Gönderen Konu: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)  (Okunma sayısı 21647 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4290
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)
« Yanıtla #15 : 03 Ocak 2011, 01:14:53 ös »
AYI MUHABBETİNDEN YAKLAŞIK 30 YIL SONRA
 
Erkek Kardeşim'le Babam konuşur
 
Erkek kardeşim Babama der ki:
"Sen evlatların arasında hiç adil davranmıyorsun.
Kızına hep öncelik verdin.
Ona hep ilgi gösterdin.
Onu daha çok sevdin."
 
Babam'ın cevabı:
"Öyle olmak lazım çünkü
Kız çocuğuna sevgi göstermezsen
Sevgiyi evin dışında arar."
 
Erkek Kardeşim:
"Emre Abime sevgi vermedin.
O da gitti dışarda aradı.
İbne oldu."
 
Babam konmaya devam eder:
"Ne ilgisi var.
Hem ilgiden sevgiden bahsediyorsunuz.
Siz bir gardrobu söküp birleştiremiyorsunuz.
Ne sende ne de Emre Abinde yetenek yok.
Ama ablan öyle mi
kendi başına tahtaları birleştirip dolap kurabiliyor."
 
Sözlük:
Konmak : monolog un fiili hali
Gardrop: bildiğimiz gardrop işte. hani kıyafetlerimizi içine atarız ya ondan işte.
Lazım oldukça kapağı açar üstümüze giyecek bir şeyler arar bulur giyeriz.
Üstümüzden çıkardıklarımızı da içine atarız.
Kimi kişilerinki karmakarışık olur.
Yıllarca giymediği kıyafetler içinde kalır durur. Bir düzeni de bulunmaz.
Hatta bizim evde 30 yıldır giyilmeyen kıyafetler öylece durur gardrobun içinde.
Sanki müze.
 
Emre V. Lacivertoğlu
www.facebook/Lacivert

LacivertEmre

  • Jr. Member
  • **
  • İleti: 78
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)
« Yanıtla #16 : 26 Nisan 2011, 09:53:30 öö »
LacivertEmre@hotmail.com
evet burdan ulaşabilirsiniz bana

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4290
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)
« Yanıtla #17 : 12 Ocak 2012, 07:36:01 öö »
Taksim Gezi Parkı'nda Bir Yaz Akşamı ( Küçük Hanfendi Eyüp ile birlikte )


Yaz Akşamları (Tamamı)


Kurallardan bıktım ödevlerden de.
Özellikle son terapide verilen iş çıkışı eve gidip, evimle ilgilenme ödevini ben yapamicam , kardeşim.
Bu güzel yaz akşamlarını evde geçiremem
çünkü evde tek başıma canım fenna sıkılıyor üstelik eve "misafir kabul etme" yasağı da var,  eve internet bağlatma yasağı da var.


Dün iş çıkışı, Taksim Gezi Parkı'ndaydım.
Bir bankta tek başıma oturdum, etraftan gelip geçenleri izledim.
Bu hoşuma gidiyor, çevremden geçenleri izlemek.
Başka hayatları takip etmek.
Belki de röntgenci olduğumdandır.


Öyle geçti vakit.
Ermeni de yok.
Acaba gelir mi?
Hava daha aydınlık. Güneş batmamış. Vakit ikindiyi geçmiş ama akşam olmamış.
O bu saatte gelmez ki?
Gelir mi acaba?
Gelmez herhalde.
Belki de koli kesiyordur  "manti"nin tekiyle, bu saatte.


Acaba eski lubun arkadaşları mı arasam?
Bugün Pazartesi.
Hakan izinlidir.
Onu ariim bari.


*** (Devamı)
Hakanla 7 yıl önce tanıştım.
İnternetten tanıştığım ilk lubunya o.
O zamanlar 18-19 yaşlarında esmer, uzun boylu atletik parlak bir çocuktu.
Ses tonu da bi tuhaf ; kimi zaman erkeksi kimi zaman kadınsı ve sesi derinlerden geliyor.


Adalar'a gitmediyse arkadaşlarıyla kesin buralardadır.
2 yıldır görüşemiyoruz.


Teli kapalı a.q
Msj atayım, ulaştı raporu gelince ararım tekrar.


Off bu bank da güneş alıyor.
Elimdeki şişeden son yudumu içiyorum.
Bakıyorum etrafıma.
İlerden bi "balamoz" geliyor yanında "manti".
Bu "manti"leri anlamıyorum.
Ne buluyorlar balomazlarda a.q?
Tabii ki "belde".
Beldesi olmasa balamozun ; o manti koliler mi onu
Bence kolilemez.


Yaklaştıkça daha çok fark ediyorum. "Manti" "şugar"mış.
Hem de "but şugar".
Bi şeyi daha fark ediyorum.
Manti, digin.
Demek birbirlerini koliliyorlar.
Yada yaşlı adam "lubun", yanındaki genç "digin".
Öff ya bana ne bu ibnelerden.
Kimin kime ittirdiğinden bana ne
Ama harbiden çocuk şugar.
Hem de but şugar.


Hakan'a msj ulaşmış.
Arıyorum.
Tel çalıyor, çalıyor, çalmaya devam ediyor.
Açmıyor teli.
Duymuyor mu ne?
Yoksa duyuyorda tele cvp mı vermek istemiyor.
Yada işi vardır?


Ne yapayım?
Etrafı izlemeye devam.
Akşam yemeği de yemedim.
Karnım aç.


Benim başka lubun arkadaşım daha vardı.
O aklıma geliyor birden.
Küçük hanımefendi Eyüp.
Onu mu arasam?
O, zırıl zırıl bir lubunya.
Orta boylu, sıska, beyaz tenli parlak, tüysüz ve sarı saçlı.
Davranışlarda "Gacıvari"
Onunla gezmeye utanıyorum çünkü zırıl zırıl bir ibne o.
Bütün dikkatler üzerimize toplanıyor.
Ve dikkat çekmek için büyük gayret gösteriyor.
Boşver yaw onu aramiyim.
Hem o çok uzakta buraya gelmesi bi kaç saati bulur.


"Abi ben erkeğim yaw" diyorum içimden.
Herşeyimle erkeğim.
Tavırlarım, yürüyüşüm, konuşmamla.
" Laçovârî "yim.


Ve ben kendimi erkek hissediyorum.
Kendim gibi erkekler ilgimi çekiyor.
Erkek erkeğe takılmaktan hoşlanıyorum.
Zaten benimle takılanların çoğu digin.
Diginler ilgimi çekiyor.
Sokakta erkek gibiler.
Yatakta nasıl olduklarının ne önemi var ki?
Gacılarla, gavivari lubunlarla ne işim var.
Lubunla arkadaşlık etsem bile Laçovari olmalı.


Karnım aç.
Bişiler yemem lazım.
Önce işicem McDonalds'ta.
Parktan çıkıyorum.


O ne öyle?
Olamaz bu
Olamaz.


Az önce aklımdan geçirdiğim ve 2 yıldır görüşmediğim.
Küçük Hanfendi Eyüp'le, McDonalds'ın tuvalettinde karşılaşıyorum.
Yok böyle bişiy.


New Age saçmalığı;
Çekim Yasası gerçek olabilir mi?
Olmak istediğini hayal et ve olsun.
Acaba hayaller, gizli bir dua mı?


O da şaşırıyor beni görünce.
Gözlerinin altına açık mavi rimel çekmiş; biyolojik kadınlar gibi.
Tuvalette millet bize bakıyor.
Acaba benim  ibne olduğumu anladılar mı?
Şimdi ben bu eski lubun arkadaşımla mı gezicem Taksim sokaklarında.
Bütün dikkatler üstümüze toplanmaz mı?


Sonra Eşcinsel Terapistim Hüseyin Bey'in sözleri aklıma geliyor.
"Bütün bağlarından kop"
Evet terapist haklı.
Milletin ne düşündüğünün ne önemi var.
Evet bu doğru. Bu iyi bir şey.
Siktir et milleti.
Kim görürse görsün.
Benim hakkımda ne düşünürse düşünsün.
En fazla ne dicekler ki : "İBNE"


Ve "Gullüm" başlıyor.
Özlemişim böyle şeyleri.
Son 4-5 yıldır soyutlamıştım kendimi bu dünyadan.
Tek başıma takılıyordum İnternetde.
Saatler geçtikçe içimde bir boşluk hissi oluşuyor.
Ben ne yapıyorum yaw.


Ermeniyle bu küçük hanfendiyi karşılaştırıyorum.
Ermeniyle bütün çatışmalarıma rağmen onunla vakit geçirmek daha farklıydı.
Nasıl diyim?
Sanki bu çatışmalar, tartışmalar, güç mücadeleleri beni bir şekilde besliyordu.


Bu Küçük Hanfendide ise tamam "Gullüm" var.
eğleniyoruz, gülüyoruz, mantilere alıkıyoruz
ama sanki birşey eksik.
O eksik olan ne?


Saatler geçiyor bu şekilde.
Karnım aç benim, bişi yemedim.
Gece oldu.
Ve bu küçük hanfendi bir "koli" bile bulamıyor.
Koli bulsaydı da ben izleseydim onları.
Ben sadece izlicem.


Karnım aç, yorgunum ve huzursuzum.
Evime gidiyorum.


Ve yemek yemeği unutarak yatıp uyuyorum.
Huzursuzum çünkü Eşcinsel Terapisine o kadar zaman ve para ayırıyorum.
Terapistin bazı tavsiyelerine uymuyorum.
Benim gerçekte derdim ne?


Evet ben şimdi gerçekten eşcinsellikten kurtulmak istiyor muyum, istemiyor muyum?
Eğer istiyorsam;
Bunu başarabilir miyim, başaramaz mıyım, merak ediyorum?




Kelavca Sözlük
Koli kesmek: Cinsel ilişki
Kolilemek: Becermek
Kolilenmek: Becerilmek
Koli: Müşteri (Yani eşcinsel ilişkiyi kabul edebilecek şahıs)
 
Alıkmak : 1) Kelime anlamı "İtiraf etmek" yani eşcinsel olduğunu belli etmek.
               2) Yardımcı Fiil olarak kullanılır.


Şugar: Yakışıklı
But : Çok - Büyük- Fazla
But Şugar : Çok yakışıklı


Manti : Genç aktif erkek (Genç Aktif Gey)
Laço: Erkek (Aktif Gey)
Laçovârî : Erkeksi


Digin: Görünüm olarak erkeksi olmakla birlikde eşcinsel ilşkide hem aktif hem de pasif konumda bulunan erkek. (Alıcı-Verici)


Zırıl zırıl : Çok âşikâr. Çok belirgin.
Lubun: Lubunya: Pasif Gey
Gacı : Kadın
Gacıvari: Kadınsı
Gullüm : Eğlence.


Balamoz: Yaşlı adam
Belde : Para




Emre Lacivertoğlu


LacivertEmre

  • Jr. Member
  • **
  • İleti: 78
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)
« Yanıtla #19 : 14 Ağustos 2024, 01:17:31 ös »
"Taksim Gezi Parkı'nda Bir Yaz Akşamı" (2010) adlı yazımın üzerinden 14 yıl geçti...ve şimdi bugün ÖLÜM hakkında aşağıdaki yazısı paylaşıyorum... 14 yılda çok şey yaşadım... Bir gün yazmayı umuyorum...

Psikolog Hüseyin Kaçın'la "Lacivert Emre'nin Eşcinsel Terapisi" 24 Nisan 2010 - 26 Ekim 2017 tarihleri arasında yaklaşık 7 buçuk sene sürdü.

MARTİN HEİDEGGER DÜŞÜNCESİNDE ÖLÜM FENOMENİ

Heidegger için ölümün varlık olanaklarından bir tanesi de onu en geniş anlamda yaşamın bir fenomeni olarak tanımlaması ve yaşam da kendisine dünya-içinde var olmanın ait olduğu bir varlık türü olarak ifade ediyor olmasıdır. Heidegger bu doğrultuda bir canlının ölümle olan ilişkisiyle bir insanın yani Dasein’ın ölümle olan ilişkisi arasında ayrım yapmaktadır. Ona göre insan dışındaki bir canlının varoluşuyla insanın varoluşu arasındaki ayrım nasıl farklı ise ölümü de farklı olmak durumundadır. Heidegger bu ayrımla bir canlının bitişine terminolojik olarak telef olma derken, Dasein’ın ölümünü diğer canlılardan ayrı tutmaktadır. Çünkü ona göre Dasein basit bir şekilde yok olmamaktadır. Bu yüzden onun ölümünü hayatını kaybetme olarak adlandırır. “İnsanlar ölümlüdür. Onlara ölümlüler denir, çünkü ölebilirler. Ölmek, ölüm gücü olarak ölüm anlamına gelir ve sadece insan ölür.” Dolayısıyla “Dasein asla telef olmaz”, hayatını kaybeder ve Dasein ancak ölmekte olduğu sürece hayatını kaybedebilir. Kısaca ölmek Dasein’ın kendi ölümüne doğru var olduğu bir varlık yoludur.

ÖN SÖZ VE TEŞEKKÜR
Martin Heidegger, kuşkusuz düşünce tarihinin son dönemlerinde görüş ve düşünceleriyle adından sıkça söz ettiren bir düşünürdür. Heidegger’in temel sorunu varlık ile var olan arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşmaktır. Felsefeye yeni bir soruyla başlangıç yapacak olan Heidegger, felsefesini varlığa ilişkin soru ya da varlığın anlamına ilişkin soru çerçevesinde oluşturmaktadır.

Varlığın anlamını sorgulayabilecek tek varlığın da Dasein olduğunu ifade ederek, ölüm fenomeniyle Dasein’ın hergünkü yaşam durumunu ele alır ve bu şekilde varlığı anlamaya çalışır. Biz de varoluşu belirleyen ve yaşama anlam veren bir olanak olarak çalışmamızda ölüm fenomenini konumlandırarak, otantik bir yaşamın çözümü için arayışa koyulduk. Bu bağlamda “Martin Heidegger Düşüncesinde Ölüm Fenomeni” adlı çalışmamız bir giriş iki ana bölümden oluşmaktadır. Girişte Heidegger’in öncelikle entelektüel biyografisine ve eserlerine yer vererek onun felsefi serüvenine giriş yaptık. Heidegger’in düşünce tarihindeki yeri ve katkısını ortaya koyabilmek adına Türkçe’ye çevirisi yapılmış eserlerinin kısa bir özetini sunduk.

Bu kısa girişten sonra konunun amacını ve kavramsal yapısını derin bir incelemeye tabi tutarak, Heidegger’in dilinden doğan zorlukları aşmaya ve düşüncelerini açıklamaya çalıştık. Bu bakımdan araştırmanın sınırlarını belirleyerek, literatürde Heidegger üzerine yapılmış olan çalışmalardan faydalanmaya ve ölüm ile ilgili genel metinlere değinmeye özen gösterdik. Ardından din felsefesi sahasında kullanılan yöntemlere başvurup, birtakım metotları kendimize yol haritası olarak belirledik. Çalışmamızda kullandığımız yöntemleri belirlerken Heidegger’in düşünce çizgisini takip ederek o doğrultuda hareket etmeye özen gösterdik.

Çalışmamızın İkinci Bölümünü oluşturan Varlık ve Dasein başlığı altında Heidegger’in kendini adamış olduğu varlık sorunsalını gündeme getirdik ve varlık üzerine uzun bir araştırmaya koyulduk. Çünkü Heidegger felsefesinde ölüm düşüncesi söz konusu edildiğinde yapılması gereken onun varlık ile ilgili temel birikimini ortaya koymak olmalıdır. Heidegger ölüme uzanan yolculukta var olanların ne anlama geldiğini ve varlığın tam olarak ölüm ile anlaşılabilme olanağından hareket etmektedir. Dolayısıyla biz de var olanların ne anlama geldiğini sorgulayarak, varlık uğruna yapılan savaşları felsefe tarihinden hareketle değerlendirmeye çalıştık. Ardından varlığın ne anlama geldiğini sorgulayabilecek tek var olan Dasein’ı belirleyip, onun analizini sunduk. Bu analizde Heidegger’in Dasein’a yüklediği misyonu dikkate alarak, onun günlük eylemlerinden, ruh hallerinden ve başkalarıyla olan birlikteliğinden hareket edip Dasein’ın belirli bir tasnifini sunduk. Dolayısıyla ikinci bölümümüz yaşadığı her günü ölüme doğru ilerleyen bir var olanın temel yapısını ve kendi olma çabasını anlatmaya çalışan bir çalışmayı kapsamaktadır.

Üçüncü Bölümümüzü oluşturan Dasein ve Ölüm başlığı altında ise, Dasein’ın hergünkülüğünde bir düşmüşlüğün ve yabancılaşmanın içerisine girdiğini, buradan da varoluşu gereği sahih varlığına geçmesi gerektiğini vurguladık. Heidegger için bu sahih varlığa geçiş sadece ölüm ile gerçekleşebileceğinden ötürü ölüm üzerinde onu anlamaya ve açıklamaya yönelik derin girişimlerimiz oldu. Ölümü yaşamın bir fenomeni olarak görüp anlamak için sonlu ve sınırlı bir var olandan hareket ederek Dasein’ın tamlığa nasıl kavuşabileceğine değindik. Son aşamada ise Dasein’ı zaman fenomeni üzerinden ele alıp, onun eksiksiz bir varlığını sunmak adına zamansallık fenomenine başvurduk ve ölüm ile zaman arasındaki ilişkiyi inceledik.

Ölüm ile zaman arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek için de Heidegger’in zaman hakkındaki görüşlerini ve kendinden önceki zaman algılarını hangi ölçekte değerlendirdiğini sunarak, zamanın onun için ne anlama geldiğini ifade ettik. Bunu yaparken de ölüm ile zaman arasındaki ilişkiyi göz önünde tutarak, ölümün yaşama nasıl şekil verdiğini ve insan varoluşunu ne ölçüde etkilediğini açıklayabilmek adına Sartre’ın ölüm ile ilgili görüşlerine yer verip, bir karşılaştırma yapmaya çalıştık.

Sonuç olarak çalışmamızda temel amacımız Heidegger felsefesinden hareketle insanın ölüm aracılığıyla kendini dünya içinde nasıl konumlandıracağına dair yaklaşımı incelemek ve ölümün yaşamı anlamlandırmada üstlendiği rolü tespit etmek olmuştur.

Araştırmamız boyunca görüş ve fikirleriyle yol gösteren Sayın Hocalarımız Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran ve Prof. Dr. Fethi
Kerim Kazanç’a, çalışma süresince geçirmiş olduğum tüm zaman dilimlerinde her fırsatta yardım ve desteğini esirgemeyen bilgisinden ve tecrübesinden yararlandığım kıymetli danışmanım Prof. Dr. Metin Yasa’ya teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca çalışmada yer alan Almanca eserlerin çevirisini yapan Hüseyin Bayındır’a ve beni destekleyen aileme teşekkür ederim.

Kaynak
https://fcr.com.tr/martin-heidegger-dusuncesinde-olum-fenomeni/
« Son Düzenleme: 14 Ağustos 2024, 05:28:29 ös Gönderen: LacivertEmre »

LacivertEmre

  • Jr. Member
  • **
  • İleti: 78
    • Profili Görüntüle
Ynt: EŞCİNSEL TEDAVİ (lacivertemre@hotmail.com)
« Yanıtla #20 : 14 Ağustos 2024, 05:27:25 ös »
HEİDEGGER'DE ÖLÜM KAVRAMININ ANALİZİ
Arslan Topakkaya*

Parg. 1.              Heidegger ölümle ilgili düşüncelerini baş yapıtı olan “Varlık ve Zamanda“ ‘Varlık ve Zamanlılık’ başlığı altında inceler. Konumuzu sınırlamak bakımından  şunu belirtmeliyiz ki; Heidegger`in ilgilendiği ölüm, insanın iradesiyle kendi yaşantısına son vermesi olmayıp, insan iradesinin dışında kalan ve günlük  hayatta ’ölmekten’ anladığımız şeydir. Ona göre ölmek zorunda olmak insanın  kendi isteğiyle seçmiş olduğu bir varlık biçimi değildir. Heidegger`de insanın ölümlü olması onun özgürlüğü ile yakından ilgilidir. İnsan ölüm sayesinde kendi özgürlüğünün farkına varmaktadır.

Parg. 2.              Heidegger ölüm tahlilinde intiharı bir kenara bırakır. ‘Varlık ve Zamanda’ bu konuyla ilgili septiklerin insanın kendi hayatına son vermesini niçin olumlu bulduklarına dair birkaç satırlık bir açıklama bulunmaktadır. Ona göre; septiklerin intihara olumlu bakmalarının sebebi onların ’Varlık ve Gerçeklik`ten’ şüphe etmeleridir.[1]  Heidegger daha sonraki eserlerinde bu konuyu ele almamış ve ölüm analizinde bu konu etkili olmamıştır.[2] İnsanlar ölümü ancak ‘Ölebilmek’ olarak algılayabilirler ve bu anlamda ölüm düşünce ve güç açısından insan iradesini aşmaktadır.[3] Heidegger`e göre ölümün insana ’sevecen’ gelen bir tarafıda vardır. Biz ölümü ’Hiçliğin Çığlığı’ olarak severiz ve varlık olarak varlığa ait özsel ilişkimizi ölüm sayesinde düzenleriz. Bundan dolayı  Heidegger`de insan özünün gerçekleşme şartlarından biri,  insanın ölüm karşısında duymuş olduğu korku ve kaygıdan kurtulup ona kaşı durma ve ona dayanmasıdır.

Parg. 3.              İnsanın kendi olması, kendi varlığını gerçekleştirmesi sadece kendi eylemiyle ilgilidir.Kendini gerçekleştirmede başkaları temelde söz sahibi olamazlar. İnsanın kendini gerçekleştirmedeki bu yalnızlığı aynı zamanda kendi ölümünde de geçerlidir. Ölüm sadece ve sadece benim ölümümdür ve bu başkaları tarafından benden koparılamayacak bir gerçekliktir. ”Hiç kimse başka birinin ölümünü elinden alamaz ve engelleyemez. Herhangi birisi başka birisi için ölüme gidebilir. Bu her zaman insanın başkaları için belli bir şeyde kendisini feda etmesi anlamına gelir. Böyle bir ölüm hiç bir zaman en dar anlamda başkasının ölümüne sahip olmak, onu yaşamak anlamına gelmez. Ölüm her defesında, her varolanı kendisi olarak almak zorundadır. Ölüm, ölüm olduğundan dolayı özsel olarak benimkidir. Ölüm bu açıdan hakiki anlamda ‘Varolma İmkanı’ anlamına gelir. Burada sadece bireyin kendi varlığı sözkonusudur (....). Ölüm verilmiş bir şey olmayıp aksine kendisi en üst düzeyde özsel olarak anlaşılan bir fenomendir.“[4] Ölüm varlığın kendi üzerine almak zorunda kaldığı bir varlık imkanıdır.  Ölümlü olan varlık  kendi özüne ait varolabilmenin karşısında durabilmektedir. Böyle bir durumda bireyi sadece bu dünyada olmak ilgilendirmektedir. Varlık ‘Daha fazla varolmama imkanı’ ile karşı karşıya kaldığında ve kendi temel özünü oluşturan bu imkanla yüzleştiğinde kendisini kendi en özsel varolabilmesine yönlendirmekte ve diğerlerine karşı tüm ilişki ve ilgilerini ortadan kaldırmaktadır. İnsan varlığının böyle bir özsel imkanı, aynı zamanda kendisinin en görünen ve en son şeyidir. “Varolabilmek olarak varlık, ölüm imkanını ortadan kaldırmaz.“[5] Başka bir ifadeyle; “Ölüm kendisini en insani, en ilişkisiz ve ortadan kaldırılamayan bir imkanlılık olarak gösterir.“[6]  Ölümün getireceği bu hiçlikle beraber her şeyin değerini yitireceği düşüncesine kapılmak yanlıştır. Hiçbir ideoloji, hiç bir  mezhep ya da din beni ölümün ekzistansiyel tecrübesinden alıkoyamaz. Ölüm karşısında hiçbir dayanağımız ya da avunabileceğimiz değerlerimiz yoktur. Ölüm bir varolma çeşididir ve insan bu varlık çeşidine doğar doğmaz sahip olmaktadır.“Ölüm bir varoluş tarzıdır, böyle bir tarz varlğın doğar doğmaz taşımayı üstlendiği varoluş biçimidir.“[7]

Parg. 4.              İnsan vicdanı ve aklı kendisine devamlı sonlu ve ölümlü olduğunu hatırlatır. Günlük bilincimiz de sonlu olduğumuzun farkındadır. Şimdiki zamanda yaşayan ve zamanı tüketen bir varlık olarak insan, günlük yaşantısında da ölümün kesinliğinin bilincindedir ve bu bilinç insanda daima aktueldir. Bütün bunlara rağmen insan ölümün bu yönünü görmezden gelir. Böyle bir sapma aynı zamanda ölümün öznelliğinden, bağlantısızlığından ve kesinliğinden de bir sapmadır. “Ölümün kesin olarak geleceği fakat şu anda varolmadığı söylenir. Bu ‘fakat’ kelimesiyle ölümün kesinliği izafileştirilmektedir. Şu anda ölümün gelmemiş olması yalın negatif bir yorum olmayıp; başkalarının (das Man)[8] tabi yorumudur.(...). Gündelik yaşam kendini kaygının zorlamasına bırakır, ve kendini hiçbir şey yapmadan ölümü düşünmeye verir. Fakat bu düşünce genelleştirilerek  ileri bir tarihe ertelenir.  Her zaman olabilecek  ölüm hakikatinin üstü onu başkalarına maletmek suretiyle kapatılır.“[9]

Parg. 5.              Ölümlü olan varlığımız, kendi ölümünün belirli bir zamanda olacağına inanarak, ölümün her zaman gelebileceği gerçeğinden kendisini bir nebze alıkoymuş olur. Böyle bir belirlilikte ölümün ne zaman geleceği hesap edilmemektedir. İnsan varlığı böyle bir belirlenmişlikten bile kaçmaya çalışmaktadır. Ölümün belirsizliği günlük kaygılarımızı belirlemekte ve bu kaygılar her defasında gelecek günlere devredilmiktedir. Fakat belirsizliğin bu örtüsüyle ölümün kesinliği birbiriyle kesişmektedir. Böylece ölümün özsel imkanı ortaya çıkmaktadır. “Yani kesinlik ve bunun yanında belirsizlik, ölümün her an mümkün olması anlamına gelmektedir.“[10] İnsan her zaman ölümle karşı karşıyadır[11] ve bu insanı hayvanlardan ayıran bir özelliktir. Hayvanlarda kendi sonları geldiğinde ondan kaçmak kurtulmak isterler; fakat kendi sonlarını düşünerek hareket etmezler, tehdit olmadan kendi ölümleri üzerine düşünmezler. Onlar kendi varlıklarının sonlu olduğunun idrakinde değillerdir.“Sadece insan ölür. Hayvan ancak son bulur. O, ölüme ölüm olarak ne kendinden önce nede kendinden sonra sahiptir.“[12].İnsanla hayvanı birbirinden ayıran şey sadece insanın akıl sahibi bir varlık olması değildir. Ölümün gerçek anlamda sadece insana ait olmasıda iki varlık türü arasındaki temel bir ayrımdır.

Parg. 6.7.8.9.10.11.12.13.14.15.16.17.18.19.20.21

Parg. 22.          Sonuç olarak şunu söyleyebilirizki Heidegger’in Tanrı kavramından anladığı şey ile geleneksel felsefe ve Metafiziğin Tanrı kavramından anladığı şey birbirlerinden farklıdır. Heidegger’i daha fazla sonlu varlıklar ilgilendirmektedir. “Onun Tanrıya ilişkin düşüncesi onto-teolojik ve metafizik açıdan değerlendirilemez. Onun amacı en yüksek ilkeye ulaşmak değildir. Çünki sonlu düşünce tamamen ve gerçekten genel anlamda sonlu bir düşüncedir.“[43] Heidegger’in Tanrısı sonlu varlığın bir belirlenmişliğidir ve böyle bir gerçeklik hiçbir zaman ölümsüzlüğün garantisi olamaz. Herşeyden önce onun Tanrısı tamamen soyut ve apersonaldir. Bu tespit Heidegger’deki ’Kehre’(Dönüş) ile yakından ilgildir. Kehre basit bir şekilde insandan varlığa (Von Dasein zum Sein) bir dönüştür. Kehre bir perspektif değişimidir ve varlıkla insan arasındaki ilişkinin yeniden belirlenmesidir. Varlık burada insan varlığına göre aşkın açıdan ontolojik üstünlüğe sahiptir. Kısaca Heidegger’de bir Tanrıdan söz edebilsek bile bu Tanrı tamamen apersonal, genel ve soyut bir Tanrı olup teolojinin ve klasik felsefenin anladığı anlamda bir Tanrı  değildir.


* Freiburg Ünv. Felsefe Bl.Doktora Öğr.

[1] Bak. Heidegger, M.: Sein und Zeit, s.225, 7.baskı.Tübingen 1953.

[2] Bak. Sternberger, A. Der verstandene Tod, s.117, Leipzig 1934.

[3] Bak. Heidegger, M. Vorträge und Aufsätze. s.150, Pfullıngen 1959.

[4] Sein und Zeit. s.240

[5] Sein und Zeit. s.250

[6] A.g.e. s.250

[7] Ag.e. s.245

[8] Man almancada   belirsiz özne için kullanılır ve tam olarak belirlenemeyen her hangi bir insanı ya da insan grubunu ifade eder.. Mesela ‘man liest etwas’ türkçeye’bir şey okunur’ şeklinde daha çok pasif anlamıyla çevrilir. Das Man`ı türkçeye ’başkaları’ olarak çevirebiliriz . Das Man Heidegger`de genelleme ve ortalamayı ifade eder ve varlığın kim olduğu sorusuna cevap verir. Böyle bir varlık aslında hiç kimsedir. Ortalama yada genel bir varlık olmak Man`ın varoluş karakterini oluşturur.’Bu kavram toplumsal açık fikirlerin ve görüşlerin bireyselleşmiş eşitlenmesi olarak tanımlanabilir. Das Man hem belirli bir şey değil, hemde herşeydir; fakat bir toplama anlamında her şey olmayıp, o günlük hayatın varoluş tarzını belirler. Das Man devamlı bir kendine güvenme, kendinde yok olmak, kendinde tutsak olmak ve kendine yabancı olmak denemesidir.’ Philosophishes Wörterbuch.: Hrsg.Georgi Schichkoff. S..404.405, Stutgart 1974

[9] Sein und Zeit. s.258

[10] A.g.e.

[11] Bak.Heidegger, M.: Gesamtausgabe.Beiträge zur Philosophie (vom Ereignis), s..230 Frankfurt am Main 1989.

[12] Heidegger, M. Vorträge und Aufsätze. In: Das Ding, s.171

[13] Sein und Zeit. S.252 ve devamı.

[14] A.g.e.,s.253

[15] A.g.e.,S.257

[16] Sein und Zeit. S.233

[17] Ag.e.,S.245

[18] A.g.e.

[19] Bak.Teitoso de oliveira,R.C.: Das Denken der Endlichkeit und die Endlichkeit des Denkens. s.118-119. Berlin 1999.

[20] Sein und Zeit.  S.266

[21] Bak. Müller,Christian.: Der Tod als Wandlungsmitte. s.184, Berlin 1999.

[22] Sein und Zeit. s.266

[23] Vorträge und Aufsätze. S.177

[24] Heidegger „Dilin Özü“ adlı konferansında hayvanların ölüme kabiliyetlerinin olmamasını onların konuşma kabiliyetlerinin olmamasına bağlar. “Ölümlüler öyleleridir ki; onlar ölümü ölüm olarak tecrübe ederler. Hayvan bunu yapamaz. Fakat hayvan aynı zamanda konuşamaz da. Burada ölümle dil arasında özsel bir ilişki ortaya çıkmaktadır.“. Heidegger,M: Unterwegs zur Sprache, S.215, Pfulligen 1990.

[25] Bak. Sein und Zeit. s.212,230.

[26] Heidegger,M.: Zur Sache des Denkens, s. 69,Tübingen 1969.

[27] Sein und Zeit. s.238

[28] a.g.e

[29] a.g.e. s.149.

Heidegger’de başkalarının ölümü önem taşımazken, yine bir Ekzistansiyalist olan G.Marcel bu konuda Heideggerden tamamen farklı düşünmektedir. Ona göre bireyin kendi ölümü değil asıl başkalarının ölümü genel anlamda varlığı ilgilendirmektedir. Bak. Gabriel,M. Gegenwart und Unsterblichkeit.,Farnkfurt am Main,1961

[30] Rainer, M.: Der menschliche Tod. s.48, Paderborn 1987.

[31] Sein und Zeit. s.247 ve devamı.

[32] Krş. Stegmüller, W.: Hauptströmungen der Gegenwartphilosophie, s.152, Stuttgart 1965.

[33] A.g.e. s.152

[34] Krş. Edwards, P.: Heidegger und Tod. Eine kritische Würdigung, s.126, Darmstadt 1985.

[35] Diemer, A.: Grundzüge Heideggerschen Philsophierens. In: Zeitschrift für philosophische Forschung 1950-1951, s.562

[36] Edwards, P.: A.g.e. s.123

[37] Heidegger, M.: Sein und Zeit, s.184

[38] Bak. Der verstandene Tod. s.146

[39] Demske,J.M.: Sein, Mensch und Tod. Das Todesproblem bei M.Heidegger. S.67, Frankfurt am Main 1963

[40] Donner,H.: Das Göttliche und der Gott bei Heidegger. s.150, Meisenheim am Glan,1970.

[41] Bak.Heidegger,M.: Wegmarken, S.181.Frankfurt am Maın.1967

[42] a.g.e.S.169

[43] Müller,Max.:Existenzphilosophie.S.83, Freiburg/München 1986.

KAYNAK
http://www.e-akademi.org/incele.asp?konu=Heidegger%60de%20%D6l%FCm%20Kavram%FDn%FDn%20Analizi&kimlik=-1725874829&url=makaleler/atopakkaya-1.htm