ZENCİ ÇOCUK VE BEYAZ EKMEK
Zenci, itilmiş- hor görülmüş- aşağılanmış- görülmemiş- farkedilmemiş-önemsenmemiş-sevilmemiş- takdir görmemiş- engellenmiş- yok sayılmış- ihmal edilmiş-sevilmemiş bir çocuğu temsil ediyor. Ten renginden değil, maruz kaldıklarından…
Bendeniz zenci muamelesi gören çocuğun ruhu…Ruh hiç yaşlanmazmış, yıllar geçtikçe bunu gördüm. Ne saçlardaki beyazlıklar, ne göz altı torbaları, ne de birkaç kırışıklık ruhu çok da olgunlaştırmıyor. Hele de bu ruh çocuklukta zenci muamelesi görmüşse. Çocuklukta yaşanılan ufak tefek kötü yaşantılar yıllar sonra travma şeklinde karşımıza çıkabiliyor. Bu küçük gibi görünen kötü yaşanmışlıkların tahribatı belki uzun yıllar onarılamıyor.
Şu an yaşadığım ve hep yaşamakta olduğum ciddi sorunların temelinin beyaz ekmek olduğunu çok sonra anladım. Biliyordum ama çözemiyordum. Anlatacaklarım sıradan gelebilir. Özellikle psikolojik -dram filmlerin revaçta olduğu şu sıralarda…Ama benim için sıradan değildi. Kalabalık ve çok fakir bir ailede doğdum. Önceki yazılarımda duygusal açlıkta ve sebep oldukları hakkında uzun uzun yazmıştım. Şimdi de bedensel açlığın bendeki hasarlarını itiraf edeceğim. Çok fakirdik ama canımızı acıtan bu değildi. Babam çok bencildi. Evdeki yemekleri beğenmez dışarda yerdi. O hep toktu. Yer sofrasında önce davranan karnını doyururdu. Hep hatırladığım annemin biz doyup kalktıktan sonra sofraya oturup kalanlardan atıştırırdı. O kadar çocuktan bir şeyler kalmışsa tabi. Yıllar sonra anladım annemin hep neden sofraya en son oturduğunu. Zaten bir şey olmazdı, önce biz doyalım isterdi. Tavuklarımız vardı, bazen keserdik yerdik ama annem ve biz kemikleri kemirir yalarken butları babama verirdi annem. Mümkün olduğunca onu hoşnut etmeye çalışırdı. Ki belki doyar, mutlu olur, az döverdi-söverdi- az yolardı saçlarını …Fayda etmezdi. Tavuk budunu yıllar sonra tattım. Piyasadaki en kötü unu alır, ondan ekmek yapar yerdik. Köyde değildik ama fırında satılan normal beyaz ekmek lükstü bizim için. Evde yaptığımız ekmek ilk piştiğinde sıcakken yenirdi ama birkaç günde anca biterdi ve kaya gibi olurdu. Lezzetli de değildi. Babam tabiki bu ekmekten yemezdi. Her gün kendine taze beyaz ekmek alırdı. Zaten kendine yetecek kadar aldığından dokunamazdık, yiyemezdik. 3-4 yaşındaki küçüğümüz bile o ekmeğe dokunulamayacağını bilirdi. Ben küçüktüm, gizli gizli babamın ekmeğini elime alırdım, koklardım, anlamayacağı kadar kırıntı alırdım ağzıma ama hemen yutmazdım. İsteyemezdik de… Çok korkardık. Annem de hep aman ha diye tembihlerdi onun ekmeğini yemeyin diye. O dedikçe daha çok merak eder, yemek isterdim. Belki kardeşlerim de… Ekmek dışında çay içmek de yasaktı+. Çünkü bitermiş ve pahalıymış. Yıllar sonra içmesem bile her gün çay demlenir şu an evde. O zaman her şey normal gelirdi. Yıllar sonra büyüdükçe, başkalarının aile hayatlarını gördükçe anlamaya başladık. Komşu çocuklarının yaşantılarına, giydiklerine, yediklerine hep imrenir ağlardım kendi kendime. Bazen bedensel açlığıma, bazen duygusal açlığıma…
Babam hep agresifti, neye neden kızdığını hiç bilmezdik. Kaçardık, görünmezdik. Anneme olan sözlü ve bedensel şiddet erkeklerden nefreti körüklerken kendim de nefret etmeye başlamıştım. Annemin acizliğini görüp ona destek oldukça babamın sevgisizliği daha çok arttı bana karşı. Çünkü annemin dayanak noktasıydım. Annemin masumane bana sığınması, medet umması yıllar boyu devam ederken farkında olmadan ben de sömürülmeye başlanmıştım. Küçük bedenim ve ruhum küçük yaştan itibaren sorumluluk almaya başlamıştı. Bunun bana olan tahribatları yıllarca giderek arttı. Ta ki annem vefat edene kadar. Ondan sonra da hafiflediğimi hissettim ve asıl sorunumun çözümü için hocamıza başvurdum.
Evet ekmek aşkı geçmişten kalma yani. Ulaşılamayan aşktı. Şimdi çoğuna göre sıradan bir şey. Ama o küçük çocuk için çok önemliymiş…Çocuk bunu yıllar sonra anladı. Gel zaman git zaman o evden üç üniversiteli çıktı. Ben de İstanbul’da üniversiteyi kazandım. Sınava girerken babam bana güvenip okumayın, sınava girmeyin, kazansanız da benden bir şey beklemeyin dedi. Okul hayatım boyunca ondan bir kuruş görmedim. Annem bağ bahçede bir şeyler yetiştirir-satar biraz gönderirdi ama o para hiç mi hiç yetmezdi. Bazen gönderdiği parayı çekmek için gidecek yol parası da olmazdı. Devlet yurdu yemekhanesi pahalıydı. Kantinden çeyrek beyaz ekmek, en kötüsünden poşette birkaç zeytin alıp, karanlıkta kimsenin görmediği bir banka oturur yerdim. Bazen iştahla, bazen gözlerim dolarak. Üniversitede öğle yemeği çok ucuzdu ve yemekleri güzeldi. Tek öğün yiyebiliyordum ve okulda adamakıllı karnımı doyurmalıydım. Haliyle ekmeğe dadanırdım ki ertesi güne kadar tok kalabileyim. Beyaz ekmek tıkınması böylece ayyuka çıktı. Zaten geçmişte bir engellenme vardı. Özgürdüm kendimce, zengindim, izin almama gerek yoktu, yemekhanedeki ekmeklikten istediğim kadar yiyebilecektim.
Yıllar geçti, devlet memuru oldum. Para kazandım, evim arabam oldu şükür ama içimdeki çocuğu doyuramıyordum. Gözüm hep aç gibiydi. Sonra yiyemem, iyice doyurayım karnımı diye yerleşmiş yaşantımı değiştiremedim. Evde şükür çeşit yemek oluyor ama gözüm hep ekmekte. Doymuyordu içimdeki çocuk. Birkaç kez diyetisyene de gittim zayıflamak için, zayıfladım da ama ekmeğin engellenmesi beni psikolojik olarak çok gerdi. Ekmeğe olan engelleme beni daha çok hırçınlaştırdı. Yemeliydim, çünkü bu şekilde ezikliğime, engelime, isyan edebilecektim….Yani ruhum öyle diyordu. Ama kilo artıyor, sağlığım bozuluyordu. Aynalara düşman oluyordum zaman zaman. Giydiğim yakışmıyor, kendimi çirkin buluyor, kendi bedenimden de uzaklaşıyordum. Bunun da nelere sebep olduğu, en azından nasıl pekiştirdiğini yaşadım gördüm. Sorunun farkındaydım ama bu da bir çeşit bağımlılıktı. Kısırdöngü içinde gidip geldim yıllarca. Zayıfladığım zamanlarda kendime güvenim arttı, çok mutlu oldum. Ama bu kilo kayıpları istikrarla devam etmedi. Bir ekmek almak için girdiğim fırında oyalanmayı, koklamayı çok seviyordum ve çıkarken 30 liralık ekmek çeşidiyle çıkar oluyordum genelde. Bir nevi cinsel sapmalar gibi... O hayatı yaşıyorsunuz, o an çok mutlusunuz belki ama gerçekte hiç mutlu değilsiniz. Çünkü sevilmiyorsunuz, saygı görmüyorsunuz, vazgeçilmez değilsiniz, sadakatle bağlanmayacak kimse size.... sadece birkaç dakikalığına kullanılacaksınız. Aslında bundan daha büyük onur kırıcı bir şey olamaz. Daha ideal vücutlar arama, daha fazlası, daha çok kişi, daha yakışıklısı-güzeli vs ama o mutluluk hep ütopik kalacak. En fazla mutlu olacağını-olduğunu zannedeceksin. Tarif edemeyeceğin bir boşluk hep olacak. Doğanın doğal bir sonucu olan ve mutlaka hortlayacak olan eş-baba-anne- aile özlemi arzu ettiğin her mutluluğun üzerinde olacak. Bunu anladığında belki iş işten geçmiş olacak.
Malum sorunlarla hocamızın kapısını çaldığımda bu durumu besleyen bir etkendi yemek… Bir filmin repliğinde şunlar söylenmişti " Bir insan çok yiyorsa karnını değil, aç olan ruhunu doyurmaya çalışıyordur..." Aynen öyleydi. Hele de bu açlık çocukluktan kalma bir açlıksa doyması çok zordu. Her ne kadar bu açlık bedensel gibi görünse de tamamen duygusal bir açlıktı.... sevgi açlığıydı. Her şeyi belki bir taravmaya bağlamak doğru değil ama benimki sevgi açlığı travmasıyla bu hale gelmişti. Bilinçaltım babama olan öfkeyi, başkaldırmayı, hesap sormayı "yeme" şeklinde gösteriyordu. Fakirliğe, ezilmeye, yok görülmeye, ilgisizliğe başkaldırıydı yemem. Ama yedikçe beden şişerken ne sevgi açlığım son buldu, ne de öfkem. Babamı cezalandırayım derken yine bedenime, ruhuma zulmediyordum. Bu sefer ruhun da, bedenin de, iraden de ezikleşiyor, aşağılık kompleksine kapılıyor, cinsel kimliğimden de uzaklaşıyordu. Her açlık buna sebep olmaz belki tabi ama cinsel kimlik bunalımlarına bir çok sebebin etki ettiği aşikar. Özgüven eksikliği , aşağılık kompleksi, eziklik.... ve sonrası başka bedenleri-yüzleri-cinsiyetleri yüceltme şeklinde hemcinslerinizi putlaştırmaya başlarsınız. Kendinizi batırdıkça, hemcinsinizi yüceleştirirsiniz. İnsan kendine değer vermeye başladıkça, içinde olan ama kendisinin de farkında olmadığı ezikliği gidermeye çalıştıkça irade güçlenecektir. İradeye hükmedip kendinizi frenledikçe daha güçlü bir kişilik oluşacak. Dikkat ettiyseniz çok kilolu insanlar ciddi şekilde zayıfladıktan sonra değişim sadece bedenlerinde olmuyor. Tarif edilemez bir mutluluk, özgüven, sosyallik, başarma egosu da hortluyor... Bu sadece yemekle ilgili değil tabi... Alkol, sigara, kötü ve düzeltilmesi zor davranışlar, cinsel sapmalar gibi birçok alışkanlıkların, saplantıların, bağımlılıkların temelinde benzer travmalar gizli. Bunların sonuçları da kişiden kişiye değişiyor. Kiminde meydana gelen eziklik ve aşağılık kompleksi erkeğin "erk" liğini elinden alıyor. Kimisinde de başka bir şeyi...Yani sanırım tüm bu alışkanlık veya saplantılar bazen cinsel kimlik sorununun sebebi, bazen de sonucu olabiliyor.
Hocam …artık aç değilsin, yedikçe mutlu olacağını sanıyorsun ama mutlu da olmuyorsun. Yedikçe …özellikle de ekmek yedikçe babana isyan etmiş zannediyorsun kendini. Ekmek yedikçe o adamın oğlu olmaya devam edeceksin. Ya da ekmeği bırakıp sen olmayı seçeceksin dedi. Bunda irade gösterebilirsen asıl sorunun çözümüne de destek sağlamış olacaksın dedi. Evet sorun sevgi açlığı ve artık bu açlığın yemekle giderilemeyeceğini ruhuma kazımam lazım. Belki irademle bir iş başarmanın mutluluğuyla kendime güvenim artacak ve terapi sürecini daha verimli geçireceğim. Kim bilir…Şu an 107 kiloyum. Ne kadar irade gösterebilirim bilmem. Çok zor benim için. En azından mücadele için hocama söz vermiş oldum. Kiloyu buraya yazayım ki mücadelem farz olsun. Ama sevgi açlığımla yüzleşmek, bunu da halletme yoluna gitmeliyim. Halen boşluktayım bazen. Babam artık hayatta yok ama keşkelerim çok ve engel olamıyorum. Kendim baba oldum ama ölen babama şunları haykırmak istiyorum " Baba hala sana ihtiyacım var, rüyada bile olsa gel ve geçmişi telafi et. Sıcak ve sert sarılmalarına, vereceğin güvene çok ihtiyacım var. Benim değil, içimdeki çocuğun buna çok ihtiyacı var. Çok büyüdün artık ihtiyacın yok diyorum, dinlemiyor. Sıkı sıkı sarılmak, dokunmak, sendeki gücü hissetmek, sağlam bir dağa yaslanmak istiyor, senin tarafından sevilmek istiyor. Asıl açlığım bu... Zenci çocuk gibi kaldım beyaz çocukların içinde... Farklıyım ama gururlu-mutlu değilim. Diğer zenci çocuklarla ilişkiler kurup yaşamak çözüm mü bilemiyorum. Belki ten rengim hiç önemli olmayacak ve güçlü irademle, karakterimle "ben de varım " diyebileceğim. Bunu artık babasız gidermeliyim. Hiç babanın olmaması zor bir durum ama baba varken yokmuş gibi bir babanın olması daha da kötü. Çünkü öfken birikiyor, soracak hesapların artıyor, affedemiyorsun... Kendime söz verdim...senin gibi bir baba asla olmayacağım. Dokunacağım, yüreklendireceğim, öfkelenmeyeceğim, küçük şeyler bile olsa etkinlikler yapacağım, güven vereceğim, göğsüme yaslayacağım, sırtını sıvazlayacağım, en önemlisi sevgimi göstereceğim. Annelerini çok sevip, bir kadını nasıl sevileceğini öğreteceğim.
Artık zenci değilim…Zenci çocuk büyüdü…Özgürüm…sahibim yok… Destek olabilecek ne babam ne de rüyalarım var artık. Babamdan göremediğim sevgiyi aileme, dostlarıma göstereceğim. İhtiyaç gibi görünen "yemek" arzularımın artık gerçekten ihtiyaç olmadığını anladım terapiler sayesinde. Sorguluyorum artık... imkanım var artık ama gerçekten bedenin ihtiyacı var mı şu anda zenci çocuğun arzularına …Yok! Geçmişe dönemem, ve o çocuğu mutlu edemem. Ama yine başka zenci çocukların varlığından haberdarım. Onlar yaşadıklarımı yaşamasın diye yakın çevremde küçük organizasyonlar yapıp ayakkabı, kıyafet, erzak, kırtasiye desteği yapıyorum sürekli. Ancak bu şekilde içimdeki zenci çocuk mutlu olabiliyor… Diyetin sadece yemekle ilgili değil, bu açlıkla ilgili duygular, beklentiler, saplantılar, alışkanlıklarla ilgili olduğunu da anladım. Bunlarla da savaşıp bununla ilgili de diyet yapmalıyım. Ama baba, ne yapsam, ne kadar yol alsam ... seni affettiğimi söylesem de kalbime hükmedemiyorum. Beni yarım bırakıp gittin. Kendimi tamamlama mücadelesi veriyorum şimdi. Babalığı, eş olmayı, erkek olmayı öğreniyorum H.K.' dan. Eş olmayı hocam sayesinde inanamayacağım şekilde çok şükür öğrendim. Şimdi sıra baba olabilmekte... Sonra erkek gibi erkek olacağım tamamıyla...
http://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=2030.0