En son terapiden sonra tekrar yazmak istedim . Yani beşinci terapiden sonra... Ancak yazmak benim için öyle kolay bir iş değil. Geriye hiç dönmeden hızlıca yazınca tamamen mantıksal bir yazı olmuş gibi hissediyorum ve insanları boğuyormuşum gibi geliyor. Bir de yazarken de bir mükemmeliyetçi havaya kapılıp kurduğum cümlelerde bütün ihtimalleri düşünmek zorunda kalıyorum. Yani yazmak benim için zor, stresli bir iş...
Terapiden sonra Istanbul'da gezerken terapilerle birlikte kaydettigim aşamayı düşündüm. Artık eski ben yavaş yavaş da olsa yerini yeni bene bırakıyordu. Bu terapide iki kişi ile tanışma fırsatım oldu. Farklı hayatların içinde aynı hikaye... Alışılamamış, anlatılamamış bir derinliğin içinde kaybolmuş yıllar... bu iki kişiden biriyle ortak yanlarımiz vardı. Yine aynı hikayenin içinde hayatın gerçekliğine bile bile boyun büktüğümüz obsesif tiplerdik biz. Taktığımız şeyler farklılık gösterse de insana yaklaşım tarzımız aynıydı. Obsesif bir vicdan taşıyorduk içimizde. Aslında hayatında içten içe mükemmeli arayan ve bu uğurda yalnız kalan kimsesiz insanlardik biz. Aslında bizler bir insana güvenmenin ne demek olduğunu anlamaya o kadar muhtacız ki her tanıştığımiz insanda bir sorgulama süreci içine giriyoruz. Bu sorgulama süreci, küçük ipuçlarından hareketle salt mantıksal zannettiğimiz yanlış çıkarımlarımlarımizla buluşunca önyargılardan bir duvar örüyoruz karşıdaki insana karşı. Ve ilişkiler mesafeli ya da başlamadan öylece kalıyor. Bu konuyla ilgili olarak eski yazılarımdan birinin giriş kısmında şöyle demiştim:
" Eğer bir eksikligimizden dolayı insanlardan farklılaşmış hissediyorsak kendimizi, bizi anlamayan, farkedemeyen ya da farklılığımız hakkında herhangi bir fikre sahip olmayan veyahut yanlış fikirler edinmiş insanlara karşı ağır bir sorumluluk yükleriz. Diyelim ki bu insanlar dindarsa ve anlamamışsa durumumuzu dini anlamda yeterli bir olgunlukta değildir bizim için... Eğer milliyetçi, vatansever bir insan olduğunu iddia ediyorsa ve anlamamışsa durumumuzu yine ne kadar konuşursa konuşsun vatansever bir insan değildir; çünkü bizi anlamamıştır, sevememiştir. Ve ya çok yakın olduğumuz bir arkadaşımız, durumumuz hakkında hiç bir şey bilmiyor ya da tamamen yanlış fikirler içindeyse aslında o kişi ne yaparsa yapsın çok da yakın bir arkadaşımız değildir bizim için. Böylelikle insanlardan kopuyoruz, arkadaşlıklarına yeterince değer vermediğimiz gibi kendimizi de gerçek anlamda bir arkadaşlık duygusuna kapatıyoruz. Anlaşılmak kaygısı içinde bulunmamız normaldir. Her insan anlaşılmayı istediği gibi bir de kolay kolay anlatılmayacak bir sıkıntı içindeyse anlaşılmak isteği de bir o kadar artıyor sanki. Ancak bu bizim insanları bilmediği bir şeyden dolayı yargılamamızı gerektirmiyor." Işte böyle... Insanlar bize dair bilmedikleri ile kalsın, bildikleri ile yola devam etsin; önemli olan da bu zaten... benim takıntılarım bu kişiye göre çok daha fazlaydı anladığım kadarı ile ama ben buna rağmen insanlara karşı ördüğüm duvarımi büyük ölçüde yıkmıştım. Üniversiteye kadar hiç bir insanı tam anlamıyla sevmedim, sevemedim. Hatta kaçardım da insanlar ile etkileşim kurmaktan, sıkılırdim. Üniversite benim takılı kaldığım memleket atmosferini delince olmuş olmalı ki artık insanlarla ilişki içine girmeye başladım. Benim hayatımda belki yoğun belki ters belki yanlış da olsa çok büyük bir bağlılıkla sevdiğim erkek arkadaşımın olması bu obsesif yapının kırılmasında bir etkileşim belki de bir yol gösterici oldu. Farkında olmadan da olsa takıntılarım için "bilişsel davranışçı bir terapi" arkadaşlığı yapmıştık. Bunu ise süreci daha iyi anlatmak adına geçmişte yazdığım bir yazı ile şöyle özetleyebilirim: " Ben çok uzun zaman önceden itibaren okb sıkıntısı çekiyordum. Lise son sınıfa geldiğimde takıntılarım iyice artmıştı. Artık banyo yapmak, evden en son çıkacak kişi olmak, gece uyku saati geldiğinde en son yatağına gitmek, abdest almak ve daha bir sürü normal davranış artık benim için işkence haline gelmişti. Aynı dönem bir de üniversite sınavı stresi de vardı. Hafta içi sabah okula gidiyorum, okuldan sonra dersaneye ve hafta sonu da dersaneye gidiyordum. Okula yaklaşık yirmi dkda gidilebilir bir mesafede oturuyordum ancak hazırlanmak o kadar uzun sürdüğü için yaklaşık iki buçuk saat önceden kalkıyordum. Evden çıkmadan önce kapıları pencereleri tek tek defalarca üçer defa sayıp kontrol ediyordum. Bazen evden çıkıp gittiğimde dönüp tekrar kontrol ediyordum. Banyoya giriyorum mesela, ailemin tepkilerine rağmen en iyi ihtimalle bir saatten önce çıkamıyordum. Bunu onlara açıklayamıyordum. Abdest ya da gusül abdesti almak istediğimde bir türlü besmeleye takılmadan devam edemiyordum, dakikalarca süren besmele merasiminden sonra uzuvları canımı acıtarak defalarca yıkıyordum. Hatta çok iyi hatırlıyorum bir defa namaz abdesti alırken istem dışı bir şekilde süreyi farkettim. Sadece namaz abdesti 15dk sürüyordu. Gece yatmadan önce pencereleri kapıları defalarca kontrol ediyordum, olmadı baştan deyip tekrar tekrar aynı kontrolleri yapıyordum. Prizleri, elektrikli aletleri her şeyi aynı şekilde gece uyurken başımıza iş getirir diye korkup tekrar tekrar kontrol ediyordum. Çok ilginç bir tanesini söyleyeyim: gece yatmadan önce ışık kapandı mı diye karanlık odada düğmeyi kontrol ediyordum defalarca ya da fişi çektim mi diye prize bakıp iki deliğini görüp elleme ve sayma ihtiyacı hissediyordum. Ve yaptığım kontrollere numara veriyordum hepinizin bildiği gibi. Artık aklım iyice zorlanıyor, takıntılar geçmedikçe de sinirim bozuluyor, aklımı kaybedeceğim diye düşünüyordum. Çok çaresizdim hocaya bile gittim ama dediklerini yapmadım. Üniversitede okulun içindeki birimden yardım aldım. Haftada bir defa danışmanimla bir saat geçiriyordum. Ilk görüşmede bana ilaç kullanmam gerektiğini çünkü çok ilerlediğini, rahatlamam için gerekli olduğunu söylediler. Yaklaşık altı ay boyunca ilaç kullandim. Yavaş yavaş dozunu artırmistik. En son 40mg iken bırakmıştım. Ancak etkisi olmadığıni düşündüğüm için bırakmıştım. Bu tedavi sürecinde yoğun bir okul ve sosyal hayatım olmuştu. Ortam değişk ve takıntılı olduğum bir çok şeyle yüzyüzeydim. Bundan önemlisi iki arkadaşıma durumumu anlattım ve onların yardımı çok işime yaradı. Vaktimin çoğu onlarla geçiyordu. Çok sevdiğim insanlar oldukları için benim üzerimde yaptırım güçleri vardı. Mesela yanyana abdest alırken bir defada alacaksın bir şey olmayacak, olacaksa günahı benim gibi rahatlatıcı cümlelerle beni kontrol ediyorlardi. Bu uygulamaların dışında sürekli konuşuyorduk ve takıntılarim konusunda beni engellemek adına temellendırmelerde bulunuyorlardi. Yine örnek vereyim: aynı tabaktan kimse ile yemek yiyemezken arkadaşım yemekhanede kendi tabağımdan yiyordu ya da benim onun tabağından almam için ısrar ediyordu. Benim inadıma üzerimi kirletiyor temizlememe izin vermiyordu.Ama bu tip şeyleri yaparken kırmadan incitmeden gayet samimi bir şekilde, espirili şakali bir şekilde yapıyorduk. Kendi ısırdığı bir şeyi ben hiç farketmeden ağzıma aldığımda söylüyordu ve benimle dalga geçiyordu. Saatlerce belki mesela en çok takıntım olan abdesti konuşup ikna ediyorlardı. Ilacı bıraktım demiştim ya ışte o zaman aslında ben farketmemiştim ama gerçekten bir çok konuda rahatlamıştim. Sadece gusül ,namaz abdesti ve namazdaki besmelede şiddetle takılıp kalıyordum ve bu yüzden çok fazla zaman harcıyordum. Bütün bunlar olurken ben de kendimi çok zorladim. Büyük bir irade gösterdim. Arkadaşlarımın temellendirmelerini takıldığım anlarda ve normal zamanlarda düşündüm. Hem hayatımın yoğunluğu hem iradem çok şükür ki bütün bunlari geride bıraktı." Yani böyle ışte... Diğer yandan ona olan bağlılığım yüzünden başıma gelen bütün hayal kırıklılıklarımın, incinmişliklerimin bana öğrettiği erkek kimlik gelişimimi konuştuk. Hüseyin hoca ile bu konuyu konuşurken bir erkeğin erkek arkadaşları ile olan sosyal ilişkisine bir çeşit döllenme tabirini kullanmıştık. Evet, erkek kimlik gelişimi için erkeklerle sosyal yakınlıklar bizim için bazen zor bazen acı da olsa bu süreç bir etkileşim bir döllenme süreci. Terapide tanıştığım bu kişinın hayatında böyle bir yakınlık bulunmaması belki bana göre acı çekmemesine sebep olmuş olabilir ancak onun yaralarının gizli kalmasına da sebep olmuş. Ve haliyle ortada bir sorun görünmeyince çözüm de olmamış. Aslında terapide tespit ettiğimiz şey buydu: bu kişi benim çok sevdiğim arkadaşımdan önceki halimin aynısı.
Bir de bu kişi ile ortak olarak konuştuğumuz yalancılık hissi var. Yalancılık hissi de aslında obsesif bir vicdanın ürünü. Hiç bir insan karşıdaki insana hiç bir zaman tüm benliği ile görünmez. Yani insanların muhakkak kıyıda köşede hiç kimseye göstermediği sevinçleri, hayal kırıklıkları, korkuları, kaygıları vardır. Eşcinsel eğilimlerimizle var olduğumuz dünyada, ilişkilerimizde bu eğilimleri saklama ihtiyacı aslında süreç açısından faydalı bir durum. Çünkü eşcinsel eğilimlerin karşıdaki insana aktarımı bir bakıma bu eğilimlerde bir rahatlamayi sağlayabilir. Bu eğilimlerde rahatlamak yerine -faydası tartışılsa bile- gerçeği saklayarak belki de zorunlu olarak erkek kimliğinin gelişimine katkıda bulunulabilir. Bir insanla eşcinsel eğilimlerin olduğunu anlatarak dostluk kurmakla eşcinsel eğilimlerini saklayarak dostluk kurmak çok farklı şeyler. Yani genel arkadaşlık ilişkileri içinde vicdan yapıp eşcinsellikten bahsetmek yerine, saklayıp onlardan biri gibi olarak ilişkiye devam etmek bence daha doğru. Ancak bir insana anlatırken çözüm için anlatmak ayrı mesele. Böyle bir anlatış da ancak belli bir arkadaşlık, dostluk birikiminden sonra olmalı. Bir arkadaşlık ilişkisinin başında eşcinsel eğilimlerimizin olduğunu söylemek ilişkiyi durdurabilir ya da bitirebilir. Şu da unutulmamalı ki bir insana eşcinsel eğilimlerimizi bugünlük ya da yarınlık değil ömürlük anlatıyoruz. Anlatırken bunu göze almak ve karşıdakinin bunu taşıyabilirliğini iyi düşünmek gerek.
Son olarak terapide tanıştığım kişiden öğrendiğim bir şey daha vardı. Onun konuşmalarından anladığım kadarıyla ben insanların söylediklerini çabucak kabul ediyorum. Evet kendimde bunu hissettim. O öyle değildi, kafasına yatmayan bir şey için inat edip dik durabiliyordu. Bu özelliği benim için elde edilmesi gereken bir durum diye düşünüyorum. Şimdilik yazacaklarım bu kadar... kendi terapime dair yazacaklarım da var ama yoğunluktan fırsat bulamıyorum. herkese kolay gelsin...