ODA KIRMIZI DEĞİLDİ AMA BAHÇELİYDİ…
İnsan hayatının bazı dönüm noktaları vardır. Bir başlangıç, bir değişim, bir yeni arayışlar, yeni keşifler, onarılması gerekenler ya da bunlara bağlı yeni hayal kırıklıkları… Değişim ve gelişimin olduğu yerde hayal kırıklıklarının da yaşanması pek doğaldır. Heyecan ve değişimler, riskle yoğrulmuştur. Bunu bilerek riskleri göze almakta fayda var. Ben riskleri göze alarak ve olacaksa bir değişim, geç de olsa olması gerek diyerek başladım terapiye. Yarın ne gösterir bilemem. Ama terapide ilk adıma kırmızı olmayan ama bahçesi olan bu küçük odada başladım. Belki kimleri ağırlayan yaşlı deri koltuklar bahçeye doğru bakıyordu. Bazen anlattıklarımızdan çekindiğimizde terapistle göz göze gelmemek için bakışlarımızı kaçırıp baktığımız bahçe, genelde bize sığınak oluyor. Terapistin tam arkasında kalan bahçede her bir dal, bir yaprak bir bahçe detayı bir anıyla kaynaşıyor sanki. Bir dahaki geldiğimde gördüğüm her bir ayrıntı, anlattığım olayları hatırlatıyor… Dar mekandaki kitap yoğunluğu bazen düzenli, bazen karmaşık; bazen huzur veriyor, bazen daraltıyor. Gözlerimi kitap adlarından alamıyorum bazen ve bu beni yoruyor da. Ama kitap kokuları huzur da veriyor ortama… Belki psikolojik malum dizideki dizideki şatafatlı, ferah, lüks ortam yoktu ama samimiyeti hissetmiştim her daim. Tabi dizideki aşırı ilgili, pışpışlayan, danışanı omzuna dizine yaslatan, onunla ağlayan, sarılan, sürekli pohpohlayan bir terapist de yoktu. Ama hiç terapiye gitmeyenler filme aldanıp da böyle bir ortam ve süreç var zannederse yanılır. Danışanlar güçlü, ne istediğini bilen, konuya hakim, tecrübeli, oyalamayan, gerçekçi bir terapist ister. Oturup beraber ağlayacak birini arasa zaten bir dostla da bu ihtiyacını giderir. Ya da derdine bir makale, bir kitap, bir video ile çözüm de arayabilir kişi. Fakat iyi bir kitap, iyi bir dost, iyi bir makale vs, belli bir konuda terapiye ihtiyaç duyan bir insan için iyi bir terapistin yerini asla tutamaz. Her insani duygularda olduğu gibi terapistle danışan arasında da karşılıklı sabır-özveri-güven-samimiyet-mahremiyet olmalı. Terapistin donanımı, kapasitesi, kalitesi ve tecrübesi mutlak çok önemli ama bunun yanında uyum da muhakkak olmalı. Diğer tıbbî rahatsızlıklarda belki böylesi bir uyum beklemez ama tüm duygu ve düşüncelerinizi, özelinizi anlattığınız birinden yani terapistinizden dostane yaklaşım da beklenir. Fakat bunu da abartmamak gerekir. Her ne olursa olsun bu ilişki sonuçta tabiri caizse ticaridir. Bir hizmet alıp bedel ödüyorsunuz. Herkesin bu ticaretten bir beklentisi var sonuçta. En başından bu süreçte riskler ve dereceleri sunulduğunda kimse hayal kırıklığı yaşamaz. Danışanın derdi ne olursa olsun genelde ihtiyacı olan ve terapistten beklediği ilgi-sevgi-anlayış-sabır-takip-değer görme-özel hissetme vb duygulardır. Yani bunlar hoşuna gider gitmesine de bu hizmette asıl talebi bu olmamalı. Daha iyi hissetmektir asıl amaç. Danışan -terapist ilişkilerinde amaçlar ve araçlar birbirine karışmamalı. Çünkü danışan mevcut sıkıntılarıyla çözüm ararken aslında duygusal anlamda sömürecek birini aramaktadır aynı zamanda. Bu anlamda duygusal beklentileri en aza indirgemekte fayda var. Böylelikle asıl soruna adapte olabilirken, yaşanabilecek hayal kırıklıklarını da en aza indirgemiş oluruz. Alice Miller'in "Yetenekli Çocuğun Dramı " adlı eserinde yetişkinlerin kayıtsız-şartsız bir sevgiye ihtiyacı olmadığını, terapistlerden böylesi bir sevgi beklenmemesi gerektiğini anlatır. Sevginin böylesinin çocuklukta giderilmesi gerektiği, yoksa sonraki yıllarda karşılanması zor bir çocukluk ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Yine kitabında yazar, bir kimsenin bizi kayıtsız şartsız seveceğini söylüyor ve buna inanmamızı istiyorsa ondan uzak durmamız gerektiğini söylüyor.
Sevilmek-ilgi görmek- dinlenilmek-aranmak-özel hissetmek- anlayışla karşılanmak gibi duygular gayet insanidir. Her insan bekler bunları. Bunları talep aşamasından tutun, beklentilerin gerçekçiliği ve dozu, kimlerden ve nasıl sağlanacağı ile ilgili her aşamada terapistin tavsiyelerinin önemi büyüktür. Terapist bu aşamada bu insanı duyguları sağlayacağıniz kişi değil, bu amaca ulaşmada yol göstericinizdir. Bu duyguları her normal insan gibi çevremizdeki dost ve arkadaşlarımızdan talep ederiz ama ticaret gibi net al-ver olmaz, olmuyor tabiki. Tüm bu duygu alışverişi kendiliğinden zamanla olur. Karşılıklı özveriyle, kasmadan, hep beklemeden, çıtayı yüksek tutmadan ilişkiler sürdürülebilir. Beklentiler ve fedakarlıklar asla abartılmamalı. Belki de bu tüm insani ilişkiler içinde böyle olmalı.
Danışanlar, yaşamasını bilemeyenlerdir, kısa yolu bulamayanlardır, nokta atışı yapamayanlardır, oyalananlardır, kendini onaramayanlardır bir bakıma… Herkesin kendi haklarında herkesin bir şeyler söylediği ama bir türlü üzerinde kimsenin anlaşamadıklarıdır danışanlar. Belki güçlü iradeler bunu kendileri uzun zaman alsa da ya da çok başarılı olmasa da gerçekleştirebilenlerdir. Yine de uzmandan destek almakta fayda var. Bazen güzel davranışları beğeniriz ama gerçekleştirmeye cesaret edemeyiz ya da beceremeyiz; bazen de kötü bildiğimiz davranışlardan kaçmak isteriz ama başarılı olamayız çünkü kötü de olsa gerçekleştirmesini iyi biliriz. Montaigne “ Kötü davranışlardan istemediğiniz için kaçının, beceremediğiniz için değil….” der. Demek oluyor ki asıl mesele başarabilmek değil, doğru için mücadele; yanlış için kaçınma.
Hayat zor, hele de büyük şehirde yaşanıyorsa insanların dertleşmesi, kendini dinletmesi, fikir alması vs artık çok zor. Özellikle büyük şehirlerde artık psikolojik çıkmazlardan düze çıkmak için terapi elzem oldu. Eskiden küçük yerlerde insanların akıl aldığı, başvurduğu bir akıl hocası olurdu. Hayat üniversitesinde okumuş bu bilgeler hemen her şeyden anlardı, herkesçe sevilip sayılırlardı. Bir ağabey, bir abla, bir teyze, bir amca, bir dedeydi… Artık böyle insanlar da, akıl danışacak mütevazı insanlar da yok. Herkes her şeyi çok iyi biliyor sözüm ona… Modern çağda her bilgiye en kısa yoldan ulaşabiliyor insanoğlu ama mutlu değil, hatta çok yalnız ve çok çaresiz. Belki de insanoğlu hiçbir dönemde bu kadar köşeye sıkıştırılmamıştı. Özgürlük diye elimize tutuşturulan her şey elimizde patlıyor. Benliğimiz, arzularımız, özgürlük adı altında bize sunulanlar yeni putumuz oldu. Modern zamanların mutsuz-doyumsuz-şımarık-çaresiz insanlarıyız. Bu zor hayat şartlarında yine de bir arkadaş bir dost edinmek, bunu başarabilmek en iyisi ama en zoru. Bu zoru başarmak zorunda insanoğlu. Modern çağ henüz insanların tek başına yaşayabileceği mega kentler inşa edemedi ve edemeyecek. İnsan insana şart, bazen canı yansa da…
Terapi sürecinde danışan kendini artık daha iyi hissettiğinde terapistle yolunu ayırmaya karar verebilir. En sağlıklısı birlikte karar verebilmektir. Danışan için bu zamanın yaklaşık ne zaman olacağını bilmesi de hakkıdır. Ömür boyu terapi zor. Dolayısıyla belki kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen danışan bu yolda kendine destek sağlayacak, onu anlayacak, yalnız bırakmayacak terapistçikler yani dostluklar da inşa etmeli hayatında. Her şey gibi dostluk inşaası da emek istiyor. İster aşk deyin, ister samimiyet, ister kardeşlik, ister dostluk… Hep emek ister, fedakarlık ister. İnşaası zordur, yıkımı çok kolaydır. Asıl emek isteyen kırmamak, belki de en önemlisi kırılmamaktır. Mevlana-Şems gibi, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” ındaki Selim-Turgut gibi, “Kelebeğin Rüyası” ndaki şair arkadaşlar gibi … yoğun, duygulu, uyumlu, sabırlı, samimi ölümsüz ilişkiler. Herkesle böyle bir ilişki-iletişim kurmak zor. Her ne kadar emek istese de kendiliğinden de oluşur bazen. Bu süreçte doğru kişi olduğuna emin olunduktan sonra emek verilmeye başlanmalıdır. Yoksa karşınızdaki kişi sizi hayal kırıklığına uğrattığı gibi zaman kaybı da yaşarsınız. Goethe’nin dediği gibi ”En içten halimle konuşurken karşıma sıradan sözlerle çıkılması beni deli ediyor…” der. Yani tek taraflı emekle de iletişim kurulamıyor. Bazen ilişkiler olumlu-olumsuz yargı çıkarabilmek için öncesinde bir tedbir alınamıyor. Yani yaşamak, tecrübe etmek gerekiyor. Zaman kaybı ve can acıtan sonuçları olsa da insan pişiyor haliyle. Bu aşamada kendimizi suçlayıp, kendimize de haksızlık etmemeliyiz. Freud bir mektubunda kızına “Sevgili Anna, En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen, güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre, sırtını dayandığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne doğru devrilirsin ki bunun senin güçsüzlüğünle ilgisi yoktur.“ der. Dolayısıyla yaslandığımız insanları iyi seçmekte fayda var yine de. Belki de doğrusu karşılıklı eşit yaslanmak. İnsan ilişkilerinde şunu geç de olsa anladım, insan önemli ama bağlılık bazen çok riskli. Her şeyini karşındakine bağlayıp-yüklediğinizde ve ölümle-ayrılıkla onu kaybettiğinizde siz de kayboluyorsunuz. İletişim kurma aşamasında emek vereyim derken sonsuz fedakarlık içine girip karşımızdakine saygı duyuyoruz, ona değer veriyoruz, eleştirmiyoruz, hatalarını belki görmezden geliyoruz bazen… Fakat bazen bu emek karşısında karşımızdakiler kendilerini kusursuz görmeye ya da yanınızda öyle hissetmeye başlıyorlar ve sizi haklı-haksız, ölçülü-ölçüsüz eleştirme cesaretini gösterebiliyorlar. Bu nedenle mütevazılıkta da ölçülü olmak gerek. İbn-i Haldun’nun dediği gibi “Fazla tevazunun sonu, vasat insandan nasihat dinlemektir. “ Tek taraflı sevgi ve aşk zulümdür, sömürüdür, kendini ezmedir… Bu ruh halinde olan insan karşı tarafa sonsuz fedakarlık içindedir ki çok riskli bir durumdur.
Herkes sanırım bir gün yoluna kendisi devam etmek zorunda kalacak. O zamana kadar danışanından öğrendiklerini hızlıca hayata geçirmeye odaklanmalıdır. Sonrasında bu yetiyi elde edebilen herkes kendi ruhlarında kendi “kırmızı oda” larını inşa edip, kendi kendini de onaracaktır. Olması gereken bu ama olmuyorsa daha var demek ki… İrade, istikrar, samimiyet, ne istediğini bilme, odaklanma ve mücadele… Sonrası zaten gelecektir… Zafer değil, sefer… Sonuç olmasa da mücadele… Hayat kısa ama özü bundan ibaret.