Gönderen Konu: İslamiyet'in Viyana ve Roma rüyası hakikat olmadıkça kıyamet kopmaz  (Okunma sayısı 3025 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4381
    • Profili Görüntüle
İslamiyet'in Viyana ve Roma rüyası hakikat olmadıkça kıyamet kopmaz
       

Kendi psikolojisindeki bunalımlarını kendi kendine düzeltemeyen insanın, kalbi de imanı da dayanıklı, güçlü, sağlam, zorlu yani kavi olamaz. Psikolojimizi sağlamlaştırmak yada sağlıklı’laştırmak bizim kendi kişisel görevimizdir, asla dinin görevi değildir. Din temiz insanları, temizlenmişleri ve arınmışları çağırır. Kişilik bunalımı ya da kişilik bozukluğu olan kirli ruhlar, dini kendi kirli emelleri için nafile bir çaba ile kirletmeye kalkarlar. Oysa ki din temizdir içinde asla kir, pas tutmaz. Din yerine göre tuz gibidir asla kokmaz yerine göre de bal gibidir asla şekerlenmez. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde aile sorunları içinde bocalamış olan kişiler kimlik sorunu yaşamaktadır. Toplumun ve ailesinin istediği gibi olamayacağı inancına kapılan genç, önce aile ve sonrada içinde yetiştiği toplumun değerlerinden uzaklaşarak her türlü aykırı kimliği benimser.

Topluma meydan okumak adına toplumsuz ve ailesiz kalmış kişiler; Taksim Gezi’de taş ve molotof atanlarca şiddet eylemlerine, 15 Temmuz’da ise Fetullah Gülen adına Türk Millet’inin yüreklerine bombalar atanlar, canlarına kurşun sıkanlarca terör eylemlerine dönüşerek aykırı kimliklerini kanıtlamanın yolunu ararlar. Yetişkinlik dönemlerinde ise bunalımlı ya da bozuk kimlikleriyle aile ve toplumsal ilişkilerinde sorunlu bir hayat sürdürmektedirler. Kişilik bozukluğunun yansımaları; uyuşturucu, seks, alkol, eşcinsel, kumar bağımlılıkları, farklı dini inançlar, dinini değiştirmek, yetiştiği toplumun tüm değer yargılarını redetmek bunun yansımalarıdır. Kişilik bunalımının yansımaları ise kişinin sevgi ve hoşgörü dilenciliği yaparak ilişkilerinde hep mağdur olması ile sonlanan bir süreçtir. Duygusal bunalımlarını çözememiş dindarlar İslamiyet’i sevgi ve hoşgörü dinine dönüştürmektedirler. Düşünsel sorunlarını aşamamış insanlarda İslamiyet’i akıl ve mantık dinine indirgemektedirler. Düşünsel yada duygusal sorunlarını çözümleyememiş dindarlar, Allah’sız dindarlar olarak İslamiyet’i insanlığın sorunlarını çözümleyememiş, kafa karıştırıcı bir din gibi yansıtmaktadırlar. İslamiyet, kafası karışık adamların anlayabileceği yada algılayabileceği bir din değildir. İslamiyet Allah’ı bir öz bilinçle anarak kalbi mutmain olmuş, aydınlık bir zihin dünyasına sahip, ülküsü olan insanların yani ardından koşulan, uğruna çalışılan, ulaşılmak istenen yüce amaçları olan insanların dinidir.


 
Türkler Asya’nın bozkırlarından hep Batı’ya doğru yola çıkmışlardır. Avrupa Hun İmparatorluğu'nun hükümdarı Attila, 395-453 yıllarında yaşamış ve bütün Avrupa'ya dünyayı dar etmiş bir imparatordur. Attila hayatı boyunca Batı ve Roma İmparatorluklarına karşı seferler düzenlemiş ve Avrupalılar tarafından adına 'Tanrının Kırbacı' denmiştir. Türk olarak ta kaderimiz Batı olmuştur; Müslüman olarak ta alınyazımız Batı olarak yazılmıştır.

İslamiyet kuruluşunda Bedir’dir, Uhud’tur, Hendek’tir. İslamiyet yükselişinde Şam’dır, Bağdat’tır, İstanbul’dur. İslamiyet bugünden geleceğe ise Afganistan’dır, Irak’tır, Filistin’dir, Suriye’dir, Libya’dır. Atilla’nın, Fatih Sultan Mehmet’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunlarının Viyana ve Roma rüyaları hakikat olmadan kıyamet kopmayacaktır.

İlahiyatçıların televizyonlarda anlattıkları kafası karışıkların dininden, tarikatlarda çekilen zikirlerle, cemaatlerde okunan kitaplarla uyuşmuş zihinlerin dininden çıkıp, bilinçlerimize Viyana ve Roma rüyaları aşılayan Allah’ın dinine girmedikçe kalbimiz mutmain aklımızda barışık olmaz. Hakikî imanı elde eden adam, Kâinata meydan okurcasına yaşar. Hz Muhammet, sevgi aşığı bir şair, gerçeği aramak adına zihninin içinde bocalayan bir filozof değildir. Hz Muhammet; Bedir’in, Uhud’un, Hendek’in başkomutanı bir asker, Mekke’de de Medine’de de devlet kurmuş bir devlet adamıdır. Ashab’ına cami kürsüsünde yada televizyonda din anlatırcasına yaşamış sabah akşam sadece kelam, fıkıh, hadis konuşan birisi değildir.


 
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çalışmaları sonucunda; Milli Eğitim’in ilkokullarından başlayarak liselerine değin eğitim öğretim gören çocuklarımız, İmam hatip liselerinde ve YÖK’ün üniversitelerinde gençliğin kavak yelleriyle savrulan gençlerimiz artık İlahiyat fakültelerinde bile deistleşen, biseksüelleşen, eşcinselleşen bir nesil olmuştur.

Artık Adem'in çocukları Ahmetler, Mehmetler dönemi bitmiştir. Çünkü Athena'nın çocukları Gökhanlar, Hakanlar dönemi başlamıştır.

Dindarlar, çocuklarına Hz Hasan’la, Hz Hüseyin’inin kahramanlıklarını ve yüceliklerini anlatmadıkça, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sonrasını sansürleyen sözde tarih ders kitaplarından kurtulmadıkça din yücelmeyecektir. Batı, İstanbul’un intikamını Ayasofya’yı zincirleyerek aldığı gibi şimdilerde de İstanbul Sözleşmesiyle ailemizi çökerterek almaktadır. İslamiyet’in Tanzimat’tan bu yana süreç içerisinde erilliği ideolojilerle, tarikatlarla, cemaatlerle başarıyla dişilleştirilmiştir. Sevgi ve hoşgörü yalanlarıyla, akıl ve mantık oyunlarıyla İslam düşüncesi inkıtaa uğratılmıştır. Devinimsiz, tembel, çalışmadan düşünmeden sanal alemde oturan , gevşeklik, uyuşukluk içindeki dindarlar atalet uykusundan uyanmak zorundadırlar. Ülke içinde kısır çekişmelerle dinsizlere ve imansızlara laf ebeliği yapmak yerine ülke ötesindeki Müslümanların dertlerine çözüm üretmedikçe hakkı ve layıkıyla iman etmiş olamayız.


 
Armutu kimse sizin yerinize pişirmez, ağzınıza da ballı börek din, iman diye de düşürmez. Emeksiz, çilesiz, Allah’sız dindarların yüzü suyu hürmetine sapkınlar dünyayı sapkınca emelleri adına fethetmeye yemin etmişler. Sapkınların vebali de kes kopyala yapıştır dindarların üstüne olacaktır. Din, dertli olan insanların işidir. Anlayabilene aşk olsun...

Ufkunuzu açmak isterseniz arada sırada Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Necip Fazıl okursanız imanınızı da soluk aldırmış olursunuz.

ÇOCUKLUĞUMUZ

Annemin bana öğrettiği ilk kelime

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde

Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından

Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık

Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurdu

Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı

İnanmış adamların övüncüyle

Sabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiçbirinden eser yok

Gitti o geceler o cenk kitapları

Dağıldı kalelerin önündeki askerler

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

Sezai KARAKOÇ

https://www.habervakti.com/islamiyet-in-viyana-ve-roma-ruyasi-hakikat-olmadikca-kiyamet-kopmaz-makale,3214.html