu aşkın benim kişiliğim üzerindeki etkisine değinmek istiyorum. Yaşadıklarından ötürü kendine çok da güveni olmayan, kişisel egosuna sahip olmayan, aşağılık kompleksine yaklaşan ben aslında bir birey olmak istiyorsam önce kendime güvenmeli, bencil olmalı ve ne ailem ne de bir başkası yerine önce kendim için yaşamalıyım. Ben ne zaman kendi iyiliğim adına bunları deniyor olsam bile ona olan sevgim ve bağlılığım hep kendimden ziyade onu 1. sıraya koyuyor. Benim önceden bir mottom vardı. "Bir sabah uyandığınızda sevgiliniz sizi sevmediğini söyleyebilir ama kariyeriniz sizi asla terketmez." Bu felsefeye göre kendime ve okul başarıma odaklanmaya çalışan biriyken son aylarda ona olan sevgim bunun önüne geçiyor. Belki de özlemimden dolayı bu haldeyimdir orasına henüz emin değilim. Ama bir birey olup güçlü bir şekilde ayaklarım üzerinde durmak istiyorsam kendime daha fazla odaklanmam gerektiğinin farkındayım. Aslında bakarsanız ben Z'yi çok sevmekten ve ona çok değer vermekten başka hiçbir şey yapmadım, keza eminim ki o da bana öyle. Ben ona olan sevgimi erotizme ve cinsel doygunluğa bağlamıyorum. Onunla olan hayallerimde sadece yan yana olmak, sevgimin sıcaklığını hissettirmek istediğimde ona sıkıca sarılıp her daim yanında olduğumu bilmesini istemek, onunla yaşadığımız dönemin (her ne kadar dini yönden olmasa da) Şems'i ve Mevlana'sı gibi birbirini seven iki dostmuş gibi hayatımı devam ettirmek isterdim. Yaşadıklarımız bizi birbirimizden uzaklara savurdu. Ona olan özlemimi yalnızca sosyal medyada onu gizli gizli takip edip her an ne yaptığını öğrenmeye çalışarak gidermeye çalışıyorum. Evet benim lugatıma göre iki erkek birbirini, kirpiklerine bile zarar gelmesini istemeyecek kadar sevebilir. Buna toplum karşı, ailelerimiz karşı, kim bilir belki tanrı da karşı bilemiyorum. Ne olursa olsun bana hala içinde saf bir sevgi ve aşk barındıran kalbimin yaşadıkları yanlış gelmiyor. Belki duygularım düşüncelerim ileride değişir bunu bilemem. Zamanla terapilere gittikçe nereye evrileceğimi göreceğim, onun dışında kaderi bilmek zaten bizim için bir muamma... Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Kendi seans saatimden yaklaşık 15 dakika önce Hüseyin hocamın ofisine gittiğimde kapıyı bana benim yaşlarımda bir arkadaş açtı. Merhabalaştık ve bekleme salonuna geçtim. Kapıyı açan arkadaşımızın yanında daha sonradan annesi olduğunu öğrendiğim ama benim ilk görüşte ablası sandığım hanımefendi de vardı. Açıkçası annesi olduğunun aklıma gelmemesinin iki sebebi vardı, birincisi hanımefendi oldukça genç gösteriyordu ikincisi ise aralarındaki muhabbet etme şekilleri bir anne - oğul ilişkisinden ziyade birbirlerine çok yakın olan abla - kardeş ilişkisine benziyordu. Kendi seansım bittikten sonra Hüseyin hocam beni anne - oğul'un da seansına davet etti. Onların da kabulüyle odada 4 kişi muhabbet etmeye koyulmuş olduk. Hüseyin hocam bize çay ikram etmeden hemen önce yaşıtım olan arkadaş ve annesiyle tanışıp kendi terapilerimin nasıl geçtiğinden bahsettim, ufak bir sohbet etmiş olduk. Aslında anne oğul terapisi başlarken ben özellikle oğul üzerinden devam eder konuşma zannediyordum ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Anne olan hanımefendinin küçük yaşta ve daha henüz reşit bile değilken mahalleden bir adam tarafından kaçırıldığını, ona tecavüz ederek birlikteliğe zorladığını, annenin defalarca evden kaçıp jandarmadan her yardım istediğinde maalesef ki onlardan da yardım göremeden o korkunç eve geri gönderildiğini, kaçırıldıktan sonra annesinin, babasının, kardeşlerinin onu kurtarmaya bile çalışmamasını ve buna benzer birçok eziyet ve şiddet anısını duyduğumda kaynar sular başımdan aşağı döküldü. Hatta annenin bu yaşadıklarından sonra intihar etmemiş olmasına şaşırdım. Ortamın gidişatını etkilememek adına dişlerimi sıka sıka acılı anneyi dinledim, ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Anne, bu zorba adamdan 2 evlat dünyaya getirmiş. Biri benim yaşlarımda olan arkadaş ve bir de abisi var. Yıllar sonra anne daha fazla dayanamıyor ve adamdan boşanıyor. Küçük oğlan'ın (yaşıtım olan) velayeti annede, abininki ise babada kalıyor. Hikayelerimizdeki benzerliğin parmak basılacak bir noktası var, o arkadaşın da benim de hayatlarımızda baba faktörü neredeyse eksik. Ki ben daha şanslı olan tarafım aslında. Yıllarca anne oğul birbirlerine dayanıp destek olmaya çalışarak bugünlere gelmişler. Ama anne şiddet gösteren zorba kocadan boşandıktan sonra tutulacak tek dal olarak oğlunu görmüş elbette. Onun üstüne titremiş ve ona bağlanmış. Karşılıklıdır ki oğul da kimsesi olmadığından anneye yaklaşmak ve onun otoritesi altında yaşamak durumundaymış. O seanski terapide farkettim ki aslında ebeveynler ve yaşadıkları sadece onları değil bir sonraki nesil olarak gelen biz çocuklarını da derinden etkiliyor. Hüseyin hocam anneden daha bencil olmasını, kendisi için de artık bir şeyler yapmasını ve hayata daha pozitif kollardan bağlanabilmesi için perspektifler ve öneriler sundu. O gün o odada anne ve oğulun ilişkisini dinlerken içten içe şükrettim bulunduğum duruma. Ben ve ailemden daha zor şeyler yaşayan başka aileler de varlar. Anne - oğul ile dilerim ki gelecek terapilerimde de denk gelebilir ve sohbet edebiliriz. Maalesef ki hayat bir çoğumuz için kolay değil ama ondan vazgeçecek kadar basit de değil. Sözlerimi çok sevdiğim bir dizi repliğinden alıntı yaparak bitirmek istiyorum. "Hepimiz birer bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor."