Malum, ülke karışık. Hepimiz sınavdan geçiyoruz. Gerçi milletçe travmalara alışık olmadığımız da pek söylenemez. Hem aile bazında, hem kültürel açıdan, hem devletle ilgili meselelerde her tarafımız travma Maşallah. Lafı uzatmadan mevzuya gireceğim. Mevzu Fethullah Gülen. Bu zamana kadar onun peşinden gidenlerle ilgili gırla laf edildi. Hala niye gidiyorlar? Nasıl bu kadar kör olabiliyorlar? dendi. Arkasından da Mehdi görüyorlar da ondan, zihinleri uyuşmuş hepsinin filan gibi açıklamalar yapıldı. Ben onun arkasından niye gittikleriyle çok fazla ilgilenmiyorum. Benim için cevabı çok zor değil çünkü bu sorunun. Severiz biz otoritenin peşinden gitmeyi, insanlara lüzumundan fazla makam verip (aşırı idealleştirip) sonra akıllarımızı onlara teslim etmeyi ya da birilerinin bizim adımıza karar vermesini... Ama dediğim gibi bununla ilgilenmiyorum. Beni ilgilendiren Fethullahın kendisi. Niye diyeceksiniz? Bütün bu olan bitenler; 40 yıldır ülkeyi ele geçirme sevdası, bunun için düşmanla işbirliği yapması, insanları aldatması, makam mevki hırsı, histriyonik, obsesif ve narsist yapısı, yaşadığı hezeyanları, aşırı büyüklenmeci tavrı, kendine peygamberlik makamı vermesi ve sürekli rüyasında onunla konuştuğunu söylemesi, cinlerle muhabbetinin olduğunun söylenmesi, taklitçiliği (bkz. Bediüzzaman), oynak benliği, dava adamı maskesi adı altında alttan alta hissedilen kendine güvensizliği, insanları kendine bağımlı kılma manyaklığı, etkileyiciliği ya da insanları boyunduruğu altına duygularını istismar ederek alma tarzı (bkz. Duygusal vampirler), insanları karşısında çocuklaştırması ya da KURBANLAŞTIRMASI... Bu bunun gibi onlarca özelliği... Adam tam malzeme. Ropörtajlarını, kitap alıntılarını, hakkında yazılıp çizilen iftira ya da değil ihtimal dahilinde olan bilgileri de okuyunca insanın aklına olmadık şeyler gelebiliyor. Ama bir de laf var ya olmaz olmaz deme olmaz olmaz diye....
Geçenlerde Fethullah Gülen'i çocukken tecavüz mağduru olmuş birisi olarak düşünürsek pek yanılmayız diye kanıtlarla bir yazı okudum forumda, Psikolog
www.huseyinkacin.com paylaşmış. Çoğul kişilik bozukluğu ibaresini de eklemiş. Elbette böyle bir konuda kişi beyan etmediği müddetçe yüzde 100 emin olamayız (çok nadir de olsa yalan beyanlar da olabiliyor tabi). Ama eldeki kanıtlara, çocukluğuna, kişilik örüntüsüne, davasına, yaşam tarzına vs. baktığımızda insan düşünmeden edemiyor bu ihtimali. Eşcinsel olduğunu söyleyen insanlar var ama istismar mağduru olabileceği çok konuşulmamış, akla gelmemiş belki de. Eşcinsel olma ihtimaline girmeyeceğim ama kısaca şunu söyleyeyim içindeki eşcinsel duygularını liderlikle, aşırı kontrolle telafi etmiş olabilir. Bu telafi mekanizmasına birazdan daha detaylı gireceğim. Nitekim bu mekanizma istismar mağdurlarının da sık kullandığı bir örüntü.
Şimdi gelelim asıl konumuza. Çok sinsi bir şekilde ilerleyen 40 yıllık bir hesap, plan var ortada. Nihai amaç insanları kurtarmak, ülkeyi ele geçirmek, belki de dünyayı ele geçirmek... Yüksek din bilgisi, sözel becerisi, insanları etkileme potansiyeli, kurulan derin ilişkiler ve önüne üst akıllar tarafından sunulan fırsatlar!
Gel bu dünyayı beraber kurtaralım Fethullahcım! Bak biz de iyi insanlarız, Hristiyanlarla Müslümanlar kardeştirler, sana başrol verelim canım. Sen yap bunu, bak arkanda seni destekleyen Müslümanlar da var, maddi olarak da biz yanındayız gibi... Ne hoş geliyor kulağa di mi?
Şunu söylemeliyim. Ben de istismar mağduruyum. Üstelik bu mağduriyetin üzerine bir de lisans ve lisansüstü psikoloji eğitimi aldım. Eşcinsel ilişkilerim oldu, o dönem din benim için engelleyici bir faktör değildi. Ama şimdi kesinlikle koruyucu bir etkisi var, artık dini de, eşcinselliği de, istismarı da, yaşadıklarımı da daha doğru anladığımı düşünüyorum. Evet, mağduriyet nedir bilirim, hem de çok iyi... Gerçek şu ki bir istismar mağduru başına gelen olayla, travmasıyla ya da yarasıyla yüzleşene kadar üç şekilde baş etmeye çalışır. Üç aşağı beş yukarı bu mekanizmalar tarafından yönlendirilen bir kişilik örgülenmesine sahip oluyoruz yani mağdurlar olarak... Ya teslim oluruz, diğerlerine bel bağlayan, razı olan, bağlılık arayan, pasif, bağımlı, uysal, yapışan, çatışmadan kaçınan, insanları eğlendiren bir tutum izleriz; ya kaçınırız yani olayı görmezden gelmeye çalışır, bastırırız (ki kişilik bölünmesine götüren bu mekanizmadır!!! Bkz. Çoğul kişilik bozukluğu) ya da yaşadığımız olayın bize hissettirdiğinin tam tersini yaparız, yani AŞIRI TELAFİde bulunuruz.
Şimdi bu mekanizmayı kullanan insanlarda hangi özellikler görülür ona bakalım. Kendimden de, istismar mağduru onca kişiden de biliyorum ki neredeyse tamamına sahibiz bu özelliklerin. Öncelikle Saldırganlık ve düşmanlık... Kime karşı? Meydan okuyan, taciz eden, suçlayan, saldıran veya eleştiren kişilere. (Beddualar, beddualar... Gerçek bir islam alimi beddua eder miydi bu arada?)
Diğeri, baskınlık, hakimiyet, üstünlük, aşırı öne çıkma... Hedefe ulaşmak için diğerlerini doğrudan idare etmek, hakimiyet kurmak. Liderlik yani. Bir diğeri kabul ya da onay düşkünlüğü, statü manyaklığı... Etkileyici ve yüksek başarılar, statü ve dikkat çekicilik aracılığı ile kabul edilme deliliği. (Herkes beni kabul etsin, herkes beni sevsin! En çok beni...) Ki bunun için de insanların duygularını sömürmekten çekinmeme (ben sizin karşınızda ölecek kadar değerli biri değilim mi diyodu bi sohbetinde cemaate?), onları çıkar için kullanma... İhtiyaçlarına gizli yönlendirmeler, baştan çıkarmalar, dürüst olmayan yolları kullanarak veya aldatarak ulaşmaya çalışmak... Resmen ikiyüzlülük yani. Diğer biz özellik de pasif agresiflik yani gizli saldırganlık... Erteleyerek, arkadan bıçaklayarak, gecikerek, şikayet ederek, diğerlerine gizlice isyan ettiği ve cezalandırdığı halde aşırı yumuşak başlılık gösterme... (ben bir şey yapmadım kiiiiii...!) Son olarak aşırı düzenlilik, takıntılılık... hayatının bir döneminde kontrolü dışında ağır bir olay yaşamış biri eğer bu travmayla yüzleşmediyse dışarıya aşırı şekilde her şey yolunda görüntüsü verecektir elbette. (Fethullahın obsesifliğini sağır sultan duydu!)
Şimdi düşünüyorum da hemen hemen bütün bu mekanizmaları zamanında (belki de hala...) kullanmış olmama rağmen neden ben Mehdiyim diye ortaya çıkmadım? Kendime çok basit ve net bir cevap veriyorum: Fırsat verilmedi!(Bir Amerika yanımda olmadı mesela...) Ki ben üstüne eşcinsel duygularımı çok bastıran biri de olmadım ya da dinin üzerimde çok yoğun etkisi yoktu. Fakat buna rağmen kendi içime döndüğümde dünyayı değiştirme, ele geçirme, insanlığa kendimi adama, aşırı fedakarlık gibi dürtülerim hala var. Ama şundan eminim ki bu içimde var zannettiğim, dışardan birine anlattığımda ne kadar da iyi bir insansın... diye beni yağlayıp, ballayacağı duygularım ve isteklerimin içi tamamen boş. Sahte! Çünkü bu motivasyonumun altında yatan insanlara iyilik yapma filan değil. Zamanında istismarcıma karşı hissettiğim yoğun öfkenin tarafımdan korkuyla bastırılması sonucunda ortaya çıkan, mazlumların yanında olma duygusu. Otoriteyi zalimleştirince herkesi mazlum zannediyorsun...!
Fethullaha gelince onun açısından otorite kim? Devlet ve devleti yönetenler! Ne istedi bu devletten peki? Kendi gözünde kurtaramadığı çocukluğunda zalime (istismarcıya) karşı savaşacak gücü yoktu. Hüseyin hocanın söylemidir bu: Bir tecavüz mağduru yalnızca kendi tecavüzcüsünden intikam alamaz! E ne yaptı o zaman? Mazlumların yanında görünüp, kurtarıcınız, Mehdiniz benim deyip zalimlerden (İSTİSMARCISINDAN!) intikamını aldı.
Son olarak Fethullahın diziyle göbeği arasında yıllardır olan kaşıntıyı duymuş muydunuz?