Gönderen Konu: VARLIK ve ÖLÜM  (Okunma sayısı 7064 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
VARLIK ve ÖLÜM
« : 19 Aralık 2009, 02:43:30 öö »
VARLIK ve ÖLÜM

Elvin HEKİM
bahçeşehir üniversitesi
sosyoloji bölümü

          Felsefe tarihi süresince birçok felsefeci varlığın ne olduğunu açıklamaya çalışmıştır.Çünkü felsefenin amacı varlığın gerçekten ne olduğunu kavramaktır.Yani felsefe varlık üzerine yapılan bir soruşturmadır ve felsefe Varlık’la başlar.Bunun için Heidigger ‘e göre felsefe tüm nesne ve şeylerin kaynağı ve temeli olan varlıkla ilgilenir.
                 Heidigger varlığın anlamını zaman kavramı içinde “Dasein “ kavramının analitiksel ve varoluşçu bir yaklaşımla açıklanabilineceğini iddia eder ve savunur.
                  Heidigger’e göre felsefedeki en büyük problem Varlığın anlamı nedir sorusudur.Heidigger’e göre varlığın anlamını açıklayabilmek için “var oluş” konusunu rehber almamız gerekiyor.Varoluşun konusu ,varolanın var olmasıdır.Yani varoluş , var olabilmek demektir.
                 Ancak Dasein’in var olduğu zamanlarda muallakta olma gibi bir sorun söz konusudur.Bu söz konusu muallakta olma ile Dasein’in “son” u gelmektedir.Yani Dünya içinde var olmanın sonuna “ölüm” denmektedir.Söz konusu olan insanın diğer bir ifadeyle Dasein’in yaşamının bütünlüğü ve tümlüğüdür.
                   Heidigger’in ele aldığı en önemli konulardan biri hiç süphesiz ölüm fenomenidir.Ona göre ölüm insan varlığının en belirgin bir özelliği olduğu gibi aynı zamanda Dasein’in  varoluşunun sonunu hazırlayan ve bitiren bir olgudur.
                    Ölüm günlük hayatımızın en kaçınılmaz bir gerçeği olarak karşımızda durmaktadır.Herkes öleceğini bildiği halde hiç kimse kendisine ölümü yakıştırmaz.Her canlı varlık gibi insanda birgün ölmek üzere doğar.Kimileri çok küçük yaşta hayata veda ederken kimileri genç ,kimileri orta ,kimileri de ileri yaşlarda bu dünyayı terk ederler.Bu “başkalarıyla birlikte olamama” durumudur.İnsan özellikle gençliğinde ölümü hiç aklına getirmek istemez.Bunu bir son olarak gördüğü için ölümün düşüncesinden bile kaçar.Düşünmemek onun için en rahat kaçış yoludur.Oysa fiziksel kaçış ölüme bir çare olmadığı gibi, ölümü aklına getirmekten kaçınarak  ölümden




kurtulabilmekte mümkün değildir.Zamanın ilerlemesine rağmen kendini yaşlanmaya ve ölüme karşı koyabilmiş tek bir insan gösteremezsiniz.Ölmeyecek tek bir insan bulamazsınız.
                  İnsanın kendi olması ,kendi varlığını gerçekleştirmesi sadece kendi eylemiyle ilgilidir.Kendini gerçekleştirmede başkaları temelde söz sahibi olamazlar.İnsanın kendini gerçekleştirmedeki bu yalnızlığı aynı zamanda kendi ölümünde de geçerlidir.Ölüm sadece ve sadece benim ölümümdür ve bu başkaları tarafından benden koparılamayacak bir gerçekliktir. Hiç kimse başka birinin ölümünü elinden alamaz ve engelleyemez.Yani ölüm deneyimlenemez  bir olgudur.Bir  insan başka bir insanın ölümüne sahip olamaz.Birisi için ölmek istenebilir ancak bu “feda edilme “ durumudur.Burda da yine insan kendisi ölür.Çünkü ölüm özsel bir olgudur.Ölüm ,ölüm olduğudan dolayı özsel olarak benimkidir.Yani Dasein “vekaleten “olan değildir.Günlük işlerimizde bir başkasının yerine vekalet edebiliriz ancak bu günlük ilgilenmelerdir.Ben bir başkasının üzerinden ölüme vekalet edemem bir başkasıda benim üzerimden benim ölümüme vekalet edemez.Çünkü herkesin kendi ölümü vardır.Bireysel tecrübeler söz konusu değildir.Aslında tam olarak anlatmak istediğim birinin ölümüne sadece dışarıdan katılabilmemiz.Mesala bir yakınımız öldüğünde onun defin işlemleriyle bizler uğraşırız.Ancak biz onunla uğraşırken cansızlaşan yani kaybettiğimiz varlık bizimle değildir.Yani bizler ancak bu dünyada , kendi dünyamızda , onunla ilgilenebiliriz.Onun arkasından üzülürüz,onunla birlikteyizdir ama bu birliktelik gerçek anlamda olan birliktelik değildir.Bu sadece bir ‘yad etme” halidir. Yani bizim kaybımızla ölen kişinin kendi varlığını kaybetmesi deneyimlenecek bir durum değildir.Fakat ölenin dünya içinde var olmayışı , onun sadece cansız bedenini bu dünyada bırakmasıdır.Bizler onun ölüme yakın anlarını , ya da ölme anını gözlemleyebilir ve de ölüm hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Bu dünyada var olmayanın cansızlaşan salt bedeni hakkında da bilgi sahibi olabiliriz . Adli Tıptaki




kişilerin bu cansız bedenlerle ilgilenmesi hem bilgi sahibi olmamızı sağlar aynı zamanda tıp öğrencilerinin ölümü kavrayıp bu duruma saygı göstermelerini sağlar.
           “Dünyaya bir şey kattım. Bunun için de , ondan bir şey alacağım ; Kendimi …” 
Susan Sontag’ın bu sözünün beni etkilediğini ve aklımdan çıkmayan bir söz olduğunu söyleyebilirim.Susan Sontag’ın oğlu David Rieff ‘ de  annesinin ölümünden 4 yıl sonra kaleme aldığı “ölüm denizinde yüzmek” kitabıyla da annesinin ölüme gittiği yolda , anlarda onun yanında olarak nasıl bir azimle yaşamayı sürdürdüğünü anlatmaktadır.Başkasının ölümünü ontolojik olarak kavrayabilmek mümkün değilse de, geride kalanın deneyimleri açısından ölümlülüğü kavrayabilmek olarak tanımlayabileceğimiz durumu David Reiff’in sonuna kadar yaşadığını söylemek yanlış olmaz.
                          Ayrıca , ölümün canlı bir olgu olması ,bir hayvanın ölümle olan ilişkisiyle bir insanın yani Dasein’ın ölümle olan ilişkisi arasındaki fark gibi hayvanın varoluşuyla insanın varoluşu arasındaki fark kadar büyük ve farklıdır.Heidigger bu ayrımıyla hayvanın ölmesine “telef olma “ derken Daseininkine  “vefat etti “ der.Çünkü Dasein’ın vefatı yani ölümü insanın dışındaki canlıların ölümünden farklıdır.Dolayısıyla Dasein biyolojik yapısını ve çok daha önemlisi “şuura “ sahip olma özelliği ile kendi varlığını varoluşsal özelliklerle biçimlendirir ve şekillendirir.Çünkü insanlar her zaman ölümle karşı karşıyadır.İlk satırlarda bahsettiğim gibi kimi genç yaşta , kimi orta yaşta vs .Aslında bu insanı ayıran özelliklerden biridir.Çünkü insanlar bu karşı karşıya kalma sonunda kaygı duymaya başlarlar , hayvanlarda kendi ölümlerinden kaçmak isterler fakat kendi sonlarını düşünerek hareket etmezler. Onlar  Kendi varlıklarının son bulcağını yani ölceklerinin idrakinde değillerdir.Sadece insan ölür.Hayvan ise son bulur.Yani insanla hayvanı birbirinden ayıran tek özellik akıl sahibi olması değildir.Ölümün gerçek anlamda insana ait olması da iki varlık türü arasında temel bir ayrımdır.İnsanın öleceğine dair bir şuura sahip olmayan biride ölebilir cevabını duyacağıma eminim.İşte insanların özsel bir korkuyla ölüm hakkında bilgi sahibi olmaları yani insanların bir gün



öleceğini  bilmeleri ölümü olağan bir durum haline getiriyor.Talihsiz bir şekilde ölümün başımıza gelmesi ister bir insan şuura sahip olsun ister olmasın mümkündür.Bir insan şuura sahip değil diye , ona yok oldu demiyoruz ki yada diğer bir değişle telef oldu demiyoruz ki ,ona da vefat etti diyoruz.
               Bu bağlamda Heidigger  ölümü anlamak ;varoluşsal boyutta Dasein’ın ölümle olan ilişkisini yaşanan ,bilinen ve idrak edilen bir ilişki olarak anlamak demektir.Diğer bir anlatımla Dasein için ölüm bir oluş biçimidir.O bir olay olmayıp olanaksızlığın olanağıdır.Kısaca Dasein’ın burada olmamasıdır.
                 Başkası ölmüştür biz değil .Biz ise ölümü yaşamayız ,ölürüz  .Heidigger “sadece insan ölür , diğerleri telef olur “ der. Ölümlü olan insandır.Ölümlü olan ,arzda yaşayan ve gökte çevrili olan , insan ölümü , ölümle ,ölüm içinde ölür , biçiminde bir belirlemesi daha var Heidigger’in .Buda bize ölüme ilişkin söyleyeceğimiz her sözün bir spekülasyon olmaktan kurtulamayacağını söyler.Ölüme ilişkin anlamlı bir şey söyleyemeyiz çünkü biz ölmeyiz.
                   Ölüm başkasınındır.O halde anlatanın öyküsü değildir bu.Peki insan başkasının öyküsünü anlatamaz mı? Anlatır ama bu kendisi anlatıyor olsa da “başkasının menkıbesi” olmaktan öteye gidemez.Hatta ölüme ilişkin yüksek bir düşünce içeriyor olsa da , sonuçta o başkasının öyküsüdür.Öykü başkasının olunca ,çünkü ölüm deneyimlenemez , anlatılan ,anlatılanın dışında, başka bir yerde ve zamanda bulunan olan bir hikayeye dönüşür.Bu özellikle ölüm söz konusunda başkasına ait bir deneyimdir.Başkasına ait bir deneyim ise bizim açımızdan sadece bir öyküdür.
                    Dolayısıyla Martin Heidigger ölü bir insanın hayatını bir bütün olarak kavrayabilmek ,anlamak için insanın ölümünün veya ölmüş olmasının ontolojik anlamını kavramamız gerektiğini vurgular.Çünkü burada söz konusu olan insanın diğer bir ifadeyle Dasein’in yaşamının bütünlüğü ve tümlüğüdür.
           




            Heidigger  Dasein’in ölüm ile birlikte tamlığa kavuşacağını ifade etmektedir. Çünkü Dasein yaşam ve ölüm arasında “muallaktadır”.Hatta Heidigger  muallakta olma durumunu daha iyi anlayıp kavrayabilmemiz için olgunlaşmamız meyve örneğini vermektedir.Olgunlaşmamış meyve olgunlaşınca tamlığa erer ama bu sırada ölmüştür.Heidigger şöle der: Olgunlaşan meyve kendini ötekisi olarak hamlığa karşı hem kayıtsızdır ,  hemde olgunlaşmak suretiyle hamlık olarak vardır.Meyvenin henüz olgunlaşmışlığı onun kendi varlığına dahildir ,ama keyfi bir belirlenim olarak değil , onu tesis eden olarak .İşte Dasein da var olduğu müddetçe buna benzer biçimde vardır , yani hep kendi henüz olmamışlığıdır”. Yani bizler öldüğümüzde tamlığa kavuşur ,kendi varlığımızı kaybetmiş oluruz.Dasein olmama durumu ortaya çıkmaktadır.Daha öncede belirttiğim gibi ölümle birlikte kendi tamlığımıza dönüştüğümüzde artık dünya içinde var olmama anlamında bir Dasein olmama durumuna geçiştir.Çünkü ölüm ile bütün ve tamdır insan.Diğer özellikleri sonra gelir.Daha varolduğumuz ilk anda ölüm bizden ayrılmayacak bir özelliktir.




“ Ve hiçbir rasyonel varlık
 Hissetmeyeceği ve görmeyeceği şeyden korkamaz.
 Diyen bu aldatıcı zırvalar …
 Tam da bu değil mi korktuğumuz –görüntü yok , ses yok
 Yok , hiçbir şey , sevecek ya da bağlantı kuracak ,
 Hiç kimsenin geri dönmediği o uyuşukluktan başka “ .