Geçen haftaki terapide sesi kaydetmem iyi oldu. Dönüş yolunda konuşmaları dinledim ve bu beni çok etkiledi. Hayatımı altüst eden olayları bu kadar kabullenmiş ve sakin anlattığıma şaşırdım. Sanki bahsettiğim şeyleri yaşayan ben değilim. Fakat bunları dışarıdan dinlemek, tanıklık etmek durumun ağırlığını daha fazla hissettirdi. Sanırım hayatımın özeti bu. Hep güçlü olmaya ve dışarıya karşı renk vermemeye programlanmış gibiyim. İlk terapideki neden buradasın sorusunun yanıtı da bunda saklı. Çocuklar gibi acımadı ki deyip duruyorum ama artık yoruldum.
Sorunları saklamak, onları çözmekten daha fazla acı verir diye bir söz duymuştum. Dışarıdan bakan gözlerin, hatta en yakınlarının bile göremediği mücadeleler, sevinçler ve çatışmalar bana tek başıma ayakta durmayı öğretti. Sonunda çok çetin savaşlardan sonra bile dimdik durabilen, zırhı kalın ama içi kırılgan bir insana dönüştüm.
Bazen bu kadar dayanıklı olabildiğim için kendimle gurur duyuyorum, bazense bu kadar çok badire atlattığım için kendime acıyorum. Ve tabi bir de kızgınlık hissi var. Ters giden şeyleri yoluna koymak için yeteri kadar çaba göstermediğimi düşünüyorum.
Aslında yaşadığım artçı sarsıntılar olmasa stabil duruma alışabilirdim. Fakat ne zaman her şeyi sindirmeye başlasam yeni bir kırılma noktası yaşıyorum. Başa dönsem yine iyi. Maalesef her artçı sarsıntı yeni bir travmaya yol açıyor. Sevgili dik adamımız sarsılmaktan bir türlü kurtulamıyor.
Peki nedir bu kırılma noktaları?
Eşcinselliğin kendi içinde handikapları var malum. Tutarsızlıklar, karmaşık ilişkiler, ahlakı delik deşik eden değer yargıları
Bu nedenle geçmişte duygusal ilişkilerim çoğunlukla hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Her hüsran insanı heveslerinden biraz daha uzaklaştırıyor. Sonra bir bakıyorsun seni hayata bağlaması gereken duygulardan da uzaklaşmışsın.
Eşcinselliğin yumruklarından biri de sana daha doğrusu taşıdığın cinsel kimliğe yönelmiş önyargılar. (İşim komik tarafı aynı önyargılardan bazısını sen de taşıyorsun) sevdiğin, seni seven, sana güvenen insanların bu yönünü bilmeleri halinde bakışlarının değişeceğini biliyorsun. Çocukluğumda ve ergenlikte diğer erkekler gibi davranmadığım için birçok kez alay konusu olmamın da böyle düşünmemde etkisi vardır tabi. Sevgili güçlü adamımız bu utancın ve korkunun yumruğunu da çok yedi.
Sonra büyüdükçe karşıma çıkan, daha önceden talimli olmadığın travmalar karşına çıkıyor.
Çocukken seni taciz eden kişilerin evlenmesi, onlarla karşı karşıya gelmek, hiçbir şey belli etmemek gibi. Hatta eşi ve çocuklarıyla evinde misafir etmek zorunda kalmak gibi. Hatta ve hatta küçük oğlunun seni sevmesi ve yolda yürürken elini tutması gibi. O sırada babasının yüzünü görmeyi istemek ama asla bakamamak gibi
Mesela bazı yakınlarının, hem de başkalarının yanında eşcinsel olup olmadığını sorması da hiç hoş olmuyor. O sırada renk vermemek için bütün gücünü seferber ediyorsun. Daha o golün acısı geçmemişken başka birinin sözde ağabeylik yapıp hiç kadınla birlikte oldun mu diye sorması ise adeta beyninden füze fırlatıyor. O an bunları sormak için çok geç kalındığını söylemek istiyorsun. Keşke zamanında babam sorsaydı, ilgilenseydi falan
Tabiki yine belli etmiyorsun. Sonra kendinle baş başa kalıp günlerce enkaz topluyorsun.
Son dönemdeki en büyük mücadele alanı ise tabiki evlilik. Ailemin ve sevdiklerimin bu konudaki beklentilerine nasıl bir tavır alacağımı bilmiyorum. Onlar da her geçen gün beklentilerini eleştiri boyutuna taşıyarak yeni bir fay hattı oluşturuyorlar. Kışkırtıcı sözler söyleyince evleneceğimi sanıyorlar. Oysa kışkırtmaya çalıştıkça kırıyorlar.
İşte ilk terapinin ardından kafamda dönüp duranlar özetle bunlar oldu. Aslında anlatacak ne çok şey varmış. Kendime bile sustuğum şeyler. İkinci terapiye şimdi daha hazırım:)