alacağını aldın. Bu yüzden bir doyumsuzluk var ve ''Bunu yapayım, şunu yapayım.'' demeye başlıyorsun.
- Olabilir.
- Neden satış yapmak çok önemli?
- Çünkü insanlarla iletişim kurabildiğim tek alan satış yapmak.
- Bu ilişki birebir olsaydı?
- Kuramazdım, çünkü o zaman kabullenilmeyi istemek gibi şeyler oluşurdu. Ne bileyim bağlanırdım belki biraz.
- Satış senin için bir savunma mekanizması o zaman. İki tane ''ben'' karşı karşıya geldiğinde sen zayıfsın. Eksiksin, yetersizsin ve savunmasız kalıyorsun.
- Herkese karşı değil.
- Kriter ne peki?
- Kişilik olarak bakıyorum.
- Yani ne tam olarak?
- Karşıdaki insan samimi olunca yetersiz hissediyorum kendimi. Çünkü bana yakın davranıyor, dürüst oluyor. Öyle bir baskı altına giriyorum ki anlatamam. Yanlış yapmak istemiyorum böyle birine karşı.
- Kendini sevdirme ihtiyacın mı var yani? Biri beni sevsin gibi.
- Olabilir.
- Bu sevilme ihtiyacı nereden ortaya çıkıyor peki?
- Bilmiyorum hocam.
- Birisi seni severse ne olacak peki?
- Kendime güvenim artacak.
- Sevgili Emre.
- En başa dönelim o halde.
- Ne kadar başa?
- Konuşmamızın başında da güven kelimesi geçmişti babandan bahsederken.
- Hocam ne gereği var? Ne güzel konuşuyorduk işte başka şeylerden.
- Babayla ilgili bahsetmiştik hani, duygusal bir iletişim kopukluğu var diye.
- O değil de, siz de sermaye verin, şirketi daha büyük yapalım.
- Önce senin işini halledelim de.
- Yahu öyle değil işte. Amaç herkesten bağımsız olmak. O kadar sağlam basacağım ki kendi ayaklarımın üstüne, kimse bir şeye ihtiyacım olabileceğini düşünmeyecek.
- Neden böyle bir şeye gereksinim duyuyorsun peki? Zayıf görünmemek, hep güçlü olmak için mi?
- Şöyle izah edeyim. Babama güvenmiyorum bu konuda. Bu yüzden kendi ayaklarımın üzerinde durmak zorundayım.
- Okulda işler umduğun gibi gitmedi. Ne bileyim deneyler filan yoktu. Sen de ticarete yöneldin. Eğer popüler olabilseydin bu anlamda, birileri seni keşfetseydi okul hayatında, ilerleyecektin.
- Yani.
- Okul bittiği zaman sen işi güven duygusu olarak algılayacaksın o halde. Ama paran oldu diyelim, artık duygu boşluğunu parayla doldurmaya başlayacaksın. Para için etrafında olacak birileri, onlarla duygularını dindirmeye çalışacaksın belki de. Yani işi bir savunma olarak kullanıyor olacaksın. Sen işi kullanarak benlikle iletişim kurmaktan kaçıyorsun. Biz ne diyoruz? İnsanlarda sevgi, güven ve güç üstüne bir denklem vardır. Sevgi ve güven olmayınca arayı güç ile kapatmaya çalışıyorsun. Bu da sağlıklı değil tabii ki. İnsan bilinçaltı savunma mekanizmaları üretiyor. Bunlar bir çözümdür ama kötünün iyisidir ve bedelleri vardır. Bu sana neye patlıyor? Duygularını köreltiyor. İşte ödediğin bedel bu. Bugüne kadar bu yol seni götürüyordu. Ama bundan sonra bir strateji oluşturman lazım. Duygu, sevgi gibi şeyleri de katman lazım bu stratejiye. Kendi kurduğun bu yolla gidersen başarıya ulaşabilirsin ama ne olur? Duygusal hayatında, aile hayatında veya ilişkilerinde sapmalar olabilir. Alkol olabilir, yanlış kadınla evlenebilirsin. Güçlü insanların zaaflarını kullanmak isteyenler olur nihayetinde. Yalnız başımıza projeler üretirsek onda biri doğru çıkar. İnsanlara danışarak oluşturursan bir şeyler onda dokuzu doğru olur. Ne yapmak lazım? Birinin karşısına geçtiğinde onu yüceltmemek lazım. Ne yapabiliriz sence bu konuda?
- Bilmiyorum. Babayla iletişim kurmak çözer mi bunu?
- Kesinlikle çözer. Çocuklukta ve lisede iyi olmamış olabilir ilişkin. Ama son devreyi iyi değerlendirirsen bu sorunlar da çözülür. Yani baban kendin için gerekli. Babalarımızı yıktığımızda kendimizi de yıkmış oluruz. Babayı kendimiz için affedeceğiz yani.
- Her şey babayla yani.
Babasız olmuyormuş yani meselenin çözümü. Çok şey konuştuk ve konuşacağız ileride de. Ama ne var biliyor musunuz? Konuşacak şey bitmiyor bir türlü. Hep bu şımartılmam yok mu? Ondan dolayı geldi başıma bunlar. İnsanın kendini affetmesi gerekirmiş. Bunu yapabilmek için de önce babayı affetmek lazımmış ama sülaledeki tüm babaları! Çünkü bizim sülalede aileler hep sıkıntılı. Dedem ölmüştü ben sekiz yaşındayken. Ailede kronik kalp ve akciğer yetmezliği var. Bundan dolayı zaten çok hastaydı. Bir gün sabah uyandırdılar "Dedenin hastalığı artmış yanına gitmemiz lazım." diye ama hepsinin gözü yaşlıydı tabii. Aklıma iki ihtimal gelmişti. Ya hastalığı çok ağırlaşmıştı ya da ölmüştü. Ben birinci ihtimali daha yüksek tuttuğumdan çok da üzülmeden gittim dedemlerin evine. Annem zaten çoktan oradaydı. Dedemin vefat ettiğini ve korkmamam gerektiğini söylediler bana. Korkmadım zaten çünkü dedemdi o. Ama herkesin gözü yaşlıydı, özellikle kadınlar hüngür hüngür ağlıyorlardı. Ben de uzun süre onu göremeyeceğim için ağladım. Sonrasında teyzemin eşi kartopuyla oynamanın bizim üzüntümüzü azaltacağını düşündüğü için karlı dağlara çıkardı bizi. Çocuk aklı, azaldı da zaten. Bir burukluk vardı ama hala içimde çünkü babamın babası benimle hiç ilgilenmezdi. Yalnızca bu dedem benimle ilgilenir, çok sevdiği motoruyla beni gezmeye götürür, elektrikle ilgili bilgilerini öğretir ve pratik zekamı geliştirmeye yardımcı olurdu. İdeal bir dedeydi yani. Ama öbür dedem! Ne yapmış biliyor musunuz? Hakkını yememek lazım, ben iki yaşındayken benim için ''Bu çocukta yedi yaşındaki çocuğun zekası var.'' demiş. Ama aynı yıl bana bir soru sormuş. ''Babanı mı daha çok seviyorsun, beni mi?'' diye. Ben de "Babamı." diye cevaplamışım. O da bu cevabımdan dolayı ömrü boyunca bir daha yüzüme bakmadı. Yok arkadaş, sorunlu bizim sülale! Lanet sülalem ve ölen insanlar!
- Tikler vardı ya geçen hafta bahsettiğimiz. Bir şey dememiştik değil mi üstüne?
- Evet konuşmamıştık.
- Tikler insanın anlatmak istediği ama anlatamadığı şeylerdir genelde. Hani kendi iç çatışmana dönüşüyor bunlar. Mesela "İnsanlar beni sevsin." düşüncesi etki ediyor bu tiklere. Bir yerde otururken de "İnsanlar ne düşünür?" diye merak ediyor musun hiç?
- Evet. Mesela oturuş şeklim, kıyafetim gibi şeylere çok dikkat ederim otururken bir yerde. Takıntı gibidir hani. Düzenli olmalı.
- Neyi çağrıştıracak sana düzensiz olsa?
- Düzensiz işte. Rahatsız eder beni.
- Neyi çağrıştırıyor peki bunun haricinde.
- Bilmiyorum inanın ki.
- Seni düzenli görecek, alçak göremeyecek kendisinden. Onların seviyesinden aşağı görünmeyeceksin, bu mudur?
- Evet, galiba.
Ah şu takıntılar! Dünyadaki en sorunlu, en garip insanmışım gibi hissediyorum bazen. Kimsede sorun yok da bir tek bende var sanki. Ama benimkiler en büyüklerinden galiba. Sorunluyum kardeşim ben, sizin gibi güllük gülistanlık hayatım yok(!). Oyunlar, takıntılar, sevgi, güven, saygı derken ömürden tat alamadan gideceğiz öbür tarafa.
- Terapiler bende değişiklikler yapmaya başladı. Artık insanlar için değil, biraz da kendim için yaşamaya başladım. Kendime güvenim arttı.
- Normalde ne oluyordu insanlarla?
- Kırmamak, kaybetmemek için insanların hatalarını göz ardı ediyordum hep. Şimdi beklentilerimi dile getirmeye başladım.
- Böyle de olması gerekmiyor mu? Yoksa Tanrı-kul ilişkisi gibi olmaktan öteye geçemez birebir ilişki de. Tanrılaştırdığın kişilere karşı erotikleşme oluyordu. Peki diğer insanlarla ilişkilerinde oluyor mu?
- Hayır.
- Karşısında güçsüz hissettiğin kişiyi erotikleştirmiş oluyorsun işte.
- Mesela telefon camı kirli olsa bile rahatsız hissediyorum.
- Ne ifade ediyor telefon senin için?
- İnternet sayesinde dünyaya açılan kapı.
- Sanal bir ilişkin var mı?
- Arkadaşlık olarak evet. İstanbul'da vardı hatta duygusal olarak bağlandığım birisi.
- Sadece duygusal mı?
- Fantezi olarak da tabii. Ama sonra ayrıldık belli sebeplerden.