Temmuz 2018 - Dibe, En Dibe Uyku gibi, insanın depresifleşmesi de belli bir periyotta kendini gösterir mi? Mesele saat 12 de uyuyorsan hemen her gün o saatte uykun gelir, ama bir insan neden her iki ayda bir depresif olur? Bu ilk önce akademik başarıda kendini gösterdi. Okulda ilk önce vizelerde bir iki hafta kendime gelemedim, 2 ay sonra finallerde yine aynını yaşadım. Matematiksel ifadeyle 3.20 olan ganom 2.20 ye düşebildi, derslerin yarısını bıraktım. Birinciliğe oynayan ben, neden böyle yaptım?
6. Terapiden sonra baya baya dibe vurdum. Her fırsatta erkekleri arzular oldum ve pornografiye olan bağlılığım arttı. Laneten yaşıyorum. Moralin bozulduğu an aç erkekleri izle, ne kadar sefil bir hayat! En son kafaya koymuştum, birini bulup ilişkiye girecektim. Ama akbilime atacak kadar param bile yoktu, işin sonunu kestirebildiğimden bende para istemedim zaten. İki hafta kadar bu böyle sürdü. Sonrasında okuduğum şehre yazın ortasında dönmek zorunda kaldım birkaç işi halledebilmek için. Muhammed ile karşılaştık. Bundan önceki görüşmemiz birkaç hafta önceydi ve o zaman gayet normaldi. O gün ise nedense ben onu görünce çok gerildim, o da beni görünce afalladı. Baktım muhabbet edeceği yok zoraki ben bir iki soru sordum, geçiştirdi geçti sonra ayrıldık zaten.
Bir yandan iyi bir haber aldığım için keyfim yerine gelmişti, bu şehri seviyordum herkesten uzak tamamen kendi kurduğum hayatımı yaşıyorum. Fakat Muhammed ile o bir iki dakikalık konuşmamız beni germek için yetiyorda artıyor bile. Aslında evet hata bendeydi, onları nedensizce takıntı haline getirmiştim. Oysaki yaptıkları bir şey yoktu. Hiçbir şey yapmadıkları için sinirlendim ben de, çünkü ben böyle biri değildim. Ben bu hayatta bir şeyler başarmak istiyorum. İnsanlara bunu anlatmak, kendimce yardımcı olmak istiyorum.
Pazar günü gelmişti, sabahtan Hüseyin Hocayı arayıp geleceğimi söyledim, o da sağolsun planlarını iptal edip o güne beni yerleştirdi. Sabah ki biletim yanmıştı, kalktığımda zaten biletin vaktinin geldiğini gördüm. Sonra arkadaşımla öğlene kadar eşya taşıdık. Orayı halleder halletmez otobüse bindim, terminale gidene dek tüm aktarmalara ucu ucuna yetiştim. Saat 15:30 biletine yetişebilmek için otobüsten inip terminale hızla koştum. Adam kapıları kapamış gitti diyordu bana. Sinir küpüne döndüm çünkü bunu da kaçırsaydım bu bugünkü ikinci salaklığım olacaktı. Derdimi yakınmaya çalışırken başka bir görevli geçmeme müsaade etti ve ona da yetişip İstanbul'a yola koyuldum. Yolda Onarım Terapisi kitabını da bitirme fırsatım oldu, yakın zamanda kitap ile ilgili bir değerlendirme yazmayı düşünüyorum.
7. Terapi Kan ter içerisinde İstanbul'a gelir gelmez birde terapiye yetişmek için koşmaya başladım. Terapiye bir iki dakika geç kalınca Hüseyin Bey başka bir arkdaşı içeri almıştı. Bekleme odası boştu, uzunca bir sürede kimse gelmedi. Ardından Ercan Abi, Metin, Furkan ve biriyle birlikte güle oynaya içeri girdiler. Metin bu terapilerde en çok gördüğüm kişiydi, daha önce de bahsetmiştim eşcinselliği yenmişti. Kendisiyle barışık, güler yüzlü çok efendi bir çocuktu. Furkan ise en son görüşmemize göre baya iyiydi, yaşça en küçük olmasına karşın muhabbeti çekip çeviren oydu. O salonda o gün herkes iyiydi ama benim durumum bok götürüyordu. En azından birazdan Hüseyin Hocanın yanına girip içimi boşaltacağım için teselli oluyordum fakat o gün öyle olmadı.
Hüseyin Hoca beni içeri davet etti, bundan önce de başkalarının terapilerine girip yorum yaptığımız olmuştu, ama benim terapime kimsenin çağrılmaması o an dikkatimi çekti. Berke ile tanıştım, karşısına oturup tanıştık. Hüseyin Hoca bana "Evet kendini anlat" diyordu. Dedim ya hiç havamda değildim, hele ki bir başkasına durumumu anlatma konusunda kötü tecrübelerim olduğundan herkese içimi dökememeye başlamıştım. Yine de anlatabildiğim kadar en özet haliyle anlattım. Babamın çok eşinin olduğu, benim bilmem kaçıncı çocuğu olduğum, benim ise onun tam tersine eşcinsel olduğum ve terapiye gelmesem çoktan ilişkiye girmiş olabileceğimi anlattım. O ise kendine dair bir şey anlatamadı. Benim hayatım üzerinden gittik, çok eşlilik hakkında sorular sordu aile yapımı sordu. Bir bir cevap verdim. Kendisi bana hakikaten çok kaliteli ve samimi geldi, Hüseyin Beyin dediğine göre eşcinsel değildi başka sebeplerden dolayı terapi alıyordu. Sonrasında o çıktı ve benim terapime başladık.
Günün son terapisiydi, sabahtan akşama kadar o odada insanların ne yaşadıklarını dinliyordu Hüseyin Hoca. Berke ile baya koyu muhabbet çevirmişlerdi bence, çünkü Berke çıktıktan sonra da muhabbetin tesiriyle aldı yürüdü Hüseyin Hoca. İlk 15 dakikasını anlamayarak kafa salladığım bir yarım saat kadar konuştu. Anladığım ve çokça hak verdiğim kısımlarda ise daha çok aklımı kurcalayan sorular üzerine konuştuk. Mesela ben Hüseyin Hocanın aksine, bir tecavüz mağdurunun kullanıldığı taktirde çok önemli yerlere gelebileceğini düşünmüyordum. Hüseyin Bey bu konuda meselenin kişilik çokluğuyla ilintili olduğunu tecavüz mağdurlarının da kişilik çokluğu gösterdiğine değiniyordu. Ardından Yeşil Prens adlı Hamas liderinin oğlunu konu alan filmi izlememi önerdi. Ardından şunu ekledi, "Bir tecavüz mağduru eğer farkedilip belli bir amaç için kullanılmamışsa evet o sokak fahişesi olabilir" sanırım biraz daha aklıma yatmıştı. Demek istediği şuydu, bir tecavüz mağduru kullanıldığı taktirde çok değerli olabilir, çoklu kişiliği sayesinde iyi bir oyuncu/ajan/mafya babası/cemaat lideri olabilir, hatta bu uğurda bilerek tecavüz bile ettirilmiş insanlar bile olabilir.
Bu konu ilgimi çekiyordu o yüzden biraz daha zihnim açıldı ama bir yanımda geçtiğimiz iki haftanın hesabını soruyordu bana, içini dök diye bağırıyordu. Sonrasında konuyu biraz toparlamak adına Onarım Terapisini bitirdiğimi ve kitabın benim yaşantımla doğrudan ilgili olmasına şaşırdığımı söyledim. Bu kitabın en ilgi çekici yanı buydu, senin tek olmadığını ispatlıyordu. Nokta atışı tespitlerde bulunuyordu. Aslında bu demek oluyor ki eşcinsel bireyler aynı psikolojik semptomları gösteriyordu. Bu semptomlarda tabii olarak çevresel faktörlere dayandırılabiliyor, aslında eşcinselliğin sonradan kazanıldığına dair bir kanıt sunuyordu.
Kitapta şuna da değiniyordu: Eşcinsel bireylerin erkeklerle 3 tip arkadaşlıkları söz konusudur. Birincisi, geylerle olan arkadaşlık ilişkisi. Bu arkadaşlıkta cinsel birliktelik olma olasılığı fazladır ve erkekler birbirlerini etkilemek için çalışabilirler. İkincisi heteroseksüel biriyle olan arkadaşlık. Bu tarz arkadaşlıklar öneriliyor ve erkeğin bir başka erkeği erotize etmeden yakın bir ilişki kurabilmesi açısından önem arz ediyor. Hatta bu tip arkadaşlardan seçilecek iyi bir sırdaşa eşcinsel olduğun mevzusu anlatıldığında "Beni tanısa beni sevmez" argümanını kırmış oluyorsun -Arkadaşın bunu doğal karşıladığı durumda-. Üçüncüsü, erotik olarak hoşlandığın heteroseksüel arkadaş. Bu tip arkadaşlık sürdürülebildiği taktirde eşcinselliğe en iyi ölçüde azalttığı tespit edilen arkadaş ilişkisidir. Tabii bu durumda da kendi durumunu anlattığında ve karşındaki seni kabul ettiğinde onu artık bir erotik obje olmaktan çıkarıyorsun.
Hüseyin Bey'e benim bugüne kadar neden Semih ve Muhammed e zihnen takıldığımı bu argümanla anlattım. Aslında bu en başından beri farkında olduğum bir gerçekti, eğer onlar yaklaşılması gerektiği gibi yaklaşsalardı ben bu sorunu büyük ölçüde aşmış olacaktım. Semih bu kriterlerden ikincisine Muhammed ise üçüncüsüne uyuyordu. Semih ile bu konuyu açtıktan sonra aramızın açılması beni çok kötü etkilemişti. Fakat aynı zamanda Muhammed ile de samimiyeti koruyamadığımızdan iyice beter olmuştum. Semih yine arkadaşlığı bozmadığından bir abi kardeş, belkide arkadaş olarak devam ettik. Ama Muhammed tavır aldığı için, tüm suçu kendime yıkmaya başlamıştım.
Bunu yine neden anlatıyorum. Çünkü mesele benim ve bir çoklarının tecrübe ettiği gibi, herhangi bir insanın eşcinsellik meselesinde var olan günaha değil günahkara odaklanmasından kaynaklanıyor. Ben oldum olası bunun günah olması kısmına takıldım, ya da alkol hırsızlık gibi durumlara. Ama bu iki arkadaş bir kendini onlara açan bir eşcinsel gördüklerinde kaçacak delik aradılar, bu zavallılıktır.
Mesele kendimi yalnızlaştırmama geldi. Hüseyin bey bana sıkça içimi dökebileceğim birini bulmamı söylüyordu, ben ise çoğu zaman "Yok, arıyorum" diyordum. Aksi şeytan, çevremin bu kadar geniş olduğunu bildiğim halde içeriden beni anlayan birinin çıkmaması aslında mümkün değil. Aslında bu sefer birini buldum, esasen bu sene en çok yanımda olan kişiydi zaten, farketmem niye bu kadar geç sürdü bilemiyorum. Önümüzdeki günlerde bir araya gelicez, o zaman bu durumu olmasa da kendim hakkında bir çok şeyi anlatmayı düşünüyorum.
Tabii diğer bir konu egoya küçüklüğümden gelen bir set çekmiş olmamdı. Hüseyin Bey biraz egolu olmamın bu süreçte iyi olabileceğini söylüyordu. Ben ise ona kibirle ilgili hadisi söylüyordum. Ona bunu küçük yaşta öğrendiğimi anlattım. O ise bu hadisinin küçük yaştaki birine öğretilmemesi gerektiğini insanın belli bir kademeye geldikten sonra kibrini kontrol etmesi gerektiğini söylüyordu. Ben şuan tedavi için bunu yararlı gördüğümden mantıklı buldum, kulağıma küpe ettim.
Kendimi çok derin düşünürken buluyorum. Olmadık şeyleri olmaması gerektiği kadar abarttığımı fark ettim. Bunun için daha önceden ilaç kullanmıştım, fakat bu ilaçlarda kimi zaman yararlı oldu kimi zaman tesir bile etmedi. Ayrıca şuna eminim ki belki bir iki kutu daha bunlardan edinebilirim ama hayatımı idame ettirebilmem için doğal olarak kendimi toparlamam gerekiyor. Hüseyin Bey bunun için bundan sonra aklıma taktığım meseleleri bir yere not edip terapilerde onla birlikte değerlendirmem gerektiğini önerdi.
Ardından kendi yazdığı
İsyan (Tıkla) şiirinin şu satırlarını ezberinden okudu:
ve Allah isyan etti kullarına
bir temmuz gecesi ağlasak ta sızlasak ta
yalandan acılarımız içimizi kanatmıyor
aydınlanmıyor ruhlarımız
muhammedin adamları
ibrahim olmadıkça
Allah'ın gazabıdır bizi bekleyen...
"Bir temmuz gecesi Allah isyan etti kullarına" derken 15 Temmuzu işaret ediyordu, aslında Allah ülkedeki cemaatlerin ipi kopmuş olmasından dolayı bizi uyardığına değiniyordu ki buna ben de katılıyordum. "Muhammedin adamları (bu biz oluyoruz)/ İbrahim olmadıkça /Allahın gazabıdır bizi bekleyen..." okuduktan sonra bana Hz İbrahimin Hz Muhammed ve Hz İsa'dan farkını sordu. Sonra ekledi, Hz İbrahim ibrani dinlerin babasıydı ve aynı zamanda ikinci Adem kabul edilirdi. Onlardan farkı onun bir babasının olmasıydı. Ve o babasını karşısına almasıydı. Bu dizeler eşcinselliğin en büyük etkeninin baba ilgisizliğini, aslında babanın bir erkek çocuğu üzerinde kendini yok hükmünde kanıtlayabilmesine işaret eden duygu yüklü cümlelerdi.
Terapiden çıkmadan önce Hüseyin Bey ayağa kalkıp yine kendini değersizleştiriyorsun diye ikaz etti. Akabinde "Şeyh uçmaz müridi uçurur" dedi. "Yeri geldi mi uçmayı bileceksin ama müridin seni tutup çektimi aşağıda ineceksin, yoksa yürümeyi unutursun" diye ekledi. Bir önceki haftayı yineledi ve tekrar sarıldı. Şuan için egoyu şişirmem gerektiğini de söyledi.
Oldukça zaman geçmişti ve Hüseyin Bey'in Edirne'ye gitmek için Otogara gitmesi gerekiyordu. Hızla ben, o ve Metin ofisten çıkıp Vatan'a yürüdük. Yürürken Metin'in seslendirdiği İsyan şiirinin hepsini dinletti Hüseyin Bey. Metin'in okuması baya iyiydi, sözler ise etkileyiciydi. Ardından Topkapı'dan gelen metroya bindik. Metronun içerisindeyken Hüseyin Bey ilginç bir noktaya daha değindi. Tarihi örgüden bahsediyordu, hak ile batılın mücadelesinden. Bir dönem hak bir dönem batıl zirve olmuştu her zaman. Şuan Avrupa Amerika Ve Rusya gibi kutupsal güçler hüküm sürerken onun öncesinde Osmanlı Emevi Abbasiler gibi Müslüman devletler, ondan önce Bizans, Moğol ve Pers İmparatorlukları, onun da öncesinde bozulmamış Hristiyanlıkla yönetilen Roma İmparatorluğu gibi güçler yer alıyordu. Anlaşılan bir hak bir batıl galip geliyordu Allah tarafından. Sonrasında beni en başta sorgulamaya iten ama ardından ikna eden romanın fethinin müjdelendiği hadise atıfta bulunarak şu sözleri sözleri söyledi
"Roma 2050'de fethedilecek". "Nasıl hocam" dedim, "Ben bunu bizim görebileceğimizi sanmıyorum bence gidişat hiç iyi değil" dedim, o ise "Ben göremeyebilirim ama sizin göreceğinize inanıyorum. Kağıt kalemi alıp hesapladım, şuana kadarki düzen devam ederse 2050 romanın fethi olacaktır" dedi. Aslında hak verdim, öncesinde bu durumu özetleyen bir grafik görmüştüm, batıl ise uzun süredir hüküm sürmekte. Ayrıca İstanbul'un fethinin fetret devri gibi bir felaketten hemen bir kaç on yıl sonra olması ise bunun mümkün olduğunu kanıtlar nitelikteydi. "Hocam ben Roma'nın kılıç kalkan ile fethedileceğini düşünmüyorum, bakın Hindistan ve Güney Doğu Asya ülkelerine, alayı Müslüman Tüccarlar tarafından tebliğ yoluyla İslamlaştırıldı, fethedildi. Keza Türk'ler ve Farslar da öyle. Aslında Roma kılıç ve kalkan ile değil kalem ile fethedilecek." diye ekledim. Hüseyin Beyin bana tekrar sarılıp kutlamasıyla bir övgüyü hak etmiştim zannımca.
Otogara geldik ve Metin Adana'ya gidebileceği otobüslere yönelirken vedalaştık. Ben ise Hüseyin bey ile peronuna kadar eşlik ettim. Otobüsün gelmesine sözde 5 dakika varken bir 25 dakika kadar orada lafladığımızı hatırlıyorum. O sırada derin mevzulara devam ediyorduk. Biraz Türkiye siyaset tarihine değindik. Bu benim ilgimi çokça cezbeden bir husustu. Zamanında "Ne şeriat ne demokrasi" adlı bir kitabı okumuştum, Türk siyasi tarihine dair bir fikir savaşının çok güzel ele alınmış bir parçasıdır, tavsiye ederim. Orada da bahsedildiği gibi aslında Erbakan ile Erdoğanın keskin ayrılıklarına değiniyordu. Erdoğan seçimleri ilk kazanışından önce çalışmalarını ve görüşünü anlatmak için genelevlere kıraathanelere gidip kendi fikrini anlatmak için halk ile iç içe hareket etmişti, Refah Partisindekilere nazaran. Bu yüzden o yenilikçi tayfa adı verilen ekiple alıp yürümüştü. Necmettin Erbakan ise daha entellektüel aileden gelen biriydi. Üslubu ve hareketleri çok efendiceydi ama belkide bu yüzden halka yeterince hitap edememişti. Erbakan 28 Şubat'ta ülkeye bir şey olmasın diye koltuğundan ayrılmıştı ama Hüseyin Bey'e göre ayrılmaması en efdali olabilirdi. Sonuçta bunu Erdoğan 15 Temmuz da halkı sokağa davet ederek uygulamıştı ve aslında bu sayede başkanlık koltuğuna oturduğu su götürmez bir gerçek.
Şunu garanti edebilirim ki beni bu süreçte bir yakınım bir dostum desteklemedi, aksine itelediler. Ya da çok sevdiğim okulum, ideallerim veyahut fotoğrafçılık gibi uğraşlarım beni dürtüklemedi. Onlardan uzaklaşmam beni kötü etkiledi. Sanki şu güne değin bu zevklerim, arkadaşlarım hep bana yabancıydılar, olmaması gereken arkadaşlıklar kurmuş, belkide tam kendimi tanıyamadan bir hayata atılmıştım. Tercihlerimi hiç bir zaman küçümsemedim, neyi yeğlediysem sahiplendim, üzüntüsüyle neşesiyle. Fakat yeni yeni kurmaya başladığım bu hayat beni bir anda yalnız bıraktı. Hiç beklemediğim kadar hızla elimi ayağımı çektim bütün bunlardan. O yüzden toparlanmakta güçlük çekiyor, bir yandan hayatımın kahpece bana bakıp "Şş hadi gelsene, hadi ayağa kalk bir işe yara" demesi canıma tak ediyor. Bu süreçte bana destek olan yegane şey içinde bulunduğum dernekti, siyasi görüşlerimdi. Ben bir muhafazakar değilim, ister eşcinsellik konusunda ister ekonomi konusunda ister dış ilişkilerimiz konusunda bir şeylerin çok geç olmadan değiştirilmesi gerektiğine inancım tam. İnşallah sizlerin beni anladığı gibi ortak derdimizi başkalarına da anlatma hususunda başarılı oluruz, olacağız.