Gönderen Konu: ANNELER HEP MELEK MİDİR? Psikolog Hüseyin KAÇIN 0 555 326 22 91  (Okunma sayısı 17198 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Bir süre önce, belli sıkıntıları olan kadınlara ilgimi bilen ve başka bir ülkeden bir kadın, benimle bağlantı kurdu. Bence benimle konuşmasının nedeni, duyduğu aşırı kaygıya artık katlanamamasıydı ve benim ondan başka bir yerde yaşıyor olmam gizlilik konusunda ona fazladan bir güvence veriyordu.
    Otuz sekiz yaşında ama daha genç duran, zeki, dış görünüşü derli toplu bir kadındı. Sıkıntısını zorlukla ve acıyla da olsa anlatabiliyordu. Benim kadın olmamın, yılardır içinde sakladığı korkunç bir sırrı bana açmasını olanaklı kıldığını söyledi. Belki onu anlayabileceğimi veya en azından ona vereceğim tepkinin empatik olacağını düşündüğünü de ekledi.
    Onun neden bu kadar kaygılı olduğunu başlangıçta açıkça değerlendiremedim. Yirmi bir yaşındaki oğlundan ve onun evden ayrılmaya karar vermesinden telaş içinde söz ediyordu. Başlangıçta oğlunun iyiliğini düşünmek gibi görüne tutumunun, tamamen yalnız kalmaktan duyduğu yoğun umutsuzluğun bir ifadesi olduğu sonradan ortaya çıktı. Kadın, bu olayı, gerçekten de yaşamını sonu gibi görüyordu.
    Nihayet bana kişisel geçmişini anlattı.

    Bir cennete düştüğümü söyleyebilirim; istediğim her şeye sahiptim. Annem de babam da üzerine titrerlerdi. Ama ben yedi yaşındayken babam aniden öldü. Bunun üzerine annem dünyadan elini eteğini çekti ve kendisini her şeyiyle bana adadı. Başlangıçta kendimi çok ayrıcalıklı hissediyordum, ama daha sonra boğuluyor gibi olduğumu normal gelişmimin zarar gördüğünü fark ettim. Okula gitmeme ve arkadaş edinmeme izin vermiyordu annem. Yaşamımın bu biçimde işgal edilmesine karşı mücadele etmeye çalıştım, ama işte yaramadı. Annem bütün eylemlerimi sürekli izliyordu. Onun düşüncelerime ve hayallerime bile müdahale ettiğini hissediyordum. Banyoda fazla uzun kalırsam, yanıma geliyor, bana tuhaf bir biçimde bakıyor  ve her zaman çok özel sorular soruyordu. Her şeyime o kadar çok karışıyordu ki kafamın içine girmek istediğine inanır oldum. Ergenlik çağına geldiğimde ve ilk mide bulandırıcı bir yaratıkmışım gibi kendini benden geri çekti, ama sonra yabancı erkekler ve onların yalnızca cinsellikle ilgili kirli isteklerinin getirebileceği tehlikeler hakkında benimle tehdikar konuşmalar yapmaya başladı. Annem benim genç bir kadın olmama katlanmıyordu. O da çekici bir kadındı, ama dini kurallara göre yetiştirdiği için aşırı sert ve hoşgörüsüzdü. Hiç kimsenin evimize gelmesine izin vermezdi ve biz de dini bayramlarda bizi evlerine çağıran akrabaları ziyaret etmek dışında hiçbir yere gitmezdik. Bu çağrılardan birinde, hoş görünüşlü bir erkekle tanıştım. Bana karşı çok nazik davrandı. Ona aşık oldum, ya da belki onda bir çıkış yolu buldum. On altı yaşında evlendim ve hamile kaldım.
    Birlikte tatillere çıkıyorduk. Deniz kenarında keyifli bir tatil geçiriyorduk bir sefer; mini eteklerin moda olduğu dönemdi. Bu tatil, benim yaşımda bir dönüm noktası oldu. O sıralar oğlum on dört yaşındaydı. Tatil yaptığımız yerdeki bir otele gençlerle dans etmeye gitmiştim ve içkiyi biraz fazla kaçırmıştım. Odaya döndüğümde oğlumu yatağının üzerine ağlıyor buldum. Kaygı içinde nedenini sordum. Bana, beni dans ederken izlediğini, kendini terk edilmiş hissettiğini ve o gençleri çok kıskandığını söyledi. Ondan bunları duyunca içimi büyük bir huzur ve hoşnutluk duygusu kapladı; geçmişteki bütün o acılar ve zorluklar artık boş görünüyordu. Ben kazanmıştım: O tamamen bana aitti. İkimiz sonsuza kadar boş başa olacaktık. Yatağa yanına yatıp onu avutmak bana çok normal gelmişti. Ona olan sevgimi en doğal bir biçimde göstermek istedim. Çok mutluydum, çok da şehvetliydim. Ona sevişme sanatını ben gösterdim. Zaman içinde ona adım adım ne yapacağını ve nasıl yapacağını öğrettim. En harika sevgiliyi yaratmıştım; ikimiz de uçuyorduk. Bu, bütün bir yıl boyunca sürdü. İkimiz de başka kimseye gereksinim duymadık. Dünyamız mükemmeldi. Oğlum, mutlu ve rahat bir genç adam gibi görünüyordu.
    Dışımızdaki dünyaya, aramızda normal bir anne oğul ilişkisi olduğunu göstermek için gereken her türlü önlemi almış durumdayım. Bütün yaşamımı ona bağladım; bu durumun sonsuza dek sürmesini sağlayacak ekonomik gücüm de var. Oğlumun bana ihanet edebileceği hiç aklıma gelmezdi. Ama liseyi bitirdikten sonra huzursuzluk belirtileri göstermeye ve kendi istediklerini yapmaya başladı. İlk önce yüksek öğrenim için yurtdışına gitmek istedi; ama gitmesine izin veremezdim. Başlangıçta, onu benimle kalmaya ikna etmek kolay oldu, ama o benden ayrılmak kararını hâlâ sürdürüyormuş. Oğlum dışınca yalnızca annemle görüşüyorum. Her Pazar görüyorum annemi, ama ona gittiğimde bile oğlumun bu durumdan yararlanacağından ve başka biriyle görüşeceğinden korkuyorum. Daha genç görünmek için kendime iyi bakıyorum; her zaman bakmışımdır. Oğlumla hem gündüzlerimiz hem de gecelerimiz o kadar dolu ki.
    Oğlum on beş yaşındayken şiir yazmaya başlamıştı. Şiirleri öyle tutkulu ve olgundu ki öğretmenlerinin onları okuyup olan biteni tahmin etmesinden korkmuştum. Eskiden şiirlerini bana okurdu, ama son zamanlarda onları bana göstermeyi reddediyor. Kağıtlarını karıştırdım ve şiirlerinin artık intikam arzusuyla dolu, alaycı ve öfkeli olduğunu gördüm. Hatta benden kurtulmak için çok akıllıca bir plan yaptığını da biliyorum. Ama umurumda değil. Ona söylediğim gibi, eğer beni terk ederse, kendimi öldürürüm. Zaten onsuz yaşamanın bir gereği yok.

    Bu kadının anlattıkları içimde öyle güçlü ve karmaşık duygular uyandırdı ki tarafsızlığını tekrar kazanmam uzun zaman aldı. Onun yoğun acısına, umutsuzluğuna ve çaresizliğine nasıl tepki vereceğimi bulmaya çalıştım. Onu, yedi yaşındayken, babasının ani ölümünden kısa süre sonraki haliyle görmeye ve bu küçük kızın aklını karıştıran duygularla nasıl boğuştuğunu zihnimde canlandırmaya çalıştım. Belki başlangıçta tam bir sarsıntı ve duygusuzluk yaşadığını, sonra bunların yerini büyük olasılıkla annesinin bütün ilgisini yönelttiği nesne olmanın verdiği mutluluğun aldığını düşündüm. Görünüşe bakılırsa annesi, yalnızca inkar ve yalıtma düzeneklerini kullandığı patolojik bir yasa girmişti. Küçük kız, babasının ölümünden duyduğu üzüntüyü açıkça hiç göstermemişti, çünkü annesini üzmek istemiyordu. O sıralarda annesinin sürekli ilgi gösterdiği tek netse olmaktan o kadar zevk alıyordu ki babasının ölümünden suçluluk duymuş da olabilirdi. Anne ve çocuk, kapalı bir devre oluşturmuşlardı ve bu, kız çocuk ergenliğe yaklaşırken bozulmaya başlamıştı, çünkü o zaman annesi kızıyla yakın ilişkisinde bir tehdit hissederken, kız da (içinde ensest unsurları olması mümkün) ilişkinin niteliğinin kendisini boğduğunu hissetmeye başlamıştı. Hastamın annesini öldürme tasarımları kurmuş olması ve manik bir heteroseksüel hamle olarak zamanından önce yaptığı evlilik yoluyla ondan kaçmanın tek çıkar yol olduğunu düşünmüş olması da olasıydı.
    Kadının kocasıyla cinsel sorunları olmuş olabilirdi. Annesiyle bağlantısı kesildiği ve üzerine kendi anneliğinin sorumlulukları yüklendiği için içerlemişti. İşte o zaman bir ani ölümle daha karşılaştı ve bu, onu, çocukluğunda kendi annesinin içinde bulunduğuna koşut bir durumda bıraktı. Ama bu sefer denetim ondaydı. Annesi gibi o da üzüntüsünün üstesinden gelemedi ve duruma bildik, manik bir tepki vererek kendi çocuğuyla mükemmel bir devre oluşturdu. Acaba kendisine yapılanları oğluna yapma kaderinden kurtulabilir miydi? Oğluna bireyleşme duygusu kazandırmak, onun büyümesine ve kendi yaşamını sürmesine olanak mı tanımalıydı? Yoksa durumu, annesinden daha da ileri götürüp oğluna, oğlunun kendisini terk etmesini güçleştirecek hatta neredeyse olanaksız kılacak kadar çok haz mı vermeliydi? Kadının iki seçeneği vardı ya da diyelim ki kadın, önünde iki seçenek görüyordu: Annesine geri dönmeye çalışmak ya da oğlunu, gelecekteki eşi olarak güvenceye almak. İkinci yolu seçmesi için fazla zaman geçmesi gerekmedi. Kendi kendime anımsatmalıyım ki, bu kadın, geçmişi ve dışarıdaki bir çözüm göremiyordu. Eli kolu bağlanmıştı; başka seçeneği olmadığını hissediyordu. Oğlunu cinsel eşi gibi kullandığı için sapkın bir anne miydi? Ben onun sapkın bir kurban olduğuna inanmıyorum. Önce kendi kurban olmuş, sonra da oğlunun tek cinsel haz kaynağı olmayı sağlamak üzere onun üzerindeki egemen konumunu kullanarak, onu kurban etmişti.

« Son Düzenleme: 23 Mayıs 2012, 10:06:34 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: ANNELER HEP MELEK MİDİR?
« Yanıtla #1 : 31 Mayıs 2010, 12:37:26 ös »
    Bu hastaya ve onun üç kuşaklık sıkıntısına duyduğum acıma duygusu, bana, Shengold’un bir içgörüsünü getirdi: ‘’Terapiye gelenlerin çoğunun, terapistlerin ana-babaya kollama yerine suçlama eğiliminde olduğunun, bu yönde karşıaktarım verdiğinin farkında olduklarını gördüm. Terapistin, ana-babanın yıkıcı olduğunu (zihinsel açıdan kabul etseler bile) reddetme gereksinimi, Ödip kompleksini reddetmeye duyduğu ihtiyaca benzer ve onun kadar yoğun ve karmaşıktır’’ (1979, s.554, italikler yazar ait) . Ama o zamandan beri, bir erkek olsaydım duruma nasıl tepki vereceğimi soruyorum kendime. İlk başta aklımın karışması, kendi içimdeki erkeksi unsurun öfkelenmesine bağlı olabilir, bunu fark ediyorum. Ama eğer erkek olsaydım, tepkim daha mı güçlü olurdu? O zaman acaba oğulla özdeşleşir ve korkunç davranışından dolayı kadına mı kızardım?
    Bu sorular, beni, her günkü mesleki çalışmalarım sırasında karşılaştığım karşıaktarım olgusuna götürüyor: Cinsiyetimiz, hastaların açık psikopatolojisine verdiğimiz tepkileri nasıl etkiliyor? Cinsiyetinden hoşnut olmama sorunları olan hastaların, tanı uzmanının ya da terapistin ‘cinsiyeti’ne iliştin duyguları genellikle güçlüdür. Ayrıca aynı hastanın anlatım kayıtlarını dinlerken, bunların tanı uzmanının cinsiyetine göre farklılık gösterdiğini keşfettim. Tepkideki bu farklılık yalnızca hastanın aktarımının değil, bizim onların sıkıntılarına tepki verme ve bunların yorumlama biçimlerimizin de bir sonucudur. Ganzarin ve Buchele (1986), geçmişinde ensest olan bir grup yetişkin hastaya uyguladıkları toplu terapiye ilişkin yaşantılarını anlatırlar. Bu hastalara karşıaktarımları hakkında, inanmazlık, heyecanlı bir merak, cinsel fanteziler ve kurtarma arzusu da dahil olmak üzere pek çok duygunun kendini gösterdiği yürekli ve aydınlatıcı yorumlar sunarlar bize. Bir kadın ve bir erkek terapist olarak, heyecanlı bir merak, cinsel fanteziler ve kurtarma arzusu da dahil olmak üzere pek çok duygunun kendini gösterdiği yürekli ve aydınlatıcı tepki verme ve bunları yorumlama biçimlerimizin de bir sonucudur. Ganzarain ve Buchele (1986), geçmişinde ensest olan bir grup yetişkin hastaya uyguladıkları toplu terapiye ilişkin yaşantılarını anlatırlar. Bu hastalara karşıaktarımları hakkında, inanmazlık,heyecanlı bir merak, cinsel fanteziler ve kurtarma arzusu da dahil olmak üzere pek çok duygunun kendini gösterdiği yürekli ve aydınlatıcı yorumlar sunarlar bize. Bir kadın ve bir erkek terapist olarak, kendi çalışmları sırasında hastalara kurulan değişik ilişkilerin onlara kendi toplumsal-cinsiyetlerini nasıl hissettirdiğini birbirleriyle açık yürekli konuşabilmişlerdir. Yazarlar ayrıca, psikanalitik literatürde bu konuyla ilgili hiçbir şey bulunmadığında da dikkat çekerler.
    Kuşkusuz  hiçbir cinsin, ensest olayına karışanlarla, taciz eden ya da edilenle ilişki kurmak için diğer cinse göre daha doğru yanıtları bildiği ya da daha iyi donanımlı olduğu söylenemez; ama bu insanları değerlendirirken ya da tedavi ederken tepkilerimizin farklı olduğunu kabul etmek de görevimizdir. Bu, cinsel tacize karışan erkek ve kadın hastalarımızın sorunlarına toplumun verdiği farklı tepkileri anlamamıza da yardımcı olacaktır.
    Shengold’un anne-oğul ensestinin baba-kız ensest ilişkisine göre neden çok daha az görüldüğü konusundaki görüşünü çok dikkat çekici buldum: Shengold  soruyor: ‘’Bunun nedeni çoğu psikiyatrın erkek olması ver erkeğin Ödip döneminden kalma yasaklanmış arzusunu göstermesi olabilir mi?’’ (1980, s 462) Ayrıca Shengold, söz aldığı fikrin gücüne kendi gösterdiği direncin üstesinden gelmek için mücadele ettiğini de içtenlikle itiraf ediyor.
     Aynı çalışmada yazar, çöküntülü ve mutsuz olduğu için tedavi olmaya gelen otuz yaşlarındaki erkek hastasını betimliyor. Bu hasta, erken gelişmiş bir ergenken annesiyle arasında bir ensest ilişki olmuş. Adam ailenin ilk çocuğuymuş; annesi kız çocuk istiyormuş ve oğlunu kız giysileri giymeye ve kız gibi görünmeye, ama erkek gibi davranmaya zorlamış, Anne, oğlunun bedenine takıntılı bir ilgi gösteriyormuş, ama sonra bu ilgisi son bulmuş ve oğlu on iki yaşına gelene kadar onunla ilgilenmemiş. Ama o yaşta yeniden oğluna yoğun bir merak duymaya ve ona karşı aşırı ilgili davranmaya başlamış. Sonunda aralarında bir ensest ilişkisi bağlamış ve birkaç hafta sürmüş. İlişkinin başlıca özellikleri, kadının oğlunu baştan çıkarması,orgazm olması, ama oğlanın boşalamamasıymış. Bu durum hiç konuşulmuyor ve kabul edilmiyormuş; ama oğlan çocuğu annesiyle cinsel birleşmede ilk kez boşalınca, aralarındaki ilişki de aninden bitmiş. Bu noktada anne bir çığlık atmış, şiddetli biçimde rahatsız olmuş ve hemen oğlundan uzaklaşmış. Ensest bir daha yinelenmemiş ve hiç söz edilmemiş. Shengold bu vaka için şu açıklamayı yapıyor: ‘’ Geriye dönüp düşündüğümde, anlıyorum ki ne hastanın annesi oğlu tarafından hamile kalma olasılığıyla yüzleşebilmiş ne de hastanın kendisinin onu hamile bırakma olasılığını sonuçlarıyla yüzleşebilmiş’’ (1980, s 471) Açıkcası Shengold anneyi baştan çıkarıcı olarak görüyor; ve çocuğun, hem ensestin hem de annenin suçluluğunun sorumluluğunun üzerine aldığını ve annesinden çok kendisini suçlayışını betimliyor. Ayrıca ‘’ana-oğul ensest ilişkisinde, anne eyleme doğrudan katılır ve hem annenin hem de oğlun fantezilerinin merkezindedir’’ diyor (s. 470, italikler bana ait). Böylece bir kez daha düş kırıklığıyla görüyoruz ki, Shengold da, bu gibi annelere psikotik olarak tanı konmasına doğru biçimde sorgulanmasına ve hastanın annesine böyle bir etiket yapıştırmayı reddetmesine karşın, annenin sapkın psikopatolojisini tanımıyor ve bu konuda yorum yapmıyor.
    Kendi adıma, ben bu annenin oğlunun yaşamının ilk devrelerinden beri ona karşı saptırıcı tutumlar sergilendiğine inanıyorum.


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: ANNELER HEP MELEK MİDİR?
« Yanıtla #2 : 01 Haziran 2010, 11:50:03 öö »
Sözü edilen anne,baba,Chasseguet-smirgel’in (1985a) Ödip öncesi dönemdeki oğlunu,bu oğlu ergenlik öncesindeki penisiyle kendisine ideal eş olarak gören ve geleceğin sapkınını yetiştiren anne gibi görünüyor.Bence, oğlan,annesini hamile bırakmaktan korktuğu için ensest ilişkiye son vermeye karar vermiş değildir; ensesti bitiren annedir;oğul artık “ideal eş”olmadığı ya da onun sapkın amaçları için ideal biçimde tasarlanmış yarı nesne olmadığı için bitirmiştir bu ilişkiyi.Çocuğu,bir yetişkin gibi davranıp boşlamaya başladığı anda,anne durumun denetiminin artık kendisinden çıktığını hissetmeye başlamıştır.Zihninde ve bedeninde o bir erkekle birliktedir artık ve bu nedenle, fantezilerinde bir erkeğin insafına kalmıştır.
Kadın sapkınlıkları alanı içinde ensestin yeri neresidir ? Görünürde,ensest suçlusu çocuğuna saldırır,ama aynı zamanda kurbanını çevreler,kuşatır ve onun gitmesine de izin vermez.Shengold’a”… insanı temesa duyulan açlığını enseste ve sapkınlıkla yol açabilecek biçimde cinselleştirilmesi,[çocuk için] duygusal ve cinsel gelişimin durulmasından daha mı sağlıklıdır? “(1980,s.464) sorusunu sorduran,belki de bu sahiplenmeci tutumudur.Ne var ki benim deneyimlerime göre,duygusal ve cinsel gelişimi engelleyen,ensest ve saptırıcı tutumlardır.EYLEM VE TEPKİ,UYUMSUZ DEĞİL,TAMAMLAYICIDIR.Ensestin ya da sapkınlığın kurbanları duygusal ve cinsel gelişimlerinde sakatlayıcı ve kalıcı etkiler yaşarlar,bütün vakalar bunu gösterir.
Çocuklarda fetişizmin etiyolojisi üzerine yorum yapan Sperling.”bu çocukların yaşamında,anne babayla,özellikle de anneyle ilişkilerde,gerçekbir baştan çıkarma ve bütünü oluşturan bu içgüdülerin aşırı uyarılması vardır”der (1963,s.382 vurgtu buna ait).
Kramer ve Margolis’in (1980) betimlediği anneyle ensest ilişki vakalarında tedavi edilmesi gerektiği düşünülen bütün davranışlar, çocukların davranışlarıdır.Bir başka deyişle, anne-babaların çocuğun saldırgan davranışları karşısında kaygılarının artması nedeniyle enses ilişkisi,genellikle çocuk açıkça şiddet ve eylemlerinde bulunmaya başladığı zaman açığa çıkar.Bu sır korkular devreye girene kadar annenin marifetleriyle saklanır.) Bu tuhaf durum, Margolis’in betimlediği vakada neredeyse korkunç bir hal alır.Yirmi yedi yaşında bir erkeğin annesi,oğlunun hem kendisini hem de sevgilisini tabancayla vurup öldürmekle tehdit ettiğini de iddia etmektedir.Oğul,tutuklanmadan üç yıl öncesi annesiyle cinsel ilişkiye girmiştir.
Anne yalnızca dört kez cinsel ilişkiye girdiklerini itiraf etmiştir,oysa hasta en az on sekiz-yirmi kez ilişkiye girdiklerini iddia ediyordu.John bu ilişkiden söz etmekten bile utandığı için,annesiyle cinsel yaşantısını abartmış olması kuşkuluydu.Büyük olasılıkla hastanın annesi,olayın gerçek boyutunu en aza indirmeye kalkışmıştır. (s.268)
Kramer’de (1981) yer alan üç vakada da, çocuklar ana-babalarının telaşlanması üzerine psikiyatrik bakıma alınmışlardı.Vakalardan birinde ,ana-baba çocuğun saldırganlığı karşısında büyük bir korkuya kapıldıkları için onu analize getirmişlerdi;diğer iki vakada ise çocuklar zalim davranışlarıyla ana-babanın üzerinde öyle bir egemenlik kurmuşlardı ki, ana-babanın mevcut duruma dayanma gücü azalmış ya da hiç kalmamıştı.
Anlaşılıyor ki iki yazar tarafından aktarılan vakaların hepsinde de saldırganlık ve şiddet,kurbanlarda ileri bir devrede ortaya çıkmıştı.Çoğu profesyonel bu gibi durumlarda kendini gösteren yansıtmalı özdeşleşme (yani,saldırganla özdeşleşme)düzeneğini tanır.Çocukları baştan çıkaranlar,genellikle,geçmişte kendileri de baştan çıkarılmışlardır.Sapkınlıkların yayılma ve kendi kendini devam ettirme özelliği ve etkileri de kendini tekrar tekrar gösterir.Margolis’in aktardığı vakada bu son derece açıktır.Kramer’in bildirdiği vakalardan birinde,annesinin cinsel tacize maruz kalan beş yaşındaki kız çocuğu Abby-,annesinin ona uyguladığı cinsel uyarımın aynısını köpeğinde yeniden yaratmaya çalışır. (1980,s.332).Bu, yeni bir sapkınlık örneğidir;yani hayvanlarda cinsel ilişkiye girmek.Burada köpek,çocuğun içindeki annenin gördüğü biçimiyle kendisinin bebeksi ve zayıf parçalarını temsil eder.
Annesiyle ensest ilişkinin bir sonucu olarak cinsel sapkınlıkları olan kadın hastalarla benim de benzer deneyimlerim oldu.Bayan E. Bu vakalardan biriydi.E.kendini yetki sahibi kişilerle,özellikle de kadınlara teşhir etmek için karşı konmaz bir arzu duyması nedeniyle bana gönderilmişti.Bu davranış biçimi yüzünden öylesine şaşkınlık ve güçsüzlük duygusu yaratıyordu ki bulunduğu her yerden;okullardan, eğitim merkezlerinden, iş yerlerinden-, danışma gruplarından,hatta akıl hastalıkları hastanelerinden atılmıştı.
Otuz dört yaşındaki,kilolu ve gösterişsiz bir kadındı.Onu ilk gördüğümde beni hoşnut etmeye istekli,ama oldukça da korkmuş görünüyordu.Bende bıraktığı ilk izlenim buydu, ama onun “tehlikeli”olduğu konusunda önceden uyarmışlardı beni.Tehlikeli olmasından kasıt,yetki sahibi kadınlara tutulmak,mektup yazarak ve telefon açarak eski doktorlarını sıkboğaz etmek,hatta beklenmedik biçimde evlerine gidip teşhirci davranışlarıyla onları rahatsız etmek gibi şeylerdi; bu haraketleriyle kendini aptal durumuna düşürüyordu.Hasta, “kendini gösterme” isteğinin, idealleştirmediği “annelik” özelliklerini atfettiği birine bağlandığı zaman ortaya çıktığını anlatmaktı.O kişiyle yakınlaşmak istiyordu,onun kendisini fark etmesini ve kendisiyle ilgilenmesini arzuluyordu,ama aynı zamanda “kurban”ını şaşırtmak da istiyordu.Bu kişiyle karşılaşacağı zaman uygun giysiyi giymeye çok özen gösteriyordu.Bu,minik bir fanila ve üzerine giydiği bir pardesüden ibaretti ve böyle giyinerek,içinden gelen dürtüleri hemen cevap vermeye hazırlanıyordu.Yaptığının yanlış olduğunu ve bu yüzden reddebileceğini biliyordu,ama kendini engelleyemiyordu.
Bu dürtüyü çok küçük yaşlardan beri duyuyordu aslında, ama başlangıçta denetleyebilmişti.Okuldayken kadın öğretmenlerinden birine tutulmuş ancak eylemlerini onun önünde soyunmakla sınırlı tutmuştu.Bu soyunma ona büyük bir cinsel haz vermişti.On yedi yaşında bir kurumda mesleki eğitim alırken müdüre aşık olmuş ve  ilk kez içinden gelen dürtüye boyun eğmişti.O zamandan beri içindeki gerilime dayanamıyor,aynı eylemi,öğretmenler,kurumlardaki müdürler,doktorlar,patronlar ve benzeriyle sürekli yineliyordu.Her seferinde sonuç bir felaket oluyordu.”Antısosyal” davranışların ve psikoterapistlerin bürolarından bile kovuluyordu.
Bir seferinde,yaşlı bir erkek olan kurbanı çok öfkelenmiş ve tokat atmıştı.Hastamın bu tokata tepkisi yoğun bir mutluluk ve cinsel heyecan olmuş ve buna çok şaşırmıştı.Sonra bu “anne kişilikleri’nin” çoğundan istediği şeyin,ona mastürbasyon yapmaları ya da poposuna şaplak atmaları olduğunu fark etti.Bu hastayla ilgili olarak bana gönderilen mektupta kadının eylemlerinin cinsel ilişki amacına yönelik tepkiler olmadığı, daha ziyade mazoşist gereksinimlerine bir tepki olduğu yazıyordu.Ne kadınlarla ne de erkeklerle duygusal ya da fiziksel hiçbir yakın ilişkisi olmamştı.Sekiz yaşından beri,öğrenci, çalışan ya da hasta olarak çeşitli kurumlarda yaşamıştı.
Kadın, küçük yaştan beri her üzüldüğünde,her kızdığında ya da sadece uykuya dalsın diye annesinin ona mastürbasyon yaptğını anlattı.Nuna inanmak zor değildi,zaten daha sonra görüştüğümüz  annesi de kızının anlattıklarını doğruladı .Yalnızca bu kızına değil diğer dört çocuğuna da mastürbasyon yapmıştı.Kendi sözleriyle bu,”emzik kullanmaktan daha kolaydı”Hastanın annesi,o zamanlar,sürekli sarhoş olan ve onu döven bir adamla mutsuz bir evliliği olduğu için kendini çöküntüde hissediyordu.Çocuklarıyla yaptığı bu şeyler ona büyük bir rahatlama sağlıyor ve mutluluk veriyordu.
Ayrıca kendisi de ancak bu şekilde uyuyabiliyordu.Kadın,hiçbir psikotik özellik göstermiyordu.
Bütün sapkın hastalar gibi,dış dünyayla ilişki kurarken benim hastam da , bir hatta kalma aracı olarak parçalanma,yansıtmalı özdeşleşme  ve cinselleştirmeyi kullanmıştı.Kendisini,annesinin bedeninin bir parçası ya da devamı gibi algıladığı , varoluşunun nedenin yalnızca annesine narsisist ve cinsel haz vermek olduğunu çıkan yoğun,kronik,gizli çöküntüyle başa çıkma girişiminde manik savunmalar kullanıyordu.Gerçekten de bacaklarının arasında annesinin dokunabileceği,okşuyabileceği sürtebileceği “bir şey”den ibaretti kendisi;Hasta ağlayacak gibi olduğunda onu yatıştırmanın tek yolu buydu.Yaşam ondan bu sürekli yinelenen,hiç durmayan ve rahatsız edici harekete tepki vermesinden başka bir şey istemiyordu .Ve bu durum ona özel değildi.Tüm kardeşleri onunla aynı anda,aynı şeyi yaşıyorlardı.Hasta hayatta kalmak için cemaat hayatı sürmesi gerektiğini öğrenmişti.Bu hayatta yetki yöneticideydi,bağımsız olmaya ve kendini öne sürmeye hakkı yoktu ve akranlarının oluşturduğu grup içinde olabileceğince az sorun çıkarmalıydı.Bir sonraki hamlesi,kadın müdüre tutulmaktı.O zaman müdür,annesinin yaptığı gibi,onu kullanacaktı.Hasta, herkesi uyum içinde bir arada tutmak için,kendini bir kurban olarak feda ediyordu. 
« Son Düzenleme: 27 Mart 2012, 01:07:34 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: ANNELER HEP MELEK MİDİR?
« Yanıtla #3 : 13 Ekim 2011, 12:01:07 ös »
Pedro Almodovar Sinemasında Anneler ve İspanya: Matador (1986)

Pedro Almodovar’ın Matador’unda Anneler ve İki İspanya

Baskı ve açılımı merkezlerine alan farklı söylemlerin arasındaki çatışma, Matador‘daki en önemli temalardandır. Bu temanın, en belirgin örneği Angel’in (Antoni Banderas) annesi ile ilişkisinde rahatça gözlemlenebilir. Katolik anne, dini yaklaşımları ile oğluna karşı mesafelidir. Aşırı sağcı dinsel Opus Dei’nin bir üyesi olan anneye göre Angel’in içindeki şeytandan arındırılmalıdır.

Fanatik anne, bu duruşuyla adeta bir diktatörlüğün vücuda gelmiş halidir. Halkına karşı sevgi duymayan bir diktatörden farksızdır. Anne, anne olmaktan çok bir çeşit kamera gözüdür. hep kuşku duyan, gözetleyen (voyeur/voyeurism), iteleyen bir yapısı vardır. Angel, yatak odası kapısını kiltlediğinde kontrolü kaybettiğini düşündüğü için müdahale eder. Aynı şekilde, Angel, banyo yaparken buzlu camın arkasından “neden banyo yapmıyorsun? neden aynaya bakmayı bırakmıyorsun?” diye sorgular. Angel’in annesi, ‘hadım eden ana’ olarak algılanabilir çünkü oğlunun yaşadığı nevrozun ve şuçluluk kompleksinin ve Angel’in kendini ‘daha eksik’ hissetmesinin nedenidir.
Angel’in annesi, Almodovar sinemasının özellikleri hatırlandığında, bireylerin yaşamını kontrol eden, onları mutlak gücü altında tutmaya programlanmış bir diktatörlüğü (1939-1975 arasında ispanya’daki Franco rejimi) ya da erkekleştirilmiş yönetim biçimini akla getirir film boyunca. Annenin baskısı altındaki Angel’in psikolojik çıkmazı da totaliter bir rejim içinde yaşayan insanların içinde bulundukları çıkmaz olarak değerlendirilebilir.

Angel’in annesi ile zıtlık yaratan bir diğer anne de Eva’nın annesidir. Angel’in ona tecavüz ettiği savıyla soruşturma yapmaya gelen polisler yanında kızını korur. Açıktır. Polis merkezinde kızyla arasında gizli saklı bir şeyin olmadığını söyler. Angel’in annesindeki baskıcı yaklaşım onda yoktur.

Yukarıda örneklemeye çalıştığım bu anneler, Almodovar’ın kendisinin de söyledği üzere, filmde iki farklı İspanya’yı temsil etmektedir. Biri katı, diğeri liberal. Biri hoşgörüsüz, diğeri tam tersi.

© Ali Nihat Eken, İstanbul, 2007, alinihatekenblog@yahoo.com

İlgili bağlantı: Pedro Almodovar Sinemasında Kadınlar ve Erkekler

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: ANNELER HEP MELEK MİDİR? Psikolog Hüseyin KAÇIN 0 555 326 22 91
« Yanıtla #4 : 04 Mart 2013, 12:36:47 ös »
ANNELİK HER ZAMAN KUTSAL MI?

Porf Erol GÖKA

Annelik ve Cinsel Sapkınlık

Normal çocuk gelişimi için sağlıklı bir annelik tutumu gerekir. Sağlıklı annelik tutumunda anne, bebeğine bakmaktan ve bebeğin kendi eşsiz  özelliklerini taşıyan, bağımsız ve kendinden emin bir insan olarak yetişmesine yardımcıolma sürecinden büyük bir haz duyar. Ancak annedir bir annenin kızıdır ve bu annenin de kendisine ait çok sayıda erken yaşantıları ve travmaları olabilir. Bu durumda anneler çocuklarına karşı sapkın eğilimlerini, çocuklarının yaşamının ilk iki yılında gösterirler. Annelik, kendi yaşamında yaralayıcı ve travmatik olaylar yaşamış kimi kadınların, bebeğine kötü davranmasına ve bebeği taciz etmesine uygun bir zemin hazırlar. Hırpalanan bebeklerin, transseksüellerin ve hepsinden öte cinsel sapkınlıkları olan erkeklerin anneleri böyle kadınlardır. Cinsel sapkınlıkları olan erkeğin daha sonraki yaşamında nesne ilişkilerinin bozuk olmasının en etkili belirleyicisi, annesi ile ilk ilişkidir. Bebeğini hırpalayan anneler güvensiz ve duygusal açıdan yoksun kalmış insanlar olarak kabul edilirler.  Bu kadınların nasıl dayak attığına ilişkin anlatımlarında, öfkelenen bebek karşısında bir yengi kazanma unsuru vardır. Aynı örüntü, erkek çocuğunu kız gibi giydiren ya da tersini yapan  annelerde de görülür. Erkek çocuğun bir kız gibi davranmaması durumunda annenin sevgisinin geri çekilmesi tehdidi ve intikam duygusu her zaman vardır. Bu anneler, çocuğun toplumsal cinsiyetini kabullenememiştir ve denetleyici gücünü çocuğa farklı bir toplumsal cinsiyet vermek üzere kötüye kullanmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1256.0 okumak için tıklayınız

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
Ynt: ANNELER HEP MELEK MİDİR? Psikolog Hüseyin KAÇIN 0 555 326 22 91
« Yanıtla #5 : 27 Ağustos 2014, 11:36:27 öö »
ANNELER ÇOCUKLARINI TACİZ EDER Mİ?
Dikiş tutturamayıp bir noktada devam edemememden bahsettik. Kararlar alıp bunları devam ettirememem bir sorun teşkil ediyor. Mesleğim konusunda kararlar alıyorum. Korku ve kaygı içinde oluyorum bu konuda çoğu zaman. Hâkim olayım diyorum, aç açıkta kalmam. Ama onunda çok dezavantajı var diyoruz. Asosyal yaşan psikolojik sorunları tetikler. Avukat olayım diyorum o zaman. Piyasa çok kötü, ben iyi değilim, okulu bile zar zor bitirdim diyebilirim. Ama ideal şartlarda hangi meslek güzel dense avukatlık derim tabi. Beklentilerin çok yüksek ve sivri yanlarını törpülemelisin, aceleci davranıyorsun dedi Hüseyin Bey. Çok yüksek beklentiler dediğimiz aslında düzenli bir gelir. Şu anda bir çok arkadaşımın sahip olduğu gibi. Ortada kalmamak.
Evde ablamla aynı banyoya girmem, tuvaleti annemin kullanması anında dikkatsiz davranması, anne ile uyuma, anne ve babanın yatağına yatmak, abla ile aynı odada yaşamak, onu çamaşırlı görmek konularını konuştuk. Bunlar olmaması gereken şeylermiş. Psikolojik olarak bana yük oldular hep bu doğru. Yani bugün çamaşır asarken bile ablamın çamaşırına denk gelince istisnasız rahatsız oluyorum ve kendime yediremiyorum. Anne ve babanın cinselliğine dair bir saniyeliğine bile olsa düşüncelerin aklına gelmesi sakıncalı bir şeymiş ve bu yatağa yatmaların vs. neticesiymiş. Psikolojik anlamda o ortama ortak olmuşsun gibi oluyor. Ben böyle düşünceleri ara sıra düşündüğümü hatırlıyorum ancak nadir. Ben bunu obsesif kompulsif bozukluk sanırdım. Benim üzerimde bu düzen duygusal ve erotik bir baskı oluşturmuş bu düzen. Evimiz erkek çocuğuna layık değilmiş, onu hadım eden öğelerle dolup taşmış hep. Annem sorumluluklarını almadı diyebiliriz. Gereksiz sorumluluklarıyla uğraşmayı tercih etti. Annem hep didindi, çalıştı ancak önceliklerini hiç doğru belirleyemedi. Belkide ev hanımı olmalı ve babamın maaşı ile yaşamalıydık. Bu özgür kadın bana pahalıya patladı. Ama belkide iyi oldu, evden uzak ve yorgun olunca daha az taciz edilmiş de olabilirim.
Senin hikâyen eşcinsellik değil ensest diyor. Bu erotizme dönüşmemiş, psikolojik bir ensest. Daha doğrusu ensest öncesi aşama. 21 yaşında üniversiteye giden oğlunun penisini ellemek bunun kanıtıdır Hüseyin Beye göre. Cinsel haz almasa bile sorumsuzluk. Ama onun hislerini kendisi analiz edebilirdi, babama duyması gereken hisleri bana karşı hissettiğine inanırım bazen. Sapıkça, bunu kendisi de farkındaydı.
http://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=1525.0
yazının devamını okumak için linki tıklayınız