Öyle yorgunum ki… Hiç bu Dünya’ya ait olmamış bir insanın hisleri benimkiler. Hiçbir yere, hiç kimseye uyamamış bir insan. Yapayalnız, mahzun, kimsesiz. Bir o kadar suçlu, iğrenç, öfkeli. Yaşadıklarını anlamlandıramayan bir insan. Kim olduğunu bulamayan bir insan. İçindekilerden hangisi kendisi fark edememiş bir insan. Küçük bir çocuk kadar bile özgüveni olmayan bir insan. Hissettiklerinden var gücüyle kaçmaya çalışan bir insan ama başaramayan.
25 yaşındayım. Lakin öyle bir haldeyim ki ruhum ölü, içim bomboş. “Dead Inside” diyor ya Yabancılar, tam öyle işte. Eski hırsımı bulamıyorum; eski gücümü, dayanıklılığımı. Mutlu olamıyorum, mutlu olmaktan çok uzağım. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kafamdan geçen düşüncelere sahip olamazken, yazıya döktüğümde hislerimi bulamıyorum. Bir insanın aynı anda hem bu kadar “masum” hem bu kadar “suçlu” oluşunu anlayamıyorum. Hem iyiliğin had safhasını hem iğrençliğin had safhasını yaşayışını anlayamıyorum.
Bazen titreyen ellerimden utanıyorum, sürekli yüzüme vurulan. Bazen kamburluğumdan utanıyorum, herkesin bir el atıp düzeltmeye çalıştığı. Bazen Dünya’ya sanki Mars’tan gelmiş bir insan gibi oluşuma şaşıyorum, bir film gibi. Bazen 3 senedir bir insanı unutamadığıma şaşıyorum. Her Allah’ın günü her şeyin, bana onu hatırlatıp beni yormasını garipsiyorum. Belki de gerçekten sevdiğin bir insan, ancak başkasını severek unutuluyordur, belki de hiç unutulmuyordur. Her türlü yeni bir çıkmaz.
Çocukluğumu hatırlıyorum, 7-8 yaşlarındayım. Çarşamba civarında yeni taşındığımız kiralık evdeyiz, giriş katı. Dışarısı çocuk cenneti, belki de o yıllarda bulabileceğiniz en çok çocuk nüfusu olan mahalle. Çıkıp diğer çocuklarla tanışmaya çekindiğimden, evde de bunalmaktan bir hâl olduğumdan dolayı annemin, altıma bir minder koyup beni pencerenin arkasına oturtuşunu hatırlıyorum. Parmaklıkların arkasından diğer çocukları izlediğimi, daha bir kere bile dışarı çıkmadan hepsinin isimlerini ezberlediğimi… Belki onlarla tanıştığımı, oyunlar oynadığımı hayal ediyorum emin değilim. Ta ki yaşça benden büyük bir akrabamız evimize misafir gelip, annemin ricası ile beni dışarı çıkartana kadar. Çocukların, neredeyse hepsinin ismini bilmeme şaşırdıklarını hatırlıyorum. Ama hâlâ daha bir ortama girdiğimde istemsiz olarak yaptığım gibi o zaman da kendime birkaç kişi seçmiştim galiba.
O mahallede yaşadığım bir sürü şey var, iyisiyle kötüsüyle. Ama hiç unutamadığım bir şey var ki o da benden en az 4 yaş büyük bir çocuğun tehditlerine, zorlamalarına, bilimum zorbalıklarına katlanmak zorunda kalmama rağmen ailemin bu konuda hiçbir şey yapmaması. Sorunu aileme götürdüğümde “kardeş kardeş oynayın” cinsinden içi boş laflar edilmesi. Ne çocuk aklımla ne şu anki aklımla anlayabildiğim bir şey değil. Hâlâ daha beni öfkelendiren… Baba bir dayanak olacaktı ya; ailenin, evin direği, çocukların güven kaynağı… Değildi efendim değildi. Her zaman olduğu gibi kimseyi bulamamıştım yanımda, ne bu olayda ne bundan sonrakilerde.
Babamın, sözde “bizim için kazandığı para, bizim için çalışması” başıma hep bela olmuştu. Hiç zengin falan olmadık. Lakin çocukların veya insanların biraz bile paramız olmasına çok takıldığını hatırlarım. Belirli bir yaştan sonra girdiğim her ortamda “kolejde okuyan, zengin çocuğu, zengin zübbesi, uzun saçlı garip tip” falandım herhalde. Babam neredeyse hiç bizim için çalışmamıştı halbuki. İçindeki o “ezikliği” gidermek istemişti. “Sülalede birçok kişinin ticarete girişip başarılı olamaması ama kendisinin başarılı olması” ile övünmesi de bu yüzdendi. Kendisine birçok kez “yatlar katlar, saraylar değil; sevgisini istediğimi söylememe rağmen” bir faydası olmamıştı. Aradığım aileyi bu ailede(!) bulamadığımı söylediğimde hep ben suçlu olmuştum. Çünkü babam da o, kendisine hatası söylenince küçük bir çocuk gibi küsüp, arkasını dönüp, kızıp sizi haksız çıkaranlardandı.
Bir şeyler yazmam gerekiyor gibi. Bugün yine pek iyi değilim. Yazacak çok şey var, içimde çok şey var ama kimsenin beni anlamayacağından korkuyorum. Artık en ufak bir baskıyı kaldıramaz hâle geldim. Sizin de bahsettiğiniz gibi hastalıklar gün geçtikçe büyüyor sanırım. Yunus ile hiç tanışmamış olsaydım nasıl olurdu diye düşünüyorum, belki bu hâllere hiç düşmezdim. Belki düşsem bile bu dipten kurtulmak bu kadar zor olmazdı. Siz hep en ufak sıkıntı, stress bile bu fantezileri, bu durumu tetikler diyorsunuz ya, öyle gerçekten. Ama tetikleyici hep Yunus artık, çünkü en küçük olayda aklıma o geliyor. Ona sığınmak istiyorum, bunun ne kadar bayağı olduğunun farkındayım belki de iğrenç ama kollarında olmak istiyorum, göğsüne kafamı dayayıp “erkeğim” demek istiyorum. Herhalde bundan önce bunları bana anca bir hap yazdırabilirdi ama bunları söylemeden de bir şeyler düzelmeyecek galiba. Bunları yazarken bile çok utanıyorum, özür dilemek istiyorum böyle bir şey yazdığım, yazmak zorunda kaldığım için. Yine söylediğiniz gibi bu durumlara düşmeseydim veya eşcinsellikle boğuşmak zorunda kalmasaydım da çok normal bir insan olmayacaktım, değildim belki önceden de. Ama artık çok farklı gibi, gerçekten çok farklı. Hiçbir şeyi kaldıramıyorum, hiçbir şeyle baş edemiyorum. Hissettiklerimden yoruldum, kafamın içindeki düşüncelerden yoruldum, sinirden stresten yoruldum. Küçükken belki daha çaresizdim. Yaşadıklarımın ne olduğunu ben bile bilmiyordum. Dayanacağım, destek alacağım kimse yoktu, konuşabileceğim kimse yoktu. Beni sevdiğine inandığım kimse yoktu ama farklıydım. Hırslıydım, özgüvenim kesinlikle şuankinden daha fazlaydı. Kendime inancım vardı, hayallerim vardı.
Bazı günler iyiyim, daha umutluyum. Çok umutlanamasam bile olduğu kadar diyorum, bu yolda savaşırım; sağlığım için, faydalı bir insan olabilmek için, mutlu olabilmek için savaşırım. Ama birçok gün içimde hiçbir şey bulamıyorum, bütün umudumu kaybediyorum. Bir masturbasyon yapıp kolaya kaçmak istiyorum, hayalimde Yunus’a sığınmak, ondan destek almak. Halbuki sadece daha kötü bir hâle getiriyor her şeyi. Daha içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Yine söylediğiniz gibi bir “kısır döngüye” bağlıyor her şey. Yazmaya başladığımda saat 00.48’di. Bugün, günün bu saatini zor ettim, bu yazıya başlamasaydım şu an yine hayallerimde Yunus’un kollarındaydım sanırım. Eve kapandığım takriben şu 10 ayın son 3-5 ayı ne kadar rahattım oysaki, tek derdim imanımı giderek kaybediyor olmamdı. Kafam ne kadar rahattı, her şeyi boşvermiştim. 15 yaşından beri ilk defa adamakıllı kilo almıştım. Sonra bir şeyler esti işte, Ramazan geldi, bu da Allah’ın bir hikmeti mi diyeyim ne diyeyim bilemiyorum. İçimde bir şeyler kıpırdanmaya başladı, bir şeylere niyet ettim, başladım ama bütün kâbuslar da yine başladı. Yine beynimi susturamamaya başladım, yine en ufak sorumlulukların altında ezilmeye başladım. Yine çaresizleştim.
Yunus olmasaydı bu hislerden kurtulmam %100 daha kolay mı olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü kafamda her şeyin başladığı nokta hep o oluyor. Dediğiniz gibi, diyeceğiniz gibi Yunus benim için büyük bir takıntı. Lafta değil, yaşadım ve kendim de gördüm. Hiç yapmayacağım şeyleri yaparak, hiç söylemeyeceğim sözleri söylerek, hiç olmadığım bir insana dönüşerek. Bunları görmesem bile şu yazıdan bile yeterince belli sanırım. Lakin gerçek de bu. Bir insanın bu kadar ayağıma dolanması beni gerçekten çok üzüyor. Lanetler okuyorum bazen güçsüzlüğüme, dayanıksızlığıma, beceriksizliğime ama kurtulamıyorum da.
Küçükken farklı düşünürdüm. O zaman da duygusaldım herhalde ama bir o kadar da dik fikirliydim. Tamam, evlilik falan ama bana bir yerde saçma gelirdi. Benim önceliklerim hep ideallerimdi, yapmak istediğim büyük işlerdi. Şimdi eşcinsellik meselesi olmasa koşup evlenecek gibiyim. Veya bir şekilde kitabına uysa Yunus’un kollarına atılacak gibi.
Yorgunum ve bitkinim hocam. Artık yeni bir şeylere niyetlensem, heves etsem de içimde kıpırdayan bir şeyler bulamıyorum. Kendime güvenemiyorum. Ben bile bir daha ne zaman tekrar bu odaya kapanacağımı kestiremiyorum. Kayboldum hocam, kayıp bir haldeyim.
Hocam ben bu eşcinsel hislerden gerçekten kurtuluyorum galiba. İnanılmaz mutluyum şu an. İnanmakta zorluk çekiyordum ama dediğiniz gibi hiçbir şey geri gitmiyormuş. Geldiğimde daha etraflıca konuşmak isterim. Teşekkür ederim hocam.🤚🏻
Yine karanlık bir gün bugün. Artık konuşacak kimsem olmadığını fark ediyorum; bu, biraz benim yüzümden, biraz da etrafımdaki insanlar yüzünden. Yazmamı beklediğiniz üsluplu müsluplu bir yazı değil bu yine, sadece içimdekiler. Bugün içime oturan tüm şeyler. Beğenmeniz, beğenmemeniz, takdir etmeniz hiç önemli değil. Bugün bu yazıyı buraya konuşacak, yazacak kimsem olmadığından yazıyorum. Çaresizlikten, çaresizliğimden yazıyorum. Keşke diyorum keşke, en azından anlatabileceğim dertlere sahip olsaydım, Anlattığımda birilerinin beni anlayacağı, adamakıllı dinleyeceği. Bugün yine bu saate zor vardım içimdeki alevlerle. Bugün yine hiçbir şeyin düzelmeyeceği, hiçbir zaman iyi olamayacağım gibi hissettiğim günlerden. Yazmak, konuşmak ferahlatır beni genelde ama şu an bunun bile pek fayda vermediğini görüyorum. Sıkıntılarımın, acılarımın, yüklerimin altında eziliyorum. Günahlarımın altında eziliyorum. Kocaeli'deyim, içerde bir sürü insan var, alt katta bir sürü insan var ama ben çıkmış bu merdivenin tepesinde öylece oturuyorum. Çünkü artık bu içimdekilerle iyiymiş gibi de yapamıyorum. "Başınıza gelenler ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir" der Allah, Kuran'da, bilirsiniz. Galiba benim bu son 3-4 senem ne kadar kötü bir insan olduğumu kavrama zamanım. Çünkü bazen ne yaparsam yapayım o içimdeki ateş sönmüyor, aynı bugünkü gibi. Ağlamayı zillet olarak görür birçok insan, özellikle birçok erkek. Erkeğe ağlamak yakıştırılmaz. Benim nezdimde ise nimettir. Ah bi ağlayabilsem diyorum sabahtan beri, ah bi ağlayabilsem. Konuşarak içimden atamadıklarımı öyle atabilsem. Niye bu kadar çaresizim hocam, neden bu kadar güçsüzüm. Daha 25 yaşında kayboldum. Önümde bir ışık göremiyorum, görebildiğim tek ışık ölüm, hayatı çok sevenlerin aksine. Çok mu iyi hayatları var bu insanların diyorum, neleri var gerçekten bu kadar ölümden korkacak, bi' ben korkamadım bu ölümden ama intihar da edemedim. İki defa ciddi ciddi niyetlendim intihara ama yapamadım. Hâlâ içimden geçirmiyor değilim. Bu hayat bana fazla, ben buraya ait değilim gerçekten. İnsanlar nasıl bu kadar umursamaz oluyor şaşıyorum, kınamıyorum, şu umursamazlığın birazı da ben de olsa diyorum kimi zaman. Kimi zaman hiçbir şey teskin etmiyor kalbimi, ruhumu. Patlayacak diyorum, içim patlayacak. Beynimi susturmak istiyorum, kalbimi. Ne yapacağımı bilmiyorum hakikaten, kayboluyorum bu hayatta. Görünmezim zaten her zor durumda olan insan gibi, kimse görmek istemiyor. Herkes kendi yılanlarının derdinde. Görünmez olmasam diyorum, bana yine Allah'tan başka kimsenin yardım edebileceği de yok ya. Öyle işte. Bu yazı sizin "geç buraları" dediğiniz kısımlarla dolu bir yazı oldu ama öyle işte. Hayatta bazen çok da dobra olmamam gerektiğini öğrensem de size bile neden yazdığımı bilmiyorum açıkcası. Genellikle bu tedavi yolunda bir faydası olur diye yazarım yazdıklarımı ama bugün öyle yazıyorum. Siz, herhalde bu hayatta nasıl hisler besleyeceğimi bilemediğim ilk insansınız, fikirlerim hep nettir aslında. Çok güzel bir şey olmasa da insanlar hususunda böyle. Ama sizin için değil. Siz diyorsunuz ya hep "kendine yazıyorsun", gerçekten bugün kendime yazıyorum herhalde. Çünkü acı da olsa anlıyorum herhangi bir insanın umrunda olmayacağımı... Herhangi bir insanın diğer herhangi bir insanın umrunda olmayacağımı anlıyorum. "Ben niye bu kadar merhametliyim" diyorum bazen, şikayetçi olduğumdan değil merhametimden ama bendeki bu merhametin birazının bile insanlarda olmamasına şaşıyorum. Ben niye bu insanlardan bu kadar farklıyım hocam? Çoğu zaman farklı olmayı sevsem de, farklı insanları sevsem de ben niye herhangi biri değilim derim zaman zaman. Herkes gibi değilim?
Farklı olmak zor, çok zor. Kimsesiz olmak çok zor. Bazen tutunacak hiçbir dal bulamamak çok zor. Bahsedilen "yalnızlığın hınzır uğultusu" kulaklarımı tırmalıyor artık. Yazmak da yetmiyor susmak da.