Seni nasıl bırakacağım bilemiyorum.Belki iki saniyelik bir elvedayla belki tek bir bakışla gideceğim.Belki de hiç göremeden döneceğim karanlığıma...Seni nasıl bırakacağım bilemiyorum.Bunları yazarken hangi duygular içinde olduğumu da bilemiyorum.Ama ben çok kötüyüm.İlacım belki karanlığım, belki de sensin...Aynı şehirde olup da hayaline sarılıp yatmaktan nefret ediyorum.Bu illet bana acı veriyor,yerden toparlamaya çalıştığım parçalarımla yaralarıma bir kabuk uydurmaya çalışan bu bitkin vücutla tamamlamaya çalışıyorum bu yazmak zorunda olduğum yazıyı...Yarın yeni bir gün olacak desen de olmayacak.Düşünceler mahkum elbisesinden kurtulup,laf ağızdan kaçış yollarını buldu neye yarar!Bu sönük güneş parlamak istese de ne kadar ışık saçabilir ki bu ay gecenin kuytusunda gün ışığından bozma zifiri karanlığıma...Acı verse de ve iki dakika sonra ayrılacağımızı bilerek de olsa şuan yanımda olmanı o kadar çok istiyorum ki...Tesadüfen karşılaşma ihtimalini sevmeye zorlayan sonu gelmeyen ve bir türlü seni bana getirmeyen çaresiz isteklerimden oluşan bu uçan halım sürükledi beni bu korkunç geceye...Bu geceye sensiz tek bir saniye daha mı diye sormama fırsat tanımadan geçen sensiz koca kapkara bir gün daha...Güneşin doğuşu zevk vermez oldu,batışı zevkli miydi sanki?...Acı çekiyorum derken kayboluyorum en çok sevdiğimi sandığım şarkının ilk notasında...Saat dördü beş geçeyi vurduğunda vakit gitmelerin zamanını gösterdiğinde işte o zaman bağıracağım belki de duyulmayan çığlıklarımla seni bırakıp gideceğim...Uçmaya çelimsiz kanatlarımla senden ne kadar ayrı kalabilirim?Bu uçurumdan sağ kurtulmak için daha kaç defa kanat çırpmalıyım?Ya da ölümü mü seçmeli çırpınmayı bırakıp,kan revan içindeki parçalarımı koyuverip bir kenara kabuk bağlamaktan bezmiş vücudumu azad edip karanlığı mı seçmeli?Yapamam...Çırpınmayı bırakırsam da düşüp ölemem ben,hep sevginle ayakta kalacağım.Ben hep hayalinle yaşayacağım.Engel olamadığım gözyaşlarımdan oluşan bu devasa göle düşüp su yüzünde kalacağım ama ne olur bırakma...