ağzıma almam, sen al." derken birbirimize, en sonunda penisimi ağzına almayı kabul etti. Penisim ağzına girmek üzereyken durdurdum onu. Sonradan pişman olacağı bir şey yapmasını istememiştim. Benim için böyle bir şey yapmak zaten normaldi. Ama gerçekten onu kardeşim gibi görüyordum. Böyle bir şeyin olması benim için acı verici olurdu. Fatih en sonunda ısrarlarından vazgeçti ve boşaldı. Tam o sırada telefonu çaldı. Sınıftaki tartışmada kendisinin karşı safında bulunan yakın(!) arkadaşlarından biri arıyordu. Konuştular. O yakın(!) arkadaşı basketbol oynamaya çağırdı onu. O da "Tamam, geliyorum birazdan." dedi. İkimizin de yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz bence. O aşık olduğu eski sevgilisi arıyor gibi görünüyordu ben ise Sevgilim tarafından gözümün önünde aldatılmış gibiydim. Biraz da geride bırakılan küçük kardeş gibi... Lanet olası elindekiyle yetinmeyen insanlar ve uçkurları!
Hayat sadece bana mı kötü davranıyordu? Kuzenime de en az benim kadar gaddardı hayat. Son sene halamın oğlu benimle aynı sınıfta okumaya başlamıştı. Güzel bir şey olabilirdi bu belki ama gelin görün ki onda da benimkine benzer bir durum vardı. Tam olarak aynı değildik fakat ortak sorunlarımız fazla gibiydi. Zaten bozuk olan itibarımı onunla takılarak daha da düşürme riskini göze alamazdım ama onu benden uzaklaştıramazdım. İki düşüncemi aynı anda gerçekleştirebilmem için aynı sırada oturuyorduk. Onunla bir şeyler paylaşıyordum fakat onu aşağılamaktan da geri kalmıyordum. Onu ezmek hoşuma gidiyordu çünkü kendimden aşağı gördüğüm herkesi bana yapıldığı şekilde eziyordum. Sonuçta kural bu değil midir? Ezilirsin, ezersin ve hayatta kalırsın. Şu da var ki; onu ne kadar ezersem ezeyim, yine de ondan başka kimseye güvenim yoktu o okulda. Bu yüzden yanımda tutuyordum onu belki de.
Günlerden bir gün altıncı sınıflardan birinde okuyan bir kızın benden hoşlandığını farkettik. Kız güzeldi. Boyu boyuma, huyu huyuma durumları da uyumluydu. Her neyse utancımı tahmin bile edemezsiniz. Ben de kızdan hoşlanıyordum içten içe ama bir yandan da kızdan kaçacak delik arıyordum. Göz göze geliyorduk teneffüslerde hep. Bu olay bir-iki hafta kadar sürdü neredeyse. "Artık konuşsam mı?" diye düşünmeye başladım. Bir kıza duygusal bir şeyler hissedip iletişim kurmak benim için bir ilk olacaktı ve çok korkuyordum. Kız ile aramızdaki bu hoşlantıyı öğrenen kişi -sınıfın en boş, yavşak insanı- kızın yanına gitmiş ve saçma sapan şeyler söylemiş, kısacası kızı rahatsız etmiş. Sınıf arkadaşımın yediği bu haltı duyunca kızın yanına gidip özür diledim arkadaşım adına. O ise özrümü kabul etmemekle kalmadı ve bana ''Arkadaşlarını peşimden yollama, bir şey varsa gel kendin söyle." dedi. Sap gibi kaldım, dilim tutuldu ve bir şey söyleyemedim. Gerçekten fena halde utanmıştım. Aynı durum şimdi olsaydı eğer, özrümü tekrar iletir, yaşanan tatsızlığın telafisi için onu kahve içmeye ya da bir şeyler yemeye davet ederdim. Ama hayat öyle zorlu bir şeydir ki; sizi önce sınav yapar daha sonra da doğruları öğretir. Bu yüzden adam gibi bir ilişkim olamadı ya.
- Kendini nasıl değerlendiriyorsun? Zaman zaman boşlukta hissediyor musun?
- Bazen çevresi çok geniş olan biri gibi hissediyorum, bazen de dünyanın en yalnız insanı sanıyorum kendimi.
- Ama nasıl tam olarak yani? Bir zaman süresince hayata sıkı sıkı tutunurken diğer bir zamanda da boşluğa mı düşüyorsun?
- Evet onun gibi bir şey herhalde. Hatta bazı zaman çevremde ne kadar çok insan varsa o kadar boşlukta hissediyorum kendimi.
- Ne gibi?
- Arkadaş çevresi artınca kötü alışkanlıklarım da artıyor.
- Duygusal açıdan nasıl hissediyorsun peki? Güçsüz mü?
- Hayır, çok güçlü hissediyorum. (Yalanın daniskasına bak hele, kendi kendiyle çelişiyor en başta. Yalnız hissedip güçlü hissetmiyordum hiç de. Çok berbattım. Kafayı sıyırmaktan korktuğum zamanlar bile olmadı değil.) Ama hayata bağlanmayı tercih etmiyorum.
- Neden peki?
- Eşcinsellikten dolayı. Çünkü arkadaş ortamında birine karşı böyle hislere kapılmaya başladığımda kötü hissedip uzaklaşmaya çalışıyorum.
- Şimdi bak, eşcinsellik belli şeylerden dolayı kaynaklanan bir sonuç. Ama sen her şeyin sebebi olarak kullanıyorsun bunu. Hani, "Ben eşcinselim, bu kişiyle samimi olmamalıyım." gibi bir çıkarımda bulunuyorsun hep. Eğer eşcinselliğin psikolojik sebeplerle ortaya çıktığını kabul edersek, eşcinsellik, çocuğun küçüklüğünde yaşadığı duygusal travmalar, kişilik sorunları ve boşluklar gibi şeylerden kaynaklanır. Sen ne yapıyorsun ama? "İşte, ben eşcinselim. Şununla tanışırsam eşcinsel duygularım artar mı?" diye düşünüp ilişkiye hiç başlamıyorsun ya da olan bir ilişkiyi bozuyorsun. Duygusal olarak boşlukta olduğun bir dönemine denk gelirse, gidip bir erkeğe bağlanıyorsun. İstiyorsun ki o sana değer versin, hep seni düşünsün ve seninle ilgilensin. Ama karşıdan alabileceğin bir şey yok. Sen kendini geliştirmelisin değerli olmak için. Yoksa kaybetmeye mahkum olursun. Hep güç üzerinden ilişki kurarsan, ilişkin hiçbir zaman düzgün bir şekilde ilerlemez. Sonra, duygusal bir sorun olduğunda orada iş erotikliğe dönüyor. Onun her şeyini elde etmek için cinsellik katmaya başlıyorsun. Sevgilisiyle paylaştığı şeyleri de elde etmeye çalışıyorsun, yani vücudunu. Böylece her şeyiyle sahip olacaksın ona. Mesela kurduğun fantezilerden bahsedelim. İbrahim'le ilgili ne fanteziler kurdun?
- Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum, çünkü İbrahim hakkında böyle şeyler konuşmak hoşuma gitmiyor. Ben sadece dokunmak, sarılmak istiyordum ona. Daha fazlasını arzulamadım.
- Tamam.
- Hep iki kişiyi rüyamda görüyordum.
- Kimlerdi peki?
- Biri Furkan'dı, biri de İbrahim'di.
- Furkan'a karşı duygusal bir şeyler hissediyor muydun peki?
- Arkadaş olarak.
- Peki, sen aktifsin onları pasif olarak mı görüyorsun?
- Hayır ve rüyalarımda cinsellik yoktu.
- Yani sarılmak, dokunmak mı vardı?
- Ya öyle de değil aslında. Kardeş olarak görürdüm ben onları. Cinsellik düşünmüyordum.
- Ağabey olarak mı görüyordun kendini onlara karşı?
- Hayır, onları kendime ağabey olarak görüyordum.
- Kim kimin göğsüne başını yaslıyordu fantezilerinde?
- Ben yaslıyordum.
- O ne yapar peki? Saçını mı okşar ne yapar?
- Yani, belki.
- O zaman neden bundan eşcinsellik çıkarıyorsun ki?
- Ya daha farklı şeyler de var aslında.
- Öpüşmek mi?
- Yani evet, en fazla öpüşmek.
- Bu rüyalardan sonra ne oluyordu? Suçluluk duygusu mu?
- Evet ama insan alışıyor bir zaman sonra.
- Peki hayatında hiçbir otorite var mı?
- Güzel soru.
- Bak, sen hep sonuçtan gidiyorsun. Ben ise sebebi bulmaya çalışıyorum. Baban otoriter değil, ablalar veya anne otorite kuramıyor üstünde. Ağabey de bulamıyorsun zaten. Yani kısacası senin üstünde bir otorite olmasını istiyorsun. Bunun arayışındasın.
- Galiba.
- Özseverlik ve sınır kişilik bozukluğu terimlerini araştır eve gidince. Bak iki örnek vererek açıklayayım ikisini de. Özsever kişi, küçüklüğünde değersizdir ve içe kapanıktır. Sonra, duygularını istediği gibi tatmin edemez büyüyünce. Hani "Biri saçımı sevsin, beni sevsin." derken kimse sevmez. Daha sonra bütün duygularını yok eder ve "Güç artık bende." demeye başlar. Kendisini tanrı olarak görmeye başlar. Sadece sevmesini istediği insana değer vermeye başlar. Sınır kişilik bozukluğu olan kişi de birini tanrılaştırır ve ona tapınmaya başlar. Sen birinci profile daha yakınsın şu an sanırım.
- Evet ama önceleri sınır kişilik bozukluğu aşamasından geçtim galiba.
- Gelelim senin hep kolay yolları seçmene. Hayatında hep kestirme yollardan geçerek bir yerlere ulaştın. Zeka bir yere kadar etki ediyor, ondan sonra tecrübe de çok önemli. Ama sen zorluklardan kaçarsan sürekli, tecrübe edinme şansın olmayacak. Kendini kendine kanıtlamak için ikinci üniversite oku mesela. Para için değil, kendin için, kendini kanıtlaman için. Bu ileride karşına çıkabilecek zorlukları atlatmanı sağlayacak öyle değil mi?
- Evet, öyle.
- Sınır kişilik bozukluğuna sahip isen işin zor.
- Hayır, değilim. (Değilim dedim de, aslında gayet de sınır kişilik bozukluğu teriminin tüm şartlarını yerine getiriyordum. Bu yalanlar terapi sürecimi olumsuz etkiledi sürekli. Yalanlar söylüyordum her zaman ve bunları HK'nın görmesini istiyordum. Aslında onun zekasını sınamak için