Kendim dikkat etmemişim, ateist olma izni alamadığımı Hakkı beyden ve sonra da Perihan Mağden'den öğrendim. Hayat böyle, insan kendini tanıyamıyor bazan.
Şaka bir yana, bu 'ateizm' hikâyesinin 'teknik' bir yanı vardır. Bu tartışmanın özünü teşkil eden varlığın varlığı ve yokluğu konusunda herhangi bir kesinlik taşıyan herhangi bir söz söylememizin imkânı yok. Varlığına dair, 'bilgi' olarak tanımlayabileceğimiz hiçbir veriye sahip değiliz. Dolayısıyla ancak 'iman'a dayanarak varlığını iddia edebiliriz. Ama bu da iki yanı keskin bir kılıç gibi. Çünkü varlığı ispatlanamayınca, mantıken, yokluğu da ispatlanamıyor. Bu bakımdan, mantığa daha çok dikkat edenler, 'yoktur' demeye gelen 'ateist' yerine, 'Bilmiyorum, bilemem' anlamına gelen 'agnostik' terimini tercih ediyorlar. Ben onu tercih etmiyorum ve 'ateist'i kullanıyorum, çünkü 'Agnostiğim' demekte bir 'açık kapı bırakma' şüphesi seziyorum. Sözünü ettiğimiz kavrama açık bırakma değil; konuştuğum insan kardeşlerime, hele güzel yurdumu dolduran hoşgörü ve özgürlük sevgisiyle dolu kişilere 'Yüzde 100 kötü değilim' der gibi geliyor. Onun için, mantıki sağlamlığı tartışılır da olsa, 'ateist'i tercih ediyorum.
Bir evren, evet, var; maddi bir gerçeklik var. Benim bütün zihni çabam da onu anlamaya yönelik. Böyle bir maddi evren, gerçeklik olduğuna göre bunu 'yaratan' bir 'irade' olması gerekmez mi? Böyle bir
sorunun da, bugünkü bilgi ufkumuz içinde verilecek bir cevabı yok. Ama başka bir zamanda olabileceğini de sanmıyorum;
çünkü bir sonsuzlukla karşı karşıyayız ve onun karşısında bizim bilgimiz sınırlı. Ben zaten bu nedenle (yıllar önce yazıp yayımladığım bir kitapta da anlattığım gibi) insanların dine inanmalarının nesnel bir nedeni, anlaşılır bir gerekçesi olduğunu düşünürüm. Sığ aydınlanmacı ateistler gibi, insanların bilgi ve hatta 'akıl eksikliği'nden ötürü inandığı görüşüne katılmam. 'İlk' ve 'son' sorularının eziciliği ve 'Ben, öldükten sonra ne olacağım' sorusunun korkunçluğu karşısında böyle bir şeye inanmayı seçmiş bir insanı bundan ötürü kınayamam.
Ancak, en önemli konu da şurada: zamanda, mekânda sonsuzluk gibi altından kalkılmaz kavramları evirip çevirdikten sonra, şu büyük çoğunluğun yaptığı gibi, temel çizgilerle kendimizle 'töz'deş gibi gördüğümüz, yediğimize içtiğimize karışan, cezalar ve ödüller dağıtan bir 'Allah' kavramında huzur bulmak, benim böyle inanmaya ihtiyaç duymam dışında bir etkenle açıklanamaz. 'Etik' dediğimiz şey, yukarıdaki 'agnostisizm' ile birlikte de mümkün ve 'mümkün'den öte, gerekli bir şeydir. Buna göre 'iyi' ile 'kötü'yü ayrıştıramayan, bunu içselleştiremeyen insan için, belki 'ahret korkusu'nun durdurucu bir yanı olabilir. Ama sabah akşam bunların, ahretin, dinin lafını edip duranların pek çok zaman nasıl davrandığını da çok iyi biliyoruz.
Geçen günkü yazıda, din özgürlüğü dinin geçerliliğini tartışma özgürlüğüyle birlikte var olduğunda anlamlıdır, diyordum; bunu demek için yazmıştım. Daha o tartışma noktasına gelemeden, 'Kimse zaten ateist olamaz' diye bir sözle karşılaşınca, 'Demek daha yol uzun' diye düşünüyorum. Gerçi o yolun uzunluğunu hepimiz çok iyi biliyoruz, çünkü bu itiraza gelinceye kadar, 'Vay! Herif dinsizmiş! Hemen öldürelim!' tavrındaki insanların çoğunlukta olduğunu gösteren her türlü alamet ortada.
Ama bu da, 'Sosyalizm yok, size biraz korporatizm verelim' demekten çok da
farklı bir tavır sayılmaz. Teşekkürler, ama ben ondan almayayım.
Murat Belge
04/12/2007