Ali Günay
Hüseyin Bey "roman yazmana gerek yok! 3-5 satır yazsan da olur." demişti ama ben yine de olabildiğince detaylı anlatmaya çalışacağım.
18 yaşındayım, Hatay'da oturuyorum, adım Alperen. Lise son sınıf öğrencisiyim. Meslek lisesinde okuduğum için haftanın 2 günü okul var, diğer günler çalışıyorum.
Anne baba ilgisinden yoksun büyüdüm. Babamı sevmiyordum ve örnek alınacak bir tarafını da görmüyordum. 3 kardeşiz. Abim, ben ve kız kardeşim. Abimle de hiç anlaşamazdık. Serseri birisi.. Örnek almak şöyle dursun, nefret ediyordum kendisinden. Çevremde örnek alabileceğim bir tane bile erkek büyüğüm yoktu. Kendime model aldığım kişi üst kat komşumuz olan amcamın benden 5 yaş büyük kızıydı. Bütün akrabaların sevdiği, canayakın, koydumu oturtan tipten bir kızdı. Herkes onu sevdiği için onun gibi olursam toplumda kabul göreceğime inandım.
Çocukluğumdan beri çok iyi bir dostum olsun istiyordum. Hayalimdeki bu dost benim herşeyimi bilecek, en fazla bana değer verecek, duygusal, esprili, hitabeti ve fiziği düzgün, popüler birisiydi. O yaşlardayken henüz eşcinselliğin ne olduğunu bilmiyordum ama bu duyguların normal olmadığını hissediyordum. Çünkü yaşıtlarımın hiç birisinin hemcinslerinden böyle beklentileri yoktu. 15 yaşına geldiğimde durumun farkına vardım. Dünya başıma yıkıldı.
Ben dinî hassasiyetleri yüksek bir insanım. Dinimin yasakladığı bir hayatı kesinlikle sürmek istemem. ?O zaman nasıl bir yol izlemeliyim?" diye sordum kendime. Uzunca düşündükten sonra şöyle bir sonuca ulaştım: "Bir insan kendi elinde olmayan hiç bir şeyden dolayı suçlu değildir. Ben yanlış bir şey yapmadım, şu halim benim tercihim değil. Bu benim imtihanımdır. Eğer pes etmeyip iyi bir sınav verirsem bu halim belki benim için büyük bir mükafat vesilesi olur. O halde çıkış yolu aramalıyım."
Eşcinsel bir hayatı kabul etmememin 3 nedeni vardı.
1- Dinim buna müsade etmiyor,
2- Ben normal bir hayat sürmek istiyorum. Mutlu bir ailem, karım, çocuklarım olsun istiyorum.
3- Çevremin eşcinselliğe bakışı..
Üçüncüsü hiç önemli değil. Eğer ilk ikisi olmasa, üçüncüsü umrumda olmaz.
Hedefimi belirledikten sonra araştırmaya başladım. Arkamdan beni sevmeyen bazılarının "bazen kız gibi konuşuyor" dediklerini işitmiştim. İlk işim, kendime müthiş bir disiplin uygulayarak aksanımdaki kadınsılığı yok etmek oldu. Bunu yaparken araştırmalarıma devam ediyordum. Ama karşıma hiç olumlu bir şey çıkmadı. İnternetten eşcinsel derneklerine yönlendiriliyordum ve onlar eşcinselliğin propagandasını yapıyorlardı. İyileştirmek şöyle dursun, bu fikri taşıyanları hain bile ilan ediyorlardı. Onlara göre eşcinsellik özgürlüktü ve buna karşı çıkanlar özgürlük düşmanıydılar.
Konu hakkında çok fikrim olmadığı için ümitsizliğe kapılmıştım. Sonra dindar kaynaklar bu konuda ne diyor diye araştırmaya başladım. Ama onlar da "günahtır, sapkınlıktır, çarpıklıktır" demekten başka bir şey demiyorlar. Oysa ben bunları zaten biliyorum. Bana çözüm lazım. Koskoca camiada bu konuda işe yarar laf eden tek kişiye rastlamadım. Belli kalıplar var: "Lut kavmi, kıyamet alameti, eşcinsellik hastalıktır sloganları vs.." yahu ben bunları zaten biliyorum. Peki hiç düşünmez misiniz: "İradesi dışında bu hissi taşıyan kişiler nasıl tedavi edilir? Madem bunun hastalık olduğunu söylüyoruz, madem 'Allah her hastalığın devasını da yaratmıştır' diyoruz, peki o zaman bu hastalığa nasıl bir tedavi bulmalıyız?"..
Böyle düşünen bir tek kişiye rastlamadım.
Bir taraftan eşcinsel derneklerinin tesirinde kalıyordum, diğer taraftan dindar kaynaklar çözüme dair tek laf etmiyordu. Fırtınalı bir denizin ortasında kalakalmıştım. Kıyı görünmüyordu, pusulam yoktu. Çırpındıkça daha da batıyordum sanki.. Günün birinde İkbal Gürpınar'ın bir kitabında şöyle bir paragrafa rastladım: "Buluğ çağında mutlaka hormon testi yaptırmak lazımmış çocuklarımıza. Eğer sesi kalınlaşmıyor, elmacık kemiği belirginleşmiyor ve olması gereken diğer belirtiler ortaya çıkmıyorsa, eksik olan hormonun takviyesi yapılarak oğlumuzun sorunu ortadan kaldırılabiliyor." Bu yazıyı okuyunca çok mutlu oldum. İlk defa çözüme dair bir şeye rastlamıştım. Ama burada da karşıma bir sürü yeni soru çıktı. Benim fiziksel olarak hiç bir sorunum yoktu. Sadece duygusal boyuttaydı. "Acaba eşcinsellik sorununun kaynağı psikolojik mi yoksa hormonsal mı?" sorusunun cevabını çok aradım ama bulamadım.
Bu arada özel hayatımda bazen bana çıkma teklif eden kızlar oluyordu. Bir çoğu da popüler ve güzel kızlardı. Çünkü her ne kadar sessiz, suskun birisi olsam da sempatik ve yakışıklı birisiyim. En azından bana öyle söylüyorlardı. Ben ise hiç birisiyle alakadar değildim. Gerek duygusal, gerek cinsel açıdan hoşlandığım erkekler de oluyordu. Kendi iyiliğim için bunların hepsinden uzak durmaya çalışıyordum.
Araştırmalarıma devam ettim. Ama diyorum ya; benim işine yarayacak tek kelime bulamadım. Ayaklarım yere biraz daha sağlam bastıktan sonra eşcinsel derneklerine tepki üretmeye başladım kafamda. Onların zihniyetine göre çünkü; eşcinsel duygulara sahip bir insanın mutlaka eşcinsel hayat yaşaması gerekirdi. Bu bir özgürlüktü ve tedaviden bahsedenler özgürlük düşmanıydılar. Bu konuda öyle bir mahalle baskısı uyguluyorlar ki, bir ara beni bile etkisi altına almak üzereydiler. Oysa ben kendi hür irademle tedavi olmak istiyorum. Üstüne basa basa söylüyorum: Eşcinsellik hastalıktır, ben hastayım ve iyileşmek istiyorum. Buna kim ne hakla karışır? Siz ne halt yiyorsanız yiyin, beni zerrece ilgilendirmez ama benim tedavi olma hakkımı elimden almaya kalkmayın. Kendi yaşam tarzınızı bana dayatmaya kalkmayın. Özgürlüğümü elimden almaya kalkmayın.
Onların tavrı benim için çok önemli değil de, kendimi ait hissettiğim dindar camianın tavrı beni bunaltıyor. (Ben bir Akit okuruyum. Küçüklüğümden beri takip ederim. Kendimi bir şeye yönlendirmem ve onunla meşgul olmam gerekiyordu. Ben de kendimi gündeme ve siyasete verdim. Bu yüzden gündeme çok vâkıfım.) Gerek Akit, gerekse diğer muhafazakar kaynaklar eşcinselliğe ve eşcinsel derneklerine olması gereken tepkiyi gösteriyorlar, ama eşcinsellikten nasıl kurtulunur, buna dair en ufak bir şey söylemiyorlar. "O yol yanlıştır" diyorlar, ama o yoldan nasıl düzlüğe çıkılır onu anlatmıyorlar. Bu yazılı olmayan bir kanundur: Eğer bir şeye karşıysan, onun yanlış olduğunu söylüyorsan, söylediğin kişinin önüne alternatifler koymak zorundasın. Bunu yapmadıkları için kendimi çok kötü hissetmiştim. Öyle bir şey ki; tuttuğunuz bütün dallar elinizde kalıyor. İnsan kolaylıkla "Demek ki bu işin çözümü yok, eğer ben böyle yaratıldıysam demek ki ben uğursuz bir insanım" diye düşünebiliyor. Berbat bir psikoloji...
Bir çoğu da eşcinsel derneklerinden korktuğu için bu konuda söz söyleyemiyorlar.
Onlar için sorun yok. Oturdukları yerden ahkam kesmek kolay geliyor. Artık beni anlamalarını beklemiyorum. Çünkü onlar; yakışıklı bir erkek gördükleri zaman önce bakıp kalmanın, sonra da utanç ve çaresizlik içinde başlarını öne eğmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Çaldıkları her kapının ardında duvara toslamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Kendi çocuklarında böyle bir durum olduğunu hissetseler acaba nasıl davranırlar merak ediyorum.
Konuyu rehber öğretmenime açtım. Bu konuda o da hiç bir şey bilmiyordu. Beni bir tane psikoloğa yönlendirdi. Gitmeye niyetlendim ama biraz araştırdım da, o psikoloğun malum zihniyetten olduğunu anladım. Gittiğim zaman bana diyeceği şey; bunun ne kadar normal bir şey olduğu, bunun tedavisi olmadığı, bu durumu kabul edip buna göre yaşamam gerektiği filan olacaktı. Onun için gerek yok dedim kendi kendime. "Gideceğiniz psikoloğa güvenmelisiniz." diyordu Mehtap Kayaoğlu..
Günün birinde kanalları dolaşırken eşcinsellikle ilgili bir başlık gördüm. Hemen durup konuyu anlamaya çalıştım. Bu bir ana haber bülteniydi ve Hüseyin Kaçın isimli bir konuk konuşuyordu. Konuşma yaklaşık 10 dakika sürdü. Eşcinsellik konusunda benimle aynı fikirde olan ve çözüme dair bir şeyler söyleyen bir psikologtu bu. Gideceğim psikoloğa güvenmem gerekiyordu ya hani; işte bu kişiye güvenebilirdim. Hemen bu ismi araştırmaya başladım. Internetten telefon numarasını bulup kendisiyle iletişime geçtim. İstanbul'da olduğunu öğrenince bütün umudun kırıldı. O tarihte hiç bir şekilde İstanbul'a gidebilmem mümkün değildi. Hem yaşım küçüktü, hem de maddi olarak böyle bir gücüm yoktu. Şu zamana gelene kadar arayışlarımı sürdürdüm.
Hüseyin Kaçın ismini de araştırmıştım bu arada. Eşcinseller bariz küfürler yağdırıyorlardı. Onun; milletin muhafazakar duygularını kullanıp paraya çevirdiğini filan söylüyorlardı. İlk başta bu yorumların tesirinde kaldım. Ama sonra olayı İslami açıdan düşündüm. Edepsizden edep öğrenme taktiğini uyguladım. Onu eleştirenler Allah?ın kesinlikle yasakladığı bir fiili savunuyorlardı. Müslüman bir insan belki günah işleyebilir ama asla günahı savunamaz. Savunduğu anda da dinden çıkar. Hüseyin Bey?i de somut gerekçelerle eleştirmiyorlardı. Kuran?a uygun davrandığı bir noktadan eleştiriyorlardı. Hükmümü verdim ve bu konuyu kapattım
Aynı insanlar eşcinselliğin tedavisi olmadığını söylüyorlardı. Oysa İslam?a göre kesinlikle hastalıktı. Ve bu insanlar ?tedavi olunuz Allah tedavisi olmayan bir hastalık yaratmamıştır ihtiyarlıktan başka " hadis-i şerifine muhaliftiler. Bunu düşünüp emin adımlarla ilerlemeye devam ettim.
Son bir sene yaz tatilinde çalıştım, sonra lise 4'e geçtim. Yaşım da 18 olmuştu. Ocak ayında, bu işi yeterince ertelediğimi düşündüm, bütün hazırlıklarımı yaptım ve İstanbul'a 1 günlük uçak bileti aldım. Günü geldiğinde gittim. Randevuyu saat 10.00'a almıştım ve saat tam o saatte oradaydım. Ve terapiye başladık.
Dışarıdan dağ gibi bir görünümüm vardı. İçimdekileri sızdırırsam yıkılacağımdan korkardım. Güçsüz görünmekten ne kadar da korkuyor insan.. Ama anlattım. O güne kadar ne düşündüysem, ne hissettiysem hepsini anlattım. O güne kadar farkında olmadığım duygularım da su yüzüne çıkmıştı.
İkbal Gürpınar'ın kitabındaki o cümleden bahsedip en çok aklıma takılan soruyu sordum: "Acaba sorun psikolojik mi yoksa hormonsal mı?" İkbal Gürpınar'ın verdiği bilginin doğru olmadığını, çift cinsiyetli doğanlar hariç sorunun tamamen psikolojik olduğunu söyledi. "Beyin vücut üzerindeki herşeyin kaynağıdır. Sen stres yaparsın kanser olursun, moralini yüksek tutarsın iyileşirsin."
Önce biraz genelden konuştuk. Terapiye gelen diğerlerinin eşcinsel oluş nedeni nedir? Insanların bu konuya bakışındaki yanlışlıklar, eşcinsel derneklerinin cazgırlıkları, muhafazakarların klişeleşmiş lafları filan... Aynı fikirde olduğumuzu görmek beni mutlu etti. Her eşcinselin sebebi farklıymış. Kimisi çocukluğunda tacize veya tecavüze uğramış, kimisi bir travmadan sonra, kimisi de benim gibi özgüven eksikliği kaynaklıymış.
Benim Akit gazetesini sevdiğimi öğrenince Abdurrahman Dilipak?ın bir konferansta eşcinsellik hakkında konuştuğundan bahsetti.
-Konuyu nereye bağladı biliyor musun?
-Nereye?
-Gıdalara.. Hormonsal yiyeceklerden dolayı toplumda böyle sorunlar çıktığını söyledi. Oysa bu da doğru değil. Eşcinsellik bundan binlerce yıl evvel de vardı. Lut kavmi hormonsal gıdalarla mı besleniyordu?
Abdurrahman Dilipak?ın bu içerikte bir yazısını okuduğunu hatırladım sonradan. Soyanın bu konuda çok zararlı olduğunu yazıyordu yanlış hatırlamıyorsam.. Hatta başka bir yerden soyanın tavuk dönerlere karıştırıldığını duymuştum ve uzun süre korkudan tavuk döner yiyememiştim.
Ben çocukken akranlarım arasında rezil olmaktan, alay edilmekten çok korkardım. Zaten çocukluğu bilirsiniz; en ufak bir bahanede alay konusu ederler. Oyuna davet ettikleri zaman "yanlış bir şey yaparım, iyi oynayamam, dillerinden kurtulamam" diye reddeder, hep kenardan izlerdim. Bunun eşcinselliğe atılan bir adım olabileceğini o ama kadar hiç düşünmemiştim. Hüseyin Bey'in yardımıyla farkettim ki; ben cesur, rahat, gözüpek olamadığım için, bu özellikleri taşıyan erkeklere her geçen gün büyüyen bir hayranlık beslemiştim. Artık onlara her bakışımda onları kutsuyor, onlar gibi olmak istiyordum. Onların ilgisinden de mutlu oluyordum. Hüseyin Bey diyor ki: "Eğer sen ne pahasına olursa olsun o oyunlara girip kendini ispatlasaydın olaylar çok daha farklı gelişirdi.
Sonra bana zihnimde canlandırdığım fantazileri sordu.
-Bir erkekle beraber olduğunu düşündüğümde ne hissediyorsun?
-Başta mutlu oluyorum, o esnada bir şey düşünmüyorum ama daha sonra iğreniyorum. Suçluluk ve çaresizlik duygusu oluşuyor.
-Peki hiç kadınla beraber olduğunu düşünüyor musun?
-Bazen evet. Düşünmeye çalışıyorum daha doğrusu.
-O zaman suçluluk hissediyor musun?
-Kahroluyorum. Sınırları bilmiyorum ki.. Bunu düşünmenin bile doğru olmadığını düşünüyorum, hem de aklıma geldiği anda kesip, "niye böyle düşünüyorsun" diye kendimi azarlıyorum. Çok sevip örnek aldığım kuzenime, kız kardeşime karşı bir ayıp işliyormuşum gibi geliyor. Ama son zamanlarda bunun yanlış olduğunu farkettim ve düşünmeye çalışıyorum.
-Düşünürken ne hissediyorsun? Ortamı kim kuruyor, sen mi onu memnun ediyorsun o mu seni..?
-Tam net düşünemiyorum esasında. Hâlâ ayıp işliyorum gibi geliyor. Ortamı ben kuruyorum, kadını ben memnun etmeye çalışıyorum ve hiç bir zaman benden memnun olduğunu düşünemiyorum.
Öğrendim ki bunlar da bir hataymış. Her zaman erkek memnun etmek zorunda değilmiş. Erkeğe ve kadına düşen sorumluluk eşit. Ortada bir memnuniyetsizlik varsa bu iki tarafın da sorunudur.
Kadınla ilişki düşüncemi kestirip atmam, ondan utanç duymuş olmam da ayrı bir hataymış. Aklım ermezken, kadınla beraber olduğum düşüncesi aklıma geldiğinde kendime müthiş bir baskı uygulayarak bu düşünceyi kafamdan silerdim. O kapıyı kitleyip anahtarını da denize atmıştım. Oysa insandaki cinsellik isteği şiddetli bir sel gibi.. O selin doğal yolunu tıkadığınız zaman yerinde durmuyor ki! Muhakkak kendine başka bir yol buluyor. O yol zaten hazırdı.. Benim zaten özgüven sorunum vardı. Kadın-erkek ilişkisinde erkeği 'herşeyi idare etmek zorunda olan taraf' olarak gördüğüm için bu sorumluluğun altına girmeye cesaret edemiyordum. Benim idare etmeye değil, idare edilmeye ihtiyacım vardı. O halde bir kadınla mutlu olamazdım. Beni ancak bir erkek beni taşıyabilirdi.
Dinî açıdan da sakat bir mantık yürütme yapmışım farkında olmadan. Mantık şu: "Bir kadına göz ucuyla bakmak dahi haram. O yüzden kadınlardan hislerimi dahi uzak tutmalıyım. Erkeklere gelince; tamam erkek erkeğe ilişkiye girmek kesinlikle yasaklanmış belki ama nerede başlayıp nerede duracağımız söylenmemiş. Erkekle göz göze olsak, el ele tutuşsak, (hatta bir süre sonra) sevişsek sorun olmaz demek ki." .. Buradan sonra önünü alamıyorsunuz zaten. İş öyle bir noktaya geldi ki, fantazilerimde erkekle ilişkiyi doğal, kadınla ilişkiyi sakıncalı görmeye başladım. Hüseyin Bey, fantazilerimde kadınlarla ilişkiyi sıkıntı ettiğimi öğrenince "Fantazi bu! Niye sınırlandırıyorsun ki?" demişti. Oysa daha önce aynı soruyu farkında olmadan ben kendime soruyordum: "Erkekle ilişki düşüncesi sadece fantazi. Gerçek değil. Zaten erkekle ilgili fantazi kurmaya dînin bir şey dediğini duymadım. Sadece kadınları düşünmemek gerekiyor. Niye sınırlandırıyorum ki?" .. Böyle düşündüğümün farkında bile değildim ama bilinçaltımda yatan düşünce buydu. Oysa bu bariz yanlıştı. Çevremde bana bunları öğretecek insan bulunmadığı için nerelere savrulmuştum.. Ne kadına ne erkeğe nasıl yaklaşacağını bilmiyordum.
Toparlayacak olursak; Hüseyin Bey'in çok güzel tespitleri olmuştu. Problem hiç çözülmeyecek olsa bile artık en azından sebebinin ne olduğunu biliyordum. Anlaşılmak bile yeterdi. Hepsi güzeldi ama şu iki tespitte kendimi buldum:
1- Özgüven eksikliği sonucu benzemek istediğim erkeklere anormal derecede büyük bir hayranlık duymak,
2- Kendimi kadınla düşündüğüm zaman bu düşünceyi beynimden tamamen atmaya çalışmak.
Ve bir de ödev vermişti Hüseyin Bey: Kadınlarla ilgili fantaziler kur. Ama oyunu kuran taraf o olsun. Sen mükemmel erkek ol ve isteyen o olsun. Bunu düşünmek sana günah değildir. Normal bir erkek için bu vebal olabilir belki ama senin durumundaki bir erkeğin bunu yapması lazım." .. Düşündüm ve hak verdim.
Ve memlekete döndüm. Tavsiyesini uygulamaya çalıştım. Daha önce kitleyip anahtarını denize fırlattığım 'kadınla ilişki kapısı'nı kırmak ve içeri girmek için çok uğraştım. Öyle sıkı kapatmışım ki o kapıyı; hakikaten çok uğraştım. Defalarca denedim, en sonunda biraz olsun girmeyi başardım. Senelerdir zihnime kazınan hatalı şartlanmayı bir anda aşmak mümkün değildi tabii.. Ama o kapıdan girebilmek bile büyük başarıydı. Bundan sonuç ummuyordum işin açığı ama faydasını görmeye başladım. Kadınlara artık alıcı gözle bakmaya başladım. Erkeğe eğilim %60, kadına eğilim %40 gibi bir denge oluştu.
İstanbul'a gittiğimi sınıftaki yakın arkadaşım Serkan'a (kardeşim olarak gördüğüm. Çünkü daha önce de söylemiştim: öbür türlü baktığım erkeklerden kendi iyiliğim için uzak durdum) anlattım.
-Aa keşke söyleseydin de beraber gitseydik ya.
-Ya ne bileyim bir anda kafama esti, bileti de anında aldım..
-Ben de gitmek istiyordum ne zamandır. Beraber gidelim bi daha.
-Ta.. tamam..
İstanbul'a tekrar gitmeyi düşünüyordum ama Serkan hesapta yoktu. Olmaması gerekiyordu aslında. Terapiye gidecektim çünkü ve o 2 saat Serkan'ı nasıl idare edeceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Ama bir yandan da İstanbul'a gitmişken en yakın arkadaşımla gezmek fikri güzeldi. Nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum ama 'o zamana daha var, düşünürüm bir şeyler' dedim kendi kendime. Planlamalar yaparak biraz zaman geçirdik ve üç hafta sonraya iki günlük bilet aldık. Benim ailemden kimse bilmiyordu gideceğimi. O akşam bir arkadaşımda kalacağımı söylemiştim onlara. Serkan'ın ailesi ikimizin gideceğini biliyordu. Onların evi okulun yakınında ve yol üzerinde olduğu için çok sık uğrarım. Beni tanırlar ve çok severler. Serkan biraz serseri ruhludur. Ben ona göre daha ağır ve uslu dururum. Bilirsiniz büyüklerimiz için uslu çocuklar makbuldür. Oysa o uslu çocukların içinde ne fırtınalar kopuyor bir bilseler keşke.. Keşke ben bu şekilde uysal ve ciddi olmasam...
Gitmeden dört gün önce bir başka arkadaşım Hamit çok acil paraya sıkışmıştı. Ve benden para istedi. Ben de elimde 200 lira olduğunu ama İstanbul için lazım olacağını söyledim. O da benim Hatay'dan ayrılış tarihimden bir gün önce eline kesinlikle para geçeceğini ve vereceğini söyledi. En kötü ihtimali düşündüm:
-"O gün görüşemeyiz belki. Olmazsa ben sana banka hesap numaramı vereyim, ona en geç İstanbul'a vardığım gün, gün içinde yatırırsın."
-"Tamam kardeşim gözün arkada kalmasın. Mutlaka yatırırım."
Sözüne güveniyordum ama emin olmak için tekrar sordum:
-"Bak kesin yatırırsın değil mi?"
-"Tabi tabi. Sen işin o tarafını düşünme."
Hüseyin Bey ile de görüşüp ikinci gün saat 09.00'a randevu aldım. Kafamda Serkan'a anlatacağım bahane ile ilgili hiç bir fikir yoktu. Randevuyu erken saate almamın nedeni, belki o "uyurken gider gelirim." düşüncesiydi. Kalacak yer ayarlamamıştık ama pansiyonda kalmayı planlıyorduk.