Gönderen Konu: EŞCİNSEL AŞK YAŞAMAK: VİŞNE SUYU (6. BÖLÜM)  (Okunma sayısı 2137 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
EŞCİNSEL AŞK YAŞAMAK: VİŞNE SUYU (6. BÖLÜM)
« : 03 Ocak 2024, 12:33:46 ös »
BÖLÜM 6:

Her zamanki gibi "Nereden başlasak yine?" faslından sonra evden bir hafta kovulmamı anlatmaya başladım. Hayatımda ilk kez oluyordu ve o zamanki anlatış tarzıma ve tonlamalarıma baktığımda, bu durumla gurur duyduğumu fark ettim. Galiba "asi çocuk" olmak sevindirmişti beni

-   Evden uzaklaştırıldığın bir hafta ne kattı ve ne götürdü?
-   Bir şey götürdüğü söylenemez bence. Kuzenlerim falan da kaldı benimle birkaç gün, satranç  oynadık. Böyle devam ettik ve sonra eve döndüm. Farkına vardım ki babamı çok yanlış değerlendirmişim.
-   Enteresan! Babaya bir yöneliş mi var o halde bu durumda?
-   Yani...
-   Sana güç mü katıyor ya da duygusal bağ mı oluştu?
-   Duygusal bağ diyebiliriz.
-   Daha önce olmayan bir bağ yeni yeni mi oluşuyor?
-   Evet.
-   Tarif et bağı.
-   Mesela Merkez'e gittiğimde kimsenin benden istememesine rağmen çay falan yapıyorum. Hizmet ediyorum kısacası.
-   Eskiden olsa peki?
-   Yapmazdım.
-   Neden?
-   Gereksiz gelirdi herhalde.
-   Babandan mı kaynaklanıyor bu?
-   Olabilir, düşünceleri ve yaptıkları çok saçma geliyordu bana. Şu an öyle bakmıyorum pek.
-   Nasıldı bu düşünceler ve eylemler?
-   İnsanlardan uzak durması, insanlara farklı bakması gibi.
-   Ne gibi? Küçümseme mi?
-   Küçümseme değil de, yanlışlıklar... Ne bileyim yahu. Kendimi niye iyi ifade edemiyorum bugün? Ona hak veriyorum bu konuda. Ben onun sosyal olmamasından dolayı falan zannederken, bilinçli bir şekilde böyle davrandığını fark ettim.
-   Ruhu kirlenmesin diye mi yapmış böyle yani?
-   Yani, böyle diyebiliriz.
-   Bu kovulma işinden sonra anlayış sahibi mi oldun ona karşı?
-   Evet ben ona, o da bana. En azından itiraz etmeden dinliyorum onu.
-   Nasıl bir şeymiş itiraz etmeden dinlemek?
-   Yaptıkları biraz daha doğru gelmeye başladı onu biraz dinleyince.
-   Babana bir şans mı vermiş oluyorsun?

Terapi kayıtlarını dinledikçe görüyorum ki, aptalca kendinden emin, mesleki yaşamına karar vermiş biri gibi konuşuyorum, siyasetçiler gibi yani. Gerçekten de çok aptalmışım, o zaman söylediğim ve hedeflediğim şeyler şu an aklımın en ücra köşesinde bile yer almıyorlar. Demek ki neymiş? HK'nın da dediği gibi "Kendinle inatlaşmayacaksın ve kesin konuşmayacaksın. Çünkü yanılma ihtimalin çok yüksek."

-   Gelelim tiklerine.
-   Düşündüm geçen haftadan sonra. Şimdi diğerini geçirdim ama yenisi başladı.
-   Neyden kaynaklanıyor sence?
-   Stresli bir dönem geçiriyorum. Evde su tesisatı falan değişiyor, bu yüzden huzursuz oluyorum büyük ihtimalle.
-   Evdeki düzensizlik sende ne etki bırakıyor? Sende neyi çağrıştırıyor? Dağınıklık gözüne nasıl görünüyor?
-   Evde açık olan bir musluk oluyor mesela, duş almak falan işkence haline geliyor. Stabil olsun istiyorum her şey.
-   Bu da seni germiş mi oluyor?
-   Evet, eninde sonunda her şeyin yoluna gireceğini biliyorum ama yine de bu sürede gerginlik oluyor.
-   Bu yakın zamanda biriyle yakınlaşma oldu mu?
-   Evet oldu.
-   Dayı oğlu muydu?
-   Evet, yine o.
-   Kim başlattı?
-   Ben başlattım.
-   Neden ihtiyaç duyuyorsun?
-   Bilmiyorum.
-   Baş başasınız ve aklına cinsellik mi geliyor?
-   Evet.
-   Sonrasında ne oluyor? Pişmanlık mı?
-   Evet, hatta en son kendimizi cezalandırmak için birbirimize kemerle vurduk. Bir daha aklımıza geldiğinde bu acıyı hatırlayalım diye.
-   İradeyi baştan koymanız gerekmez mi? Sonradan cezalandırmak yerine anlaşsanız ve "Hangimiz başlatırsa diğeri onu durdursun." diye. Birisinin durdurması gerekmez mi kemerle vurmak yerine?
-   Mantıklı ama bence kemerle vurmak daha iyi oldu.
-   Tamam bekleyelim ve görelim. Ama cezalandırma ters de tepebilir. Bence anlaşmalısınız dediğim şekilde.
-   Onu denedik zaten. Hep konuşuyoruz bu iş bittikten sonra. "Şöyle yapalım, böyle yapmayalım." muhabbetleri geçip duruyor hep.
-   Birisinin durdurması lazım, tek çözüm bu. Seni orada tetikleyen şey babanın evden kovması olabilir belki. Gerginken stresini yöneltmiş olmuyor musun ona?
-   Evet.
-   Elinin altında hazır, hükmedebileceğin biri, gel dediğinde sana teslim olabilecek biri... Cinsellik ne demek? Ona sahip olmak, hükmetmek değil mi?
-   Evet.
-   Evden kovulmandan kaç gün sonra oldu bu olay?

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL AŞK YAŞAMAK: VİŞNE SUYU (6. BÖLÜM)
« Yanıtla #1 : 03 Ocak 2024, 12:34:17 ös »
-   2-3 gün sonra.
-   Seni kovduktan sonra, babana karşı bir öfke, bir nefret oluşmadı mı?
-   Oluştu.
-   Baban seni ezmiş gibi hissetmiyor musun?
-   Hissediyorum.
-   Yenilmiş olmanın acısını kuzeninden çıkarmış oluyorsun böylece. Babanla yapman gereken ikinci raundu kuzeninle yapmış oluyorsun.
-   Bu arada kalbimde sorun var. Kalbimin ritmi çok yüksek. Normali altmış doksan arası ama benimki sakin zamanlarda yüz otuz yüz elli arası, heyecanlandığımda streslendiğimde ise yüz seksene kadar çıkıyor.
-   Aşarsa ne olur yüz sekseni?
-   Büyük sıkıntılar olabilir, kalp krizi riski çok yüksek.
-   Bugüne kadar aşmış mıdır?
-   Aşmıştır mutlaka. Şöyle diyelim, üzerimde bir gün boyunca Holter Cihazı takılı kaldı. Kalp ritmimin en yüksek olduğu an uyandığım zaman oluyor. Hani alarm falan çalıyor ben ürküyorum bir şekilde ve yüz yetmiş çıktı mesela ölçümlere göre. Küçücük bir şeyde bile yüz seksen olabiliyor. Doktor "Kalbinde sorun yok, stresten kaynaklı olması yüksek ihtimal." dedi. Mantıklı geldi, çünkü uyanık olduğumda nabzım yüz yirminin aşağısına inmezken, uyurken de altmışın üzerine nadiren çıkıyor.
-   Ama yani, bunun bir tedavisi yok, stres temelli olduğu mu söyleniyor?
-   Evet öyle.
-   Ne zamandan beri var bu?
-   Küçüklüğümden beri.
-   Kaç yaşındayken tahminen?
-   Herhalde on yaşından beri var,çünkü bisiklete bindiğimde hemen morarırdım.
-   Ama fiziksel bir sıkıntı yok kalpte değil mi?
-   Evet, doktorun dediğine göre öyle.
-   Evdeki yaşam nasıldı o zaman?
-   Hatırlamıyorum, liseden önceki hayatımdan neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum.
-   Konuşulanlar falan, hiçbir şey gelmiyor mu aklına? Kavga, patırtı olmamış mıdır?
-   Hiçbir şey hatırlamıyorum gerçekten.
-   İnsan neden hatıra tutmaz?
-   Unutması gerekilen bir şeyi unutur. Unutmak istemişimdir ve başarılı olmuşumdur.
-   Ne olabilir en kötü? Tahmin yürüt en azından.
-   Okul olabilir.
-   Okulda ne var? Dışlanmak mı?
-   Evet.
-   Ne kadar dışlanıyordun mesela?
-   Sınıfın en ezilen kişisi...
-   Nasıl eziyorlardı?
-   Dövme, vurma gibi şeyler...
-   Kum torbası gibi miymişsin yani?
-   Evet.
-   Neden öyleydin peki?
-   Hatırlamıyorum.

Neyini hatırlamıyorsun seni gidi yalancı! Ekleyelim buraya hemen neden olduğunu. Eski Emre'nin "Hatırlamıyorum" dediği şeyleri yazmaya başlayalım. İlk teneffüs olunca kantine koşmaya başlardı herkes. İlk başlarda ben de öyle yaptım ama bir işe yaramıyordu çünkü çocuklar "öküzler" gibi birbirlerini ittirerek bir şeyler satın almaya çalışıyorlardı. Oysa ben düzgün bir sıra olması gerektiği kanaatindeydim. Neyse, her şey bu zamanlardan sonra başladı ya zaten. Kimseye vuramazdım, kavga edemezdim ve şu an düşündüğüm gibi "bir insanın yüzünün kutsal olduğu" düşüncesine sahiptim o zamanlarda da. Yaşıtlarım “küçük Ronaldolar” gibi top peşinde koşarken ben bir türlü beceremezdim futbolu. Zerre kadar da bir şey bilmiyordum zaten futbol hakkında çünkü evimizde futbolla ilgili bir muhabbet geçmemişti hiç. Bu beni "sınıfın ezikleri" kulübüne itti ister istemez. Artık ön sırada başka bir ezikle beraber oturuyordum. Hatta diğer sınıflardaki sokak çocuğu kılıklı öğrencilerden korunmak için sınıftaki birine harçlığımın yarısını beni koruması karşılığında ödüyordum.
-   Bu olay eve ulaşmadı mı öğretmen vs. aracılığıyla? Bunu hep sen yalnız mı yaşadın? Bir öğretmene hiç söylemedin mi?
-   Hep yalnız yaşadım bunu ve hiç kimseye söylemedim.
-   Peki neye yol açtı bu?
-   İnsanlardan sürekli bir ürkme, uzaklaşma ve sosyal olan şeylerin çabuk bitmesini isteme gibi şeylere yol açtı.
-   Asosyalleşiyor musun?
-   Evet.
-   Hiç arkadaşın olmadı mı o dönemde?
-   Olmuştur ama yüzeysel.
-   Kaça kadar devam ediyor bu, beşinci sınıfın bitimine kadar mı?
-   Hayır, lisenin başına kadar.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!


-   Söylemedin kimseye, sonuç olarak bu yaşadığın acıları kendi kendine mal etmez misin? Kendinden de nefret etmeye başlamaz mısın?
-   Evet, ettim.
-   Sence babanla inatlaşman da bundan kaynaklı olamaz mı? Hani, "Bu durumu hiç kimse farketmedi, sorumlusu da sizsiniz." gibi. Kimse de seni kurtarmadı. İnsan bu durumda bir kurtarıcı beklemez mi?
-   Evet, bekler.
-   Kendine kızdın ve öfkelendin. Sonra babana kızdın ve öfkelendin "Niye beni kurtarmıyorsun?" diye. Atıyorum, okulda üç beş kişi seni dövdükten sonra eve gidince yüzün gülebiliyor muydu?
-   Hayır.
-   Sessiz, sakin gidiyorsun böyle. Burada anne-babanın uyanması lazım "Bu çocuk neden

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL AŞK YAŞAMAK: VİŞNE SUYU (6. BÖLÜM)
« Yanıtla #2 : 03 Ocak 2024, 12:34:46 ös »
sessiz, sakin?" diye ya da anne-baban okula hiç mi gitmedi?
-   Gitmediler. Hem de hiç.
-   Başka ebeveynlerin okula geldiklerini görmedin mi?
-   Gördüm.
-   "Çocuklarıyla ilgilenen anne ve babalar okula geliyor." diye bir şey oluşmadı mı aklında?
-   Oluştu.
-   Çocuk, yalnız ve çaresiz hisseder. Hatta daha derinlerde "Bu anne ve babanın çocuğu değil miyim?" diye bir soru oluşmadı mı?
-   Evet, bunu çok fazla düşünmüştüm, sorgulamıştım.
-   Önce soruyorsun "Ben bunların çocuğu değil miyim?" diye. Sonra diyorsun ki "Eğer çocukları değilsem, ben kimin çocuğuyum?"
-   Aynen böyle oldu.
-   Kendi içinde büyük bir savaş başlamıyor mu?
-   Başlıyor.
-   Neden aktif olur bir insan?
-   Başkası üzerinde baskı kurabilmek için.
-   Neden pasif olmuyorsun? Var mı pasif olma isteğin?
-   Hayır.


Bir terapi daha geçmesin ben yalan söylemeyeyim! Aktif olduğum tek bir nokta vardı belki de hayatımda. O da benden güçsüzleri ezme, hatta öldürme isteğiydi. Çünkü doğanın kanununu bu şekilde öğrenmiştim ben. Sadizm olayından kurtulmamın çok zor olması da işin içinde cinsellik ve şiddetin aynı anda bulunuyor olmasıydı. Freud babamız en temel iki şeyi söylerken hiç de yanılmamış bence. Çünkü hayatım bu iki şey üzerine kuruluydu ve belki de hala kuruludur.


   Tahmin edebileceğiniz üzere okulda boşaltamadığım öfkemin tamamını evde gücümün en baştan beri yettiği kişilere yöneltiyordum. Artık eski mutlu Emre yoktu karşılarında. İşte o zaman evdeki eski erkek ayakkabılarını görünce bir ağabeyim olup olmadığını sormakta ısrar etmeye başladım. Öldü mü? Kaçtı mı? Kayıp mı oldu? Bu soruları aileme sordum ve her seferinde öyle bir şeyin hiç olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığım tavan yaptı. Bir ağabey arıyordum çünkü beni koruyacak biri yoktu hayatımda. Babam? Hayır! Okula bir defa bile uğramadı. Böyle bir insan beni nasıl koruyabilirdi? Kendimi hep başka yerlere ait hissediyor ya da başka ailelere ait hissediyordum.

-   Gelelim babana.
-   Gelelim.
-   Babanı nasıl görüyorsun? Güçsüz değil mi?
-   Evet fazlasıyla güçsüz görüyordum. Tamam eskiden mafya olayları falan varmış ama benim tanıdığım baba korkağın tekiydi.
-   Aslında sen babandan nefret etmiyorsun o halde. Babanın güçsüzlüğünden nefret ediyorsun. Zaten sen ezilmişsin hayatın boyunca, güçsüzsün. Başka bir güçsüzü sevebilir misin?
-   Hayır, sevemem.
-   İnsan psikolojisi ne yapıyor peki? Babandan nefret ettiğine inandırıyor seni. Halbuki senin tek meselen onun güçsüz olması. Mesela baban liderliğini kabul etmedin diye evden kovdu seni, nasıl hissettirdi bu?
-   Öfkelendim.
-   Tamam da diğer açıdan bakarsak...
-   Daha güçlü.
-   İşte mesele bu.
-   Yani daha önce mi kovması lazımdı beni evden?
-   Baban ilk defa büyük bir şey yaptı ve otoritesini gösterdi. Eskiden nasıldı? Arkadaş ilişkisinden farklı değildi aranız. Evde otorite yoktu. Şimdi ne oldu? "Siktir git." dedi sana.
-   Aynen öyle dedi, kelimesi kelimesine.
-   Ne yaptı ayrıca? Bir sürü rakibini alt etti. Pusuya yatmış avcı gibi bekledi ve tüm rakipleri avladı. Sen ne gördün? Yıllarca pısırık görünen adam bir anda aslanlaştı.
-   Aynen öyle.
-   Buradan çıkarımımız şudur ki; bir insanın hayatında, özellikle çocukluk çağlarında, bir otorite olmalıdır. Aksi takdirde güçlü olabilmesi için örnek alacağı kimse kalmaz. Ayrıca güç kazansa bile bunu duygusuz bir şekilde yapar. Gücü sadece tapılası bir şey olarak görmeye başlar. Çünkü gücü kontrol etmeyi bilmiyordur. Bu da sahte bir güçtür aslında. Bu şekilde elde edilen bir güç ancak ve ancak kişinin kendisine zarar verir.

   HK'nın bana en çok baskı yaptığı noktalardan biri de  potansiyelimi tam anlamıyla kullanmayıp, her şeye gerektiği kadar çaba göstermemdi. O zaman haksız buluyordum kendisini bu konuda. Çünkü bir şeyde birinci olmakla ortanca olmak arasındaki farkı idrak edemiyordum. Mesela müzik konusuna gelelim. Müzik benim için çok önemlidir. Özellikle de klasik müzik türü. Çünkü notalardaki harmoninin çok derin olduğunu düşünüyorum. İçinde duyguları ve düşünceleri görebiliyorum. Bu hissiyatın nasıl başladığından bahsedeyim isterseniz öncelikle. Annemin Birleşik Devletler'de yaşayan teyzesi bana küçük bir org getirmişti. Galiba ilk klasik müzik deneyimimi ve hatta ilk müzik deneyimimi bu küçük alet başlatmıştı. Neredeyse gece gündüz çalıyor ve müzik yeteneğimi geliştiriyordum. Hani bir de bu küçük orgların içinde olan hazır müzikler vardır ya. Hah! İşte onların hepsi klasik müzikti, lakin büyüyene kadar hangi türde müzik olduklarını pek idrak edemememiştim. Sonuç olarak bunca senedir müzikle iç içe olmama rağmen kendimi bir türlü ilerletemedim. Yani potansiyelimi kullanmadım. Bu matematikte de pek farklı değildi. Yine çeşitli bahanelerle başarılı olabileceğim bir alandan uzaklaşma eğilimi gösteriyordum. Çarpım tablosu ve ezbere işlemler, saçma sapan şeyler... Bu yüzden çarpım tablosunu sözlülerden önce ezberliyordum ama sözlülerden sonra tekrar unutuyordum. Bu alışkanlık hayatım boyunca devam etti. Bu alışkanlığın belki de tek bir olumlu noktası var. O da gerçekten işe yarayacağını düşündüğüm ya da ilgimi çeken alanları unutmamamı sağladı. Kullanacağım ana kadar lazım olan bilgiler vardır, daima lazım olabilecek bilgiler vardır. Her neyse, asıl konuya dönelim. Benim saçma bulduğum ama sistemin saçma bulmadığı o dandik matematik soruları vardı ya hani. İşte bunlar sonradan zorlamaya başladı beni. Çünkü hiçbir mantıki temelleri yoktu bana göre. Neden olsun ki zaten? Bir şirketin muhasebesini tutabilirim ama bunları aklımdan hesaplamam gerekmez. Bununla zihnimi meşgul etmek istemem. Bunun yerine yazılım sistemini hazırlarım ve tek bir veri girişiyle birçok işlemi aynı anda yapmış olurum. Robert A. Heinlein ağabeyimizin de dediği gibi "İlerleme erken kalkanlar sayesinde yapılmadı. İlerleme, bir şeyleri yapmak için daha kolay yollar arayan tembeller tarafından yapıldı." Bu düşüncelerimden dolayı elbette pişman değilim. Yaptığım hiçbir şeyden de pişmanlık duymuyorum çok uzunca bir süredir. Hatta kuzenimle seviştikten sonra pişman olduğumu söylediğim zamanlarda bile pişman olmadığımı fark ettim. Sadece kuzenimi tekrar yatağa atabilmek adına pişmanmış numarası yapıyordum. Sanki "Ben de irademe hakim olamıyorum senin gibi, yoksa çok pişman oluyorum." diyordum. Şu an incelediğimde o zamanki söylemlerimin birer pişmanlık değil, strateji göstergesi olduğuna karar verdim. Çünkü kuzenimin bu kadar net durduğu bir noktada ona karşıt bir fikri sunsaydım bana olan yakınlığını kaybedebilirdi ve buna ek olarak, fazlasıyla ruhsuz ve gaddar görünürdüm. Ben de kendimi acındırmayı daha uygun buldum.

   Gerçek yüzümü hala neredeyse kimseye göstermediğimi düşünüyorum. Gardımı düşürmemek önemli bir şey benim için. İnsanlara planlı yaklaşmak daha güvenli geliyor. Bu da demek oluyor ki; insanlardan hala korkuyorum. Yani, küçükken yaşadığım travmaları atlatabilmiş değilim henüz. Korkak olduğumu kabul ediyorum artık. Peki bu benim cesur olduğumu gösterir mi?