RAİF EFENDİ EŞCİNSEL MİDİR?
Raif Bey'in yaşadıkları ve hissettikleriyle kendi yaşadıklarım ve hissettiklerimin aynılığı cihetiyle Raif Bey'in de eşcinsel olduğunu söylerken, Hüseyin Bey de bu zamana kadar tanıdığı hastalarının karakterleri ile Raif beyin benzerlikten öte aynılığı sebebiyle benimle ortak kanaati paylaştığını, bu maksatla kitabı eşcinsel hastalarına okuttuğunu ve kendilerini görmeleri yönünde farkındalıklarını ortaya çıkarmaya çalıştığından bahsetti. yani ben de duygusal olarak bir bayana aşık olabilir, normal bir erkek olarak bir bayanla beraberlik yaşayabilirim. bunu farkettikten sonra tedavide inanılmaz bir yol kat etmeye başladık, çünkü artık neyin ne olduğunu bilen birisi olarak aradığımın hemcinsimle cinsel birliktelik değil, duygusallığın varabileceği en son uç olan cinselliği, sapmış olan duygularım neticesinde erkeklerde arayışım olduğunu ve çözümün duygusallığımı erkekler yerine kadınlara yönlendirmemde olduğunu öğrenmiş oldum.
http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1184.0 devamını okumak için linki tıklayınız
Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna
BABA-OĞUL
Demek babam ölmüştü. Bunu hakikatte bu kadar geç idrak ettiğimden dolayı büyük bir utanma duydum. Gerçi babamı gerçek bir muhabbetle sevmem için de ortada bir sebep yoktu; onunla aramızda daima bir yabancılık mevcut kalmıştı ve birisi bana: ‘Senin baban iyi bir adam mıydı?’ diye sorsa, verecek cevap bulamazdım. Çünkü iyiliği ve fenalığı hakkında bir fikir sahibi olacak kadar onu tanımıyordum. Babam benim için ‘insan’ olarak hemen hemen hiç mevcut değildi: yalnız ‘Baba’ dedikleri mücerret bir mefhumun insan şeklinde görünüşüydü. Akşamları kaşlarını çatarak sessiz sedasız eve giren ve ne bizi ne annemizi hitaba layık görmeyen, saçsız başlı değirmi ve kır sakallı adamla, Havuzlu kahvede göğsünü bağrın ı açıp gülüşerek ayran içtiğini ve küfür savurarak tavla oynadığını gördüğüm kimse bence birbirinden tamamıyla ayrıydı… Bu ikincisinin babam olmasını ne kadar isterdim…. Halbuki o halinde bile beni görünce derhal yüzü ciddileşir:
‘Ne dolaşıyorsun buralarda?...’ diye bağırırdı. ‘Haydi, kahve ocağına var, bir şerbet iç de mahalleye dön, orada oyna!’
Büyüdüğüm, askere gidip geldiğim zaman bile bana karşı muamelesi değişmemişti. Hatta nedense ben akıllandığımı zannettikçe onun nazarında daha küçülüyor gibiydim. Bu sefer benim ikide birde ileri sürdüğüm şahsi fikirlerime ve mütalaalarıma biraz da istihfafla bakıyordu. Son zamanlarda her arzuma muvafakat edişi, münakaşa etmeye tenezzül etmeyecek kadar bana ehemmiyet vermediğinin bir alametiydi. Bütün bunlara rağmen kafamda, onun hatırasını kirletecek bir şey yoktu. Onun boşluğunu değil, fakat yokluğunu hissedecektim.
KADIN-ERKEK
Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar çok acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünmekle Maria’ya karşı haksızlık ettiğimi çabuk anladım. Onu, her şeye , bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi? Bende, daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi?
Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.
Bunun böyle olmaması lazımdı. Fakat, Maria’nın da dediği gibi, yapılacak bir şey yoktu; hele benim tarafımdan…
Onun bana böyle yapmaya ne hakkı vardı? Senelerden beri, boşluğunu apaçık görmeden, şöyle böyle ömür sürmüş, insanlardan kaçsam bile, bunu tabiatımın acayipliğine vermiş, sürüklenip gitmiştim, fakat beni memnun edecek hayat hakkında bir fikrim yoktu. Yalnızlığımı hissediyor ve üzülüyordum fakat bundan kurtulmanın mümkün olabileceğini ummuyordum.
Özet:
Kahraman-anlatıcı, Ankara’da işsiz kaldığı bir gün, sokakta eski arkadaşlarından Hamdi Bey’le karşılaşır. Hamdi Bey, bir şirkette müdür yardımcılığı görevine getirilmiştir. Kahraman-anlatıcının işsiz olduğunu öğrenince ona şirkette bir iş verebileceğini söyler. Ertesi gün şirkete giden kahraman-anlatıcıya bir iş verir ve orada çalışan mütercim bir memur olan Raif Efendi ile aynı odada çalışmasını ister. Haftalarca aynı odada çalışmalarına rağmen, iki memur arasında bir yakınlık ve samimiyet gerçekleşmez. Bir gün, Raif Efendi’nin yaptığı çevirinin memurlar tarafından unutulması üzerine Hamdi Bey feci bir şekilde Raif Efendi’yi azarlar. Raif Efendi de, Hamdi Bey gittikten sonra onun resmini yapar. Bu resimde başarılı bir insan tahlili gören kahraman-anlatıcı, bundan sonra Raif Efendi’ye daha farklı bir nazarla bakmaya başlar.
Raif Efendi’nin hastalanıp bir hafta işe gitmemesi üzerine, tercüme edilmesi gereken bir yazıyı kahraman-anlatıcı onun evine götürür ve ailesini de yakından tanıma imkânı bulur. Raif Efendi, bir şubat günü ağır bir şekilde hastalanır ve işe gitmez. Bu sefer durumu ciddi olan Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan iş yerinde eşyalarını toplamasını ister. Eşyaları Raif Efendi’ye getiren kahraman-anlatıcının bir defter dikkatini çeker. Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan bu defteri sobada yakmasını ister. Defterde mühim şeylerin yazıldığını düşünen kahraman-anlatıcı, Raif Efendi’yi ikna ederek defteri alır, oteline gider ve defteri okumaya başlar.
Romanın ikinci olay örgüsünü Raif Efendi’nin hatıra defterine yazdıkları oluşturur. Havranlı bir aileye mensup olan Raif Efendi, çocukluğunda çekingen ve ürkek bir çocuktur. Akranlarıyla iletişim kurmakta zorlandığı için yalnızlığını kitap okuyarak ve resim yaparak gidermeye çalışır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni okumak için İstanbul’a gelir ve eğitimini tamamlamadan buradan ayrılır. Maddi durumu iyi olan babası, Raif Efendi’yi sabunculuk tekniğini öğrenmesi için Almanya’ya gönderir. Burada, sabunculukta ileri bir tekniğe sahip olan fabrikaya gitmek yerine, müzelere ve resim galerilerine giderek vaktini geçirmeye çalışır.
Bir senedir burada olan Raif Efendi, bir gün bir resim galerisinde gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosundan etkilenir. Günlerce sadece bu tabloyu seyretmek için galeriye gider. Sonunda tablonun sahibi Maria Puder’le tanışır ve ona âşık olur. Bir yılbaşı günü Maria’yla birlikte olur. Ancak, bu birliktelikten sonra Maria’nın isteği üzerine birkaç gün görüşmezler. Onsuz bir yaşama dayanamayan Raif Efendi, Maria’nın hastahaneye kaldırıldığını öğrenir. Hastalığı müddetince ona bakar ve tekrar güvenini kazanır. Maria’yla ilişkisinin tam rayına oturduğu bir zamanda memleketinden bir telgraf alır. Telgrafta babasının öldüğü ve derhal memlekete gelmesi gerektiği yazılıdır. İşlerini düzelttikten sonra Maria’yı da memleketine getireceği sözünü veren Raif Efendi, Almanya’dan ayrılır.
Maria Puder’le düzenli olarak mektuplaşır. Ancak belli bir zaman sonra Maria Puder, Raif Efendi’ye mektup yazmaz. Raif Efendi kandırıldığını düşünerek bir başka kadınla evlenir ve çocukları olur. Ankara’da bir gün, Almanya’dayken pansiyonunda kaldığı Maria Puder’in akrabasıyla karşılaşır. Ona Maria Puder’le ilgili imalı sorular sorunca Maria’nın on sene önce hastalandığını, hastalığına rağmen bir çocuk dünyaya getirdiğini ve babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Kadının isim vermediği bu Türk’ün kendisi olduğunu anlayan Raif Efendi, kadının yanında olan 8-9 yaşlarındaki kızına bakar. Bir dakika sonra tren hareket eder ve bu şokla Raif Efendi de hatıra defterine bunları yazmaya başlar. Defteri okuyan kahraman-anlatıcı, onun iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu anlar. Defteri vermek için Raif Efendi’nin evine gittiği zaman ailesi onun öldüğünü söyler.
Kürk Mantolu Madonna – İnceleme