KORKU KÜLTÜRÜ sayfa 172 devamı.
T: İnanmak zor ama anlattığın bu olay yaşamla ilgili bir gerçeği yansıtıyor. Peki baba benim bir sorum var. İki aile düşün, bunlardan biri kalıplayan korku kültürü diğeri de geliştiren saygı kültürü içinde çocuk yetiştirmeye karar versinler. Bunlardan birine "iyi", diğerine "kötü" diyebilmemiz için kullanacağımız ölçütler var mı?
A: Çok önemli bir soru.
D: Evet, önemli bir soru. Kullanabileceğimiz en önemli ölçüt, "gerçeğe uygunluk" tur.
T: Gerçeğin ne olduğunu kim biliyor ki?
A: Benim de irdelemek istediğim temel konu bu.
D: Sen gelmeden önce Timur, son zamanlarda "gerçek" kavramını sürekli kafamda irdeliyordum; neden bilmiyorum, o konuda açıklığa kavuşmak bana çok önemli görünüyor.
A: Çünkü hemen her konuda karar verebilmek için o konudaki "gerçek"i bilmek gerekiyor.
T: Şu şekilde akıl yürütüyorum: Benim dışımda bir âlem var. En geniş anlamda bu âlemin tümüne evren diyoruz. Evrenin gerçeği ne? Evren dediğimiz şey ne? Herhalde aklı ermeye başlayan çocuğun en temel sorusu bu olmuştur. Benim için halen en temel soru bu.
D: Benim için de aynı. Sinir sisteminden söz ederken sinir sisteminin donanım ve yazılımından söz etmiştim. Doğarken getirdiğimiz yazılım bizi sürekli soru sormaya, deşmeye, irdelemeye, gördüklerimiz üzerinde düşünmeye itiyor. Evet, aklı ermeye başlayan çocuğun en temel sorusu gerçekten bu.
T: Peki baba, ben gelmeden önce "gerçek" konusunu kafanda irdelemeye başladığını söyledin, şimdi nereye geldin?
D: Anlatayım. Bu soruyla ilgili şimdiye kadar üç temel yaklaşım tanıdım: Birincisi dogmatik yaklaşım: Birileri evrenin gerçeğini bildiğini söylüyor ve bazen açık açık, bazen üstü örtülü biçimde bu gerçeğin ne olduğunu anlatıyor. Anlatıyor ve diğerlerinin kendisine inanmasını bekliyor. Bazı insanlar inanıyor, bazıları inandırılıyor ve sonuçta evrenin ne olduğuyla ilgili bir inanç sistemi oluşuyor ve bu inancı paylaşanlar evrenin ne olduğu konusunda aynı "gerçeği" paylaşıyorlar.
T: Ama inandıkları gerçeğin "gerçek" olduğunun kanıtları yalnız onların inanç sisteminde var. Yani, onların inancmı paylaşmayan, o inanç siteminin dışında kalan birine gösterebilecekleri herhangi bir kanıtları yok. Doğru mu?
A: Evet, doğru. Zaten onun için bu yaklaşıma "dogmatik yaklaşım" deniyor. Dogmaları kaldırdığın zaman geriye konuşacak hiçbir şey kalmıyor...
D: Ama unutmayın, dogmatik ya da değil, varsayılan bu evren kapsamlı bir gerçektir ve bu inancın altında evlilik, çocuk yetiştirme, yaşam biçimi, bireysel ve toplumsal yaşamın her yönü anlam bulur. Böylece bu inanç sistemi içinde oluşmuş kültürler ve uygarlıklar gelişir; müzikle, mimari tarzlarıyla, aile yapılarıyla, devlet yönetimi ve kanunlarıyla bir yaşam düzeni oluşur. Her karmaşık sosyal düzenin altmda paylaşılan bir anlam verme düzeni bulunur.
T: Tarihte bu tür dogmatik sistemlere örnek, herhalde akla, mantığa ve yoruma kapalı dinler olur.
A: Bence yalnız dinler değil, akla, mantığa ve yoruma kapalı dogmatik ideolojiler de var.
D: Toktamış Ateş, Laiklik adlı kitabında şöyle diyor: "Yobazlık ve bağnazlık salt din açısından değil her türlü düşünce açısından geçerli olan, geçerli olması gereken bir özelliktir. Her düşüncenin her inancın her ideolojinin yobazları ve bağnazları vardır. Yobazlık ve bağnazlık inançları konusunda tartışmaya yer vermeyen, tek doğru şeyin kendi doğrusu olduğuna inanan, kendi gibi düşünmeyenlere en ağır biçimde saldıran, hoşgörüsüz ve sevgisiz insanları nitelemesi gereken kavramlardır. Bir Müslüman yobaz ve bağnaz olabileceği kadar bir dinsiz ya da ateist de yobaz ve bağnaz olabilir; hatta Atatürkçülerin de yobaz ve bağnazı olabilir. Laikliğe en sert darbeleri vuranlar, en büyük zararı verenler arasında yobaz ve bağnaz
Atatürkçüleri de saymak gerekir." Yani bazı Atatürkçülerin dogmatik ve bağnaz olduklarını söylüyor. Ben bu kişilerin mış gibi Atatürkçü olduklarını düşünüyorum. Gerçek Atatürkçüler bilimsel düşünceyi benimseyenlerdir. İdeolojiler de özgür düşünme ve irdelemeyi yasakladıkları zaman bu tür bir dogmatik sisteme dönüşebiliyorlar.
T: Ama klasik olarak herhalde katı kuralcı dinler bu tür dogmatik anlam verme sistemlerinin örneklerini oluşturur.
D: Doğru.
T: "Gerçeğe" üç temel yaklaşımın birincisi dogmatik yaklaşımdı, İkincisi ne?
D: İkincisi felsefi yaklaşım. Dogmatik yaklaşım evrenle ilgili inancın irdelenmesine izin vermez. Ama felsefi yaklaşım irdeleme, inceleme ve araştırma üzerine kurulmuştur. Birileri evrenin gerçeğini sorgular ve kendinden önce aynı konuda fikir beyan edenlerin fikirlerini teker teker ele alıp irdeler ve onların eksikliklerini göstererek kendi anlayışının üstün taraflarını ifade eder. Bunu yapabilmek için önce bir sistem geliştirir, kendi düşüncesinin temel boyutlarını oluşturur ve kendinden önce kullanılmamış yeni kavramlar ortaya koyar; ondan sonra kendinden önce gelenlerin ne dediğini inceler, irdeler ve kendi sistemiyle kıyaslar. Böylece kendine özgü bir düşünce sistematiği geliştirir. A: Kendine özgü bir kavramlar sistemi geliştirmesinin altını çizdiniz.
D: Evet. Arifçiğim bunun gözden kaçmamasına sevindim. Bir filozof, düşünce tarihi öğreten birinden farklıdır. Filozof farklıdır, felsefeci farklı.
T: Nasıl farklıdır?
D: Felsefeci, filozofların düşüncelerini bir kütüphaneci gibi toplar, tasnif eder ve gelecek nesillere sistematik olarak aktarır. Bu nedenle bilginin kuşaktan kuşağa aktarılmasında çok önemli bir rol oynar. Ama gerçek düşünür, filozof yeni bakış tarzları, dünyaya bakarken kullandığımız yeni kavramlar, anlamlar üretir.
T: Bir felsefeci aynı zamanda bir filozof, bir düşünür de olamaz mı?
D: Tabii olur. Ama yalnız felsefeci olanların sayısı daha fazladır. Gerçek filozof, geliştirdiği kendi düşünce sistemi içinde kendinden öncekilerin görüşlerini değerlendirir ve onların artı ve eksilerini gösterirken kendi getirdiği katkıları da belirtme ortamı yaratır. Yeni düşünceleri sürekli izler; çünkü izlemek ve gelişmek zorundadır. Geliştikçe ya kendi görüşünü savunur ya da yeni düzeltmeler yapar. Böylece sürekli düşünme, ifade etme, gözden geçirme ve yeniden düşünme süreci başlamış olur. Felsefi yaklaşımlardan bazıları inançlar haline dönüşünce o zaman dogmatik bir özellik kazanır ve o andan itibaren o düşüncenin irdelenmesine, incelenmesine, kurcalanmasına izin verilmez. İşte daha önce konuştuğumuz ideolojiler dogmatikleşmiş felsefi yaklaşımların örnekleridir.
T: Peki, kalıplayan korku kültürü ve geliştiren saygı kültürü dogmatik ya da ideolojik olarak değerlendirilebilir mi?
A. Bence, üçüncü yaklaşımı da gözden geçirdikten sonra bu soruyu ele alalım.
D: Öyle yapalım. "Gerçeğe" üç temel yaklaşımın üçüncüsü, bilimsel yaklaşım. Felsefe kavramlarını, felsefenin evrenle ilgili temel varsayımlarını "test eden" yaklaşım, bilimseldir. Bilimsel yaklaşım, gerçekle ilgili varsayımları gözlemlerle, deneylerle, toplanan verilerin istatistik analizleriyle "test eder." T: Üniversitede bizim temel derslerimizden biri idi, araştırma yöntemleri ve analiz teknikleri.
A: Sen mühendislik okumadın mı?
T: Stanford Üniversitesi'nde mühendislik öğrencileri de psikoloji ve felsefe dersleri alır.
Psikoloji dersinde de araştırma yöntemleri ve analiz tekniklerinden kısa da olsa söz edilir. Felsefe, çağdaş Batı uygarlığının tarihsel kökenlerini incelerken okuduğumuz bir ders ve oldukça önemli filozofların sistemleri gözden geçirilir.
A: Bunu bilmiyordum.
T: Üniversite, yalnız meslek adamı yetiştiren bir meslek yüksekokulu değildir. Profesyonel meslek insanı yetiştirmenin yanı sıra demokratik özgür bir toplumun geleceği için aydın insan yetiştirmekle de görevlidir.
A: Anlıyorum.
D: Devam ediyorum. Bilimsel yaklaşım hipotezler geliştirir ve bu hipotezlerin doğruluğunu test eder. Örneğin, Dünya evrenin merkezinde ise ve Güneş Dünya'nın etrafında dönüyorsa, gökyüzünde görülen yıldızların şöyle bir yapı içinde görünmesi ve bu yapının değişik mevsimlerde değişmemesi gerekir. Beklenen yapı görünmüyor ve görülen farklı yapı mevsimden mevsime değişiyorsa, o zaman, ikinci bir hipotez geliştirir. Örneğin, Güneş'in etrafında dönen Dünya hipotezini ortaya atar ve bu yeni hipotezi gözlemleriyle ve deneylerle test eder.
Biliyorsunuz Polonyalı Kopernik, Alman Kepler, İtalyan Galile gözlemlerini özgür bir ortamda yapıp buldukları sonuçları rahat şekilde ifade edemediler.
T: Evet, biraz önce sözünü ettiğim çağdaş Batı uygarlığının tarihsel kökenlerini inceleyen derste uzun uzadıya bu anlatılır. Aynı şey İngiliz Newton ve Darwin için de söylenebilir.
D: Doğru. Zamanın baskın güçlerinin inandıkları dogmatik sistem, kendine ters düşecek düşünce ve inançların gelişmesine fırsat vermek istemezdi. Ama bu, tüm dogmatik düşünce sistemlerinin doğasından kaynaklanır. Hiçbir din, hiçbir dogmatik ideoloji, kendi temel inançlarını sorgulayan, irdeleyen filozof ve bilim insanına hoş bakmamıştır.
T: Peki, felsefenin ideolojik olarak dogmalaşması gibi bilimsel kuramların ve yaklaşımların da dogmalaşması ve kendi düşüncesinden başkasını yaşatmaması söz konusu olabilir mi?
D: Bence olabilir. Freud'un takipçilerinin çoğunun psikoanalitik anlayışını dogmatikleştirdiğini görüyorum. Einstein'ın gençlik yıllarında karşılaştığı direnç, Newton fiziğine dogmatik bağlanmış bir anlayıştan kaynaklanıyordu. Toktamış Ateş'in sözünü ettiği dogmatik Atatürkçüler de bence bu sınıfa girer. Thomas Kuhn'un, Bilimsel Devrimlerin Yapısım adlı kitabında bunun birçok örneği var.
Bilimsel sorgulamayı, irdelemeyi, bilimsel düşünmeyi yaşamının temeli kabul etmiş bir toplumun evrene anlam verme tarzı da bir sistem oluşturur ve bunun kapsamı da çok geniştir. Bu sistem içinde evlilik, çocuk yetiştirme, sanat, müzik, spor, yeme içme biçimleri, yaşam tarzı, bireysel ve toplumsal yaşamın her yönü şekillenir. Böylece bilimsel düşünce sistemi içinde oluşmuş kültürler ve uygarlıklar gelişir. Bu bağlamda, yönetimi ve yasalarıyla bir devlet, bir yaşam düzeni oluşur. Bütün bu karmaşık sosyal düzenin altında, paylaşılan bir anlam verme sistemi vardır. Bu sistemin özünde bilimsel yaklaşım vardır.
T: Şimdi benim daha önce sorduğum soruya geçebiliriz: Kalıplayan ve geliştiren kültürlerin her ikisi de kendi gerçeklerini, yani anlam verme sistemlerini geliştirmiş durumdalar. Çocuk yetiştirme bakımından bunlardan birine "iyi," diğerine "kötü" diyebilmemiz için kullanacağımız ölçütler var mı?
D: Var Timur. Biliyorum senin sabrını taşırıyorum, ama çocuk yetiştirme konusuna girmeden önce, daha somut bir alanda, çiftçilik alanında bir örnek vermek isterim. T: Evet, şimdi konuşmaya başlayabilir miyiz?
D: Evet, konuşabiliriz. Çocuk yetiştirme konusuna girmeden önce, daha somut bir alanda, çiftçilik alanında bir örnek vermek istedim. Zeytin yetiştirmek isteyen bir çiftçi düşünelim. Dogmatik yaklaşım içindeki bu çiftçi, "Ağaç dikilirken kısır insan eli değmemeli, aksi halde zeytin vermez," inancına sahip olsun. Bu inancın nesiller boyu birinden diğerine aktarıldığını ve bu inancı paylaşmayanlara da iyi gözle bakılmadığını varsayalım. Bu kişiye bu inancın boş olduğuna inandırman olanaksızdır. "Atalarımız durup dururken böyle bir şey söylemez, söylediklerine göre doğrudur," der.
A: Ama atalarının inancının dışında da başka hiçbir kanıt gösteremez.
D: Evet, dogmatik yaklaşımın doğası icabı böyle olur. Şimdi felsefi yaklaşım içinde olan bir çiftçi düşünelim. Böyle bir çiftçi, zeytin ağacı dikenin özellikleri ile ağacın verdiği zeytin miktarı arasında söylenmiş sözlerin hemen hepsini bilir. Yeniliklere ve yeni düşüncelere de açık olur.
T: Yani, felsefi yaklaşım ile dogmatik yaklaşım arasındaki temel fark, dogma tamamıyla kendi kısırdöngüsü içinde kalırken, felsefi yaklaşım başka düşüncelere de açıktır. Öyle mi?
D: Evet.
T: Peki, bilimsel yaklaşım içinde olan bir çiftçi zeytin ağacı dikme konusuna nasıl yaklaşır?
D: Zeytin ağacının yetişmesi ve zeytin vermesiyle ilgili parametreleri hesaba katar. Toprağın türü, ağaç dikilen yerin denizden yüksekliği, iklimi, ağaçların ne zaman dikildiği, aralarındaki mesafe, ne kadar sıklıkla ve ne kadar miktarlarda sulandığı, vb. Sonra bir ziraat mühendisiyle bütün bu parametrelerin geçerliğini araştırır. Bu çiftçi zaman içinde zeytin yetiştirmeyle ilgili verisel tabanlı bir bilgi birikimi oluşturur.
T: Peki, şimdi çocuk yetiştirmeyle ilgili bir örnek verebilir misin?
D: Daha sonra çocuk yetiştirme ve çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusuna daha ayrıntılı şekilde girmek istiyorum ama üç yaklaşım arasındaki farkı anlayabilmek için kısa bir örnek vermek isterim.
A: îyi, daha sonra çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusunu irdeleyeceğimize sevindim.
T: Baba örneğin ne?
D: Çocuğunu yetiştirmek isteyen bir ana baba alalım.
Dogmatik yaklaşım içinde olan ana baba, "Kızını dövmeyen dizini döver" inancına sahip olsun. Bu inanç nesiller boyu sürüp gidebilir. inananlar, bu inanca inanmayan ve uymayan diğer ana babalara iyi gözle bakmazlar.
Felsefi yaklaşım içinde olan ana baba, dayağın yararı ve zararı üzerine değişik görüşleri toplar, kim ne demiş, hangi düşünür ne zaman hangi görüşü ifade etmiş bütün bu görüşleri toplar, öğrenir ve sonunda kendi yargısına varır.
Bilimsel yaklaşım içinde olan ana baba, dayak atılan kızların kişilik yapısı, yaşam başarısı, mutluluğu ile dayaksız yetişen kızların kişilik yapısı, yaşam başarısı ve mutluluğunu karşılaştırır. Kız çocuğu yetiştirmede göz önüne alınması gereken temel parametrelerin ne olması gerektiğiyle ilgili sorar soruşturur, araştırma yapar. Örneğin, çocukla kurulan iletişimin türü, miktarı, zamanı ve yerinin etkisiyle ilgili araştırmaları gözden geçirmek ister. Bütün bu araştırmaların sonunda bazı konularda bir uzmanla konuşmak isteyebilir.
Her yaklaşım, kendi içinde tutarlı bir anlam verme sistemi oluşturur. Şimdi artık her ikinizin de sabırsızlıkla beklediği, kalıplayan korku kültürü ile geliştiren saygı kültürü yönünden çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusuna geçebiliriz.
Timur, kafası bir şeye takılmış birinin sessizliği içindeydi.
T: Baba, dogmatik, felsefi ya da bilimsel yaklaşımın her biri kendine özgü bir anlam verme sistemi geliştiriyor, değil mi?
D: Evet.
T: Peki, bu anlam verme sistemlerinin hangisi öbüründen daha iyi, bunu irdeleyecek miyiz?
Arif ve ben durakladık. Timur'un sorusu, çok temel ve önemliydi. Bir süre düşündüm ve daha sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti.
D: Hangi ortamda yetişirse yetişsin çocuk mutlaka bir anlam verme sistemi geliştirir. Ve bana göre çocuğun geliştirdiği anlam verme sistemi onun ömrü boyunca kullanacağı en önemli güç kaynağını oluşturur. Bir insanın küçükken geliştirdiği kendine özgü anlam verme sistemi ya o kişiye destek olacak ve onu başarıya ve mutluluğa yönlendirecek ya da köstek olup onu güçsüz ve mutsuz kılacaktır.
T: Tamam, onu kabul ediyorum ama hangi anlam verme sistemidiğerinden daha iyi, nasıl bilece z? Bu sorunun yanıtını almak istiyorum.
D: Ben aslında bu sorunun yanıtını vermek niyetiyle konuşuyorum. Eğitilmiş insanlar olarak biliyoruz ki doğanın bizim dışımızda ve bizden bağımsız bir işleyiş tarzı vardır. ( Bunun böyle olmadığını söyleyen görüşler olduğunun farkındayım fakat bu konuda okurlarımı, ciddi olarak şu sorunun yanıtı üzerinde düşünmeye davet ediyorum: Bizden bağımsız bir gerçeklik olduğunu varsaymayan bir bilim dalı gelişebilir mi? Benim yanıtım, "Hayır!"dır. ikinci sorum da, temelinde bilimsel düşüncenin yer almadığı gelişmiş, çağdaş bir toplum düşünebilir misiniz? Benim yanıtım yine, "Hayır!"dır.) ve değişik bilimler bu işleyiş tarzını bulmaya soyunmuşlardır. Biyoloji, fizik, kimya, jeoloji bize evrenin nasıl işlediğiyle ilgili bilgiler üretmektedir. Böylece gıda uzmanlığından, değişik mühendisliklerin uzmanlık alanlarına yayılan geniş yelpazeli bir teknoloji alanına sahibiz ve toplum bu karmaşık bilgi sistemlerinin üzerine kurulu bir yaşam sürdürmektedir. Bu bilimler sayesinde karnı doyurmanın yetmediğini, beslenmeyi öğrenmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Suyumuzun arınmış, temiz olması gerektiğini, aksi halde salgın hastalıkların görüleceğini biliyoruz. Bilgisayar kullanan kişilerin, kuramların, toplumların daha verimli bilgi işlem olanakları yaratacağını biliyoruz. Hiç kimse bilimin bulgularına sırtını bile bile dönmek istemiyor. Bilime bile bile sırt çevirenler varsa bile onlar marjinal kalıyorlar.