A l g ı ‘ n ı n E v r e n s e l l i ğ i :
Yaratıcı’nın zihni yalnızca okyanuslar kadar engin, fakat o kadar derindir de. Bu derinlik, düşünceden çok, algı sistemindedir. Bu derinliği, estetik bir renklendirme şekillendirir. Sanatkar nereye baksa bir güzellik görür, gözlemnenen bir acılık ve sefalet örneği olsa dahi. Örnekler:
Charles Beaudlaire. Hemen her genç ilk aşkını genel kadından tadar. Zira o, görünümün ötesinde, psikolojik yapı ve duygular bakımından ‘herkesin kadını’dır. Genç adam, kişisel birlikteliğin ötesinde yaşadığı aşkın ‘yalnızca bir anlık’ olduğunu algılayınca, ardından bir düşkırıklığına uğrar. Ve Beaudlaire bile bundan masun olamaz. Ona göre, bu düşkırıklığı ile, asil bir kadının ardından gidip onun kalbini kazanamamaktan doğan düşkırıklığı arasında hemen hemen hiç bir fark yoktur. O, her ikisini de yaşadıktan sonra oturur, “İçinde Olduğum Bir Gece” (Une Nuit que J’étais)’yi yazar.
Keza, sevgilisiyle dağda dolaşırken ortalıkta gördüğü bir hayvan leşinden heyecanlanır ve “Bir Leş” (Une Charogne)’u kaleme alır.
UNE CHAROGNE BİR LEŞ
Rappelez-vous l’objet que nous vimes, Anımsar mısın
mon ame, ruhum,
�
Ce beau matin d’été si doux, Bu güzel, latif yaz sabahında
Au detour d’un sentier Çakıl bir patikayı dönerken,�
une charogne infame yatakta uzanan iç öğürtücü
Sur un lit semé de cailloux. leşi?
Les jambes en l’air, comme une femme Azgın bir kadın gibi, bacakları
lubrique, havada, �
Brulante et suant les poisions buğular çıkan karnından
Ouvrait d’une façon nonchalante et kayıtsız ve alaycı bir halde ateşli cynique zehirler saçıyordu.
Son ventre plein d’exhalaisons.
- - - - - - - - - - - - - - -
Et le ciel regardait la carcasse superbe Ve gök, bu muazzam iskelete
Comme une fleur s’épanouir, Sanki yeni açan bir çiçek gibi
bakıyordu.
Vous coutes vous évanouir. Koku o denli kuvvetli idi ki,
bayılırım sanırdınız.
– - – - – - — – - – - – - – - – - – -
Et le monde rendait une étrange Ve dünya, garip bir
musique, müzikle yankılanıyordu,
Comme l’eau courante et le vent, Akan bir su ve rüzgar gibi;
Ou le grain vanneur d’un mouvement harmancının kalburunda�
rythmique ritmik bir devinimle
Agite et tourne dans son van. Sallayıp çevirdiği gibi.
– - – - – - – - – - – - – - – - – - – -
Alors, o ma beauté! Dites a la vermine O halde, ey canım güzelim,
Qui vous mangera de baisers, sizi, -ölünce- öpücüklerle�
yiyecek olan kurtçuğa
Que j’ai gardé la forme et l’essence -yıllarca- kutsal şekil ve özünü
divine koruduğum -ama şimdi-
De mes amours décomposés. Biçimini yitirmiş aşklarımdan
bahset(meyi unutma). �
________ ————-
Kuran’ın hadislerinden biri de Hazreti Peygamberin bir yaşantısını zikreder: Bir gün, Peygamber Hazretleri, yanındakilerle birlikte yürürken bir eşek leşine rastlar. Herkes, başlarını diğer yana çevirerek tiksintilerini belirtirlerken, Hazreti Peygamber tatlı bir gülümsemeyle buyurur: “Aman ne güzel dişleri varmış!”
Eski pazar yerlerinde, hatta bugün sebze ve meyve hallerinde aleacele yürür ya da koşarken, sebze küfelerinin kaza sonucu devrildiğine hepimiz tanık olmuş, ama bu konuda hiç birşey algılamamış olabiliriz. Fakat Hoffman için bu an, onun bir gencin romantik rüyalarını süsleyen “Altın Kap” (The Golden Pot)’ına bir tema oluşturuvermişti.
Thoreau’nun duygusal şiirleri, onun d o ğ a’yı derinden izlemesi ve algılamasının sonucudur. Keza, Alexander Humboldt’un hayat süresince hayranı olduğu ve bizlere sunduğu “Doğa Tarihi” de öyle bir doğa hayranlığının ve aşkının sonucudur.
Düpedüz a ş k herkesin bildiği -ya da bildiğini sandığı-, zaman zaman konuşmaktan utandığı ya da sakındığı, çoğu kez erkeklerin içki sofrasında iken bir ‘penis sohbeti’nde kahramanlıklarını sergiledikleri bir konudur. Ancak D.H. Lawrence, sıradan bir seksüel akt’ın tüm fizyolojik, patolojik ve psikolojik yönlerini tüm ayrıntılarıyla, hiç de klasından düşmeden, hem kadın ve hem de erkeklerde inceleyip sununca, ortaya “Lady Chatterley’s Lover’ şaheseri doğdu.
Küçük, değersiz konuşamalar (small talk); ‘keçi boynuzunu bile doldurmayan anlamsız sözcükler’(Cornucopia)den kim hoşlanır?
C o r n u c o p i a , mitoloji’de Amalthea adlı bir nymph’den gelir. Onun bir keçisi vardı. Bu hayvan, “keçi bir ilah” idi. Küçükken ona Zeus süt vermişti. Onun öyle bir boynuzu vardı ki, her istiyene içki ya da yiyecek şeyler verirdi.
Bu kadarla kalsa iyi, ama bir H. de Balzac geliyor ve bundan “Sahneler”(Scenes)’i yaratıyor; sonra da bir Marcel Proust geliyor ve “Kaybolmuş Zaman”(Le Temps Perdu)’ı ebedileştiriyor.
9) B e l l e k - H a f ı z a k u d r e t i :
Yaratıcı, sanki yürüyen bir kütüphane gibidir.
Emerson, rivayet ederler, sanki ‘walkie-talkie’ gibi hem yürür, hem de canlı bir kütüphane gibi konuşurmuş.
Goethe, altmışlarında, gençliğinin hemen her anısısın ayrıntılarını sanki dün olmuş gibi anlatırmış.
Bunların tersi, Einstein ve Verlaine iyi bir belleğe sahip olmamakla meşhurdurlar.
Bellek (Hafıza), zihin işlevselliğinin sadece bir belirtisidir. Bu dahi’lerde yaratıcı enerji olası başka hedeflere yönlendirilmiştir.
10) S e b a t l ı l ı k , ı s r a r l ı l ı k (perseverence) :
Wagner, operalarını yıllar süresince yazar, düzeltmeler için üzerlerine tekrar tekrar, sabırla gidermiş.
Goethe ve onun Faust’undan daha önce de bahsetmiştik. İki cilt arasında kırk yıl fark vardı. Büyük şairin bu konudaki fikri şu: “Bir hazine için kazıya git, bir kurtçuk bulursan mutlu ol!”
D a h i ’ l e r i n k i ş i l i k n i t e l i k l e r i n d e n k ı r ı n t ı l a r :
.Genellikle e g o s a n t r i k ‘tirler. Dış dünya onlar için yeteneklerini sergiledikleri bir pazar’dır. Esas alışverişleri, içlerindeki -zaman zaman lavlar püsküren- sönmüş volkanlarladır.
.Heidelberg Üniversitesi’nin tarihinde, en genç felsefe profesörü atanmış (22 yaş) Nietzsche, ‘mutlak iyi’ ve ‘mutlak kötü’ye inanmadığı gibi, moralistik toplum’u ‘zayıflık’ ve ‘hipokrisi’ (hypocricy= iki yüzlülük, mürailik) olarak nitelendirirdi.
.Birçokları, aile ve çocuklarını çok sever. Thomas Mann demişti: “Yarattıklarımın içinde en çok sevdiklerim: çocuklarımdır!”
.Nihayet onlar da insandırlar ve kıskançlık hisleri vardır.
Schiller Hölderlin’i, Haydn Beethoven’i, Brahms Bruckner’i, Mahler Straus’un şöhretini kıskanırmış.
.Doğa hayranları: Darwin, Goethe, Thoreau, Proust, G.Bernard Shaw, Bergson.
.Sanat düşkünleri: Socrates, Shakespeare, Nietzsche ve Thomas Mann.
Son söz:
İnsanı kurtaran, e s t e t i k y a r a t m a’dır. Ancak yaratmakla, insan, t i n s e l varlık katmanında, metafizik bir tavır içinde, ölüme: madde’nin bitişine kahramanca meydan okuyabilir.
Prof. Dr. İsmail Ersevim