davranışını deneyimlemiş olsa da CKBli oğlan çocukları ileride gay olacaklar arasında yalnızca küçük bir alt grubu temsil ederler (Saghir and Robins, 1973; Friedman, 1988). Oğlan çocuklarda görülen CKB, bir başkasını taklit etme sürekliliğinin aşırı uçtaki bir noktasını temsil eder. Bu sürekliliğin bir ucunu kişinin kendini zihinsell olarak bir başkasının yerine koyması, onun gibi konuşması, o kişiyi anlamaya çalışması (empatinin temel bileşeni), diğer ucunu ise ayrılık anksiyetesine karşı katı bir savunma ve anne olma yönündeki dürtüsel bir buyruğu içeren öfke olarak düşünebiliriz. Bu çocukları yalnızca androjen çoklu ilgiye sahip çocuklar olarak değerlendirmek yanlış olur. Tersine, onların oyunları yaşıtları olan kız ve oğlan çocukların oyunlarına kıyasla son derece kısıtlı, dürtüsel katı kuralcıdır (Zucker v.d., 1982). Genellikle otoriter ve mızmız olurlar. Yaşıtlarıyla oyun oynarken ısrarla kendi kurallarını dayatırlar. Karşı taraf bunu kabul etmediğinde de ya küsüp giderler ya da öfke nöbetleri geçirirler. CKBli oğlan çocuklar terapiden önce zamanlarının büyük kısmını oyun neşesinden yoksun, esnek olmayan, zorlayıcı ve tekrar eden donuk hayaller kurarak geçirirler. Yetenekli ve zeki çocuklar olmalarına karşın gerçek anlamda bir yaratıcılık sergileme potansiyelleri azdır. İsteklidirler ancak bu isteği hayata geçiremezler, fantezileri vardır ancak oyun oynama potansiyelleri kısıtlıdır. Sanatsal yeteneklerini yaratıcılık ya da icat yapmada değil anksiyetelerinin dürtüsel yönetiminde kullanırlar. Terapinin ardından olağanüstü yaratıcı ve hayat dolu olurlar. Genellikle empati konusunda dikkat çekici bir yetiye sahip olur ve oyun oynama yetilerini geri kazanırlar. Terapilerden edindiğimiz deneyimler bize bu çocukların anlaşılmaya çok ihtiyaçları olduğunu, muazzam bir yakınlık ilişkisine gereksinim duyduklarını ve kendilerini güvende hissettikleri ortamda içsel deneyimlerini metaforik olarak yansıtma yetisine sahip olduklarını gösterdi. Bu çocuklar genelde terapiye yaşadıkları acıyı halden anlayan birine anlatma fırsatı bulmuş gibi başlarlar. CKB çalışmak yalnızca bozukluğun kaynağını bulmak açısından değil genel anlamda cinsel kimlik edinimini anlamak açısından da önemlidir. Bu tip çocukların aileleriyle yapılan eş zamanlı çalışmalar, kişilerarası deneyimlerin nasıl intrapsişik fenomenlere dönüştüğünü ve patolojik inançların nasıl hem deneyim kodlarını oluşturup hem de fiziksel gerçekliği inşa ettiği konularında sıra dışı bir çerçeve sunmaktadır.
Etiyoloji
Biyolojinin Rolü
CKB sendromu ilk kabul edildiğinde pek çok kişi bunun biyolojik bir sebebi olabileceğini düşünmüştü. Esasında daha önceden Krafft-Ebing (1898) tarafından erkek homoseksüelliğinin temelinin beynin feminenleşmesi olduğu öne sürülmüştü. Freud (1905), ortada nörobiyolojik kanıt olmadığı gerekçesiyle bu hipotezi geçersiz saymıştı. Freudun zamanında mevcut olmayan beyin bilimi çalışmaları geçtiğimiz on yıl içerisinde hızla artmış ve bunun bir sonucu olarak beynin potansiyel rolünün cinsel davranışlar üzerindeki etkisi konusu yeniden gündeme gelmiştir.
Günümüzde, pek çok kaynaktan beslenen, seksüel olan ve seksüel olmayan davranışların gelişiminde doğum öncesi psikonöroendokrin etkileri üzerine ciddi araştırmalar yapılmaktadır (Ehrhardt ve Meyer-Bahlburg, 1981; Hines, 1982; McEwen, 1983; Ward, 1984;Ehrhardt v.d., 1985). Doğum öncesi dönemde ve muhtemelen doğum sonrası dönemde de hormonlar örgütleme işlevine sahiptir. Erken fetal yaşamında üreme morfolojisiyle ilgili yapıları örgütler ve beyindeki reseptörleri (receptor site sensitis) meydana getirirler. Ergenlik hormonlarını harekete geçirme işlevine sahiplerdir. Hayvanlar ve kendiliğinden gelişen endokrinolojik bozukluğa sahip insanlar ile anneye doğum öncesi dönemde hormon verilmiş olan vakalar üzerine yapılan araştırmalar, doğum öncesi hormonların mizaç üzerinde etkili olduğunu ancak cinsel kimliğe doğrudan etkisi olmadığını ortaya koymuştur (Ehrhardt and Meyer-Bahlburg, 1981; Ehrhardt v.d., 1985). Örneğin doğum öncesi androjenler mizaca enerji harcama ve itiş-kakış oyunlara yönelme konularında etki etmektedir. Mizacın rolü, çocuğu çevresel uyaranlar karşısında tahmin edilebilir yanıtlar vermeye hazırlamak aynı zamanda bakıcının davranışlarını etkilemek olarak anlaşılmalıdır. Bizim görüşümüze göre çağdaş psikanaliz, normal ya patolojik cinsel kimlik edinimi konusunda teoriler üretirken bu verileri dikkate almalıdır.
Her ne kadar bugüne değin CKBli oğlan çocuklarda üreme morfolojisi ya da seks kromozomlarının karyotiplemesi gibi konularda özel bir biyolojik farklılık belirlenmemiş olsa da (Green, 1976; Rekers v.d., 1979), bu çocukların neredeyse tamamında saldırganlıktan ve itiş-kakış oyunlarından kaçınma gözlenir (Green, 1987; Zuger, 1988). Özellikle diğer oğlan çocukların baskın olduğu yeni ortamlar onları ürkütür.
Travma ve Bozuk Aile Dinamikleri
Çapraz cinsiyet davranışı olan oğlan çocuklarla ilgili anekdot raporları birkaç yıldır literatürde olmasına rağmen Friend ve çalışma arkadaşlarının 1954te üç vaka üzerine yayınladıkları rapor (Friend v.d..,1954) sistematik klinik tanımlamaların başlangıcıdır. Onlar CKBnin ortaya çıkışını patolojik anne-çocuk ilişkisine ve kastrasyon anksiyetesine bağlarlar.
CKBnin ortaya çıkmasında etiyolojik açıdan öneme sahip olan travmaya, ilk önce Bloch (1978) sonra Coates (1985, 1990) daha sonra da Meyer ve Dupkin (1985) tarafından vurgu yapılmıştır. 1985te farklı klinik araştırma birimlerinde çalışan Meyer(Johns Hopkinste) ve Coates (St. Luke's/Rooselt Hastanesi Çocukluk Dönemi Cinsel Kimlik Merkezinde), CKBnin ortaya çıkmasında travmanın çok önemli bir rolü olduğunu tespit ettiler. Meyer ve Dupkin (1985), değerlendirdikleri on CKBli oğlan çocuğu vakasının onunda da aile işlevinde bozukluk ve travma tespit etmişlerdi. Çapraz cinsiyet davranışının ortaya çıkmasında ayrışma, aşırı cinsel uyarılma ve hamilelik psikozu gibi travmatik deneyimlerin tetikleyici olduğunu gözlemlediler. Hamilelik ve doğum da tetikleyici unsurlardandı (Meyer ve Dupkin, 1985). Coatesın (1985) orta ve alt gelir grubundan ailelerin CKBli çocuklarıyla yaptığı ilk 25 vaka çalışmasında annelerin yarıya yakını çocukları üç yaşına gelene kadar travmatik deneyimler yaşadıklarını kendiliklerinden rapor etmişlerdir. Orta üst gelir grubundan 22 aileyi kapsayan daha güncel bir örnekte ise annelerin %78i oğulları üç yaşına gelene kadar travmatik deneyimler yaşadıklarını rapor etmişlerdir. Bu veriler ya kapsamlı ön değerlendirmelerimiz esnasında elde edilmiş ya da çocuklar ve aileleriyle bir süre terapi yapıldıktan sonra ortaya çıkmıştır. Bu çocuklardaki çapraz cinsiyet sendromlarının ne ifade ettiğini anlamaya yönelik olarak, CKB üzerine yazılmış yirmiden fazla vaka raporu literatürde yer almış süregelen açıklamalarda konu dile getirilmiştir. Tanımlanan bütün vakalarda cinsel kimlik bozukluğu aile işlevindeki bozukluk bağlamında gelişmiştir (Friend v.d.., 1954; Frischhoff, 1964;Sperling, 1964; Charatan Galef, 1965; Greenson, 1966; Stoller,1966, Block, 1978; Gilpin, Raza, ve Gilpin, 1979; Schultz, 1979; Roiphe ve Alenson, 1981; Pruett ve Dahl, 1982; Loeb ve Shane, 1982; Herman, 1983; McDevitt, 1985; Meyer ve Dupkin, 1985; Thacher,1985; Bleiberg, Jackson, ve Ross, 1986; Coates ve Zucker, 1988;Lothstein, 1988; Galenson ve Fields, 1990; Haber, 1991; Silrman,1991).
Bazı klinisyenler bozukluğu bireyleşme ayrışma sürecindeki bozukluklara bağlamaktadır (Greenson, 1966; Schultz, 1979; Gilpin v.d.,1979; Loeb ve Shane, 1982; Pruett ve Dahl, 1982; McDevitt, 1985;Thacher, 1985; Galenson ve Fields, 1990). McDevitt (1985) annenin çocuğun davranışı üzerindeki seçici besleme ve uyumlanmasının feminiteye yol açtığını vurgulamıştır. Lothstein (1988) annenin çocukta gelişen maskülenliği aynalamadaki yetersizliğine dikkat çemiştir. Kastrasyon anksiyetesi bazı klinisyenlerce örgütleyici etken olarak görülmüştür (Friend v.d.., 1954;Sperling, 1964; Roiphe and Galenson, 1981; Pruett ve Dahl, 1982; Herman, 1983; Haber, 1991). Fallik bir anneyle bütünleşme fantezisinin bazı vakalarda önemli olduğu varsayılmıştır (Sperling, 1964; Pruett and Dahl, 1982). Greenson (1966) ve Stoller (1966) tarafından ayrı ayrı yapılan bir vaka tanımlamasında anne tarafından aşırı takdir edilme, bireyleşme ayrışma zorluklarının ana nedeni olarak görülmüştür. Aşırı takdir edilmenin bireyleşme ayrışma fazında yaşanan ayrışma anksiyetesini artırdığı gözlenmiştir. Sonrasında çocuk bütünleşme ve taklit etme nin ilkel bir biçimi olarak sevgiyi iyi davranışla eşdeğer tutma yoluyla bu anksiyeteye karşı kendini savunacaktır. (Greenson,