Pat diye kayıtlı olmayan bir numaradan görüntülü arama düştü ekranıma. Sık yaşadığım bir durum değildi. Yemek yapıyordum açmadım ama o kadar ısrarla uzun uzun çaldı ki, hayırdır diyerek açtım. Duyacağım varmış, duyup da utanacağım varmış. İnsanlığa sövdüren, yine günlerce kendime gelemediğim, gerçek bir yaşam öyküsünü dinlemek varmış.
On saniye sürdü yüzünü görmem sonra ekran değişti ot otlak çayır gördüm. İlk cümlesi ‘’yüzümü göstermesem olur mu? Görüntülü aradım ama tarla görünsün. Aslında sesli konuşursak çok daha rahat ederim ama siz görüntülü görüşüyormuşsunuz.’’ Dedi. Çatlak, kısık sesi ve yöresel şivesiyle. Kendine özgü utangaçlığı sesinde bile vücut bulmuştu.
Önceden mesajlaşıp belli bir gün ve saat üzerinde randevulaşarak yaptığım görüşmeler bunlar ama istisnalar kaideyi bozmadığı gibi vardır bunda da bir hayır düşüncesiyle; sesli devam edebiliriz rahat olun sorun değil ama önce kimsiniz onu söyleyin bari dedim.
‘’Hüseyin hocayla konuştum gece, sabahı zor ettim, hemen tarlaya geldim yalnız olmak için ve aradım sizi’’ diyen o yorgun ama istekli sesi geri çevirmek hiç benlik değildi zaten. Yemek bekleyebilirdi, onu dinlerken bir yandan kavrulmakta olan soğanın altını kapadım. Sebzeleri sudan çıkarıp süzgece koydum. Çalışma odama geçerken bu denli sarsısı insanı insanlıktan utandıran bir yaşam öyküsünü dinleyeceğimi hiç düşünmemiştim.
Bayram bey 40 yaşında tam bir İç Anadolu insanı. Öyle saygılı öyle içten ki ne cevap vereceğimi bilemediğim anlar oldu, dinlemesi bile çok zordu çok… Abartmıyorum, sakat kalmamış olması, yaşıyor olması bile mucizeydi.
İç Anadolu’nun bir köyünde on iki yaşındayken, köyde esnaflık yapan birinin yirmi beş yaşındaki oğlunun tecavüzüyle kararan hayatın çok kıymetli bir kahramanı Bayram bey. Kahraman dediğim için şaşırmayın çünkü böylesi ağır bir hayattan kimse kendini, tek başına desteksiz bu kadar var edemezdi. Okumak yerine onun kendi sesinden anlattıklarını dinleseydiniz aynı düşünceye sahip olacağınıza eminim. Sırf bu sebeple bu bölümde çok mecbur kalmadıkça anlatımları düzeltmeyeceğim. O kadar gerçek o kadar derin bir yerden anlatıyor ki, yaşıyor, yaşatıyor sanki.
Biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı, çok çekiniyordu. Arama cesaretini göstermiş ama söze nereden başlayacağını bilmiyordu. O yüzden bir süre bu kitabı neden yazmak istediğime dair düşüncelerimi anlattım.
Tanımadığınız birine en özel hislerinizi, en acı veren hatıralarınızı anlatmak çok zor. Çok iyi anlıyorum kaygılarınızı ama anlatacaklarınız benzer sıkıntıları yaşayanların yolunu açacak, der demez daha lafımı bitirmeden, nasıl bir birikmiştilse, patlayıverdi:
‘’Bakkala gitmiştim, köşeye sıkıştırdı, kıyasıya vurdu önce, ağzımı kapadı boğuyordu beni, sonra kullandı beni, oyuncak yaptı kendine. Bunu da sağda solda söyledi, köyde bu duyuldu laf babama kadar geldi, rahmetli babam (rahmatlık bubam) bana çok eziyet etti çok dayaklar yedim. Annem seni doğuracağıma daş (taş) doğursaydım dedi, hiç engellemedi bubamı bana onca eziyeti ederken.’’
‘’Şerefsiz beni kullandıktan sonra en yakın arkadaşına söylemiş, sonra o kendi en yakın arkadaşına. İş kulaktan kulağa gidince dört ay sürdü tecavüzler. Oturamam döşeğe, ıkınamam, affedersiniz büyük abdestimi yapamam, yanar yanar nasıl bir acı… Öyle korktum ki kakalar içimde birikecek kulağımdan ağzımdan kokusu çıkacak diye, çocukluk işte. Leş ettiler beni leş. O dört ay bana dört yıl gibi geldi. Sonra babamın kulağına geldi zaten ama dört ayda 47 kişi oyuncak etti beni kendine.’’
Kırk yedi mi? Abartıyor olmasını siz de çok istediniz değil mi? Abartmıyor! Fazlası var eksiği yok.
Kendimi savunmadın mı? Küçüksün gücün yetmedi, sana tecavüz ettiğini, ettiklerini anlatmadın mı?
‘’Fırsat vermediler ki bana, zorla yaptı diyemedim, zaten o it, gönül rızası ile yaptı diyerekten anlattığı için herkeslere beni dinlemediler, anlatsam da inanmazlardı öyle olmadığına.
Köyde sokağa çıkınca herkes bana kötü gözle ya da menfaat için bakar, yaklaşır olmuştu. Bir ay içinde duyuldu zaten köy yeri ya.
Jandarma polis muhtar duymadı mı, soruşturma olmadı mı?
Babam şikâyetçi olmadı ki, dayak atıp küfür etti. Beni cezalandırdı habar (haber) etmedi devlete.
Köydeki herkes tepeme bindi benim, sıkıştırdı her yerde hepsi.
Ben zaten çocuğum, kendimi bilmiyorum ki, o deyyus laf çıkarınca, sokakta, tarlada, bağda geziniriken, (gezerken) okula gidip gelirken beni tehdit eden, sıkıştıranlar hep; ‘’bize cilve yaptın deriz babana, kuyruk salladığını söyleriz köylüye rezil olursun’’ diyip vurup tokatlayan, canımı acıtan herkes tepeme çullandı zaten.
Hani ben kendimin ne olduğunu da bilmiyorum ki, ne yaşadığımı bile anlamadımdı ilk gün acıdan, bi de baba korkusu var.
Olay duyulduğunda yaşıtların bile senden uzaklaşıyor, sanki herkes sana bir et parçası gibi bakıyor. İnsan değil sadece fuhuş malzemesi gibi davranıyor. Nefsini köreltip seni bir kenara atıyorlar, burnunu sildikleri kâğıt mendil gibi.
Sonra zaten işte babam duydu beni okuldan aldı eve zincirledi. Hiç dinlemedi, kimseyi şikâyet edip hakkımı aramadı, ben de onun korkusundan bir şey edemedim.
Olaydan önce nasıl bir çocuktun? Okula bir anda gitmedin, seni okuldan arayan soran eve gelen öğretmen ya da bir yetkili olmadı mı?
Bildiğiniz köy çocuğuydum işte ağaca tırmanan, bağ bahçede oynayan, top koşturan neşeli bir çocuktum, çalışkandım ha, okulda sorulara hep parmak kaldırırdım. Babamla uyurdum küçükken uyanınca yüzünü öperdim, o bana sarılırdı çok mutluydum. Severdi beni. Ona da birazcık hak veriyorum, neler dediler kim bilir, neler anlattılar ona ki babam bana hiçbir şey sormadı, dinlemedi. O kötülüğü bana yapanlar yalandan iftiradan korkmazlar ki kim bilir ne ayıp sözlerle zehirlediler babamı. Ama yine de ben onun oğluydum, kanından canındandım, beni düşman belledi. Hem de ne düşman, yunandan beterdim onun gözünde.
Okul müdürü aradı, çok akıllı okusun bu çocuk diye ısrar etti, duydum konuşmasını, babam rahmatlık imza attı müdüre, yoksa müdür peşini bırakmadı. Maddi durumum hiç yok, okutamayacağım, tarlada bana yardım edecek deyince bir şey diyemedi müdür ama yazılı dilekçe aldı.
BURAYA ARAŞTIRIYIM ÖĞRETMENİN ÇOCUKLA KONUŞUP GÖRÜŞMESİ YASAL HAKKIMIYDI O DURUMDA. YANİ KONUŞSA COCUK DURUMUNU GERCEK SEBEBI ANLATSA BELKI OGRETMEN YASAL OLARAK DEVLETE BU KONUYU BILDIRIRDI VE TECAVUZCULER CEZA ALIRDI HAYATI BAŞKA OLABILIRDI COCUGUN. BU TIP BIR SEY BURAYA EKLEYECEGIM. YANI BIR OGRETMEN FARK ETSE BIR KIVILCIM ÇAKSA ÇOK SEY DEGISIR. YA DA HOCAM BURSALI MEHMET VAR YA ASIL BU KISMI ONA EKLEYELIM ZIRA OKULDA KAKA YAPMIS AYLARCA OGRETMEN BUNU SORGULAMAMIS DEGIL MI ONA EKLESEK DAHA IYI. BILEMEDIM ISTE NE DERSINIZ?
Okuyamadım işte derken yine doldu gözleri, hemen sordum okusaydın var mıydı bir hayalin? Olmaz mı dedi heyecanla yüksek çıktı sesi Bayram abinin; Türkçe öğretmeni olmaktı hayalim, Türkçeyi iyi konuşmak konuşturmak istedim, en iyi ders notum hep Türkçeydi karnemde.
Sonra benim ev hapsim, ahırda zincire vurulmalarım başladı. Okulmuş oynadığım oyunlarmış derslerimmiş aklıma bile gelmedi yüküm ağırdı. Tecavüz bitti hapis ve dayak başladı. Evin çevresinde yüksek duvarlar vardı, demir büyük kapımız vardı. Gerçekten küçük bir hapishane gibiymiş evimiz ama ben o zamana kadar anlamamışım. Bir daha zaten koyun (köyün) içinde bile dolanmama izin verilmedi. Babam gardiyanımdı ve tek götürdüğü yer ahır ve tarlaydı.
Rahmatlık (rahmetlik) babam evden gitse bile bekçilerim vardı. Abimler, annem hiç biri göz açtırmıyordu. Abimler bayılıyordu zaten babayı taklit edip bana dayak atmaya, fırsat kolluyordular. Affedersiniz ayak yoluna bile gitmem gerektiğinde gözetim altında gidiyordum. 18 yaşına kadar evden çıkmam yasaktı sadece babayla tarlaya oradan eve.
Kaçmak aklına gelmedi mi? Devlete sığınmak?
Kaçmak bir kere bile aklıma gelmedi. Gelse de o yüksek beton duvarı aşmam mümkün değildi ama dedim ya çok tuhaf geliyor bana da yıllar sonra hiç kaçmayı düşünmediğimi fark etmek.
Bir odanın içindeydim, o tepeme binen pisliklerden kurtuldum beni dayaktan da kurtar rabbım (rabbim) diye çok dua ederdim. Çünkü öyle böyle dayak değildi, babamın o kocaman elleri yetmez bir de eline ne geçerse onunla döverdi. Yemin ederim sakat kalır mı ölür mü demeden her yerime vuruyordu. Bir süre sonra dayak o şerefsiz pisliklerin bana ettiğinden daha kötü gelmeye başlamıştı. Yalvarırdım vurma diye, kafamı kollarımın arasına alırdım ve yalvarırdım ama dinlemezdi. Beni o pisliklerden kurtardın dayaktan kurtar ya rabbim diye saatlerce dua ederdim gece.
Döver yorulur odada istersen öl diye bırakır kilitleyip giderlerdi. Kendi kendine geçerdi yaralarım, haftalarca ağrılarım olurdu. Mosmor ağrılar içinde kıvranır iyileşmeyi beklerdim.
Neden bu denli işkence ederlerdi?
Başlarını öne eğdirdiğim için, ölsem kurtulacaklardı ama mevlam canımı almadı. Ne yaptılarsa almadı canımı. Yıllarca her gün dayak yedim ama ölmedim.
Sözlü şiddet de çok yapardı. Söz ilen hakarette çok fena ama bir süre sonra ona dayanıyorsun, hatta alışıyorsun. Ama şimdi bu yaşlarda çıktı acısı sözlü şiddetin, çünkü beynime kazılmış ve hiç gitmiyor aklımdan. Sokakta ağlayan çocuk görsem oturup onunla ağlıyorum. Garip kaçıyor.
16 yaşına gelmiştim. Babam döverken sırtımda kürek sapını kırdı.
Köyde ismim deliye çıkmıştı. Deli geliyor deli gidiyor derlerdi aldırmazdı bubam. Hep yanımda yalnız bir iş ettiğim yok.
Neden deliye çıktı adın?
Babam ölene kadar evden yalnız çıkıp bir yere gitmedim. Hiç kimseyle konuşmadım da ondan. Ben 13 ile 18 yaş arası konuşmayı unutmuştum, sesimi bile bilmiyordum. Ne anne ne kardeş kimseyle konuşmadım, sustum ben. Tek derdim yattığım oda ya da zincire bağladıkları ahır kapısı açılınca; yine eşsek gibim dayak yer miyim yemez miyim, bunu telaşına düşmüştüm sadece.
Evin yanında ki mezara gidip saatlerce dedemin mezarında oturduğum için de deli sanırlardı. Kendi annem babam bana sahip çıkmamıştı ki ben başkasından umut bekleyeyim ben de mezara gider, dedemle diğer ölülerle oturuyordum, içimden onlarla konuşuyordum.
Doktora götürdüler mi? En azından kardeşlerin okuyor, senden büyükler hatta belki çalışıyorlar o dönem. Onlarda mı hiç konuşmamanı normal karşıladı?
‘’Delinin tek ilacı dayakmış, doktora gerek yokmuş deliye iki dayak atmak yetermiş’’ derdi babam. Ne doktoru, aynı sofrada yemezlerdi benle kardeşlerim. Ben lekeliyim diye onlarla sofraya oturtmazdı babam, onlar yedikten sonra ben yerdim mutfakta. Ben yemek yemeye başlayınca da zaten evin bereketini kaçıracan zıkkım yiyesice diye başlardı babam sözlü hakarete, sayıp dökmeye.
En büyük acım babam bana bir kere bile aslan oğlum deyip başımı okşamadı, yanarım buna yanarım. ‘’Başımı eğdin, başımı eğdin, seni öldürüp köpeklere yedireydim, yedireydim diye diye öldü işte.
Nasıl yani seni öldürmek mi istedi?
Hep bir sözü vardı babamın: ‘’Devletin bana ceza vermeyeceğini bilsem seni alnının çatısından vurur, leşini köpeklere yediririm’’ her Allahlın günü bana bunu söylerdi. Zincire vurdu yetmedi, canı çıkana kadar dayak attı yetmedi, dili yorulana kadar sövdü yine yetmedi babama.
Benim hakkımı arayacağına, bana fenalık edenlerden hesap soracağına, beni tedavi ettirmek yerine bana eziyetler etti yine de öldüremedi beni diye öfkesi geçmedi yıllarca.
Sonra pişman oldu ama iş işten geçmişti. Ölürken 1 hafta yattı hasta. İkimiz vardık evde bir gün, benden bir bardak su istedi, evde kimse yoktu mecburiyetten istedi aslında, tarlada çalışırken bile elimden su içmezdi çünkü. Suyu içti, ağlamaya başladı. Niye ağlıyon dedim, anlattı: ‘’ o gun traktörü ilk aldığım gün seni tarlaya götürüp öldürüp kaza süsü verecektim, o yüzden hakkını helal et’’ dedi. Ben de sadece gözlerimi kırptım. Sustum.
Ne traktörü, ne kaza süsü, biraz detaylı anlatır mısın?
Bir gün babam traktör aldı geldi, hergün tarlaya gidiyorum onunla. 15 yaşındaydım traktörü bana verdi, sen sür diyor. Nasıl süreyim ilk defa binmişim. Vitesi tak debriyaja bas dedi korkudan titriyorum yapamazsam dövecek diye. Yaptım dediğini ama tabi heyecanlıyım istop etti traktör sarsılarak. Kürek ile bana vurmaya başladı kafama kafama, zaten bahanesiydi. Meğerse o gün beni traktörün önüne atıp, üzerimden geçip, kaza süsü verecekmiş. Ama yapamamış o yüzden kürekle dövmüş ama ezememiş. Ölüm döşeğinde helallik isterken kendisi söyledi bunu.
Yani bilmiyom nasıl diyim ben size orman gibi saçlarım vardı benim babam saçımdan tutup duvarlara vururiken o saçlarım hep yolundu, döküldü gitti çıkmadı bir daha, işte yarım yamalak saç kaldı başımda. 22 yaşındaydım öldüğünde babam ama ben ondan yaşlı görünüyordum.
Kardeşlerini anlatır mısın biraz. Onlarla ilişkin nasıldı onlar nasıl davrandı sana o süreçte?
8 kardeştik 3 abi 3 abla bir de benden küçük kardeş var. En büyük abim evliydi merkezdeydi. Biri üniversitede okuyordu, biri lisede. Hepsi beni dışladılar ve babam gibi davrandılar. Kardeş gibi beni sahiplenmediler; sürekli ‘’ biz senin yüzünden toplum içine çıkamaz olduk’’ diyerek kimi yüzüme tükürdü, kimi dövdü. Kimi yok saydı hiç konuşmadı. Bir kere onca dayak yedim ölümden döndüm biri bile bir kere baba yeter demedi.
3 kere intihara kalktım olmadı yapamadım. Allahın verdiği bu güzel canı, bu pis, bu kirli bedenden çıkaramadım.
Gerçekten hala bu yaşta bu kafayla kendini ailenin senin gördüğü gibi pis, kirli mi görüyorsun?
Pis değilim de pis yaptılar işte. Bir şeyi kırk değil kır bin kere söylerlerse ister istemez pis hissediyorsun. Şimdi mağdur olduğumu hiç suçumun olmadığını tabi ki biliyorum ama hayatımın büyük kısmını pis, kirli hatta lanetli olduğuma inanarak yaşadıktan sonra ne çare.
Babamın sürekli kürek, keser sapıyla dövüp ahıra hayvanların arasına bağlaması beynimden hiç çıkmıyor.
İntihar girişimini anlatacaktın, ne yaptın ölmek için?
Fare zehri içtim, fena kustum ve anladılar. Ölürse gömeriz bir şey olmaz dediler bıraktılar. Kustum bayıldım kustum ayıldım geçti. Bir gün yine iple boğuyordum kendimi eşinden boşanan ablam vardı evde o gördü kurtardı. O gün ölmediğimden çok ablamın beni kurtarmasına çok şaşırmıştım.
En büyük ablamın kocası kötüydü ona eziyet ediyordu, diğeri eşinden boşanmış yavrusu kalmıştı geride 40 günlük oda çocuğunun derdindeydi. Bende o ilk intihar ettiğimde ölseydim kurtulurdum ama alnıma böyle yazılmış işte.
Kaç yaşına geldim hala aynı, hala beni dışlarlar. Bayramlarda ve yaz tatillerinde köye gelirler hepsi, bahçede beraberce otururlar, ben öyle uzaktan kenardan köşeden bakarım. Nasıl isterim hala abimmm diye sımsıkı bir sarılmak ama istemezler ki sarılmazlar ki bana bildim bileli. Uzaktan seyrederim onları işte. Aynı evde uyuruz ama ben hep dört adım ötelerinde dururum.
Burada öyle ağzını doldurarak, üzerine basarak abimmm dedi ki içim cız etti ağladım ağlayacağım. Ya sabır çekerek dinlemeye devam ettim.
2000 de askere gittim 2001 de geldim. Babam öldü, sonra tek başıma dışarı çıkmaya başladım ben köyde. Şuan 43 yasındayım iki oğlum var, evliyim hala aynı köyde yaşıyorum.
Dur dur yavaş anlat. Hala o köyde mi yaşıyorsun! Nefesim kesildi! Nasıl yaşadın bunca yıl orada? Olacak şey değil! Kafamda onlarca soru oluştu. Askerden gelince niye ayrılmadın köyden?
Hele evlilik meselesine sonra girelim. Ev hapishanesinden çıkıp asker ocağına geçmişsin. Ne hissettin nasıl geçti askerlik. Sırayla gidelim; önce tekrar konuşmaya ne zaman başladın onu anlat?
Şok olma abla. Anladım ben senin şaşkınlığını, çoğu öldü o pisliklerin. O şerefsizlerin, çoğu şehre çocuklarının yanına göçtü. Zaten son 10 senedir hatta askerden döndüm döneli yıllarca yediğim dayaktan bana bir hal geldi. Ufacık bir şey olsa kendimi savunuyorum, kavgaya giriyorum. Askerlik en güzel günlerimdi, asıl şaşıracağın bir şey söyliyim sana, ben bir fiske tokat yemeden döndüm askerden. Ondan belki de insan olduğumu hatırladım. O yüzden belki de askerden gelince bana bir haller oldu, kendimi buldum. Hakkımı savunur oldum.
Askerden sonra köyde biri böyle bana yan bakıp, hafif gülse inerim traktörden ağzını burnunu kırarım, biner traktöre devam ederim yoluma. O şekilde yani. Yani ufacık bir sevmediğim lafta bakışta ben kıllanır büyük olay çıkarırım.
Böyle biri oldum çıktım abla ben ama sakın yanlış anlama ha; eşime çocuğuma bir fiske vurmamışım, haşa kötü söz söylememişim. Ama köylü bir ters cevap verse kafa göz dalıyorum ve bunu engellemek vallaha elimde değil.
Sana anlattım ya ben 18 yaşına kadar sustum kimseyle konuşmadım mezarlıkta duruyordum hep diye. İşte 4 yıl sonra benim konuşma sebebim köyün imamı olmuştu. Geldi yanıma elimden tuttu beni mezardan çıkardı, camiye götürdü kuran öğretti, namaz öğretti, sohbet anlattı. Bir gün dedi ki ‘’zina yapanlar ateşten gömlek giyecek’’ Ben rabbıma söz verdim nikâhlı eşimden başkasının elinden tutmayacağım dedim.
İmam biliyordu zaten başıma gelenleri, dedim ya köyde herkes duymuştu rezilliğimi.
Dur dur yani biliyordu ve oda mı şikâyet etmedi emniyet güçlerine?
Etmedi abla. O zaman değil ama epey bir yıl geçince bunu bende düşündüm ve çok fazla üzüldüm. Büyük, hanesi çok bir köydü o zaman bizim köy, birilerinden korkmuştur belki. Belki duyurmuştur ama işe yaramamıştır. Ya da sadece bana yardım elini uzatmakla yetinmiştir diye yorumladım. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğim bu sorunun cevabını. Yine de hakkını ödeyemem, 4 yıl sonra onun sayesinde konuştum tekrar, beni hayatta tutan önce o sonra eşim oldu.
Ailede arkanda durmayınca benim yaşadıklarımı yaşayan herkes ya uyuşturucu kullanıyor ya kadın kılığında geziyor ya fuhuş yapıyor.
Nereden biliyorsun böyle olduğunu?
Ben dinledim onları hep. Kendilerini ispat etmek için başka yollara sapmışlar bende kendimi ispat yoktu. Ben zaten kendimi savunmaya başlamıştım. Ben internette 50 kişi ile sohbet ettiysem 40 tanesi tecavüz mağduruydu o yüzden artık sadece 3 kişi kaldı arkadaş olduğum, arada dertleşiyoruz. Gerisiyle irtibatım yok. İlk başlarda çok yazışıyordum konuşuyordum internet üzerinden o zaman bilmek istiyordum olanı biteni, ben gibilerin ne yaptığını. Çoğu zaten kötü yola düşmüş. O yüzden şimdi 3 kişi kaldı konuştuğum. Benim gibi gözyaşı döküp kederler içinde yıllarını geçirenlerle dertleşiyorum artık.