Gönderen Konu: KADINLAR KAYIP ŞEHİRLERDE İMKANSIZ OLAN AŞKLARI YAŞARLAR  (Okunma sayısı 5227 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
KADINLAR KAYIP ŞEHİRLERDE İMKANSIZ OLAN AŞKLARI YAŞARLAR
« : 06 Ağustos 2013, 10:14:04 öö »
 Aşk; söylerken bile ne olduğunu anlayamadığımız, hormonlarımızı alt üst eden, karnımızda kelebekleri uçuşturan, uykularımızı kaçıran, ayaklarımızı yerden kesen delilik hali. Kimine göre köpeklik, kimine göre çılgınlık, kimine göre patolojik. Her insanın biraz narsistik tarafının olduğunu düşünürsek, aşık olmaz insanoğlu için zor bir şey. Öyle bir an geliyor ki kendinizden önce karşınızdakini düşünüyor, onu 1 saat görmek için o keyifli, sıcak yatağınızdan kalkıp, şehrin öbür yakasına gidiyorsunuz. Hele ki ince düşünen duygusal bir kadınsanız bu fedakarlıkların fazlasını yapabilirsiniz. Aileniz veya kendiniz için yapmadığınız şeyleri sevdiğiniz adam için yaparsınız. Yokluğunda kahrolur, yanınızdayken de birlikte var olursunuz.
 Eski zamanlarda aşklar şimdiki gibi her gün görüşmeden, Facebook’tan konuşmadan, Whatsap’tan yazışmadan yaşanırmış. Erkek, kadınını görecek diye saatlerce penceresinin önünde beklermiş. 1 kerecik olsun sevdiği kadının yüzünü görmek için. Kadınlar sanırım o zaman da nazlıymış, adamları bekletirlermiş: ). Evden çıkıp bir erkekle buluşmak da öyle kolay değilmiş. Portakal ağacının dibinde, arka sokakların birinde gizli gizli buluşurlarmış. Günümüze baktığımızda buluşacak o kadar çok yer varken, birlikte yaşamanın bile artık modern yaşamın gerekliliği olarak lanse edildiği bu dönemde maalesef ki aşklar bu kadar uzun soluklu ve meşakkatli olmamakta. 1 veya 2. görüşmede başlayan ilişkiler, erken tüketilen duygular aşkların sonunu getirmekte. Bununla birlikte kadınların ve erkeklerin nasıl seçim yaptıklarına baktığımızda daha acı bir manzara çıkıyor karşımıza. Erkekler, göbek bağlarını ayıramadıkları, duygusal olarak ayrışamadıkları annelerine benzediklerini sanan ama benzemeyen ve benzemeyecek kadınları seçerken, kadınlar ise hayallerini kurduğu, sorumluluk sahibi, sonsuz anlayışlı, onları hep pohpohlayacak gururlandıracak erkekleri seçiyorlar. Özetle başlangıçta herkes karşısındakini görmek istediği gibi görüyor. Herkes mükemmel bir kadın veya adamla beraber olduğunu sanıyor. Ne zaman ki zaman ilerlemeye başlıyor, davranmaya çalıştığınız kadın veya erkek gibi olmadığınızı anlıyorsunuz o zaman başlıyorsunuz sorgulamalara, yakınmalara. Ve kullanılan en sık cümle ‘Sen ilk zamanlar hiç böyle değildin’. Aslında hepimiz hangi masalı anlatırsak anlatalım, ne söylersek söyleyelim kendimizden kaçamayız. Yine kendimizi oynuyoruz. Yine kendi kişiliğimizi ortaya koyuyoruz. Oynadığımız sanıyoruz sadece. O oynadığımızı sandığımız başka bir ben ile yapıyoruz seçimleri ve imkansızı zorluyoruz. Çocuk büyütmeye çalışıyoruz, sonra da bu çocuklar büyümüyor diye yakınıyoruz. Başka bir açıdan bakarsak da incinmekten o kadar korkuyoruz ki sürekli pençelerimiz dışarıda. Geçmiş yaşantılarımız, travmalarımız, göremediğimiz sağlıklı anne baba, kadın-erkek figürleri bize güvenmememiz gerektiğini öğretiyor. Hep tetikte, hep saldırıya geçecek küçük çocuklarız, ama masum değiliz. Yaşadığımız aşk olmaktan çıkıp güç yarıştırmaya, survivora yani hayatta kalma mücadelesine dönüyor. Ömür boyu beraberliğe imza atılan o günde bile kim kimin ayağına basarsa evde onun sözü geçer anlayışıyla büyümemizden belli olmuyor mu?
 Aşkı yazmak, yaşamaktan daha kolay belki de. Kaybolmuş, çamura bulanmış yüksek binaların olduğu bu şehirlerde, kirlenmişliğin içinde yaşamak bu denli zorken bu zor yaşama aşkı almak, hayatla beraber aşkı yaşamak nasıl mümkün olur hala bulamadım. Son durak, liman birini seçtiğinizde şanslı azınlıktasınız demektir. Tabi aşk mümkünse hala…
« Son Düzenleme: 06 Ağustos 2013, 12:52:53 ös Gönderen: psikolog »