Otto F. Kernberg Aşk İlişkileri kitabından alınmıştır.
Çekirdek Cinsel Kimlik
Money ve Ehrhardt (1972), erkek ve kız çocuklar arasında hiç ayrım yapmadıklarına inanıyor olsalar bile, anne ve babaların normal koşullarda çocuklarına karşı davranışlarda cinse belirlenimli farklılıklar sergilediklerine ilişkin deliller sunmuştur. Doğum öncesi hormon tarihi temelinde eril/dişil farklılıkları olsa bile, bu farklılıklar otomatik olarak doğum sonrası erkek/dişi davranış farklılaşmasını belirlemez: Erkeklerdeki dişileştirici hormonal patoloji ve kadınlardaki erkekleştirici hormonal patoloji, aşırı derecedeki hormonal anormallik koşulları dışında, cinsel rol kimliğini çekirdek cinsel kimlikten daha çok etkileyebilir.
Doğum öncesi dönemde bir kız çocuğundaki aşırı androjen miktarı, örneğin, erkeksi davranışlardan ve artan oranda enerjinin eğlenceyle saldırganlığa harcanmasından sorumlu olabilir. Bir oğlan çocuğundaki doğum öncesi yetersiz androjen uyarması belli bir pasiflik ve saldırganlık yokluğuna neden olabilir ama çekirdek cinsel kimliği etkilemez. Bundan başka, tereddüde yer bırakmayacak biçimde ya kız ya da oğlan çocuğu olarak yetiştirilen hermafrodit (çifti cinsiyetli) çocuklar, genetik donanımları, hormonal üretimleri ve hatta, bir dereceye kadar, genital gelişmenin dış görünüşü ne olursa olsun, yetiştirilme pratikleriyle uyum içinde kesin bir erkek ya da dişi kimlik geliştireceklerdir. (Money ve Ehrhardt 1972; Meyer 1980). Stoller (1975b), Person ve Ovesey (1983, 1984) çocukla anne baba etkileşimindeki erken dönemli patolojiyle çekirdek cinsel kimliğin güçlenmesi arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Transseksüelliğin, yani bariz olarak belirli bir biyolojik cinsiyeti olan bireylerde bu biyolojik cinsiyetin aksine bir çekirdek cinsel kimliğin yerleşmesinin, genetik, hormonal ya da genital fiziksel anormalliklerle ilişkili olmadığı görülmüştür. Özellikle dişi transseksüellerde, küçük bazı biyolojik değişkenler üzerine yapılan araştırmaların bazı olası hormonal etkileri ortaya çıkarmasına rağmen, deliller ağırlıklı olarak erken dönemlerdeki psiko-sosyal etkileşimlerdeki şiddetli patolojiye işaret ediyor.
Bu anlamda, transseksüel yetişkinlerin tarihi kadar anormal cinsel kimlikli çocuklar üzerinde yapılan psikanalitik araştırmalar, ilk kez Stoller’in (1975b) tanımladığı önemli kalıplar hakkında bilgi sağlamıştır. Bu kalıplar içinde, erkek transseksüeller (kendilerini bir kadın çekirdek kimliğine sahip hisseden biyolojik erkekler) açısından, edilgen veya kocasından uzakta yaşayan ve simgesel bir bütünlük kaynağı olarak oğlunun üstüne titreyen, güçlü biseksüel kişilikli bir anne vardır. Oğlan çocuğunun erkekliğini zımmen ortadan kaldıran bu rahat ve huzurlu simbiyoz yaşam hem çocuğun anneyle aşırı özdeşleşmesinde hem de anne için kabul edilemez ve babanın da yeterince temsil edemediği erkek rolünün reddine yol açar. Dişi transseksüellerde, annenin reddedici tavrı ve babanın uzakta olması, küçük bir kız çocuğu olarak destek görmediği hissine kapılan kızı bir erkek ikamesi olmaya ve annesinin yalnızlık ve bunalım duygusunu gidermeye iter. Onun erkeksi davranışı böylelikle umutsuzluğunu aşacak olan anne tarafından yüreklendirilir ve aile dayanışmasının artışına katkıda bulunur.
Çekirdek cinsel kimliği ve genelde cinsel faaliyeti etkileyen erken dönemli anne baba (özellikle de anne) davranışı yalnız insanlara özgü değildir. Primatlar üzerine yaptıkları klasikleşmiş çalışmalarında Harlow ve Harlow (1965) göstermiştir ki, bebekle anne arasında güvenli ve fiziksel olarak yakın bağlantı aracılığıyla kurulan doyurucu bir ilişki yetişkin maymunlarda normal bir cinsel karşılığın gelişmesi için vazgeçilmezdir: Normal anne ilgisinin olmaması ve tali olarak da, kritik gelişme aşamalarında akran gruplarıyla etkileşimin yokluğu daha sonraki yıllarda yetişkinlere uygun cinsel tepki geliştirme kapasitesine zarar verir. Bu maymunlar öteki toplumsal etkileşimlere de uyum göstermez.
Freud (1905, 1933) iki cinsin de psikolojik bakımdan biseksüel olduğu iddiasında bulunmakla birlikte, hem erkek hem de kız çocukları için ilk genital kimliğin eril olduğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre; başlangıçta penise paralel bir haz kaynağı olarak klitorise sabitlenmiş kız çocukları ilksel genital özdeşleşmelerini /ve içkin olarak homoseksüel ilgilerini) bir penise sahip olamamanın verdiği hayal kırıklığının, kastrasyon endişesinin ve simgesel olarak bir penis yerine babadan bir çocuk yapma isteğinin bir ifadesi olarak pozitif bir ödipal yönelim içinde anneden babaya kaydırır. Ne var ki, Stoller’a göre, anneyle olan güçlü bağ ve simbiyoz ilişki veri alındığında, hem erkek hem de dişi bebeklerin ilk kimlikleri dişidir; aşamalı bir biçimde, ayrılma-bireyleşme sürecinin bir parçası olarak, erkek bebekte dişil kimlikten eril kimliğe doğru bir kayma görülür. Ama Person ve Ovesey, homoseksüel eğilim taşıyan hastalar, transvestizm ve transeksüelizm üzerine yaptıkları araştırmalar temelinde, en başında erkek ya da dişi olan orijinal bir cinsel kimlik ortaya atmışlardır. Bana göre bu yazarların görüşü Money ve Ehhardt’ın (1972) ve Meyer’in (1980) hermafroditlerdeki çekirdek cinsel kimlik üzerine çalışmalarıyla uyumlu olduğu gibi, yaşamın başından beri anneyle (erkek ve dişi) bebeklerin etkileşimi üzerine gözlemlerle ve cinsel sorunları olanlarla birlikte normal çocuklar üzerine yapılan psikanalitik gözlemlerle, özel olarak anne babaların bilinçli ve bilinçdışı cinsel yönelimlerini ele alan çalışmalarla da (Galenson 1980; Stoller 1985) uyumludur.
Braunschweig ve Fain (1971, 1975), Freud’un iki cinsiyetin de başlangıçtaki psikolojik biseksüelliği hipoteziyle aynı doğrultuda; bebeğin hem anne hem de babayla bilinçdışı özdeşleşmesinden, çekirdek cinsel kimliğin kurulduğu anne-bebek etkileşiminin doğası tarafından kontrol edilen biseksüel özdeşleşmeden türeyen bir psikolojik biseksüellikten yana inandırıcı argümanlar ileri sürmüştür. Money ve Ehrhardt’a göre, ‘baba yemek pişiriyor ve anne de traktör sürüyorsa’ bu mesele değildir; yani, cinsel kimlikleri net olarak farklılaştığı müddetçe anne babanın toplumsal olarak tanımlanmış cinsel rolleri bir anlam ifade etmez.
Bir çekirdek cinsel kimlik tayini ve benimsenmesi, pratik amaçlarla, erkek ya da dişi olarak görülen cinsel rollerin güçlenmesini belirler. Hem anne hem de babayla bilinçdışı bir özdeşleşme –psikanalitik araştırmaların evrensel bulgusu olan bilinçdışı bir biseksüellik- aynı zamanda toplumsal olarak cinslerden biri ya da diğerine atfedilmiş rollerle bilinçdışı özdeşleşme anlamına geldiği oranda, biseksüel tavırlar ve davranış kalıpları, evrensel bir insani potansiyel olarak biseksüellik yönünde güçlü eğilimler söz konusudur. Çekirdek cinsel kimliğe güçlü toplumsal ve kültürel vurgular (‘Sen ya küçük bir oğlan ya da küçük bir kız çocuğu olmalısın’) genelde bir kişisel kimlik oluşturma ve o kimliği pekiştirme yönündeki intra-psişik ihtiyaç tarafından destekleniyor ya da belirleniyor da olabilir, böylelikle çekirdek cinsel kimlik çekirdek ego kimliği oluşumunu sağlamlaştırır; aslında Lichtenstein’a (1961) göre cinsel kimlik ego kimliğin çekirdeğini oluşturuyor olabilir. Klinik bakımdan, kimlik bütünlüğünün yokluğu (kimlik dağılması sendromu) hep cinsel kimlik sorunlarıyla yan yana görülür ve Ovesey ve Person’ın (1973, 1976) vurguladığı gibi, transseksüeller genelde diğer kimlik alanlarında da şiddetli zikzaklar çizer.