YAVRU FİL OLMAYI REDDEDİP ZİNCİRLERİ KIRMAK
Filler daha yavruyken, kalın bir zincirle bacağından bir direğe bağlanır. Önceleri hayvan kaçmaya çalışır ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabilir ne de direği yerinden oynatabilir. Fil yavrusu ayağında zincirle büyür ve kaçamayacağını kabullenir. Özgürlük kavramını yitirir. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözülür ve yerine konulan ince bir halatla birkaç santimetre boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanır. Fil, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalır. Çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanır. Fil büyüyünce ipten kurtarılır. Ama artık o alanın dışına çıkamayacağını öğrenmiştir.
Bu alıntı psikolojideki en yaygın kavramlardan biri olan Öğrenilmiş Çaresizliği anlatır. Çocukken belki utangaçtım, evden tek başıma bir yere gitmeme izin verilmezdi, ama ben hep isyan ederdim, baş kaldırırdım, bir mücadele verirdim kah içimde, kah dışımda. Hiçbir zaman o fil yavrularından olmak istemedim. Kabullenemiyorum bunu. Esaret gibi bir şey bu benim için. Şükredip kendini kandıran, isyanını etmekten çekinen korkaklardan olmayı istemiyorum. Bir yandan içimde bir korkak bir çocuk besliyorum. Hepimizde var olana benziyor biraz. Ama hayatıma terapiye gitmeyi aldıktan sonra korkunun tek panzehrinin kuruntu yaratıp geri çekilmektense saldırmak olduğunu anladım.
Uzun zamandır ayrı bir evde yaşamayı düşünüyorum. Yaşantı biçimimi görenlerin tepkilerini tahmin edebiliyorum; bana rahatın battığını düşünecekler. Ama bu 4 odalı geniş ama benim için sadece odamdan ibaret olan bu evde nelerin yaşandığını sadece ben biliyorum. Babamın karısı olan kadının üzerimde nasıl hakimiyet kurmaya çalıştığını, benim ona olan savaşımı sadece ben hissediyorum. Bir de Hüseyin Hoca var tabi. Psikolog koltuğunda oturan kişinin farklı bakması gerekiyor elbette. O bunu profesyonelce yaptığı için bana görmediğim bir şeyi gösterdi. Babamın bir karısı var. Ne ‘O’ nun benim hayatıma, seçimlerime karışmaya hakkı var, ne de benim babamın ve karısının hayatına aynı şeyi yapmaya hakkım var. Ödipal dönemde kalmış, babasını annesinin elinden almaya kalkışan bir küçük kız çocuğu gibi davrandığımı kabulleniyorum artık. Anneme karşı bunu hissettiğimi hatırlamıyorum. Tam bu aktarımları yapacağım zamanlarda onu kaybettiğim için net bir şey söyleyemiyorum. Ama aklımın ermeye başladığı zamanlarda babamın yanında gördüğüm, hele ki annemin tırnağı kadar olamayacak bir kadına karşı bu nefret boyutundaki duyguları elbette hissedecektim. Şimdi bu çatışmaları biraz yumuşatmaya karar verdim, mücadeleye devam ediyorum ama daha sakin cümlelerle, inceden inceden sürdürüyorum bunu.
Bu akşam gazam mübarek oldu vee babama yemek bitiminde öyle kendiliğinden başlayan bir konuşma yaptım. Babamın karısının benim hiçbir şeyim olmadığını ve belli bir yaşa geldikten sonra yabancı birinin kahrını, derdini çekemediğini söyledim babama. Benim de yaptığım şeylerin olduğunu, ama birçok şeyi benim de alttan aldığımı ve tolerans gösterdiğimi söyledim. Dizlerim titriyordu, nefesim kesilecek gibi oldu. Nedenini bilmiyordum ama bunları söylemek hiç kolay olmadı. Espriye vurarak memnun değilsen bitireyim gibi bir cümle kullandı, yok ben gideceğim dedim. Bir sevgilim olduğunu zannetti bir an ama böyle bir şeyin olmadığını söyledim. Bunun ayrı bir evde yaşama fikri olduğunu belki henüz kabullenemedi babam, düşünmek istemiyor. Ama ben ilk defa bu kadar cesurdum ve içimdekileri söyledim. Ardından odama doğru geldim. O kadar üşüyordum ki ellerim ceset eli gibiydi, titriyordum. Bir süre sonra sakinleştim. Bu arada babamdan hiçbir tepki yoktu. Ağzını açamadı. Belki ilk kez içten içe benim haklı olduğumu gördü, düşündü. Söylediklerim samimiydi, 23 yaşımdayken hayatımızın ortasına bir kadın girdi. Ve biz de bir süre sanki o kurtarıcıyı bekliyormuşuz gibi davrandık. Ama sonra işin rengi değişti. Kadın benim huyumu Hüseyin Beyin bozduğunu söyleyen, beni ukala, aksi, geçimsiz bulan bir kadın. Kendisini tarif ettiğini atlıyor tabi ki. Onu değiştirmek veya kendime uydurmaya niyetim yok artık zerre kadar. Babam ile zihniyetleri uyuşuyor. Ve bu 2 kişilik ilişkide bana yer yok. Benim babamla olan ilişkimde de ona yer yok. Bunu öğrenecek. Yavaş yavaş, stratejik bir yöntemle bunu kabul ettireceğim. Yine iş başa düştü. Çocukken de böyle olurdu. Anneannemin öldüğünü anneme ben söyledim gece gelen telefondan sonra. Ağabeyim beceremedi. O zaman yine erkeklerin yapamadığını yapıp denge kuran ben olacağım bu gidişle.
Kendinize güvenin, özgüveniniz olsun, affedin gibi içi boş laflara artık doydum. Bu akşam bir milat oldu, içimdekini söyleyebildim. Bundan büyük bir şey var mı? Babam ne düşünür, kızar mı küser mi diye bir kaygı taşımadım. Bir anlamda haddini bildirdim evdeki dengesizliğin. Ve babama 2mizin bir ilişkisi olduğunu, buna 3. Kişiyi dahil etmeye gerek olmadığını söyledim. Kimseyi kimseden almadım, sadece yerini hatırlattım. Affetmek, bağışlamak öyle kolay olmuyormuş. Dibine kadar çatışmak, savaşmak, nefreti yaşamak gerek önce. Sonra sakin bir rüzgar esiyor zaten ardından.
Süreyya Safa