İnsan olma ızdırabı çekerken neler yaşıyorum? (başlık bana yollanan bir e mailden alınmıştır teşekkürler kendisine)
İnsan olmaya başladığım hissediyorum. Yalnızlığım katlana katlana artıyor ve ben bütün bunlardan tuhaf bir haz alıyorum, deliriyor muyum, değişiyor muyum (evet değişiyorum), ne yaşıyorum bunlara henüz net bir anlam veremedim. Yeni bir ‘ben’ oluyorum.
Saldırı savaşları hep daha bir heyecanlı geçer ya aynen onu yaşıyorum hayatımda. Artık savunma, boyun eğme, tepkisiz kalma zamanlarını geride bırakmak istiyorum. Bunları yaparken, diğer insanlardan biraz fazla bildiğimi gördükçe, biraz fazla güce sahip olunca işler karışıyormuş. Halbuki ben işler daha da yoluna girecek sanmıştım, yanılmışım. İşler yoluna giriyor aslında ama ben bu yeni hayatıma alışmakta zorlanıyorum, doğal olarak. Bir şeyleri yok sayarken boyun eğerken hayat daha kolay gibi görünüyordu, sonuç belliydi, ama şimdi sonucu belirleyecek olan ben olduğum için daha çok çabalamam gerekiyor, şimdi yıllardır almadığım sorumlulukları alıyor, yıllardır görmediğim zorlukları hissediyorum. Yüz üstü yere çakılıp duruyorum aslında bir yandan. Diğer yandan da hoppala diye kalkıyorum, kimsenin elinden tutamıyorum artık, çünkü elinden tutacağım kimse yok ki. Böyle birinin olacağına dair inancım da pek yok diyebilirim. Bazen böyle birine ihtiyacım olmadığını da düşünüyorum.
Bir zamanlar neredeyse taptığım babam bile gözümde gittikçe değersizleşiyor, sevgi olarak hala aynı yerde, ama bir insan olarak babamın her gün aynı şeyleri yapması, hep aynı şeyleri düşünmesi, benim hayallerimi anlamaya çalışmak için zerre kadar çaba göstermemesi, ama bir yandan kendi havasını atmak için profesör olmamı istemesi ağırıma gidiyor esasında, ya da bir yandan bir şeylerle oyalan, kimsenin işine bulaşma, devlete kapağı at diye akıl veren insanların etrafımda bahçedeki ot gibi türemesi beni bu konuda engelleyen duvarlar gibi. Kendileri yapamadıkları için benim de yapmamı istemiyorlar mı? Ya da şimdiye kadar bana kaşık kaşık yedirilen bırak başkası yapsın düşüncesi bu kadar mı kabuk bağlamış şekilde yerleşmiş herkese. Bütün bunları yaşamak beni bir yandan alt etmeye çalışırken, bir yandan da güçlü kılıyor. Bazen gümlesem de, sonradan bunu fark edip bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum en azından. Artık kararlarımı alırken, başkalarından onay almaktansa önce kendimin ne istediğini sormayı tercih ediyorum, bir de acele etmenin çok anlamsız olduğunu anlıyorum. Bu sene mezun olacağım, herkes iş iş diye koştururken, ben henüz karar vermediğimi ve biraz daha düşünmem gerektiğini biliyorum. Ama o çok bilenler, çalışmaya başlayınca alışırsın düşüncesindeler, nasıl olacaksa. Bu zihniyetten midir, Pazar akşamı herkes internete of yeni dönem başlıyor, ay tatil ne güzeldi diye yazdı. Gerçekten sevdiği işi yapan insanlar böyle bir isyan içinde değiller. E demek ki ben de bu insanlardan olmak için acele karar vermemeliyim. Mecburiyetten dolayı yaptığım işlerden şimdiye kadar zevk almadım, tam anlamıyla yapmadım, isteksizdim, bunları bile bile yaşamak istemiyorum tekrar. İnsanların yaşadıkları şeylerin çoğunun da mecburiyetten kaynaklandığına pek inanmıyorum artık, nerede kaldı seçim yapmak o zaman, ama hep mecbursun kelimesi ile yaptırılmaya çalışıldı bir şeyler bana da birçok insana da. Ders çalışmayan çocuğa da hep böyle yaklaşılmadı mı?
Ben hep annemin, babamın, ağbimin, diğer insanlarınki gibi bir hayatım olacak zannediyordum, sıradan, aynı düşünceler, evlilik değil evcilik tadında. Şimdi bunlar değişmeye başladı kafamda, meyvesini de yiyorum sanki yavaş yavaş. Kendi başıma düşündüğüm staj başvurum, zor insanlarla çalışma merakım, seçimlerimin sorumluluğunu almaya çalışma bunların bazı örnekleri. Ama bu yazıyı okuyan kimse zannetmesin ki bunlar benim için kolay, hadi yapayım dediğimde yapıyorum. Hiç kolay değil, hala eski derimden kurtulmaya çalışıyor, sinirlendiğimde eski ben gibi bir tepki verme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor, kalp atışlarım hızlanıyor, hala hata yapıyor ki insan olmanın en belirgin özelliği bence, yani hala ızdırap çekiyorum değişmek için. Bu zamandan sonra vazgeçmek benim için vicdan azabı oluyor, ne olursa olsun kalıp savaştıktan sonra bir şeyler olmazsa, en azından başım dik dolaşır yaptığıma inanırım. Ama ne zaman ki yapmıyor, kaçıyorum eskisi gibi, işte o zaman o kaygı, sıkıntı, başarısızlık gibi eski duygularım beni sarmalıyor. Bu yazıyı yazarken kaç kez duruyorum, vazgeçiyorum, kaçmaya çalışıyorum, ama ellerim yine klavyeye gidiyor, artık ancak böyle iyi hissediyorum kendimi. Eski oynadığım oyunlarda birilerine iyi görünmek için övgü almak için yaparken bunları, şimdi ise kendime iyilik yapmak için, değişmek istediğim olmak istediğim ‘ben’e yapıyorum bunları, ve artık özellikle de erkeklerin hayatlarında yaptığı her şeye sosyal faaliyetinden, ibadete kanmamaya çalışıyorum, herkes bunu kendisi için yapmıyor mu? Benim yaptıklarım, yazdıklarım tabi ki ilişkilerimi, birilerini etkileyecek ama bunları ben yapıyorum, kendim için. Bunu da gayet narsistçe söylerim, kimseyle de paylaşmam. Artık insanların yerine bir şeyleri yapmak da saçmalık olarak geliyor bana, o da bir insan, ben de insansam benim yapabildiğimi o da yapabilir. İşe yaramayan düşünceler, ego savaşları, oyunlardan kurtulmaya çalışmak, bunları fark etmeye başlamak ile başlanabilir.
7 Şubat 2012 /gokkusakgok@mynet.com
YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL
Bugün 23 Ekim 2011i geride bıraktığım ilk saatleri yaşadığım gece. 23 Ekim 2010 benim hayatımın her alanındaki birçok şeyi değiştirdiğim terapi sürecime başladığım gün.
Boyumun 3 katına ulaşmış korkularımla evden çıktığımı, ve o güne nasıl başladığımı o kadar iyi hatırlıyorum ki, dizlerimdeki titremeyi hala hissediyorum düşününce. Ben zannediyordum ki, biten ilişkimi konuşacağız, erkek arkadaşımın benden aldığı kendime güveni yerine getireceğiz, konuştukça rahatlayacağım, üzerine para vereceğim, o beni daha da çok rahatlatacak, ve bu iş de kısa sürede bitecek. İtiraf ediyorum ki bunları düşünüyordum. Ama baktım ki ilk seanstan çıktığımda hissettiğim sahte rahatlama hissi, yerini 2. 3. 4. seanslarda eve geldiğimde istediğim uyuma, çektiğim baş ağrısı gibi şeylere dönüştü. Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum kendimi. Allah’ım bıraksam mı acaba, nasıl olsa psikolojik danışmanlık okuyorum, bundan sonrasını kendi kendime halledebilirim. Hem ne var ki hayatımda yatıp kalkıp şükredeyim halime, yediğim önümde yemediğim arkamda. Bunun gibi aklımdan geçen düşünceler arttıkça, kendimi daha çıkılmaz bir yola soktuğumu anladım ve birçok insan terapiye devam etmeye cesaret edemezken, ben ise bırakmaya cesaret edemedim. Sonrasında yaşayacağım pişmanlık eminim ki çok şiddetli olacaktı ve bununla baş edemezdim. Ben bu kadar güçlü değilim. Taptığım bir babam, ölümünün yasını tam tutamadığım bir annem, narsist bir ağbim, kişiliğinde ciddi sorunları olan bir üvey annem var. Yanımda bana destek olacak kimse yokmuş aslında. Göbek bağım mı gönül bağım mı bir şeyler kopmuş aslında çoktan bunlarla. Çölde tek başına atının üstündeki bir kovboy gibiyim.
En önemli şeylerden biri ben bir erkek terapiste gidiyorum, erkekleri kötüleyeceğim, tanıdığım erkeklerin hepsi kötüydü çünkü, kadın olsaydı bana hak verir beni anlardı, biraz da erkek dedikodusu yapardık, hele ki bekar kadın olsaydı ooh neler kaynatırdık. Bu adam üstüne üstlük evli.
O kadar ufak hissettim ki zaman zaman kendimi o seans odasında. Karınca bile benden daha güçlü herhalde dedim. Onaylanmayı, evet haklısın cümlesini duymayı o kadar çok bekledim ki bir zamanlar. Ama şimdi iyki o cümleyi duymamışım diyorum. Hayatım boyunca duydum da ne oldu ki, günlerce arkadaşlarıma erkek arkadaşlarımla olan sorunlarımı anlattım, benim haklı olduğumu o erkeğin bana layık olmadığını söylediler. Demek ki bu da yetmedi. Hayatımda bir şeyler eksikti.
Devam eden zamanda, bu terapi işi eğlenceli olmaya başladı, güzel şeyleri gururla anlatmak, bakın bunu da yaptım bakın bunu da yaptım, bugün yatağımdan kalkarken hiç zorlanmadım, terapiye gelmeye üşenmedim demek, beni güçlendirdi. Artık terapistim bana gücünü koru gibi cümleler kuruyordu, çok şükür demek ki pilim dolmaya başladı. Yazmaya başlamak gittikçe keyif verici oldu. Eğer bir gün hayatımı roman yaparsam, bunları kullanacağım. Artık benim de bir hikayem var. Acılarım var yine içimde, ama artık seçtiğim kelimeler, acılarımdan çıkardığım anlamlar, gözlemlerim, deneyimlerim, nasıl yandığım yazıyor içinde bu hikayenin. Gündeki anneler gibi sızlanmalarım, şikayetlerim, tatminsizliğim yok içinde. İçimden bunlar tam anlamıyla gitmedi tabii ki, ama artık o kadar uzaklaştılar ki, el sallıyorlar ama ben umursamıyorum onları. O anneler yazımdaki annelerin azmi var artık hikayemde. Gözyaşlarım akarken gururla akıyorlar artık. Hissetmenin gururuyla, saklanmıyorlar kimseden. Ne var ki bunda onların da görünmeye ihtiyaçları var belki. Ağlamak da gülmenin kardeşi değil mi. Öylelermiş, bunu da öğrendim.
Köleydim, efendi pozisyonuna yükselmeye başladım, bir ara rehavete kapılıp ben de mi birilerine gücümü göstersem dedim, sonra dedim ki geldiğin yerini unutma. Köleyken efendini sevmiyordun aslında. Efendileri hiç sevmedin. Güç, para benim tapacağım şeyler değil. Yükseldikçe terapistimin koltuğu da aşağı inmeye başladı. Sıradan biriymiş o da benim gibi. O da çok acı çekmiş. Çok ilginç, psikologlar hiç acı çeker mi. Hem onun tuzu kuruydu, mesleğini eline almış, işi tıkırında gidiyordu. İşin aslı bu değilmiş tabii ki. Buram buram deneyim ve acı kokan biriyle çalışıyormuşum aslında. Ve ona dürüstüm artık, muhalefet olmayı da seviyorum ona. Güvenim de var en özel şeylerimi ona anlatabiliyorum. İyi bir erkekmiş her şeyden önce. Dünyada iyi erkekler de varmış. Eminim ki benim iyi olmamı içtenlikle istiyor, gelişimimi gördükçe o da mutlu oluyor. Babam sordukça bu psikolog işi ne zaman bitecek diye, sertliğimle daha zamanı var diyorum. O terapiler benim çocuğum gibi oldu artık çünkü. Onları korumak, kendimi korumak demek. Ayrıca madem ki bu kadar uğraşıyorum kendim için, önce bir adım önümdekini sağlama almalıyım.
Biriktirdiğim erkek koleksiyonunu sadece terapistim biliyor birçok detayı ile. Koleksiyon ismini de kendisi verdi buna. Biraz utandım gibi sanki bunu konuşurken ama sonra beni yargılamayacak kişinin o olduğunu bildiğim için de onunla paylaşabildim bunu. Şimdi koleksiyon yapmayı bıraktım, bugüne kadarkiler bana yetti dedim. Aşk güçlü kadınların işidir demiştim, ama ben henüz tam olarak güçlenmedim ki, neden bir ilişkinin hazin sonucunu görüp yine kendimi suçlayayım. Evet yine beni terk ettiler. Yine başaramadım demenin hiçbir faydası yok bana. Ve gerek yok artık böyle bir şeye. Ben kendimi birçok alanda kanıtladım zaten. Akademik yaşantımdaki başarım, yaptığım ve yapacağım gönüllü çalışmalarım, insanlarla ilişkim. Hepsinde başarım var. Aileme başkaldırdım ve kabul ettirdim kendimi. Birçok arkadaşıma da öyle. Bunları yaptıkça yalnızlaştım ama, daha çok üşür oldum tepelere çıktıkça. Farklı düşünmek, görünmeyeni görmek, üzerime aldığım sorumluluklarını yerine getirmek, hepsi bir değişik etki yaptı bünyemde. Neden mavi kapak biriktiriyorum belediyeye ya da başka bir yere göndermek için, neden evde çöpleri ayırıyorum, kağıt çöplerini başka yere atıyorum, neden suyu daha az harcıyorum, neden insanların açıklarını yüzlerine vurmuyorum artık, neden bazı şeyleri her yerde söylemiyorum, neden insanlığa nasıl faydalı olabileceğimi düşünüyorum, neden kendimi mutlu etmeyi istiyorum, neden artık keyif aldığım şeyler değişiyor, neden maneviyata daha çok yöneldim, neden dünyanın iyi bir yer olduğuna inanmak istiyorum, neden hayata bu kadar tutunuyorum, neden bir anda içimden eğitim uğruna işi uğruna dayak yiyen bir öğretmen gibi olmak, onun yaşadığı tutkuyu yaşayabilme isteği geliyor, neden sıra dışılıklar bana artık daha sıradan geliyor, neden sınırlarımı, duvarlarımı artık yıkıyorum, neden artık bir erkek arkadaş istemiyorum, neden artık babama tapmıyorum, neden artık ağbimi eskisi kadar umursamıyorum, neden kendimi ona ve diğerlerine kabul ettirmeye çalışıyorum, ben buyum diyorum, neden cesaretimi arttırmak için uğraşıyorum, neden yüksek lisans ve doktora yapmak konusunda daha hırslıyım, neden bazen bunların hepsinden vazgeçip, güne sabah programı ile başlayıp, akşamı dizi ile kapatmak istiyorum, neden insanların sahte gülüşlerini, iltifatlarını daha kolay fark edebiliyorum, neden bunların hepsinin YAŞAM’ın kendisi olduğuna inanıyorum artık?
Cevap basit, ben E. Üniversite son sınıfta okuyan, hayatını şimdiye kadar pek gözden geçirmemiş, geçirse de hep olumsuzluklarımı görmüş, suçu hep başkasında aramış, 24 yaşında çocukluktan henüz çıkmış, nasıl başladığını kendisi de hayal edemeyen, ama risk almayı seven ve terapiye gitmeye başlamış, 1 yılını doldurmuş kıdemli olma yolunda ilerleyen bir danışanım. Yolunda emin adımlarla ilerliyor, daha da ilerleyeceğine inanıyor, çok baltalanıyor, çok darbe alıyor, bazen çok kaygıları var, korkuları var, ama artık kaçmıyor, inadına gidiyor üzerine. Bu dünyada tek başına yaşamadığını, ama bir o kadar da tek başına olduğunu öğrendi, bu ağır gelmesine rağmen, omzunun bir yerine koydu.
İçtenlik, cesaret, umut, korku, hüzün, sevinç gibi duygularla yoğrulmuş bir yazı yazdım bugün. Kendime dokunarak yazdım.
iletişim: gokkusakgok@mynet.com